31 Ekim 2009 Cumartesi

Biliyordum ama hiç görmemiştim

Daha önceden biliyordum böyle yaptıklarını ama hiç gözlerimle görmemiştim. Kargalardan bahsediyorum, ceviz, fındık vs. yemek için yere fırlatıp sonra da afiyetle yemelerinden. Bugün kocam bir benzinlikte tekerlere hava basarken kargalardan birine takıldı gözüm. Yere bir şey düştü gagasından, o da hemen sonra yanına konunca gözüm takıldı. Gagasına aldı artık o herneyse, 1-2 dairesel tur atıp havalandı ve kendince yeterli yüksekliğe ulaşınca attı aşağıya. Bu sefer kırıldı herhalde ki sakin bir köşeye gitti, bir daha da ortalarda görünmedi.

Topkapı Sarayı'nın mermerlerini ceviz kıra kıra mahvettiklerini okumuştum. Turistlerin kafasına da atıp korkutuyorlarmış hatta. "Personel başa çıkamıyor, koskoca saray ceviz kıran kargalarla kaynıyor" yazıyordu geçen sene okuduğum bir haberde. Bugün tanıklık etmiş oldum kendi gözlerimle. Kocam da gördü ve "fiziği en iyi kullanan hayvanlar kargalar bence" dedi. Yılların tecrübesi de var tabii hayvanlarda. Belki de Newton'ın kafasına elma düşerken bu karga da biraz ötede ceviz kırıyordu :)

28 Ekim 2009 Çarşamba

Tatildeyim oh ne ala

Bu öğleden sonra resmen başlayan tatil cuma günü de izin almamla birlikte benim için 5 güne çıkmış oldu. Geçen 2 haftanın yorgunluğunu atarım belki ama evde de ihmal ettiğim bir oda var. Aslında kibrit döküp yaksam olacak, o derece. Yarın öbür gün sıkı bir şekilde girişip temizlemeli, ileride çok fazla fırsatım olmayacak. Havalar soğuyacakmış Pazar gününden itibaren, kışlıkları da yavaş yavaş çıkarmalı. Ay içim sıkıldı şimdiden.

Hayatta güzel şeyler de oluyor, minik de olsa bunlar insanı mutlu ediyor işte. Geçen cuma günü dışarıdan nooddle siparişi vermiştim kocam için. Yoldan yeni gelince ve yemek hazırlama modunda olmayınca istedik işte ama ben yemedim :) Orta yaşlı bir adam getirdi siparişi. Bahşiş vermek istediğimde "öğrenciyseniz almayayım" dedi. Yok dedim, değilim. Ama adamcağızın bu dediği çok hoşuma gitti. Beni öğrenci sanması da ayrıca güzel tabii. Yüzüme aptalca bir sırıtış yerleşti bütün akşam.

Hocam cep telefonunu otobüste düşürmüş, şoför sabah arayıp sizin oradan geçiyorum, dışarı çıkın da vereyim demiş. Bu devirde oldukça şaşırtıcı. Hala böyle dürüst insanlar kalmış demek ki.

Öte yandan apartmandan girerken arkamdan bir anne kızın da geldiğini görüp kapıyı açtıktan sonra onlar da geçsin diye kapıyı tutup beklediğim için kendimi kınıyorum. İnsan bir teşekkür eder ya. Keşke suratlarına şak diye çarpsaydım. Yapılan jestlere bırak teşekkürü, bir tebessümü çok gören insancıkları şiddetle kınıyorum.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Yoruldum iyice ama değecek umarım

Çok yorgunum hala. Bugünüm de koşturmaca içinde geçti ama kendi işimle ilgili koşturdum. Koşturmaca derken, odamdan pek dışarıya çıkmadım aslında. İncik cincik bir dosya hazırlama işi vardı. Acaba şu mu kastediliyor, yoksa şu mu? Şunun fotokopisini aldım mı? Eksik olursa ne olur? Zarf boyutunu başka bir yerde B5 yazmışlardı, ne zaman A5 oldu? Böyle böyle derken zihnim feci halde yoruldu. Zihinsel yorgunluk fiziksel yorgunluğa bin basar. Bu akşamı kısa sürede sızarak tamamlayacağım sanırım.

Bütün gün uğraştığım şey Doçentlik başvuru dosyam. Oda arkadaşım ve ben nihayet başvuruyoruz. Daha önce başvuramadık, acaba yayın aşamasını geçer miyiz, bu dönem ders çalışabilir miyiz diye erteledik durduk ki bizim anabilim dalında asistan sayısı çok az olduğu için diğer anabilim dallarındaki arkadaşların yaptığı gibi kendimizi odamıza veya kütüphaneye kapatma veya evde kalıp ders çalışma lüksümüz yok. Sürekli öğrenci işleri ve ekstra bölüm işleriyle uğraşmak zorundayız. Oysa bizim emsallerimiz çoktan bu ıvır zıvır görevleri kendilerinden sonra gelen küçüklere devrettiler, biz hala perişanız. Neyse, artık başvurma zamanı geldi. Aslında geçen Nisan ayında başvuracaktım ama bu Ekim ayı için daha farklı planlarım vardı, o yüzden öncelik sıralamamda arkalara atmıştım bu işi. Neyse, herşeyin hayırlısı.

İşte sonuç olarak yarın başvurumuzu yapıyoruz. Çalışacak o kadar fazla şey var ki, nasıl yaparız hiç bilmiyorum ama adımı atmak gerekiyor bir şekilde. Başlamak bitirmenin yarısı derler, başlayalım da elbet gerisi gelir.

Çok sevdiğim biri daha var Doçentlik sırasında olan. Darısı ona diyorum, bir an önce başvurmasını o kadar çok istiyorum ki. Umarım beni duyar da gerekenleri bir an önce tamamlar :))

25 Ekim 2009 Pazar

Tiglon sen adamı öldürürsün

Dün kocamla Migros'a alişverişe gittik. Indiana Jones serisinin 4. filmini 9.90'a inmiş görünce haydi alalım serideki eksiğimizi tamamlayalım dedik. Zamanında 3 filmi seri halde kutulu olarak almış kenara koymuşuz, 4.'yü çekmenin ne manası vardı Spielberg, bak senin yüzünden 4. öksüz kaldı diğerlerinin yanında.

Neyse. Eve gelince haydi seyredelim filmi bir kez daha dedik. Ambalajı açtık ve ne gördük dersiniz? Orijinal naylonu içindeki açılmamış üründen Serdar Ortaç'ın Nefes cd'si çıktı. Öylece bakakaldık. Bugün geri götürdük, müşteri hizmetlerindeki kızlar da şaştılar kaldılar. Yenisiyle değiştirdik ve bu sefer oracıkta açarak başka bir sürprizle karşılaşmayacağımızdan emin olduk.

Acaba dedik tiglon bir kampanya yaptı da bu cd'yi bulana ödül mü veriyor? Vermiyormuş. Herhalde şirkette dvd kopyalamada çalışanlardan biri bir yandan müzik dinlerken yanlışlıkla kutuya bunu koymuş olmalı, aklımıza başka bir açıklama gelmiyor çünkü. Ne aramıştır o cd'yi kimbilir. Bizi güldürdün ya tiglon, sağolasın varolasın.

Bu arada evimizin yeni üyesi nihayet aramıza katıldı. Çok tatlı, 12 gramlık minik bir Kıtır. Fotoğrafını çekmedim henüz, yarına ekleyebilirim umarım.

22 Ekim 2009 Perşembe

Meğer ne kadar yanılmışım

Kitabını okudum, filmini seyrettim ama aslında hep yanlış biliyormuşum. 37 yaşımda öğrendim gerçeği ve utandım. Atos, Portos, Aramis aslında silahşör değilmiş, silahşormuş iyi mi. Haftasonu Milliyet Gazetesi kitap verdi. Kitabın adı 3 Silahşorlar. Kocama "aaa, yanlış yazmışlar" derken Hurriyet'in yine ayni gün verdigi İmla Kılavuzuna baktık ve gördük ki doğruymuş. Kendimden o kadar eminim ki haydi o da hatalı yazdı diye Türk Dil Kurumu'nun sayfasına girdim baktım, aynen silahşor yazıyordu. Kendimden utandım. Oda arkadaşıma sordum (ki Türkçeyi çok güzel kullanan biridir) o da benim gibi yanlış biliyormuş. O da utandı. Milliyet'e teşekkür ederim, bir hatadan döndürdü beni.

Bu arada "teşekkür ettim" diye konuşan tipler var ortalıkta. Ya da "teşekkür ediyor" olanlar. Teşekkür ederim değil midir bunun doğrusu? Gerçi silahşörden sonra kendimden şüphelenmem lazım belki de ama hayır, bunun doğrusu "teşekkür ederim"dir, diğerleri değil.

Yine çok yorgunum bugün. Haftasonu gelse de artık dinlensem biraz evime gidip. Gerçi Bedük geliyor yarın Eskişehir'e. Çok gitmek istiyorum ama herhalde bu yorgunlukla perişan olurum. Adamcağız sahneye 7'de çıkıp 9'da inecek değil ya ben erkenden eve gidip uyuyayım diye. Anlaşılan yine kaçacak Bedük konseri.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Grip olmak ya da olmamak

Domuz gribi vakalarının sayısı artıyor. Buna rağmen en basit önlem olan hapşururken, öksürürken ağzımızı kapatalım kuralına uymuyoruz. Akşam otobüste yanımdaki kız öksürüp durdu sinir oldum. Bir ara çantasında birşeyler aradı. Hah, mendil arıyor derken cep telefonunuu çıkardı radyo dinlemeye başladı salak. Sen hasta oldun diye ben de mi hastalanmak zorundayım kardeşim. Yok ya, biz adam olmayız. Haberlerde bir adama maske takar mısınız diye sordular, o da takmam dedi. Bravo. Hatta muhabir "salgın hastalıklardan korkmuyor musunuz?" diye sorunca da karısını gösterip "işte bulaşıcı hastalık bu" diyerek keh keh güldü. Pes diyorum insanımıza.

Şimdi de babaannesini 100 lira için döverek öldüren torundan bahsediyorlar. Artık haber seyretmeye dayanamacağım galiba. Zaten yorgunum yine feci halde, gidip yatayım bari.

Önce gidip ellerimi yıkayayım da, nolur nolmaz. Bu arada bana bizim üniversite hocalarından bir mail geldi, ondan aklımda kalanları yazayım. Domuz gribine karşı boğazınıza gargara yapın, burnunuza gün içinde tuzlu su çekin diyorlar. Bu virüslerin vücuda giriş yolu burun delikleri ve ağız, bu yüzden tuzlu suyla yıkayarak veya gargara yaparak virüsleri uzaklaştırın, çoğalmalarını önleyin diyorlar. Gün içinde sıcak içecekler tüketmek de faydalıymış çünkü virüsleri beraberinde mideye götürüyormuş, midenin asidik ortamı virüs için pek elverişli bir ortam olmuyormuş. Yarın detaylı şekilde okuyayım.

Hepiniz kendinize iyi bakın.

20 Ekim 2009 Salı

Yine ama niye yoğunum ve bir mim

Bugün dünden yoğun geçti ve anlaşılan bu haftam komple böyle geçecek. Bir başka üniversiteden 3 doktora öğrencisi HPLC analizi için geldiler, onlara cihazın tanıtılması, analizlerin öğretilmesi gerekiyordu. Dün bir miktar hazırlıkla geçti, bu sabah da cihazı satan firmadan bir arkadaş sağolsun gelip kısa bir tanıtım yaptı. Buraya kadar herşey normal. Öğleden sonra sorunlar çıkmaya başladı. Kolon dengelenmedi, analizler iyi çıkmadı, kolon değiştirmek istediğimde metaller neredeyse birbirine kaynamıştı, güç bela başardığımda sızıntı yaptı, sistem kendini otomatik olarak kapatmaya başladı, liyofilizatöre numune takayım dediğimde günlerdir gül gibi çalışan cihaz vakumu düşürememeye başladı derken hepsi halloldu. Ama sonuç olarak ben bittim. 2 kat aşağı in, tekrar yukarı çık, diğer binaya git, odaya git, hocaya git vs derken ayaklarıma karasular indi. Öyle ki dere yatağı kenarında falan olsam sel basacak, o derece. Eve gelirken otobüsün gelmemesi, alternatif bir güzergahla sürünmek de eklenince fazla dayanmam herhalde bu gece, Gossip Girl biter bitmez sızar kalırım. Haftasonuna kadar böyle. Gelecek hafta da bu gazla kendi çalışmalarıma girişirim herhalde. Üstümdeki ölü toprağını silkiyorum en azından, öyle düşüneyim.

Ne internete bakabildim adam gibi, ne blog okuyabildim. Seyhan'ın mimini yeni cevaplayabiliyorum, gecikme için kusuruma bakmayın artık.

1- En çok sevdiğiniz 3 çiçek ismi:
İki tane yazabiliyorum: Nergis ve Kasımpatı

2-Gerçekleşmesini istediğiniz 3 hayaliniz:
Kocamla birlikte Japonya'ya gidip "bak ben burada şunu yapmıştım, oraya şöyle gitmiştim" diye kafa ütülemek.

Ailemde herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar çok paramın olması.

Şu anki en büyük hayalim bana kalsın olur mu.

3- En sevdiğiniz ve sevmediğiniz 3 huyunuz:
Kendime karşı objektif olamam ki. Bunu geçmek zorundayım.

4- Gıcık olduğunuz 3 hareket:
Sadece 3 mü? Seçeyim o zaman:
i) Ağız açık sakız çiğnenmesi bir de utanmadan balon yapılıp patlatılması.
ii) Ağız açık yemek yenilmesi.
iii) Riyakarlık

5- Bu benim bugüne kadar olan en kara günümdü, dünya başıma yıkıldı ve bir daha ayağa kalkamam diye düşündüğünüz olay?
Olaylara iyi yönünden bakmak, herşeyde bir hayır görmek lazım yoksa yaşanmaz. Bu soruyu da cevaplamasam iyi olur galiba.

Gelelim kimleri mimleyeceğime. Herkes mimlenmekten hoşlanmıyor biliyorum, o yüzden kimseyi mimlemiyorum. Soruları cevaplamak isteyen herkes buyursun gelsin.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Yine yoğunum

En son Perşembe günü yazabildim galiba. Cuma günü iş güç, kocamın gelişi derken ışık hızıyla geçti. Akşamı ve ertesi günün büyük bir kısmını hafif grip başlangıcıyla yatarak geçirdim (domuz gribi değil endişe etmeyin). Cumartesi akşamı ağbimin gelişi, suşi yapışı, iki arkadaşımızın da gelişi, Melekler ve Şeytanların seyredilişi derken geçti gitti. Pazar günü biraz daha toparlayınca kocamla çıkıp gezdik biraz. Böyle geçti işte günlerim. Kutlamalarımızın son haftası istediğimiz gibi olmadı ben sürekli yatınca ama Pazar günü toparlayabildim neyse ki. Sabah kocamı uğurlama, okula gitme, analiz için cihazı kontrol etme, yöntem tarama, ekstra işler vs derken akşam oluvermiş bile. Artık çıkıp eve gitmeli, yoruldum çünkü. Kapının önünde Denizyıldızı dizisinin çekimleri var, acaba tam çekim sırasında arkadan geçersem dizi yıldızı oldum sayabilir miyiz? Ya da beni çok fotojenik bulup rol teklif ederler mi?

Gidip dinleneyim ben, yorgunluktan saçmalamaya başladım galiba artık :)

15 Ekim 2009 Perşembe

Yollarda gördüklerim

Otobüste geçirdiğim zamanı eğer oturuyorsam kitap-dergi okumakla, ayakta gidiyorsam da etrafa bakarak geçiriyorum. Bu sabah gördüğüm şey tam bir dumur vakası. Mamak'ta bulunan özel bir hastanenin hasta servisini gördüm. Hastanenin adı Özel Veni Vidi Mamak Hastanesi. Neden Veni Vidi, Vici'ye nolmuş bilmiyorum. Hastane sahipleri nasıl bir ruh hali içindeydiler ki bu ismi koydular anlamadım. Yanlış gördüm herhalde dedim ama bilakis doğru, internet sitelerinden kontrol ettim.

Adı Veni Vidi olan hastaneye gider miyim? Hayır gitmem. Veni Vidi Vici Geldim Gördüm Yendim demek ne de olsa. Eee, geldim gördüm ama Vici yok, o zaman bu hastalığı yenemedim anlamına gelmez mi? Ne yapayım ben böyle başarısız hastaneyi? Şaka bir yana sahiplerine neden bu adı seçtiklerini sormak isterdim doğrusu.

Dumansız hava sahası nedeniyle herkes kapı önlerinde içiyor sigaralarını biliyorsunuz. Maltepe'de gördüğüm sahnede ise adamcağızın biri kapı önünde pipo içiyordu. Haydi sigarayı anladım, 3-5 nefes çekince bitiyor içeri giriliyor ama pipo keyif işi değil mi? Kapıda içilecek bir tütün mamulü değil bence. Şaşırdım işte. Bugün ne çok şaşırmışım ben de.

Yine yoğun bir gün geçirdim, oraya koş buraya koş derken eve çok geç geldim. Şimdi de biraz ortalığı toplamam ve yemek yapmam lazım çünkü kocam evlilik yıldönümü kutlama etkinliklerimiz kapsamında yarın Ankara'ya geliyor. Ağbim de gelip sushi yapacak hatta. Ben önceki sushi partimizin fotoğraflarını hala koymadım galiba. İkisini birleştiririm artık. İşler beni bekler. Veni Vidi Vici.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Ne acı bir haber

Siz de okumuş veya haberlerde seyretmişsinizdir "Gelinlikle çıktığı eve kefenle döndü" haberini. Ne acı bir şey, Allah öncelikle annesine, babasına ve sonra eşine sabır versin. Anne baba güle oynaya uğurladıkları kızlarının "biz vardık" haberini beklerken ölüm haberini alıyor. Gerçekten de çok acı. Eşi hala yoğun bakımdaymış, acaba karısının öldüğünü biliyor mu? Öğrenince yaşayacağı acıya bir de arabayı kullandığı için vicdan azabı eklenecek. Kararan hayatların yanında yaşam bulanlar da var ama. Ailesi kızlarının organlarını bağışlamış. Onların sayesinde birkaç kişi yaşama tutunacak, sağolsunlar.

Bu haberi okuyunca aklıma kendi balayı yolculuğumuz geldi. 11 Ekim 2004'te, ben 2 günlük evliyken belki de bizim haberimiz olacaktı, 2 günlük gelindi vs. diye. Neyse ki verilmiş sadakamız varmış, birşey olmadan atlattık. Ailelerimize, daha doğrusu kimseye söylemedik üzülmesinler diye. Hala da bilmiyorlar ama bu haberi görünce bloguma yazmak istedim.

Pazartesi günü Antalya'ya doğru erkenden güle oynaya yola çıkmıştık. Kocamın Fiat Tipo'su vardı o zaman. Kemerlerimizi taktık, gideceğimiz otel hakkında konuşa konuşa gidiyorduk. Kütahya'yı geçtikten sonraydı herhalde, kocam arabadan bir ses geldiğini farketti. Sürekli arabanın tıkırtılarını dinler zaten, iyi ki dinliyormuş. Arabada bir sorun olduğu aklımıza gelmedi çünkü uzun yola çıkacağımız için bakım yaptırmıştık. Hala da her yıl yaz tatiline gitmeden önce yaptırırız.

Neyse. Bir yerlerden hızlandıkça artan bir ses geliyordu, tekerlerde bir problem mi var acaba diye bir tamirci bulduk ve durduk. Tamirci "abi, iyi ki gelmişsiniz" dedi. Meğer arabanın bakımını yapan usta tekerleri kontrol ettikten sonra ne denir o vidalara şimdi aklıma gelmedi, sıkmayı unutmuş. Vidaların 2 tanesi gevşek olduğu için biz hızlandıkça baş tarafları kopmuş gitmiş, tekeri tutan tek bir vida kalmış, o da yakında gidiciymiş. Detayları çok da hatırlamıyorum aslında, kötü bir tecrübeydi, aklımdan silmeye çalışmışım galiba. Kocam daha detaylı hatırlıyordur.

Hızlı giderken tekerin patlaması da çok kötü bir şey ama sürücü tecrübeliyse toparlama imkanı olabilir. Bu durumda ise sol ön teker fırlayıp gidecek, biz de kimbilir ne hale gelecektik. Orada 1-2 saat kadar kalıp yaptırdık ve sonrasında yolumuza devam ettik. Ne mutlu bize ki biraz gecikmeli de olsa ailelerimizi arayıp "biz vardık" diyebildik. Verilmiş sadakamız varmış herhalde.
Keşke o kızcağız da arayıp "vardık" diyebilseydi ama galiba kader işe karışıyor burada. Allah geride kalanlara sabır versin.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Farmville çılgınlığı

Facebook'ta Farmville diye sanal çiftçilik uygulaması var biliyorsunuz. Arkadaşlarımın pek çoğu bana davet gönderip duruyor, hepsini de şık bir mouse hareketiyle reddediyorum. Çilek toplamak için koştura koştura eve gidenleri, internet peşinde koşanları görüyor, gördükçe de hallerine üzülüyorum. Slayer, Vampir vs. var bende ama oynamazsan efendi efendi duruyorlar bir kenarda. Bunun gibi ürünü toplamadın, çürüdü, yandı bitti kül oldu olmuyor.

Geçenlerde aldığım bir daveti tam otomatik olarak silecekken kocamdan geldiğini şaşkınlıkla gördüm. Bilgisayar oyunlarına pek pas vermeyen kocam da artık bir farmville bağımlısı olmuştu. Yıldönümümüzde fotoğraf çektirdikten sonra koşturarak kabaklarımı toplamam lazım diye beni salonda öylece bırakıp gittiğini yazmıştım geçen gün. Kabakları topladı, önce pamuk ekmeye niyetliydi ama sonra dolmalık bibere geçti. "2 günde olgunlaşırsa şu saatte toplar, şunları ekerim, sonra da şunu yaparım" vs. gibi planlar içinde sürekli olarak. İşin garibi, atları ne yapacak ben de onu merak ediyorum şimdi.

Sanal alemde pek çok kişi kendini bu çılgınlığa kaptırmış durumda. Ben aralarına karışmak istemiyorum. Aslında kocamla birşey daha paylaşmak "adına" (nefret ediyorum bu kelimeden, özellikle yazdım :) ) gireyim mi diye düşünüyorum zaman zaman ama hemen sonra vazgeçiyorum. Hayatıma bir de çilek toplama-toplamama stresini sokamam.

Oynayanlara benden selam olsun ama ben şimdilik almayayım. Yıllar önce Tamaguchi'ler vardı hatırlar mısınız? Benim yoktu ama bir arkadaşımın vardı ve bir süreliğine bana vermişti. Asistanlığımın ilk yılındaydım. Köpeği besle, eğlendir, uyut vs. alarm verip duruyordu o minicik alet. Hocalarla beraber sınav kağıdı okurken birden bir yerlerde alarm ötmeye başlıyor ve ben hayvana süt falan içiriyorum. Hocalar sağolsunlar ilgilendiler o ne falan filan diye ama eminim ki "asistan olarak nasıl bir manyak aldık biz" diye hayıflanmışlardır. Neyseki geldi, geçti, kendimi kurtardım o çılgınlıktan. Bir de furby diye birşeyler vardı galiba. Sekreterlerden birinde de o vardı. Vay canına, ne manyak şeyler çıkarıyor bu oyun-oyuncak sektörü.

Eski bir Tamaguchi bağımlısı olarak Farmville'e bulaşmayı düşünmüyorum. Ama never say never demişler, yine de büyük konuşmasam iyi olur.

11 Ekim 2009 Pazar

Hani artık olmayacaktı?

Az önce gazetede gördüğüm haber beni feci halde hayal kırıklığına uğrattı. Saatler 25 Ekim' 2009 tarihinde saat 4'te geri alınacakmış. Aylar önce birileri çıkıp artık saatler ileri geri alınmayacak dememiş miydi? Araştırıp ona göre karar verilecek denmemiş miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum? Ben mi uyduruyorum?

Saatlerle oynanmasından hiç hoşlanmıyorum. Kışın zaten erkenden hava kararıyor, bunu daha da erkene çekmenin anlamı ne? Elektrik tasarrufu yapılıyormuş, nasıl yapılıyor biri bana açıklasın. Erkenden yakıyoruz lambaları, sabahları desen öyle, ne anladım ben bu işten?

Şimdiden içim karardı. Benim saatimi şimdiden geri aldılar :(

Geçen 9 Ekim'in ardından

Bir 9 Ekim daha geçti gitti. Aslında kutlamalarımıza erken başladık bu yıl. Aynen yaşgünü kutlamalarımız gibi 3 haftalık bir kutlama şeklinde yaydık. 1 hafta önce güzel bir yemeğe çıktık ve hediyelerimizi verdik. Bu hafta ben izin alıp perşembe akşamı geldim eve ve gece 12'de birbirimizi öperek ilk resmi kutlamamızı gerçekleştirmiş olduk. Kocam da cuma günü izin alacaktı ama fakülteye gitmesi gerekince ekmeğime yağ sürmüş oldu. Sabahtan akşam yemeği için alışverişimi hallettim, öğleden sonra saçımı yaptırdım, küçük bir çiçek buketi yaptırdım, kalp şeklinde bir kutu içine çikolata doldurttum ve fakültenin yolunu tuttum. Benim sürprizlerim onunkiler kadar büyük olmuyor ama yine de güzeldi. Eve dönerken pastamızı da aldık, artık resmi kutlama için hazırdık.

Daha önce bahsetmiştim size, 5. yıl için tekrar gelin-damat fotoğrafı çektirmek gibi bir planım vardı. Gelinliğimin içine rahatlıkla sığabiliyorum ne de olsa. Hatta kocamın dediğine göre (ki evlendiğimizde 57 kiloydum ben, şu anda 60-61 arası) çok daha iyi görünüyormuşum gelinlikle (yağlar gidiyor tabii, vücut dengeli şekilde kilo veriyor, kastan kaybetmiyor). Ankara'da 1-2 fotoğraf stüdyosu bile araştırmıştım hatta. Gelinliğimi kuru temizlemeye verecek, Ankara'daki kuaförümü ayarlayacak ve 5. yıl fotoğrafları çektirecektik. Ama son anda saçlarımı kısa kestirmiş olduğum aklıma geldi. Bu saçtan topuz yapılmaz.Hayal kırıklığına uğradım ama pes etmedim, madem öyle o zaman biz çekeriz fotoğrafları dedim ve kocamla giyindik kuşandık (o biraz söylendi ama karısını mutlu etmek için kısa kesti) ve salondaki duvarda duran gelinlik fotoğrafımızın altına geçtik. 4-5 poz orada, 5-6 poz burada derken hevesimi aldım. Kamerayı ayarla, koş pozunu al, git fotoğrafa bak, tekrar ayarla derken kocam biraz yoruldu. Bir de fotoğraflar tabii ki çok çok iyi olmadı ama olsun, güzel bir hatıra oldu. Saçlarım biraz uzasın sonra asıl planı uygulamaya geçeceğiz, kocam bana söz verdi. Tabii ona damatlık yerine giyebileceği güzel bir takım elbise almamız lazım çünkü o da feci zayıfladığı için damatlığı sanki babasınınkini giymiş küçük çocuklar gibi durdu üzerinde.

Fotoğraf çekiminden sonra kocam çileklerimi toplamam lazım diye koşturarak bilgisayar başına gitti. Evet, o da bir Farmville bağımlısı oldu, daha sonra bunu da yazarım.

Yemeğimizi hazırladık, yedik, şarabımızı içtik ve sonra birkaç arkadaşlarımızla buluşup birşeyler içmek için Pool Bistro diye bir yere gittik. Gece döndüğümüzde 12'yi geçiyordu, yıldönümümüz resmen bitmişti ama haftaya da Ankara'da kutlayacağız. Yani hala bitmiş değil aslında :)

9 Ekim 2009 Cuma

9 Ekim 2004

Hayatımdaki en önemli günlerden biri bu, evlendiğimiz gün. Daha önemli bir tarih de var aslında, o da kocamla tanıştığım gün. Şimdilik sıralama bu, umarım kısa sürede bu kronolojik sıralamaya yeni ve çok daha anlamlı tarihler de ekleyebiliriz.



Eskişehir'de evlendik biz. Orduevi'nde kaldığım son günde, kuaföre götürülmek üzere müstakbel kocamı Orduevi'nin karşısındaki caddede beklerken köşede bir piyango biletçisi görmüş ve bu bileti almıştım o günün hatırası olması için. Sonra da bu geleneği sürdürerek her yıldönümümüzde bir bilet almaya devam ettim. İleride çocuklarımıza gösterebileceğimiz minik bir koleksiyonumuz olsun istedim. Tarihin piyango çekilişlerinin olduğu tarihlerden birine denk gelmesi de büyük şans tabii ki.

İşte bu bilet evliliğimizin ilk gününün simgesi ve umarım gerisi daha uzun yıllar boyunca gelecek olan diğer biletlerin de ilki.

Ne mi çıktı bu bilete? Son 2 rakam. Tabii ki ikramiyeyi almak için biletimden vazgeçmedim (büyük ikramiye olsaydı fotokopisini alır bileti verirdim gerçi). Zaten en büyük ikramiyeyi almışım o gün, son 2 numara olmasa da olurdu.

:)

7 Ekim 2009 Çarşamba

Bekliyorum

9 Ekim'i bekliyorum. Hem mutluyum hem de içim buruk. Mutluluğumun nedeni uzaklığa, kadrosuzluğa, bilimum zorluğa rağmen 5 yıldır aşkımızın hiç azalmaması, hatta daha da artması. Burukluğumun nedenini çoğunuz biliyorsunuz zaten. Bu yıldönümü için başka şeyler hayal etmiştik biz. Neyse.

6 Ekim 2009 Salı

Televizyonda neler oluyor?

Daha önce demiştim, genelde cnbc-e'deki bazı dizileri takip ediyorum, reklamlarda falan zaplarken de diğer kanallara bakıyorum. İşte bu aralarda gördüklerim:

Sensodyne reklamına çıkan çocuk yeni çıkan ürünü eline aldığında heyecanlandığını söylüyor. Bir diş macunu için hiç heyecanlanmadım şimdiye kadar. Araba alırsın neyse de diş macunu? Köpük şeklinde bile olsa heyecanlandırmadı beni. Dur yarın markete gidip elime alayım bakayım ne olacak.

15 yaşındaki kızlar ve bir kısmı hırs küpü olan annelerin katıldığı bir şarkı yarışması varmış. Genelde oturmamış, çirkin sesler ve bir o kadar da şımarık kızlar, şımarık tavırlar, annelerin benim kızın en iyisi pozları, dayanamadım çevirdim. Bazı kızlardaki makyaj, giyim kuşam pes dedirtti hatta. Bu arada kızların birinin adı Medya imiş. Herhalde yanlış anladım, Media, Bedia gibi birşeydir derken Hande Ataizi açıkladı. Ailesi kızları medyatik olsun diye adını Medya koymuş. Pesssssssssss.

Yemekteyiz gittikçe garip birşeye dönmeye başladı. Bu akşamki bölüme şöyle bir baktım. Pirenses isimli bir yarışmacı karşısında oturan kadını farklı renkte bir peruk taktığı için yapmacık oynamakla suçluyordu. Buna benzer birşey demişti, yapmacık olmak değil. Ankara elemeleri yapıldı geçenlerde. Katılsa mıydım acaba? Yemek bilgisi, becerisi önemli değil, nevrotik bir tavır sergilersem beni de alırlardı herhalde. Bu arada yarışmacının birinin adı Pirenses, yanlış okumadınız. Ben yanlış duydum herhalde diyordum ama puanlama safhasında ismi aynen böyle yazdılar. Arada "i" harfi var evet. Ona da Prenses olması için mi bu adı koymuşlar acaba? Aradaki "i" yüzünden olamamış herhalde ama gelecek bölümün fragmanında başına küçük bir taç takmış öyle servis yapıyordu. Yarın seyredeyim bari.

Ah Andy Warhol, ne güzel demişsin zamanında, ne öngörülü adammışsın sen.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Hamaratım hamaratsın hamarat

Dün gece kocamla Enchanted (Manhattan'da Sihir) filmini 2. kez izledik. DVD'sini yanlışlıkla almışız, sormayın. Eğlenceli bir film ama ona o kadar para vereceğime Melekler ve Şeytanlar'ı alırdık, isyanım buna. Neyse. Seyrettiyseniz bilirsiniz, Giselle "aaa, aaa, aaaaaa" diyerek yardım etmeleri için hayvanları çağırır, bilimum börtü böcek gelir ve işlerin bir ucundan tutarlar. Sabah erkenden kalkmış trene gitmeden önce mutfağı toplar, ütü yapar, çantamı hazırlar, çiçeklere su verir, bir yandan da saçımı başımı toparlarken pencereyi açıp "aaa, aaa, aaaaa" diye sesleneyim istedim. Gelen olmazdı sanıyorum. Benim Şeker ve Çıtçıt'ı alıştırsam, eğitsem yine zor, hayvanlar o kadar mesafeyi nasıl uçup gelsinler? Kıtır yaşarken eğitseydim keşke, sabaha kadar tekerleğinde koşturacağına etrafı toparlasaydı, o da aktivite, bu da. Yeni Kıtır'ımız gelince bu konuya eğileyim en iyisi.

4 Ekim 2009 Pazar

4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü - Yedikule Hayvan Barınağı

Bunu yazmada çok geç kaldım biliyorum ama ben de yeni öğrendim. Meğer bugün Dünya Hayvanları Koruma Günüymüş ve bu vesileyle Migros magretlerde, sanal market ve Kangurum'da hayvan ürünleri (mama, aksesuar, oyuncak vs.) %50 indirimliymiş. Hemen kangurumun sayfasına girdim ve bağış kampanyaları kısmından Yedikule hayvan barınağı'nı seçtim. Bakın 52.73 liraya neler alınabiliyor:


DOMESTOS 810 GR DAĞ ESINTISI
1.0
Adet
MİGROS SÜT 1 LT.
5.0
Adet
BONNİE KÖPEK KURU MAMA 15KG
1.0
Adet
MİGROS FİYONK MAKARNA 500 GR.
1.0
Adet
CLASS FOOD KÖPEK KURU 4KG
1.0
Adet

Belki az ama şu an elimden gelen bu. Normalde 95 civarında tutması gereken bu alışveriş sepetinde bugünün şerefine yaklaşık 40 küsür lira da indirim oldu. Siz de barınaklara yardım etmek isterseniz, veya kendi evcil hayvanlarınıza birşeyler almak isterseniz buyrun Migros'a.

Bu arada, Yedikule Hayvan barınağı'nın çok güzel ve kapsamlı bir web sayfası varmış, ben uyuyormuşum. Siz de bakın isterseniz: http://www.fatihbelediyesiyedikulehayvanbarinagi.com/

2 Ekim 2009 Cuma

İnanılmaz ama tuzlu kurabiye yaptım

Geçenlerde pastane kurabiyesi yapmaya çalıştım. Mayalı, mayasız, binbir türlü tarife baktım. Bu çok yağlı, bu aklıma yatmadı, bu mahlepli derken yaptığım tuzlu kurabiyeler bir türlü pastanedekiler gibi olmuyordu. Mahlep alıp bir de öyle mi denemeli acaba, nerden bulmalı derken Migros'ta susam alırken mahlep poşetleri gözüme çarptı. Meğer baharat olarak varmış piyasada, aktara gitmek gerekmiyormuş.

Mahlep Prunus mahaleb denen, Rosaceae (gülgiller) familyasından bir ağaç. Bildiğiniz badem, kiraz ağaçları gibi. Aslında bir ara bu konuda bir araştırma yapıp bir yerlerde yazayım. Neyse konumuza dönelim.

Ana bileşeni bulduktan sonra yine tarif aramaya başladım. Aşırı yağlı olanları, tereyağı içerenleri eledim (aslında tereyağlı daha güzel olabilir tat açısından, belki onu da denerim), aklıma yatan bir tarif buldum ve kurabiyeleri pişirdim. Sonuç inanılmayacak şekilde harikulade. Pastaneden alınan tuzlu kurabiyelerden kesinlikle farkı yok. Hatta arkadaşlarınıza ikram edip pastaneden aldım diye yutturabilirsiniz bile. Fotoğrafı işte burada:
Fırından çıktıklarında o kadar güzel oluyorlar ki dayanamayıp yedim. Diyetisyenime itiraf edemedim utancımdan. Bir daha yapmasam iyi olacak galiba. Benim yaptığıma inanmanız için tepsideki hallerini de ekliyorum.



İkinci tepsi kocamın isteği üzerine peynirli ve maydanozlu minik poaçalar şeklinde yapıldı. O da gayet başarılı.

Tarifi http://www.mutfaksirlari.com sitesinden buldum. Diğer tariflere göz atmayı düşünüyorum. Eğer siz de yapmak isterseniz mutlaka bakın. Şimdiden afiyet olsun.
Malzemeler:
2 yumurta (1 yumurtanın sarısı üzerilerine ayrılacak)
125 g margarin
1 çay bardağı yoğurt
1 çay bardağı sıvı yağ
1 tatlı kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı mahlep
1 paket mahlep
yarım limon suyu
aldığı kadar un
Yapılışı çok kolay. Yumurtaları kırın, birinin sarısını ayırın geri kaln malzemeyi ekleyin, unu en son olarak yumuşak bir kıvam tutturmak için azar azar ekleyin. Şekillendirip yağlı kağıt serilmiş tepside, 180 derecelik fırında kızarana kadar pişirin.
Benim notum: Kabartma tozu ekleyince çok büyürler sanmıştım ama boyutlarda hiç değişiklik olmadı. O yüzden ilk denemeden sonra tepside sıkışık dizdim. Bilginize :)