30 Ocak 2012 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 2

Geçen hafta enerji veren pazartesi şarkılarına başlamıştım hatırlarsanız. Bu hafta izinliyim, ama yine de bebeklerimle vakit geçirebilmek için enerjiye ihtiyacım var. O zaman gelsin pazartesi şarkısı.

Şarkı yine eskilerden, Erasure grubunun her zaman zevkle dinlediğim ve klibine bakarsanız kan kan dansı yapar gibi hoplayıp zıplamak istediğim bir şarkısı bu. Bakalım siz beğenecek misiniz.

Youtube'dan ekledim ancak Sony Video bazı yerlerde yayınlanmasına izin vermiyormuş, direkt youtube'dan izleyin dediler. Ben de başka bir link buldum. İsterseniz aşağıya tıklayın istemezseniz de boşverin gitsin.

Who needs love like that


27 Ocak 2012 Cuma

Beterin beteri varmış

Gerçekten de beterin beteri varmış. Çarşamba günü kendimi kahrettiğim yetmemiş, daha çekeceğim varmış. Bugün mesela, sabah 9'da bindiğim tren ancak 12:53'te gara girebildi. Yolda 1.5 saat kadar durduk. Sanıyorum elektrik aksamında bir sorun vardı, ışıklar, klima falan söndü, marş basmayan arabalar gibi çalışıp 20-30 cm sonra dura dura gittik, Polatlı istasyonunda durduğumuzda yanda duran Konya hızlı treninin kokpit kısmından bizim arka tarafın fotoğraflarını çekip durdular, artık sorun neyse. En sonunda vardığımızda yaklaşık 4 saatlik bir yolculuk yapmış olduk. Sınav notları vs. girilmeyecek, çıktıları imzalanmayacak olsa gider miydim bu karda kıyamette, son güne bırakınca işleri gitmek zorunda kaldım maalesef. Dönüş için 15 trenine yer bulamadığım için otobüs bileti almıştım. Otobüsle paşalar gibi giderim diye düşünürken AŞTİ'ye varıp internetten aldığım biletimi bastırmak istediğimi söylediğimde yazıhanedeki görevli "15 seferi iptal oldu" diyiverdi. Neden, nasıl olur diye kafamdan aşağı kaynar sular dökülürken Eskişehir-Ankara karayolunun kapandığını söylediler. Sabah giden arabalar bile hala Sivrihisar'da bekliyormuş, ileriye gidememiş. 7 küsür yıllık evliliğim boyunca o yolun kapandığını hiç duymamıştım, şansıma küseyim. Hemen kocamı aradım, bir ihtimal TCDD sitesine girip 18 için bilet varsa almasını rica ettim. Şansıma herhalde iptal eden birisi var ki bilet bulabildim. Gerçi şans mı değil mi, akşama göreceğiz. Websayfalarına gidip "18 tren seferi iptal oldu" gibi bir yazı görmekten korkuyorum. O da iptal olursa artık kös kös annemlerin evine doğru yola çıkacağım demektir. İptal olmazsa da kaç saatte gideceğimizi Allah bilir.

Gelmeye çalışıyorum bebeklerim. Olmazsa denemediğim bir havayolu kaldı, İstanbul üzerinden eve gelmeyi deneyeceğim :)

25 Ocak 2012 Çarşamba

Böyle de olmaz ki

Dün Eskişehir ve Ankara'ya çok feci kar yağdı, yaşayanlar bilir, kaldırımda yürümek bile çok zorken bir toplantım olduğu için fakülteye gitmek üzere yola çıktım. Trenler bu aralar hava şartları nedeniyle fazla hız yapamıyorlar. Bir süredir en fazla 200 km hızla giderken dün akşam hızımız trendeki bir arıza nedeniyle 50'ye düşmüştü. Bu sabah da 150'yi aşamamıştı. Haydi olabilir diye anlayışla karşılarken bugün olan birşey beni ve yüzlerce kişiyi perişan etti.

16:00 trenine binmek üzere okuldan çıkıp gara gittim. Peronda tren yoktu, yine gecikme var, sağlık olsun derken 16:00 ve 19:00 seferlerinin iptal edildiğine dair bir yazı gördüm. 18:00'de yer kalmadığı için en erken 21:00'e binebileceğimiz söylendi. O saate kadar nasıl bekleyeyim diye sinirlenerek AŞTİ'ye gitmek üzere geldiğim yolu geri döndüm. Tabii ki herkes otobüslere yığıldığı için 18:00'den önce hiçbir şirkette bilet bulamadım. Çaresiz 18:00 seferine bilet alıp 3 saatlik bir yolculuk sonunda önce Eskişehir'e sonra da evime kavuştum. Eve vardığımda yavrularım uyumuştu çoktan, öpüp koklayamadım.

Sevgili TCDD böyle bir iptali bildiremez miydi? Değişik hususlar hakkında mail yollamayı biliyorlar, böyle önemli bir haber verilmez mi? Mail yollasalardı en azından gara gitmek için hiç vakit harcamaz direkt AŞTİ'ye giderdim, ya da Kamil Koç'un falan internet sitesine girip daha erken bir saate bilet bulabilirdim. Durum böyle olunca gardan çıkıp AŞTİ'ye giderek vakit harcadım, 18'den önce de bilet bulamadım haliyle.

Yavrularımı görememek neyse de, ya bakıcı tutmuş olsaydım o zaman ne olacaktı? Eve geç gittiğim için yemek vs. düzenimiz de bozuldu elbette. Bu sadece benim durumum, mağdur olan daha yüzlerce kişi, yüzlerce hikaye var. Olmadı TCDD, bilgilendirme hususunda sınıfta kaldın.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Pazartesi şarkısı

Daha önce bahsetmiştim, müzik (dinleyici olarak elbette) benim hayatımın çok önemli bir parçasını oluşturur. Bebeklerimden önce daha içli dışlıydık aslında, evde bangır bangır cd dinler (kocam yokken) bilgisayar başında işim varsa mutlaka kulaklık takar birşeyler dinlerdim. Di'li geçmiş zaman kullandım çünkü bebeklerimden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değil. CD dinlemek bebekler uyuyorsa zaten yasak, uyanık olduklarında ise aklıma gelmiyor bile. Akşamları bebeklerim yattıktan sonra bilgisayar başına geçip iş güçle uğraşırken sıkıysa kulaklık tak bakalım. Kulağım hep bebeklerimden gelen seslerde olduğu için kulaklık takıp müzik dinlemek bir süredir benim için lüks. Geriye gönlümce müzik dinleyebileceğim tek bir yer kalıyor, o da hergün hızlı trenle yaptığım yolculuklar. Hafta içi hergün 3 saat, oh be kulağımın pası siliniyor resmen.

Sabah sabah slow, içimi bayan şarkı dinlemekten hoşlanmıyorum. Şarkı dediğin enerji vermeli insana, coşturmalı, sonrasında ve özellikle de pazartesi sabahları kulaklığı, çantayı bir yana fırlatıp koşma isteği vermeli insana. O şarkıyı bulunca çok mutlu oluyorum, arka arkaya birkaç kere dinliyorum mutlaka. Bu sabahki şarkımı bulmuşken aklıma sizinle de paylaşmak geldi. Sergülcüğümün instagram ile pazartesi serisi var ya, hatta bugün de şunu yayınlamış, işte ben de ondan esinlenerek (ve izni olursa) her pazartesi günü "Canlandırıcı Pazartesi Şarkısı" yayınlayayım istiyorum.

İşte bu haftanın benim için canlandırıcı, enerji verici, deli gibi koşturucu şarkısı (benim dinlediğim bir konser kaydıydı bu arada, biraz daha dinamik çalıyorlardı yani). Umarım siz de beğenirsiniz.


20 Ocak 2012 Cuma

Ben 3 yıl önce demiştim :) - bugünün ikinci yazısı

Yaklaşık 3 yıl önce yazmıştım ben. İşte aynen de dediğim gibi oluyor. Konu şu, Angelina Jolie yine hamileymiş. Henüz 3 aylıkmış, resmen açıklamamışlar ama sabah bulantıları varmış, hamileliğinin tadını çıkarıyormuş falan filan. Ne yazmışım görmek isterseniz şuraya buyrun.

Ben demiştim demeye bayılıyorum :)

Soğuk + ilginçlikler

Eskişehir Ankara'ya kıyasla daha soğuk. Dün sabah gara gitmek üzere otobüs durağına giderken -17 olduğunu gördüm hissedilen sıcaklığın (bizim sokak, park yeri vs. feci buzlu olduğu için arabayı park yerinden çıkartamıyoruz, ben de paşa paşa otobüsle gidiyorum). Sabah yanından geçtiğim bir arabanın karlı camına çocuklar bir yazı yazmıştı. Kirli arabalara klasik yazılan yazıyı bilirsiniz beni yıka diye. Bunda ise "beni ısıt" yazıyordu. Elimi eldivenden çıkarmam gerekmeseydi sizin için fotoğrafını çekecektim ama o soğukta cesaret edemedim, artık benim ifademe güveneceksiniz.

Yolda sıcak trende 200 km hızla giderken (hava muhalefeti nedeniyle 250 km'ye çıkamıyoruz) ve sıcak çay yudumlarken camdan dışarı bakıp uçsuz bucaksız bir beyazlık görmek çok güzel oluyor. Bu güzellikleri de olmasa zaten kış hiç çekilmez değil mi.

Gelelim bu yazının konusu ikinci ilginçliğe. Gçenlerde Sincan durağına geldiğimizde dersanelerin çok fazla olduğu bir caddede değişik ilanlara takıldı gözüm. Dersanenin birisi STS (Seviye tespit sınavı) tarihini yazmıştı. Diğeri sınavın adını değiştirmiş Bireysel Başarı Sınavı demişti. 3. gördüğüm ve en gerçekçi bulduğum ilan ise Hasar Tespit Sınavı diyordu. Helal olsun dedim adamlara, çocuklarım uygun yaşta olsalar o dersaneye verirdim doğrusu. Adamlar en azından dürüstler ne de olsa :)

17 Ocak 2012 Salı

It's my party and I cry if I want to

Meleklerim henüz birbirleriyle tam anlamıyla oyunlar oynamaya başlamadılar (kızımın perdeyi yüzüne çekerek oğluma ce-e yapması ve ikisinin de kikirdemesi haricinde). Önceleri bibirlerinin saçını çekerlerken ilerleyen aşamalarda emzik savaşına başlamışlardı. Şimdi de birbirlerinin elinde gördükleri oyuncaklara, telefona, televizyon kumandasına hamle yapıyorlar. Aynı oyuncak telefondan iki tane olmasının hiçbir anlamı yok, ne de olsa komşunun tavuğu komşuya kaz görünür, mutlaka kardeşin elindeki kapılıp kaçılacak. Oğlum biraz tepki verip sonra eline başka şey tutuşturulunca idare etse de kızım elinden koparılan şey geri verilene kadar ağlıyor.

Geçenlerde yine çalışmayan eski bir telefonu paylaşamazken nazlı kızımın ağlaması bana Problem Child serisinin ilk filmindeki bayıldığım bir sahneyi anımsattı. Junior yaşgünü partisine davet edilmez ama yine de partiye giderek ortalığı mahveder, küçük kız da yırtınarak ağlarken fonda "It's my party and I cry if I want to..." şarkısı çalar. Bir de siz bakın bakalım benzerlik var mı :)

Önce video sonra minik kızımın fotoğrafları geliyor














Gerçi telefonu kaptırmamış ama bu başarısız girişim bile ağlatmaya yetmiş :)




14 Ocak 2012 Cumartesi

Biraz değişiklik fena olmayacak

Blogumda bebeklerimin yaşını gösteren bir Liliypie sticker vardı. Bebeklerim 1 yaşına girene kadar gayet güzel ilerlerken 1 yaşta çakıldı kaldı. Önce herhalde bloggerın da bu haftayı bizim yaptığımız gibi kutlama haftası ilan ettiğini düşünürken zamanla bir terslik olduğuna kanaat getirdim. Evlilik yıldönümümüzü gösteren sticker ilerlerken bebeklerimin çakılı kalması hiç hoş değildi. Bu akşam yeni bir sticker hazırlayayım bari derken sorunu anladım. Liliypie bir sonraki yaşa kadar hedef koyuyor sanırsam, benim önceki 1 yaşı hedeflediği için daha fazla ilerleyemiyormuş ya da ben epeyce beceriksizmişim de doğru dürüst yapamamışım (ilk seçenek lütfen). Neyse, 2 yaşa göre ayarladım meleklerimin stickerını. Sonra bizim stickerı da değiştirip saatimi yeniledim. Elim değmişken şablonlara bakayım da tepeye bebeklerimin resmini koyayım dedim. Blogger tasarımı değiştireli aylar oldu biliyorum ama ben ancak ilgilenebildim. Sonuçta çeşitli denemelerle bu gördüğünüz şablonda karar kıldım. Temizlik de yapayım dedim hatta, 1 yıldır post yazmayan bloggerları takip listemden çıkarttım. Popüler yayınları son 7 günle sınırladım. Böylece her hafta hangi yazım çok okunmuş takip edebileceğim. Gadgetlarla oynamaya hiç bulaşmadım henüz, daha bol vaktim olduğunda ona da el atarım artık.

Nasıl buldunuz bu halini blogumun?

12 Ocak 2012 Perşembe

Trendeki konuşmalar

Sabah akşam YHT ile gittiğim için hangi numara vagonun ne tarafında, hangi koltuğun yeri güzel, hangisi körüğün yanı hepsine hakimim. Yine de biletimi elime alınca pencere kenarı mı koridor mu diye kontrol eder, bindiğimde de hangi taraftayım diye bakarım. 1-10 arası vagonun bir tarafında 11-20 arası diğer tarafındadır (bu arada 21 numaralı koltuk olması da ilginç tabii). Ben bile artık ezbere bilmeme rağmen bu kadar dikkat ederken milletin bodoslama dalmasına anlam veremiyorum. İnsan başını kaldırıp bir bakmaz mı numara gösteren bir tabela var mı diye. Yanlış vagona binenler deseniz gırla zaten. Tamam yanlış bindin, peki neden ısrar ediyorsun be adam. Geçen başıma dikildi biri, "benim yerim burası yanlış oturmuşsunuz" diye de sert bir ses tonuyla uyardı beni. Binerken bakmamış sağolsun, vagonun içinde de numara yazıyor oysa, ona da bakmamış bir de bana artistlik yapıyor. Baktım biletine 5. vagonda, yolladım kendi yerine. Dün bir başkası önümdeki koltuğa geçmiş ona yer soran birine çok bilirmiş gibi yer tarif ediyordu. 7A imiş kendi koltuğu "8B şu koltuk diyordu". Oysa oturduğu yer 2A idi. Sizinki de yanlış deyince "ama koltuğun yanında 7 yazıyor" dedi. Meğer film-müzik kanalını gösteren rakama bakıyormuş adam. Onu da yolladık kendi koltuğuna. Kendilerinden bu kadar emin olup sonra da kös kös gitmelerine çok gülüyorum kusura bakmasınlar. Bir sor be adam madem ilk defa biliyorsun, incilerin mi dökülür.
En gıcık olduğum da koridor alıp kendi yerine değil de pencere kenarına oturanlar. Ben özellikle pencere almaya çalışırım, yerime oturana da acımam kaldırırım. Başkaları öyle yapmıyor bazen. Geliyorlar, "pencere kenarı benim yerim" diyorlar. Karşıdaki de "aaa öyle mi, pardon, geçeyim" deyince "önemli değil ben buraya otururum" diyorlar. Be kadın/adam, o zaman ne diye orası benim yerim diyorsun, direkt geç otur.

Tren daha hareket etmeden başkasının yerine geçip sonra da kendi yerine geri dönenler, yanındaki koltuğa eşyalarını yığıp koltuğun sahibi gelince memnuniyetsiz şekilde eşyalarını toparlayanlar, ne çok gıcık var şaşarsınız (ya da bunlara gıcık olduğum için yegane gıcık benim)

:)

Trenin içinden Ankara Garının içi

11 Ocak 2012 Çarşamba

Kış keyfi


Minik meleklerim mutfak penceresinden dışarıda yağan karı seyrediyor. Keşke o ellerde su biberonu yerine bir bardak sütlü kahve, sütlü kakao veya sıcak çikolata olabilseydi :)

4 Ocak 2012 Çarşamba

Babişkodan isteğimiz var

Babişko,

Annem bize hamileyken blog lafı ediyordunuz. Kalp atışlarımızın gürültüsü, göbek bağından geçen kan, amniyon sıvısının dalgalanması vs. nedeniyle tam duyamadık ne olduğunu ama annemin sürekli yazdığı birşeymiş, bizimle ilgili şeyler falan yazıyormuş, ileride bunları okuyacakmışız da bayılacakmışız. Annem senin de yazmanı istedikçe çocuklar doğsun ondan sonra yazacağım diyordun, o kadarını net olarak duymuştuk. Blogun ne olduğunu hala anlayamadık ama annemin dediğine göre kırk yılda bir yazdığın birşeymiş. Blogcu babalara az rastlanıyormuş, sen de gayet güzel yazıyormuşsun ama ancak 3-5 yazın varmış, sonuncusunu galiba Berke sünnet olduğunda yazmışsın, annem ağlamış hatta, o kadar dokunaklıymış. Anneme çocuklarımın hissettirdiklerini yazacağım falan gibi şeyler demişsin zamanında, peki o zaman neden birşey yazmıyorsun? Haydi ilk zamanları anlarız, etkileşimimiz azdı, bıraktığınız yerde kalan, sağa sola bile dönemeyen bebeklerdik ama artık koşuyoruz, gülüyoruz, oyunlar oynuyoruz, kollarını açtığın zaman kucağına atlıyoruz. Artık birşeyler yazma zamanı gelmedi mi babiş? İleride okuyacak şeylerimiz olsun, sadece anne bakış açısını okutma bize, elimizde çeşit olsun. Haydi babişko, yazılarını bekliyoruz, bakalım bizimle ilgili neler düşünüyorsun, ne hayaller kuruyorsun, annemizi ne kadar seviyorsun (ehem, burası annemizden gelen talep üzerine eklenmiştir). Şunun şurasında okumayı sökmeye ne kaldı?

Öpüyoruz seni babişko.

Belit-Berke

3 Ocak 2012 Salı

Kayıt altına alayım ki kaçacak yerim olmasın

Yeni yıl kararları genellikle tutulmaz bilirim ama yine de bir karar alacağım ve buraya da kaydedeceğim ki kaçacak yerim kalmasın, bu satırlar gözüme gözüme girsin.

Bebeklerim doğalı neredeyse 14 ay olacak. Hamile kaldığımda 67 kiloydum, bana göre fazla bir kiloydu zaten ama olmuştu işte. Doktorumun yasaklarıyla toplamda 15 kilo aldım, bunun 5.6 kg'ı bebekler, gerisi plasenta, ödem falan derken eve geldiğimde 70 kg'a düşmüştüm. İlk aylar emziriyorum diye hamileliğimde yasak olan herşeyi yeme, evde oturmanın verdiği nispeten hareketsizlik derken bu rakamdan aşağısını görememiştim. "1 yıl olunca toparlarsın, işe başlayınca verirsin" dedi herkes. Bunlar keni başına mucize yaratacak değil elbette, evde kuru pasta bulundurursan ve bebeklerle gece kalkıp (şimdi olduğu gibi) oturduğunda "haydi bir tane tatlı yiyeyim, sonra da içim bayıldı tuzlu yiyeyim, tatlı da güzelmiş" diye kendini olumlamaya çalışarak yersen kilo vermek de ancak mucize oluyor. Bir ara kocamla dikkat edelim dedik ve benim eski diyetime döndük. Sonuçta ben ancak 69'a inebildim ama kocam gayet güzel kilo verdi. Erkekler ve kas kütleleri, kıskanmamak elde değil. Sonrasında haydi bebeklerin yaşgünü, bugün yemeyeceğiz de ne zaman yiyeceğiz, bayramda tatlı da yemeli ama, kış geldi, bünye üşüyünce tatlı yemek istiyor derken yılbaşı geldi çattı. Haydi son bir yiyelim, ondan sonra dikkat edelim, sabah kahvaltıyı da güzel yapalım ne de olsa yılın ilk kahvaltısı derken oldum mu 72 kg? Oldum vallahi, aynen gördüm bu rakamı tartıda.

İşte artık bu gidişe bir dur demenin zamanı geldi. Çoktan gelmişti aslında ama zararın neresinden dönersem kar. Şimdi kendimi motive etmek için neden kilo vermeliyim diye bir güzel yazayım aşağıya, sonrasında okuyup okuyup kendime geleyim.

1) Kilo hantallık demek. Üzerimde en az 15 kg fazla kilo var ve ben bunları taşımaktan yoruldum. 12 litrelik bir damacana düşünelim, bunu ne kadar taşıyabilirim ki elimde? Ama üstümde sürekli olarak daha fazlasını taşıyorum. Sonuçta bel ağrısı, dizlere baskı, yürürken, merdiven çıkarken nefes nefese kalma ve kendinden mutlu olmama, hareketlerde ister istemez yavaşlama.

2) Sağlık kısmı en önemlisi ama bir de giyecek birşey bulamıyorum. Evde bir sürü eteğim, kumaş pantalonum var ama ben takıldım bir kot pantalona, üstümde hantal kazaklar, başka birşey bulamıyorum giyecek. Eskaza birileri evlenecek falan olsa giyecek adam gibi birşeyim yok.Yeni birşey almayalı o kadar uzun zaman oldu ki (aslında bir nevi iyi birşey). Kocam zaman zaman giyecek birşeyler alalım sana dese de bu kiloya uygun birşey almak istemiyorum. Sanki bu kilolu halimi onaylamak olacak ve hiç zayıflayamayacağım gibi geliyor. Çizmelerimin fermuarı bile tam kapanmıyor, bacağımın yarısına gelince kalıyor, daha ne diyeyim ben.

3) Bebeklerimin fit ebeveynlere sahip olmasını istiyorum. Babamız klasik göbekli bir baba değil, sinir bozacak kadar bakımlı bu açıdan. Bu anne o babanın yanına yakışmıyor. Dışarıdan nasıl gözüktüğümüzü düşünüyorum da, tamam bu kadar dramatik değil durum, 10 gibi durmuyoruz en azından ama olmaz şekerim, olmuyor.

Kısacası en az 15 kilo vermem lazım. Daha önce yaptım, yine yaparım. Bu kadar acımasız olmayayım, ne de olsa ikiz bebek doğurdum, hormonlar, metabolizma komple değişti biliyorum ama bu düşünce aslında bana zarar veriyor. Bu kilonun adamı değilim ben, kaldırmıyor vücut işte. İcabına bakmalıyım.

Eskisi gibi diyet haberleri vermeye başlıyorum bundan sonra. Bekleyin beni, bomba gibi döneceğim :)

2 Ocak 2012 Pazartesi

Bebekler yeni yıldan anlamıyor :)

Yeni yıla geçene seneye oranla gayet güzel girdik. Oğlumuzun gaz sancıları yoktu, bu yüzden saatler süren ağlama da yoktu. O zaman kanapede bıraktığımız gibi yatarlarken şimdi yemek masasında bizimle birlikte oturuyorlardı. Masadan iki sandalyeyi kaldırıp çocukların mama sandalyelerini koyduk. Kendimiz için donattığımız masaya karşılık tepsilerine içi kesilmiş havuç ve elma içeren tabaklarını koyduk. Kah yediler, kah yere attılar, kah bize baktılar. Sonuçta ilk defa aile boyu kutlama yaptık. Bebeklerimiz de ilk defa saat 10'a kadar oturdular. Seneye daha da bilinçli olacaklar ve çok daha güzel bir kutlama yaşayacağız umarım.

Yılbaşının ertesi gün geç kalkılır, geç yatan çocuklar da geç kalkar değil mi? Eh sayılır, 6:36'da uyanıktılar. Anneleri geç yatmıştı ama bu onları ilgilendirmiyor tabii ki, 9'30'dan sonra uyuduklarında anne de yattı tekrar.

Biraz da soğuk bir yılbaşı oldu bizim için. Gece bir ara (çocuklar yattıktan sonra) çok üşüyüp elektrik sobasının dibine kadar girmiştim. Salonumuz genelde soğuktur, üstüm de ince sayılırdı, herhalde bu yüzden üşüdüm derken meğer Eskişehir'de doğalgaz arızası varmış, gaz verememişler. Sabah kalktığımda kombinin yanmadığını farkedince kendi kendine sönmüş diye düşünüp hemen yakmıştım ama meğerse saatlerce gaz verilmemiş. Demek gece bu yüzden üşümüzüm. Biz yine de şanslıymışız, bizim semte tekrar verilmiş ama kombi devreye girmemiş. Hala gaz verilmeyen pek çok semt varmış, umarım gece olmadan gelmiştir, bu soğuklarda elektrik sobası evi ısıtmaya yetmiyor çünkü.

Küçük aksilikler, yılbaşı diye aşırı yiyen ama artık dikkat edelim diyen bir karı-koca, 2'si kızımda, 1'i oğlumda olmak üzere 3 yeni diş, diş ağrısı yüzünden gece kalkıp oturan 2 bebek-1 anne, yine kar yağmadan geçen bir yılbaşı, amorti vuran piyango bileti. İşte yeni yıldaki ilk günümüzün özeti.