30 Aralık 2011 Cuma

Bir yıl daha bitiyor

Bir yılı daha deviriyoruz. Tek sayıyla biten yıllar kötü geçer der bazıları, bazıları da çift sayıyla bitenleri kötüler. Benim böyle bir sınıflamam yok, sadece 2009'dan nefret etmiştim, nedenini biliyorsunuz. 2010 bana minik meleklerimi ve 7 yıldır beklediğim yardımcı doçentlik kadromu getirdi. 2011 ise doçentlik ünvanını. Tam herhalde böyle bitecek derken, 2011'in son haftasında doçentlik kadrom ilan edildi (umarım başkası da başvurmaz) (darısı kocama ayrıca). Yeni yıldan güzellikler istedim hep, karşılaştım da. Bu yıl da aynı şeyi bekliyorum, çoluğum çocuğumla, kocamla mutlu ve huzurlu bir hayat diliyorum kendime (bir de hızlı tren için yeni hat inşaatının bir an önce tamamlanmasını).

Hepinize güzel ve mutlu bir yıl diliyorum. Yeni yılda istediğiniz tüm güzellikler sizin olsun.

:)

26 Aralık 2011 Pazartesi

Canım kardeşim

Her zaman iki çocuğumun olmasını istedim. Benim de bir ağabeyim olduğu için 2 uygun bir rakam gibi gelirdi hep. 32 yaşında evlenip 38 yaşında hamile kalınca 2. çocuğu riskler artmadan nasıl yetiştireceğim diye kara kara düşünürdüm. (İlk hamileliğimde bebeğim tekti, 2-3 yıl sonra bir daha hamile kalır bebeğime kardeş yaparım diye düşünürken ilk 3 ay dolmadan kaybetmiştik bebeğimizi. Sonrasını biliyorsunuz zaten, kaybettiğim bebeğim kardeşini unuttuğu için onu da almaya gitmiş meğerse, ikisi birlikte çıkageldiler sonra).

Kardeşi olan kardeşliğin ne demek olduğunu bilir. Kuzenler, arkadaşlar bir kardeşin yerini asla tutamaz. önceleri çok kavga edilir ama çok da sevilir kardeş denen varlık. İleriki yaşlarda sırdaş olur, dost olur, anne-babaya birlikte komplolar kurulur vs. Kardeşi olanların kendi çocuklarını kardeşsiz bırakmalarına üzülüyorum. Hayat şartları zor elbet ama çoğunluk bunu nasıl bakarım kaygısından değil, rahata erdik, aynı şeyler yine mi olacak endişesi nedeniyle yapıyor.

Ama olan o tek başına büyüyen çocuklara oluyor. Maddi olarak bakma gücünüz varsa mutlaka kardeş yapın derim ben. Bu benim fikrim elbette sizi bağlamaz ama şu aşağıdaki fotoğrafa bakıp da aaaayyyyyy dememek mümkün mü ?

:)


23 Aralık 2011 Cuma

Zamane veletleri


Bebeklerimin en sevdikleri oyuncaklar cep telefonu ve televizyon kumandası. Sanıyorum bu aralar tüm bebeklerin favorisi bunlar. Evde onların oynamasına tahsis edilen bir sürü uzaktan kumanda ve eski telefon var ama onlar çalışmayan, ışıkları yanmayan, kanalları değiştirmeyen alet istemiyorlar. Oyuncak telefon da aldık, ışıklı, müzikli falan ama varsa yoksa benim telefonlarım. Televizyon kumandasını televizyona tutup değişiklik olmuyorsa ellerinden atıyor veya yaygarayı basıyorlar. Kumandayı kapan kanalları değiştirmeye ya da telefonu kapan kulağına götürüp düğmelere basmaya başlıyor. İşin ilginci de telefonun saat alarmını şans eseri ayarlayıp 1-2 de sms göndermeleri. Fırsat bulunca bilgisayarıma da yapışıyorlar tabii ki. Hatta geçenlerde kızım nasıl bir kısayol tuşuna bastıysa ekran görünümü tepe aşağı döndü. Kocam sağolsun zor düzeltti, şaştık kaldık. Ah zamane veletleri, şimdiden böylelerse commodore 64'ü ortaokulda gören bizleri kimbilir nasıl geçecekler.

18 Aralık 2011 Pazar

Ortaya karışık

Azıcık vakit buldum ya, asıl yazmam gereken yaşgünü, yaz tatili vs. gibi yazılar varken oturup ondan bundan garip şeyler yazacağım, ama bu daha kısa sürecek o yüzden.

Sabah çocuklar ve kargalarla birlikte kalkmış mutfakta vakit geçirirken garip bir filme rastladık. Yıkılan Yuva adında, Cüneyt Arkın ve Filiz Akın'ın başrolde olduğu siyah beyaz bir filmdi. Başını kaçırdık ama neler olduğunu tahmin etmek zor değil. Neyse, sonuç olarak Ekrem dünyaca ünlü bir kardiyolog, evli bir oğlu var ve mutsuz. Nasıl tanıştığı bilinmez Filiz ise pavyonda çalışan bir şarkıcı ama namuslusundan herhalde. Adam Filiz'e aşık, karısından boşanmak istiyor ama bir türlü söyleyemiyor. Bir gece karısına boşanmak istediğini belirten mektup yazarken bir hastası geliyor muayenehanesine ve adam o saatte kalp krizi geçiriyor oluyor, bizimki müdahale edemeden ölüyor. Ekrem de dahiyane bir senarist sayesinde adama kendi giysilerini vs giydiriyor, arabasına bindirip arabayı muayenehanesindeki bir alkol şişesini kullanarak yakıyor (yardımcısı ileriki sahnelerde "eveti bu bizim muayenahanedeki alkol şişesi" diyebildi mesela). Yazarken benim bile içim bayıldı ama az daha dayanın. Ekrem sevgilisine koşuyor hemen (adam oğlunu falan anında unutuyor). İzmir'de yaşamaya başlıyorlar ama Ekrem'i tanıyan çıkacak diye eve kapanıyor, nedense içmeye başlıyor, Filiz pavyonda çalışmaya geri dönüyor, adam bunu pavyon sahibinden kıskanıyor, bir akşam arıza çıkarmışken payon sahibini dövüyor, adamı öldürdüm diye korkup kaçarken yolda asfalt döken işçilerin arasına dalıp katran bidonunu devirip yüzünü yakıyor. Bu arada nasıl olduysa polis Ekrem'e aslında birinin önce şantaj yaptığını sonra da öldürdüğüne hükmediyor. Bizim salak kaza öncesinde bankadan para çekerken  (ölü ölü para çekiyor nasılsa) herhalde banka memuru polise haber veriyor ki, bunu tutukluyorlar. Ben ölmedim Ekrem'im diyor ama inanmıyorlar, karısı ve oğlu da yüzündeki azıcık ize rağmen tanımıyor bunu, Ekrem kendisini öldürmekten idam cezasına çarptırılıyor falan. Zaten siyah beyaz, iyice iç karartıcı derken bir de bu konu, of ki ne of.

Raskolnikov merdivenlerden inerken... Harika bir reklam olmuş. Hizmet de güzel. Telefonu kapattırmamış olsaydık bir denerdim. Beni hazırlık okuduğum yıla götürdü. Ortaokul hazırlıkta güzel yazı dersimiz vardı. Çok severdim o dersi çünkü Türkçe öğretmenimiz o bir saatlik ders boyunca herkes oturmuş yazı yazarken bir kişiyi kitap okuması için seçerdi. Bazen ben seçilirdim. Ellerimizde divitler, mürekkepler, defterlerimize onu bunu yazıp çizerken bir yandan da kitabın içinde kaybolurduk (en azından ben). Onu hatırladım şimdi. Aslında sesli kitaplardan alabilirim. Bu aralar kitap okumaya vakit bulamıyorum ama çocuklar yattıktan sonra iş yaparken dinleyebilirim belki. Bunu bir düşüneyim ben.

Metallica 30. yılını kutlamış. Vay canına diyorum. Onlardan ilk dinlediğim şarkı Fade to Black idi. Ağbim metal müzik hayranı olarak beni de etkilemişti, ben de onun dinlediklerini dinler olmuştum. O zamanlarda mp3'ler yok tabii, kasetler bile tek tük. İstediğimiz şarkıların listesini yapar müzik işiyle uğraşan dükkanlara doldurmaları için verirdik. Hey gidi günler hey, ileride çocuklarıma anlatsam inanmazlar bana muhtemelen.

Bu arada dün çıstak çıstak bir radyo kanalında zamanında dinleyip sevdiğim bazı şarkıların remixlerinin çalındığını duydum. Mesela Eurythmix'den Here comes the rain again. Yine böyle birkaç şarkı daha vardı ama şu anda ne olduklarını hatırlamıyorum. Eğer bir cover şarkının yada remixin orijinalini biliyorsanız, bilmekten de öte, o şarkının ilkçalındığı zamanları görmüşseniz yaşlanmaya başlamışsınız demektir. Vay canına dedim kendime, yaşlandın artık be kızım.

Kızım da annnneeee demeye başladı. Oğlum derken içim eriyordu zaten, şimdi iyice magma kıvamına geldi :)

Bakalım ne zaman gelebileceğim tekrar.

13 Aralık 2011 Salı

İnsan yavrusu ağlayınca mutlu olur mu?

Olmaz elbet, Allah yavrularımızın yüzünü hep güldürsün ama bazen de oluyor işte.

Dün akşam kocam eve benden önce gelmişti. Oğlum kapıda babasını görünce arkalara bakıp beni aramış resmen. Göremeyince de basmış yaygarayı. Kızımız bize genelde daha düşkün. Gelir, kendisini kucağımıza atar, öptürür falan ama oğlumuz sağa sola koşturup durur. Daha önce de ağlamıştı (ilk zamanlarda) ama sonrasında ağlamıyordu, sadece kapıda bizi görünce gülümsüyordu. Ya alıştı ya da fazla umrunda değilim yavrumun diye düşünüp üzülüyordum ben de. Dün kocam bunu anlatınca ne yalan söyleyeyim oğlum beni seviyor diye içimin yağları eridi.  Kötü anne miyim? Değilim, sadece çocuklarımın anne diye boynuma atlamalarını sabırsızlıkla beklediğim için böyle tepkiler beni mutlu ediyor.Yazınca kendimi kötü hissettim ama yine de, ağlamasın oğlum bunun için bile olsa (ama yine ağlayacak olursa içimin yağlarının bir kez daha erimesine engel olamam :)   ).

11 Aralık 2011 Pazar

Olmuyor böyle

Bir zamanlar blog olmazsa olmazımdı. Hergün yazı yazmam lazımdı, yazmazsam, olan bitenden bahsetmezsem kendimi garip hissederdim. Ayrıca günde birkaç kez girip takip ettiğim yazarlar post girmiş mi diye de bakardım. Bakmazsam olmazdı.

Çocuklardan sonra önce yazmalarım azalmaya başladı. Yazacaklar birikti, birikenler bir türlü yazılamayıp, yazılacak sırasında gittikçe arkalarda kalıp unutulmaya başlandı. Hala düzenli olarak girip diğer blogları okuyabiliyordum en azından yazamasam da.

İşe geri dönünce bu sefer vaktim iyice azalmaya başladı, fakültedeki sorumluluklarım artınca sınırlı zamanım daha da azaldı. Bu sefer diğer blogları bile okuyamamaya başladım. Az önce farkettim ki aralarda kaçırdığım bir sürü post olmuş, "bu ne zaman olmuş, vay canına" demeye başlamışım.

Asıl kötü olan ise yazı giremediğimde bir garip olan içimin artık bayağı bayağı rahat olması, birkaç gün bloglara bakamadığımda bile bunun eksikliğini duymamaya başlamam. Yoksa yavaş yavaş kayıp gidiyor muyum blog dünyasından?

Yok, yok, böyle bitemez.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Geldim gidiyorum

Biliyorum çok ihmal ettim blogumu. Yoğunluğum geçmedi gitti ve işin kötüsü gelecek dönem daha da kötü olacak ama belki birşeyler oturmuş olur biraz da mucizevi şekilde zamanımı daha iyi kullanabilmeye başlarım. Kendimi affettirmek için yavrularımın fotoğraflarını koyayım bari. Geçen haftasonu ilk defa kendileri yesinler diye makarna haşladım bebeklerime. Faydalı olsun diye de sebzeli makarna seçtim. Mama sandalyesinin tepsisinden hoşlanmazlar, tekmeleyerek çıkartırlardı. Üzerinde yenecek şey olunca tekmelemediler bu sefer.

Sonuç olarak kızım önceleri bayılarak yedi. Oğlum ağzına atıp bu ne lezzetsiz şey böyle dercesine biftek ezer gibi üzerine vurmaya sonra da direkt olarak yere atmaya başladı. Oğlumu görünce kızım da bir süre sonra yere  atmaya başladı ama olsun, biraz yediler ya.




Böyle böyle olacak herhalde değil mi? :)

29 Kasım 2011 Salı

Dünyanın en güzel şeyi

Dünyanın en güzel şeyi nedir diye sorsanız herkesten değişik cevaplar alırsınız. Cevaplar kişiden kişiye, bir kişide de zamana göre değişir elbette. Bana bundan 1 yıl ve daha öncesinde sorsaydınız ne cevap alırdınız bilmiyorum, hatta hatırlamıyorum. Pek çok şey söylemem olası. Ama şu anda diyebilirim ki, dünyanın en güzel şeyi bebek-çocuk kahkahası. Hele de kıkırdayarak gülüyorlarsa :)

22 Kasım 2011 Salı

Kafamı kaşıyabiliyorum ama başka şeylere vaktim yok

Doçentlik sınavından sonra işlerimin hafifleyeceğini düşünmüştüm, çok yanılmışım. Uzun zamandır ertelediğim herşeyin üzerime yığılmasına adapte olmaya çalışırken, bir de ek işler çıktı başıma. Bitti diye sevindiğim projemiz yine hortladı, raporu tekrar elden geçirmem gerekti. Bana verilen bir ders için mevcut notlar yerine başka notlar hazırlamaya karar verdim ve hala makale tara, kitap araştır derken uğraşıp duruyorum (manyak mıyım neyim). Bir başka dersin ise notları güncel ancak onları da anlatmadan önce benim çalışmam gerekiyor. Fakültede bu işlere fazla vakit ayıramıyorum çünkü sürekli birşeyler çıkıyor. Evde bebeklerimi yatırınca çalışayım dediğimde de işimin olduğunu hissediyorlar sanki, uyanıp duruyorlar. Oturup birbirimize bakıyoruz yavrularımla. Şu ana kadar en iyi çalıştım yer ve zaman Hızlı Trende geçirdiğim 1.5'ar saat. Onda da bazen uyuya kalıyorum ya, neyse.

Başımı kaşıyacak zamanım yok derler ya, gerçekten öyle. Bu işleri bitirebilsem bebek gelişimi hakkında aldığım kitaplarımı, kütüphanemde duran ve okunmayı bekleyen romanlarımı okumaya başlayarak normal bir insana dönüşmeye çalışmayacağım ama şimdilik umut yok. İkinci dönem daha da yoğun olacak, bakalım nasıl yapacağım.

Günlerin bir süreliğine 24 saatten biraz daha uzun olma ihtimali var mı acaba? İşlerimi toparlayabilsem de biraz nefes alıp fotoğraflarımı düzenlesem, bloguma koyabilsem.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Kendi filmimde başrol oynarken

Geçen akşam eve gitmek üzere her zamanki gibi tren garına yürüyordum. Kulağımda kulaklıklarım, bir elimde her gün getirip götürdüğüm, içinde makalelerimin ve daha pek çok ıvır zıvırın bulunduğu çanta-torbam diğerinde bilgisayar çantam. Peronlara giden alt geçitten geçerken saçlarımı dağıtan rüzgar, kulağımda Robbie Williams'dan She's the One şarkısı. Slow şarkı çalarken ve saçlarım uçuşur, ellerimde bavul olmasa da bir tür bagaj taşırken sanki bir filmin sonunda kadın kahraman herşeyi geride bırakır, 3-5 parça eşyasını yanına alarak yeni bir hayata başlamak üzere trene binmek üzere istasyona gidiyormuş ve o kadın kahraman benmişim gibi hissettim. Sahnenin tek eksiği hareketlerimin slow motion olmamasıydı. Ben yürüyen merdivenlerden çıkıp yolcuların binmekte olduğu trene bakarken kamera yüzüme odaklanacak, sahne donacak ve arka planda yazılar geçmeye başlayacaktı sanki.

Saçma sapan düşünceler işte, kafayı yiyorum galiba yavaş yavaş :)

10 Kasım 2011 Perşembe

Unutmasak

Atamızın aramızda ayrılışının yıldönümü bugün. Gittikçe daha çok unutturmaya çalışanlara pabuç bırakmayalım, Atamızı ve yaptıklarını unutmayalım, Nutuk'u en az bir kez okuyalım, çocuklarımıza okutalım, kendi tarihimizi öğrenelim, sadece dizisi çekilince merak sarmayalım.



Atamızı unutmayalım ve daha da önemlisi unutturmayalım.

8 Kasım 2011 Salı

Tam 1 yıl oldu

Tam bir yıl önce bu saatlerde son hazırlıklarımı yapıyor, yarın bebeklerime kavuşacak olmanın heyecanı ve mutluluğuyla uyumaya hazırlanıyordum. Bazen 1 yılın geçtiğine inanamıyorum, özellikle bebeklerime baktıkça bir rüyadayım gibi geliyor, öyle mutlu oluyorum ki meleklerime bakarken.

Bu gece de tatlı bir heyecan içindeyiz, yarınki partimiz için salonumuzu süslüyoruz. Hayvan figürü yapılan uzun balonlardan almıştım, internetten ne yapabilirim diye araştırıp bir iki de balon patlattıktan sonra minik kanişler yapabildim. Tüm hazırlıklarımız bitsin, yarın hepsini fotoğraflar yayınlarım ilk fırsatta.

Geçen sene bugün yazdığım yazıyı okudum az önce de. Hastaneye yatış yapıp evci çıkmış, öğle tatilinde de buradan ayrılmayın demelerine rağmen kaçıp, kurdele almak için kocamla çarşıya çıkmıştım. Son ana kadar gezmiştim anlayacağınız. Siz de okumak istersen buraya buyrunuz.

Meleklerim artık karnımda değil, yanı başımda. Tıpış tıpış yürüyorlar, her gün yeni bir mutluluk yaşatıyorlar bize. Her gün şükrediyorum meleklerim için. Darısı isteyen ve bebek bekleyen herkese inşallah :)

5 Kasım 2011 Cumartesi

Parti zamanı



Kurban Bayramının son günü bebeklerimin yaşgünü. Parti için hazırlanmaya başladık çoktan. Bayrama denk gelmesi pasta vs. siparişimizde aksamaya neden olur diye korkuyorduk ama korktuğumuz gibi olmadı, resimli pastamızı sorunsuz teslim alabileceğiz. Parti süslerimizin de siparişi verildi, kargo şirketi muhtemelen yarın getirecek. Bebeklerim için parti kıyafeti alayım dedim (özellikle kızım için tüllü müllü bir elbise) ama öyle uçuk fiyatlar var ki bir kez giyecekleri kıyafetlere toplamda asgari ücretin neredeyse yarısına yakın bir para vermeyi içim elvermedi, kızıma mütevazı bir elbise, oğluma kot pantalon üzerine giyebileceği V yakalı bir kazak alıp artan parayı diğer parti hazırlıklarına aktardım. Davetliler bu yıl sadece aile fertleri, biraz daha büyüyüp arkadaş edindikçe parti kitlesi de büyür herhalde ama ilkinde biz bizeyiz. 1 şeklindeki mumlarını daha bebeklerime hamileyken almıştım da herkes gümüştü bana. Ama bakın işte zaman su gibi akıp geçti, mumların yakılma zamanı geldi bile.

Parti fotoları? Daha yaz tatili ve bebeklerimin odasının fotolarını toparlayıp koyamamışken yaşgünü fotolarını elbette koyacağım demem ne kadar inandırıcı bilmiyorum ama koymaya çalışacağım.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Mutluluk bu olsa gerek

Bebeklerimin doğumundan beri pek çok şey mutlu etti beni. İlk gülücükleri, boynuma sarılmaları, anne demeleri. Ama bu akşamki kadar mutlu eden birşey olmamıştı sanırım.

Akşam kocamla eve gelip antreye girdiğimizde minik oğlumuz içeride odalarının kapısında duruyordu. Bizi görünce tıpış tıpış yürüyerek bir yandan da gülerek bize doğru gelmeye başladı. Hemen arkasından minik kızımız çıktı ve o da minik adımlarla bizi karşılamaya geldi. Oğlumuz önce bizi es geçip mutfak tarafına döndü, sonra bir odalarının kapısına bir bize doğru turlamaya devam etti. Kızımızsa kendini sırayla önce babasının sonra da benim kollarıma atınca dünyalar bizim oldu.

Akşam eve gelince çocuklar tarafından karşılanmaktan güzel birşey var mı? Bebeklerim büyüdükçe daha ne güzelliklerle karşılaşacağız kim bilir :)

29 Ekim 2011 Cumartesi

En büyük bayramımız bu bizim, kutlamamak ne demek!

29 Ekim Cumhuriyetimizin kuruluş günü. Atatürk ölüm döşeğindeyken bile kutlamaların iptal edilmesini istememiş. Birlik ve beraberliğimizi en fazla göstermemiz gereken bu zamanda iptal edilmesi düşündürücü. Birçok kişinin umrunda olmayacak belki ama benim umrumda. Haydi herşeyi bir kenara bırakın, Cumhuriyetimizi kurmak için savaşan şehitlerimize, sayıları artık bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar kalan gazilerimize ve yine Cumhuriyetimizi korumak için şehit olan, gazi olan askerlerimize, polislerimize, korucularımıza, onların ailelerine borçluyuz bunu.

Biz bayrağımızı astık günler öncesinden. Bu yıl Türk Yıldızlarını seyredip gururlanamadık belki, marşlarımızı hep birlikte söyleyemedik ama çocuklarıma anlattım ben bugünü neden kutlamamız gerektiğini. İleride maalesef ilk 29 Ekim'lerinin nasıl iptal edildiğini de anlatacağım onlara.

Cumhuriyetimizin 88. yılı hepimize kutlu olsun.

25 Ekim 2011 Salı

Ayıp olmuyor mu?

Sosyal medyada oh iyi oldu diyenler varmış, inanamadım. İnsanlığımızı bu kadar mı kaybettik?
Fakültemiz de yardım kampanyası düzenliyormuş, çok sevindim. Haberlerde özellikle minicik çocukları gördükçe içim acıyordu çünkü. Bebeklerimin giymediği kışlıklarını, küçülenlerini hemen ayırıp yollacağım oradaki yavrulara. Bebeklerime yeni aldığım, içi kürklü minicik botlar da eminim orada daha çok işe yarayacaktır.
Hepimiz elimizden geleni yapalım, biz de enkaz altında kalabilirdik, bunun bir garantisi yok ne de olsa.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Olmaması gereken herşey oluyor nedense

Deprem öldürmez, binalar öldürür derler ya hep, işte yine bu oldu. Deprem büyüktü elbet, ama dayanıklı evler yapılamaz mıydı? İnşaat mühendisleri bunun için okumuyor mu bu ülkede? Belediyeler inşaat ruhsatı verirken hiç mi denetim yapmıyor? Peki sonuçta nasıl oluyor da müteahhitler istedikleri gibi at koşturabiliyor da yüzlerce canımız gidiyor?

Dün haberlerde seyrettiğim bir adam 3 ay önce taşındığı evlerinin 5. katta olduğunu, deprem sonunda zemin kata indiklerini söyledi. Onlar en üst katta oldukları için kurtulmuştu yaralarla ama ya alttaki 4 kat? İskambil kağıdı gibi yıkılan çok katlı evler, depremden sonra yaralar sarılacak, deprem mevzuatına uygun binalar yapılacak aksine izin verileyecek söylemleri, evsahiplerinin hasarlı evlerini onarmak yerine çatlakları sıvayla kapatması (belki parasızlıktan belki de nasıl olsa kiracı oturuyor düşüncesinden bilemiyorum artık), birkaç hafta depremden konuşup durmak, ilerideki İstanbul depreminden bahsetmek, sonra da eski tas eski hamam. Hep böyle oldu bu ülkede, maalesef hep de böyle olacak gibi. Bolu'da Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörü öğrencilerimize kayıt olurken şu evlerde oturmayın diye bir liste vereceğiz diyorsa eğer durumun vehametini, öyle bir depremden sonra, üstelik kaç yıl geçtikten sonra hala alınamayan önlemleri siz düşünün artık.

Van'da hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara aci şifa, hayatta kalan, yaralanmayacak kadar şanslı olan ancak evleri hasar gördüğü için bu soğukta, hem de Doğu Anadolu gibi kışların çok sert geçtiği bir bölgede dün geceyi ve muhtemelen daha pek çok geceyi dışarıda geçirmek zorunda kalan vatandaşlarımıza da sabır diliyorum.

Hepimizin başı sağolsun.

18 Ekim 2011 Salı

İyi ki yoğunluğum bitmişti

Yaa, iyi ki bitti de blogumla ilgilenebiliyorum artık değil mi? Ben de öyle sanmıştım. Sınavdan sonra vaktim olur derken ertelediğim tüm işler üzerime gelmeye başladı. Evde zaten iş sonrası kısıtlı zamanımda meleklerimle oynamaktan başka şey yapmıyorum çok fazla, fakültede de dolaplarımı düzenleme işine giriştim tekrar. Buraya getirdiğim kitaplarımı parça parça geri götürmeye başladım. Hazır dolaplara yerleştirecekken içindekileri de elden geçireyim bari dedim ve sonuç olarak bir süredir odanın orasını burasını toparlamakla meşgulüm. Bu arada yeni ders notu hazırlamam ve diğer anlatmam gereken derslere çalışmam lazım. Fakültede vakit rüzgar gibi geçiyor anlayacağınız. Odamın bugünkü hali kocamın deyimiyle tam kibrit çakmalık olmuştu. İşin kötüsü yarına iki öğrenci görüşmem var, ondan sonra da kesinlikle toparlanmam lazım çünkü oda arkadaşım gitmiş olduğu toplantıdan geri dönüyor. Kızcağız şok geçirmesin benim yayıntılarımı görüp :)

Şu acil işleri toparlayayım yazacağım valla.

9 Ekim 2011 Pazar

Günün anlam ve önemi ve hayatımda ne değişti

Bugün evlilik yıldönümümüz. Kocamla 7. yılımızın bitişini kutlayacağız. 7. yıldan boşanmaların çok olduğu yıl diye de bahsederler, şükür atlattık :) Aynı zamanda bebeklerimin de 11. ayları bitti bugün. Meleklerim 1 yaşına girecek yakında. İki güzel olay doçentliğimle de birleşince daha daha güzelleşti bu yıl benim için. (Evlilik yıldönümü hediyesi olarak kabul ettirebilir miyim bir bakalım :) )

Düşünüyorum da şu anda çok farklı hislerle yazabilirdim bu yazıyı. Geçememiş olsaydım önümde yine ders çalışmamın gerekli olduğu bir dönem olacaktı. En önemlisi de yine bebeklerimin, kocamın zamanından çalacaktım. Şükür ki olmadı, ilkine tam bir leyla gibi girdiğim sınavdan bu sefer alnımın akıyla çıktım. Çocuğu olan diğer arkadaşların dediğine göre ikizlerle birlikte tam bir mucize gerçekleştirmişim. Mucizede sevgili kocamın ve son 1 ay yanıma gelen annemin de payı var elbette. Onlar olmasaydı yapamazdım. Son gece hariç bebeklerimle hep ben yattım, geceleri mamalarını içirdim, uyumadıklarında kalkıp saatlerce oturdum ama bunun karşılığında kocam ve annem sayesinde gündüz 1-2 saat kestirebildim, bebeklerimi onlara emanet edip ders çalışmaya gidebildim. Kısacası bu başarı sadece benim değil, hepimizin. Sizlerin iyi dileklerini de unutmamalı tabii. Bana moral verdiniz, böylesine stresli bir sınavda moral ve destek çok önemli. Sağolun. O kadar gerilmişim ki meğerse, sınav biteli 3 gün oldu ama hala başım ağrıyor.

Doçentlik bizim hayatımızda çok önemli bir aşama. Meslek hayatımızda gireceğimiz son ve en önemli sınav. Darısı tüm akademisyenlerin başına (öncelikle de kocama).

Not: Aslında hala şaşkınlık içindeyim. Mesela dün akşam kocam bebekleri uyuturken "hadi sen git ders çalış, ben uyuturum" dedi. Bir an afalladım, kalkıp kitaplarımın başına oturacaktım az kalsın :)

7 Ekim 2011 Cuma

Güzel haber

Daha sonra detay veririm, önce biraz kendime geleyim, idrak edeyim, mutluluğumu bebeklerimle paylaşayım. Dün girdigim doçentlik sınavında başarılı oldum. Çok mutluyum :) İyi dilekleriyle bana enerji ve moral veren herkese çok teşekkür ederim.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Nasıl ara vermişsem

Eylül ayı başında ara vereceğim biraz demişim, ama bir de baktım ki Eylül ayında girdiğim post sayısı 2010 yılının tüm aylarındakinden fazla olmuş. Demek ara vermemiş olsam post girme rekorumu kıracakmışım :)

Vaktim azaldı iyice ama daha koskoca 2-3 gün var önümde. 2-3 günde neler neler yapılmaz ki diyerek kendimi gaza getirmeye çalışıyorum. Tabii ya, neler neler yapılmaz ki değil mi?

Başarmam lazım.

27 Eylül 2011 Salı

Kısa bir süre ayrı kalacağız

Vaktim azalıyor. Hafiften heyecanlanmaya başladım, daha çalışacak çok şey var, vaktim kısıtlı. Hoş, önümde 1 yılım, 2 yılım olsa bile hep birşeyler eksik kalacak.

6 Ekim'e kadar pek ortalarda olmayacağım. Çok istememe rağmen blogları da takip edemeyeceğim. Umarım size iyi haberler veririm de sonrasında istediğim şeyleri yapacak, tüm kaçırdığım postları okuyacak, en önemlisi de kendimi tamamen çocuklarıma adayacağım vaktim olur. Benim için dua edin olur mu?

23 Eylül 2011 Cuma

Hiç mi iyi birşey yok?

Günlerdir bebeklerimi evde bırakıp işe gitmenin zorluğundan bahsediyorum. Her çalışan kadının başındaki sorun bu biliyorum, dediğim gibi ilk ben değilim, son da olmayacağım ve akademisyen anne olmak her ne kadar zor olsa da kolaylıkları da yok değil. Buna da şükür demeli.

Bu kadar sorun, özlem arasında işe başlamanın hiç mi iyi bir yanı yok? Var elbette, insan kendine bakmaya başlıyor. Evde eşofmanlarla dolaşan kadın gidip yerine her sabah saçıyla, makyajıyla uğraşan, giyimine özen gösteren kadın geliyor. Daha hareketli bir yaşama geçiş yapınca kilo verme de hızlanıyor.

Ama benim için en güzel yanı özendiğim diğer çiftler gibi sabah evden kocamla birlikte çıkıp akşam yine birlikte gelebilmek. Şimdiye kadar işten çıkıp cuma günü eve gelen, pazartesi yine geri dönen birisi olarak işgünlerinde kocamla birlikte evden çıkıp girmek nedir bilmezdim. Şimdi kocam her sabah beni gara bırakıyor, akşam da alıyor. Dönerken bazen markete uğruyoruz, yolda ne yaptın bugün diye konuşuyoruz. Apartmandaki özendiğim diğer çiftler gibi olduk resmen (özenilecek şey mi bulamadın diyebilirsiniz ama ben 6 yıl böyle yaşadım). İleride bebeklerim büyüyünce akşam şuraya uğrayalım, haydi şurda bir kahve içelim kısımları da gelir belki :)

20 Eylül 2011 Salı

İşe gidiyorum

Sabah-akşam hızlı trendeyim, abonman kartım ve haftanın geri kalanı için bastırdığım biletlerim çantamda, aklım bebeklerimde, bebeklerim evde.

Çalışan anne olmak ne kadar zormuş meğer. Daha 3 gün öncesine kadar sürekli yanında olduğum, istediğim zaman mıncıklayıp sevdiğim bebeklerimden ayrılmak, akşam işten gelip yemek yedikten sonra oyun saatimizdeki sınırlı zamana bütün bir günün özlemini sıkıştırmak ne zormuş. Birlikte geçireceğimiz süreyi artırmak istesem uykularından çalacağım yavrularımın ki asla sözkonusu olamaz. Çaresiz haftasonunu bekleyeceğim hasret gidermek için. Bu sefer de karşıma ders çalışmak zorunda olduğum gerçeği çıkıyor ama. Yavrularıma yine hasret kalacağım ama sonrasında yine bu durumda olmamak, bir daha sınava girmek zorunda olmamak için bir süre daha hasret kalmak zorundayım.

Diyeceğim şu, çalışan anne olmak zormuş ama çalışan akademisyen anne olmak çok daha zormuş. :(

18 Eylül 2011 Pazar

Yine bir dönüm noktası

1 yıl önce hayatımda büyük bir değişiklik yaşamış, sizinle şu yazıda paylaşmıştım.

Şimdi yine bir dönüm noktasındayım. Bebeklerimin doğumuyla ara verdiğim iş hayatıma geri dönme zamanım geldi. YHT Abonman kartımı aldım, yarınki biletlerimi ayarladım. İçimde bebeklerimden ayrı kalacak olmanın burukluğu, emin ellerde olduklarını bilmenin rahatlığı, şimdiden büyümeye başlayan özlem ve ayrı kalacak olmanın getirdiği vicdan azabı var.

Sonu olarak biz ilk değiliz, son da olmayacağız. Bebeğini doğurup çok kısa süre sonra işe dönmek zorunda kalan annelere oranla ben bayağı uzun zaman geçirdim bebeklerimle ama anne yüreği işte, yine de daha fazlasını istiyor, buruluyor.

Bakalım bu dönüm noktası bizi nerelere götürecek?

17 Eylül 2011 Cumartesi

Acaba bankadakiler bana gülüyor mudur?

İnteraktif hesaplarınızdan para havale ederken açıklama yazmanız istenir ya, az önce farkettim ki kocamın hesabına birşey aktarırken "hayatım bu şu için, tatlım bu şuradan" gibi şeyler yazıyorum. Banka kayıtlarına bu şekildeki hitaplarımız giriyor yani bir şekilde. Umarım inceleyen varsa bana gülmüyordur :)

16 Eylül 2011 Cuma

Vicdan azabı

İkiz annelerinde çoğunlukla olan birşey bu. Bir bebekle ilgilenince diğerinin buruklaştığını görmek annenin feci şekilde içini buran birşeydir. Burulan bebekle ilgilenirken bu sefer diğeri "neden beni bıraktın" der gibi bakar, yine içi burulur annenin. İkisine de eşit ilgi gösterseniz de bebekler hep kucağınızda, yakınınızda olmak ister, ister istemez içiniz burulur.

Oğlum sünnet olduğunda 2 gün kendini oraya buraya atmasın, canını acıtmasın diye kucağımda gezdirdim, oturdum. O da hiç bu kadar kucakta olmadığı için mutlu, tadını çıkardı resmen. Ara sıra oğlumu babasına veya anneannesine emanet edip kızımla da ilgilendim elbette, hatta kardeşinin durumunu anlatıp özür diledim. Anladı beni sanki meleğim.

Ama asıl içimi buran bu aralar ikisinden de uzak olmam. Ders çalışabilmek için kendimi odaya kapatıyorum. Yanlarına da gidiyorum elbette, o kadar da uzak kalamam ama eskisi gibi tam-zamanlı olamıyor haliyle. İznimin son günlerinde bebeklerimle bir arada olmam gerekirken uzak olduğum için hem kendime kızıyorum hem de belki işe başlamama daha çabuk alışırlar diye kendimi avutuyorum.

Çalışıp bu kez geçmem lazım bu sınavı. Kendim için, kocam için, ailem için ve en önemlisi de zamanlarından çaldığım bebeklerim için. Bu kadar iç burulması, vicdan azabı boşa gitmesin bari. Az kaldı bebeklerim, anneniz sizin için çalışıyor.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Çiş nöbeti

Dün minik kızımın idrar yolu enfeksiyonu için kontrolü vardı. 10 gün antibiyotik kullanıp 5 gün ara vermiştik, dün tahlil yaptırmamız gerekiyordu. Önce doktorumuz muayene etti, 2 ayda ancak yarım kilo alan kızımızın 2.5 haftada 300 gram aldığını görünce hepimiz sevindik. "Enfeksiyon devam etseydi kilo almazdı" dedi doktorumuz. Yine de idrar tahlilinin tekrarlanmasını istedi ve rutin uygulama olarak ultrason istedi (böylece enfeksiyonun böbrek, mesane vs.deki bir problemden kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlayabilecek).

Daha önce idrar örneği verirken hiç sorunumuz olmamıştı. Çişini yapmış olduğu için eve gidip evde örnek alıp sonra hastaneye götürmeye karar verdik. Daha önce azıcık su içince çiş yapan kızım bu sefer yapmadı. Mama içtik, su içtik, uykumuz geldi, öylece yatmaktan sıkıldık ama damla yok. Saat 8 oldu, 9 oldu derken kızım daha fazla dayanamayarak yerde sızdı kaldı. Bekledik, bekledik, yan dönmesini engellemeye çalıştık, babasıyla nöbetleşe bekledik, bizim de uykumuz geldi, yanına uzanıp gözlerimizi kapatıp iki dakikada bir kontrol etmeye çalıştık, ben uyuyunca kocam beni dürtüp uyandırdı, filmlerde çok etkili olan bardaktan bardağa su boşaltmayı denedik, gece lambasının akan su şırıltısını tekrar tekrar dinlettik, bana mısın demedi. Derken nihayet gece 11'e doğru çiş yaptı meleğim ve kocam acele hastaneye yetiştirdi.

Umarım bu kadar beklemeye herhangi bir kontaminasyon olmamıştır ve umarım meleğimde tekrar enfeksiyon çıkmaz.

12 Eylül 2011 Pazartesi

İkiz babasından kopya :)

Kocam aylardır süren sessizliğini nihayet oğlumuzun sünneti için bozmuş. Linki vereyim de baba gözüyle nasıl olmuş görelim. Bakmak isteyen lütfen buraya.

:)

10 Eylül 2011 Cumartesi

Oldu da bitti maşaallah

Oğlumuz bu sabah 9 itibariyle erkekliğe adım attı. İğne yapılırken biraz canı acıyıp ağladı, sonrasında da uykusu geldiği ve bacaklarını kıpırdatamadığı için devam etti ama bitip de kucağıma alınca susuverdi hemen. Sonrasında evimize gelip uyuduk. Batticon'la dezenfekte etmek, ilaç içmek haricinde şimdilik pek şikayeti yok gibi. Kucağımdan pek indirmemeye çalışıyorum yoksa kardeşiyle alt alta üst üste emzik savaşına girişip canını yakacak. Bu geceyi ve yarını atlatırsak geçti gitti diyebiliriz herhalde.

Kızım neden onu değil de kardeşini kucağıma alıp durduğumu anlamış gibi ama yine de bana küser diye korkuyorum :)

9 Eylül 2011 Cuma

Daha da büyüyoruz

Bebeklerim bugün 10. aylarını bitirdiler. Yaşünü kutlamalarını planlamaya başlamam lazım artık. Hamileyken 1 şeklindeki mumlardan alıp koymuştum kenara, herkes bana gülmüştü ama işte zaman geçti bile.

Daha da fazlası, oğlum yarın sünnet olacak. Daha da büyüyecek benim yavrum, resmen erkek olacak miniğim :)

8 Eylül 2011 Perşembe

Ne zaman bu kadar büyüdünüz?

Daha dün gibiydi sanki. Park yatağınızın içinde küçücük kalıyor, ne şekilde yatırırsak öylece kalıyordunuz.




Şimdiyse kocaman yataklarınıza sığmıyor, inmek, inince de çıkmak istiyorsunuz.


En güzeli ise hep birlikte olmanız. Hiç ayrılmayın e mi kuşlarım. Kardeşiniz olduğu için çok şanslısınız. İleride bunu daha iyi anlayacaksınız.



6 Eylül 2011 Salı

Ara ama tam ara gibi değil

Daha yaz tatilini, bebeklerimin odasını size anlatamamış, resim koyamamışken kısa bir ara isteyeceğim sizden. Ama tam ara gibi olmayacak. Ara sıra gelip 1-2 satır yazıp fotoğraf ekleyeceğim. (Bir nevi kendimi avutmak, sizi kandırmak için). Bana 1 ay izin verin, sonrasında size (inşallah) iyi haberler getirebileyim.

Doçentlik sınavımın tarihi belli oldu. Öncekinde bebeklerim 1.5 aylıktı, hem öncesinde ders çalışmamıştım hem de ilk ayların yorgunluğu ve uykusuzluğu yüzünde çok iyi bildiğim, hatta yıllardır derslerde anlattığım şeyleri bile hatırlayamamıştım. Bu sefer de çalışamadım, yeni başlaşayacağım ama 1 ay aslında o kadar da kısa bir süre değil, toparlayabilirim sanıyorum. Bu arada işe başlamam ve hergün Ankara'ya gidip gelmem gerekecek ama yollarda çalışırım diye umuyorum. Ve en önemlisi bu sefer geçmek istiyorum. Bebeklerim büyüdükçe vaktim artacağına azalıyor, sınavdan bir kez daha kalıp tekrar çalışma-çalışamama döngüsüne girmek istemiyorum. Anladım ki doçentlik bebek sahibi olduktan hemen sonra girilecek bir sınav değilmiş, çocukların en azından ilkokulda veya daha büyük olmaları daha iyi olurmuş.

Şimdi ne yapıyorum? Annem sağolsun yazlıktan geldi, kocamla birlikte çocuklarla ilgileniyor, ben de aralarda görünüp varlığımı göstererek ders çalışmak için hazırlıklarımı yapıyorum. Defterlerimi Hello Kitty defter kaplarıyla kaplayıp sevimli hale getirdim, kitaplarımı konularına göre dizdim, önceliklerimi belirledim. Bu bir ay dişimi sıkıp önceki bildiklerimi hatırlayıp üzerine biraz daha koyarsam yaparım gibi geliyor. İnşallah iyi haberler verebilirim. En azından aynı evde olup bebeklerimi özlediğime değer umarım.

Bana şans dileyin :)

30 Ağustos 2011 Salı

Tatlım

Maalesef minik meleğimde idrar yolu enfeksiyonu çıktı. Allah çaresiz dert vermesin, antibiyotik içerek inşallah atlatacağız ama minicik bebeğimin bu yaşta (daha 1 yaşı bile dolmadan) antibiyotik içmeye başlaması hiç hoşuma gitmiyor. Kendisi de antibiyotik içmekten hoşlanmayan ve mümkün mertebe kaçınan eczacı bir anne olarak bebeğime içirdikçe içim bir tuhaf oluyor ama içirmek zorunda olduğumu da biliyorum. Böyle zamanlarda yine de şükretmeye çalışıyorum halimize. Daha küçükken, hatta onu bırak anne karnında bile ameliyat olmak zorunda kalan bebekleri düşünüyorum, bizimki onlarınkinin yanında dert, hastalık bile sayılmaz belki ama herkesin derdi kendine, yine de içim buruluyor hafiften.

Toplam 10 gün ilaç içip 5 gün ara verecek ve 5. gün tekrar idrar kültürü vereceğiz. Umarım enfeksiyon tekrarlamaz.

Geç de olsa hepinizin 30 Ağustos Zafer Bayramını ve bu yıl 30 Ağustos'a denk gelerek çifte bayram kutlamamıza neden olan Ramazan Bayramınızı kutlarım.

Camlardan bayraklarımız, şekerliklerimizden şekerlerimiz, çikolatalarımız eksik olmasın :)

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Miniklerimin kontrolü

Dün doktor kontrollerimiz vardı. Oğlumuzda birşey çıkmadı çok şükür ama kızımızda hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonu varmış. İştahı biraz azaldı dediğimizde ve dişten olabilir diye şüphelendiğimizi söylediğimizde doktorumuz idrar yolu enfeksiyonu olup olmadığına da bakalım dedi. Daha önce de bakılmıştı, birşey çıkmamıştı. Umarım bu sefer de çıkmayacak. Ama bir de rengi çok soluk, kansızlık var mı bir bakalım dedi doktorumuz. Normalde bebeklerde bir sorun yoksa 12. ayda kan sayımı yapılmasını istermiş ama kızımız soluk olunca şimdi yapalım dedi. Hep beyaz tenli bir bebek oldu Belit, umarım kansızlık çıkmaz. "Gerçi kansızlık da, ÜSYE de kolayca tedavi edilecek şeyler, idrar yolu enfeksiyonu çok zor" dedi. Daha önce muayeneye gittiğimizde bebeklerimi soyarken sonuç göstermeye gelen bir hasta vardı. Kız bebeğinde idrar yolu enfeksiyonu çıkmış. "Bezden kurtulana kadar devam eder demişti" doktorumuz. Bezi bırakmamıza daha çok var, umarım yine sağlıklıdır kızım.

Kansızlık kolay tedavi edilse de kan alma işi beni düşündürüyor. Doğumdan sonra ellerine serum için iğne takıldığında da içim bir tuhaf olmuştu, şimdi nasıl kan alacaklar, bebeğimin canı yanacak mı, ağlar mı kuşum diye düşünüp duruyorum. Sağlığı için gerekli olduğunu biliyorum ama anne yüreği işte.

Oğlumuz için de sünnet günü aldık bayram sonrasında. "Tam zamanı "dedi doktorumuz. Bebeğim hem ileride travma yaşamadan kolayca atlatacak, hem de idrar yolu kanalı dar olduğu için ileride sıkıntı çekmeyecek. Hem de lokal anesteziyle hallolacak. Doğum sonrası yoğun bakımda yatarken ameliyat geçirmiş sandığım bir çocuk vardı ahlayıp oflayan. Annesi de yanında bekliyordu. Ben büyük bir ameliyat geçirdi de genel anestezi verdiler sanırken meğer sünnet olmuş yavru. Sonra 3-4 çocuk daha gelmişti aynı şekilde. Ağlayanlar, sızlayanlar, annesini isteyenler. "Benim bebeğim böyle genel anesteziyle olmamalı" demiştim. İnşallah hop diye kurtulacak oğlum.

Anlayacağınız bu aralar hastaneye sık sık gidip geleceğiz. Herşey hallolur, yeter ki çaresiz dert vermesin Allah.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Unuttuklarım ve yeni başlangıçlar

Hamileliğimden bu yana pek çok şeyi unuttum. Daha doğrusu yapmaya fırsat bulamadım diyeyim. Mesela:

- Önce ellerime oje sürmeyi unuttum.

- Sonra uzun tırnağın nasıl birşey olduğunu unuttum.

- Makyaj yapmanın, makyajla görünmenin nasıl birşey olduğunu unuttum.

- Saç fönlemenin, saç yapmanın nasıl birşey olduğunu unuttum. Bırak saç yapmayı, miniklerim saç çekme evresinde olduğu için saçlarımı açık tutmanın nasıl birşey olduğunu bile unuttum.

- Bunu da bırakın, saç kestirmeyi bile unuttum. Normalde 1-1.5 ayda bir uçlarından aldıran ben en son ne zaman kestirdim unuttum.

Ama tüm bu unuttuklarıma karşılık miniklerimle dolu dolu 9.5 ay geçirdim. Sabah kalktıklarında gülen minik yüzlerini görmek (ağlayıp bağırırken pek olmuyor ama), uykuya daldıklarında yatağa yatırmak için kucağıma aldığımda boynuma sarılıp kafalarını omzuma koymaları, beni veya babalarını gördüklerinde ellerini kollarını sallayıp sevgi gösterisinde bulunmaları vs. tüm bu bakımsızlığa değer.

Ama sayılı gün çabuk geçer derler ya, benim de iznim bitmek üzere. Aslında iznim 1 yıla kadar devam edebilir ama Eylül'de yeni dönem başlıyor ve benim fakülteye dönmem lazım. Bu yüzden 1 yılımızın dolmasını bekleyemeyeceğim. 15-20 gün sonra işe başlamam lazım. Bakalım nasıl alışacağız. Şimdiye kadar evime haftasonları gelip gidiyordum, o zamanlar beni evime, kocama getiren hızlı tren artık her sabah ayırdığı bebeklerime kavuşturacak. Bakalım nasıl adapte olacağız bu sürece.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Yazacağım ama...

Hazır fırsat bulmuşken yaz tatilimizi, bebek odası hazırlığımızı yazacak, neşeli resimler koyacaktım ama olmadı. Dünkü şehit haberlerinden sonra içimden gelmiyor şu anda. Ben mutluluğumuzu satırlara dökerken, bebeklerimin odasında neler yaptığından zevkle bahsederken bir yerlerde birçok acılı anne-baba yavrularının arkasından gözyaşı döküyor olacak çünkü. Hayat devam ediyor diyebilirsiniz belki ama o evlerde hayat durdu. Bizimki de biraz duraklasa, şehitlerimizi unutmasak çok mu olur?

Söz biteli, kemik kırılalı çok oldu :(

Nur içinde yatsınlar.

16 Ağustos 2011 Salı

İşler bitti

Nihayet işleri bitirdik gibi. Ev hop oturdu hop kalktı, tamamen elden geçti. Bir de kira olmayıp bizim olsaydı neler yapardık kimbilir. 2 odamız tamamen bambaşka odalar haline geldi. Yıllarca oturma odası olan yeni bebek odamız bana sanki hep bebek odasıymış gibi geliyor şimdi de. Fotoğraf çekip göstermek için çocuklarımın stickerlarının da gelmesini bekledim, artık çekebilirim. Ama o da bir sonraki postta olsun artık, birazcık dinleneyim :)

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Döndük ama çok yoğunuz

Geçen cuma günü tatilden döndük. Peki nerede tatil yazısı, resimleri, havadisleri? Bebekler denizi sevdi mi? Ne yaptılar ne ettiler hepsini yazacağım ama bu aralar çok yoğunuz. Bebeklerimizin odasını düzenliyoruz. Herkesin hamile kalınca yaptığını biz bebeklerimiz neredeyse 9 aylık olunca yapıyoruz, biraz geç belki ama bence tam zamanında. Hamilelik boyunca Eskişehir'de olsam belki yapabilirdik ama ilk 3 ay evime hiç gelememiş, sonra da eskisi gibi sadece haftasonları gelip gitmiştim. Doğum öncesi iznimde ise fırsat bulamamıştık.


Aslında fırsat bulmaktan ziyade gözümüz kesmedi diyelim. Çünkü bebek odası hazırlamak eğer boş bir odanız varsa kolay, zaten kurulu bir düzeniniz varsa bozup oda hazırlamak o kadar da kolay değil. Evimiz 3+1 ama çok eşyamız ve yayıntımız var açıkçası. Zaman zaman toparlanıp onu bunu atsak da nedense yayıntımız azalmıyor. Evin biraz kullanışsız olduğundan bahsetmiştim sanıyorum (L salon, 12 metre koridor, gereksizce büyük bir banyo vs. vs.). Bu da ayrı bir mesele tabii.

Bebek odası hazırlamak için en uygun odamız oturma odamız. Sabah güneş alan, salon ve mutfağın ortasında olduğu için de mufaktan sonra evin en sıcak yeri kendisi. Bu zamana kadar hem oturma odası hem de misafir odası görevi gördüğü için bozmak zor oldu ama artık zamanı geldi. Önce bebeklerimizin yataklarını ve dolaplarını sipariş ettik. Tepe Mobilya'dan büyüyebilen yataklardan aldık. Eğer bebeklerim büyüyünce sıkılmazlar tüm ergenlik dönemlerinde bile kullanabilecekleri kocaman bir yatakları oldu şu anda. İşte yatak bu:


Resimde küçük gözüküyor, koskoca mağazada olunca öyle tabii, evde kocaman duracaklar. Bu da yandan görünüşü. İleride komodin olarak kullanabileceğimiz çekmece ve dolapları var:



Soldaki kapak yatağa ait. Bu fotoyu aslında şifonyer için çekmiştik ancak odaya sığmayacağını anlayınca almaktan vazgeçtik. Belki ileride. (Odadaki koltuğu dışarı attığımızda).


Dolap için ise bebek odası takımı dolaplarına hiç bakmadık. Küçücük oluyorlar, ileride kullanılamıyorlar. Ayrıca bir tane de yetmeyecekti bize, 2 tane almak gerekecekti. Onun yerine normal bir yatak odası gardrobu aldık. Kapıların açılma derdi olmasın diye sürgülü olsun istedik. İstediğimiz modeli boydan boya aynayla kaplanmış halde görünce bayıldık. Böylece oda daha geniş görünür diye işte şu modeli aldık (Bu da mağazada küçük görünüyor, odaya yerleştirince fotoğraf çekerim, boyutları daha iyi anlaşılabilir):


Çarşamba günü gelecekler. Bu arada kocamla yapmakta olduklarımız ve yapacaklarımız:

1- Oturma odasındaki eşyaların çoğu boşaltılacak, televizyon salona, oradaki televizyon yatak odasına aktarılacak, bir televizyona yer bulunacak (banyo?).

2- Oturma odası boyanacak (kocam şu anda 3. katı atıyor duvarlara).

3- Çalışma odası elden geçecek, çıkan eşyalar buraya konuşlandırılacak, duvarlardaki raf sistemi sökülecek, tekrar düzenlenecek, boya yapılacak. (Önce beyaz astar atılacak, sonra da aldığımız boya).

4- Yatak odası park yatak çıkınca eski haline getirilecek, hazır elimiz değmişken buraya da beyaz astar uygulanıp başka bir renge boyanacak.

5- Koltuklar, halılar silinecek, ev toparlanacak.


Daha bir sürü şey çıkar yapılacak. Bu arada bebeklerimizi babaannemize götürüyoruz, akşam üstü geri getiriyoruz. İki koldan hızla çalışıp işleri bitirmeye çalışıyoruz. Haftaya kocamın izni bitecek çünkü. Hatta işleri erken bitirip Harry Potter hala oynuyorken 3 boyutlu olarak izlemeye gitmeyi de düşünüyoruz ama bakalım olacak mı.


Bir süre daha yazamayabilirim, gördüğünüz gibi bahanem oldukça kuvvetli.

15 Temmuz 2011 Cuma

Çok kısa bilgilendirme

Oğlum nihayet diş çıkardı (13 Temmuz Çarşamba). Hem de kardeşine yetişmek için iki tane birden. Artık durum eşitlenmiş durumda. Kızımın minik pirinçleri gayet güzel görülürken oğlumun dişleri henüz kaşıkla, bardakla çıt çıt ses çıkarır ama pek görülemez durumda. Bakalım bir sonraki dişi ilk kim çıkaracak.

Tatil izlenimleri dönüşte artık.

8 Temmuz 2011 Cuma

Road trip-2

Yaklaşık 5-6 saat sonra bebeklerimle ikinci araba yolculuğumuza çıkacağız. İlkinde Ankara'ya gitmiştik, mesafe nispeten kısaydı, öyle ki yemek yemeleri bile gerekmemişti kuşlarımın. Şimdiyse yaklaşık 6-7 saatlik yola çıkıyoruz. Bakalım asıl sınavımız nasıl geçecek.

Anneanne-dedemizin yazlığına gidiyoruz maaile. Geçen sene doktorumuz araba yolculuğuyla bebeklerimizi riske atmamızı istememişti. Uçak yolculuğu yapsak bile havaalanından sonra yine 2-2.5 saat araba yolculuğu yapmak gerekiyordu. Durum böyle olunca biz de bu yıl boşverelim, seneye bebeklerimizle birlikte gideriz demiştik. İşte o hayalimiz gerçek oldu, bu yıl bebeklerimizle birlikte tatile çıkıyoruz. Kuşlarımı ilk defa denize sokacağız. Ne yapacaklar çok merak ediyorum. Simitleri, güneş kremleri, Huggies'in little swimmers bezleri, herşeyimiz hazır. Bakalım biz hazır mıyız.

Zaten iyice az yazmaya başlayan ben bu dönemde pek internet başında olamayacağım. Arada ateş almaya gelmiş gibi kaçabilirim belki ama amacım fırsat bulduğum anlarda biraz da ders çalışmak. O yüzden affedin beni. Dönüşte nasıl olsa yazacak bol bol şey olacak, arayı kapatırım ben merak etmeyin.

Tekrar görüşene kadar...

5 Temmuz 2011 Salı

Vay canına

Sinemaya gitmeyi çok severim. Kocam her ne kadar evde DVD izlemeyi tercih etse de film sinemada izlenir diyenlerdenim. (Sinemada mısır yemeyi sevmemin bununla bir ilgisi yok çünkü diyetisyene gittiğim dönemde mısır yiyemiyor ama yine de zevkle sinemaya gidiyordum.)

Her hafta vizyona giren filmleri takip ederdim, sinema-film sitelerinde gelecek filmlerin fragmanlarını izlerdim. Kısacası ilgili bir seyirciydim. Ama herşey değişti tabii. Hamileyken Twilight'a gittiğimi hatırlıyorum. Bebeklerim doğduktan sonra ise kocamla bir filme gittik galiba ama ne olduğunu hatırlayamıyorum bile. Harry Potter ben doğum yaptıktan kısa süre sonra gelmişti, ben toparlanıp gidebilecek hale geldiğimde ise yakınımızdaki AFM sinemaları kapanarak beni üzüntülere gark etmişve aynı zamanda evden kısa süreyle (şehrin başka bir yerindeki sinemaya gitmeyle karşılaştırıldığında) ayrılarak sinemaya gitme zevkimi ve imkanımı elimden almıştı.

Neden mi yazıyorum bunları? AFM'den bana gelen bir mail yüzünden. Harry Potter biletlerinin önsatışta olduğunu belirten bir mail aldığımda kafam karıştı. Hangisiydi? Serinin son filmiymiş, peki bir önceki filmi ben izlemedim mi? Ne zamandı, niye gitmedim derken hatırladım herşeyi. Son kitabın ilk filmi geçen Kasım'da vizyona girip benim gidemediğim filmdi ve zaman ne çabuk geçmişti ki 12 Temmuz'da 2. ve son film vizyona girecekti. Vay canına dedim kendi kendime.

Sinemaya gidemiyorum diye üzülüyor muyum? Pek değil. Takip ettiğim filmleri önce sinemada sonra DVD'de izlesem daha memnun olurum ama o kadar da sorun değil. Evdeki iki meleğime bakınca herşeyi unutuyorum çünkü. Hem ileride minik meleklerimin ellerinden tutup sinemaya gideceğimiz günler de gelecek. İşte o zaman aradaki açığı kapatacağız :)

30 Haziran 2011 Perşembe

Kocamdan seçmeler

Kocam uzun zamandır kendi bloguyla ilgilenmiyor. Madem öyle diyerek ben de onun özlü bir sözünü kendi bloguma taşıyorum.

Mekan: Şu anda oturma odası ama çok kısa bir süre sonra bebek odası olacak olan oda.
Bebekler yere serdiğim çift battaniye + bir yorgan üzerinde, kenarlara koyulan yastıklar ve araya konulan ancak pek işe yaramayan barikatın varlığında debelenmekte, emekleyerek oradan oraya geçmekte, kah barikatı aşmakta kah kenarlardan taşmaktadırlar.

Bu manzarayı gören koca der ki:

"Etraf vıgır vıgır çocuk kaynıyor".

:)

29 Haziran 2011 Çarşamba

Tükürdüğünü yalamak

Daha önce pek çok kez 118'li reklamlara olan nefretimi dile getirmiştim. Özellikle 118 80'in gıcık tiplerine ve reklamlarına tahammül edemiyordum. Ancak ne zaman o gummy bear funny bear denen yaratık çıkmaya başladı, reklamları hasretle bekler oldum. Neden mi? Tabii ki bebeklerim yüzünden. O reklama bayılıyorlar. Sesi duyduklarında ne yaparlarsa yapsınlar durup arkaları bile dönükse dönüp televizyona bakıyorlar. İnternette orijinal funnybear klibini bulduk ama ilgilenmediler, varsa yoksa o reklam.

Böylece tükürdüğümü yalamış oldum. Ama anlamadığım birşey var, neden bir şirket bebekleri hedeflesin? "Anneciğim, 118 80'i ara" diyecek halleri yok ki, daha anne baba bile diyemiyorlar :)

28 Haziran 2011 Salı

Uyku hallerimiz

Daha küçükken aman yüzüstü dönmesinler, nefesleri kesilmesin, aman yan yatsınlar ki yediklerini kusarlarsa boğulmasınlar derdik. Bir de şimdi bakın nasıl yatıyorlar.

Kızım:
Oğlum:

Ayrıca garip huylar edindiler artık. Kızım mesela, elinde tülbent olmadan uyumuyor. Her yere elinde mendiliyle gittiği için kocamla Mustafa Keser diyoruz ona :)

Oğlum ise eline geçen herhangi bir şeyle ya kendisini boğmaya ya da ce-e oynamaya çalışıyor. Park yatağında kenardaki kafasını çarpmamaları için koyduğumuz elyaf dolu kenarlığın arkasına geçmiş ya da battaniyelerle yüzünü örtmüş halde buluyoruz çoğu zaman. Bu yatağındaki hali.
Bu da artık kendilerini bağlasak bile oradan oraya atmaya çalışarak yüreklerimizi ağzımıza getirdikleri için kulanmadığımı ana kucağında ce-e oynarkenki hali:





Ce -





eeeeeee





Her anları şaşırtıcı, her anları güzel :)





(İtiraf edeyim hala nefes alıp almadıklarını kontrol ediyorum. Böyle yatan bebekleriniz varsa isterseniz etmeyin :)) )

27 Haziran 2011 Pazartesi

İşbölümü

Bebeklerimin arasında bir işbölümü anlaşması var sanıyorum bizden gizli yaptıkları. Gelişme aşamalarına bakıyorum da, kızım yüzükoyun yatarken başını kaldırmaya başladığında oğlum konuşur gibi birşeyler söylemeye başlamıştı. Kızım yattığı yerde sağa sola dönerken oğlum kollarından tutup yere bastırdığımızda adım atar gibi hafif sıçramaya başlamıştı (sonradan kızım da katıldı ama hoppalada hoplama zıplama açısından oğlum hep daha hareketliydi, kızım balerin gibi parmakucunda dönüp dururdu). Şimdi de kızım ikinci alt dişini de çıkarmışken oğlum emeklemeye çalışır gibi bacaklarının - dizlerinin üzerinde yaylanmaya, bugünlerde de kendi başına ayakta durmaya çalışmaya başladı (park yatağını hemen alt konuma indirdik elbette).


Tüm ikizlerde böyle mi bilmiyorum ama bizimkiler net bir işbölümü yapmış gibi görünüyor. Kızım 24 Mayıs'ta çıkardı ilk dişini, bakalım oğlumun dişi ne zaman çıkacak.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Yazmadıkça birikiyor

Uzun süredir düzenli yazamadım bloguma. Bu arada bir sürü şey oldu bitti. Zamanla unutuluyor olanlar, o yüzden mutlaka yazmam lazım. Sırayla, kısa kısa da olsa yazmaya çalışacağım bundan sonra. Ama şimdi değil, biraz yorgunum, önce depolarımı doldurmam lazım.

Yakında...

24 Haziran 2011 Cuma

Annelik

Uzun zaman önce ne zaman anne olunur diye bir yazı yazmıştım. Artık anne olduğuma göre bilirim herhalde diye tekrar okudum taaa 2009 Ocağında yazdığım bu yazıyı. Nereden aklına düştü bu, zaten anne oldun ya diyeceksiniz belki. Düştü işte.

Bebeklerimi doğdukları anda kısacık bir süreyle görmüştüm ben. Annenin emzirmesi için göğsüme koyulmadılar, doğumhaneye fotoğraf makinesi bile sokamadım, o ilk temastan mahrum kaldım. Alıp küvöze koydular. Sonrasında ilk gün kalkamadığım için göremedim onları. 2. günün akşamında camın arkasından yarım saat süreyle görebildim ancak. Asıl buluşmamız 2 gün sonra emzirme periyotlarında olmuştu. Sırayla vermişlerdir bebeklerimi bana. Önce oğlumu, sonra da kızımı. (Bebeklerimden uzak kaldım ama bu sayede iyi bakıldıkları için sarılık olmadı bebeklerim, hastane uygulamasından genel olarak memnunum yani, bir debebeklerim doğumda kucağıma verilseydi keşke, neyse).

Oğlumu kucağıma ilk verdiklerinde hüngür hüngür ağlamıştım. O zaman mı anne oldum ben acaba? Yoksa bebeklerimle evde doya doya vakit geçirmeye başladığımda mı? Bebeklerimi çok çok seviyorum ama bazı anneler gibi "aman içime sokayım, kurban olayım size" tarzı bir anne değilim. Ne bileyim, belki normal doğum yapıp saatlerce sancı çekseydim, sezaryendeki gibi kolay kavuşmasaydım olur muydum? Dedim ya bilmiyorum. Bebeklerim büyüyüp paylaştığımız şeyler arttıkça onlara olan sevgim de artıyor bu bir gerçek. Anne olduğumun pek çok göstergesi var, mesela en basiti bebeklerimin altını açtığımda "burası ne biçim kokmuş" dendiğinde "ne kokusu" diyebiliyorsam anneyim demektir. Ama hala ne zaman anne olunur bilmiyorum.

19 Haziran 2011 Pazar

Bu bir ilk

Bu benim için bir ilk. Hastanede yattığım, bebeklerimin yanıma verilmeyip küvözde kaldığı o 2-3 günü saymazsak eğer bebeklerimden ilk defa gece vakti ayrı kalıyorum. Sabah erkenden Ankara'da bir işim olduğu ve sabah ilk trene binsem bile yetişememe ihtimalim olduğu için bu akşamdan gelmek zorunda kaldım. Babalarına ve babaannelerine emanet ettim onları. Çok iyi bakacaklarını biliyorum, o yüzden içim rahat. Ama şimdiden özledim bebeklerimi. Ankara'da en son yalnız kaldığımda bebeklerim de karnımdaydı, şimdi uzaktalar. Kocam telefondan gösterdi az önce, ikisi de mışıl mışıl uyuyordu. Yarın işimi bitirip yanlarına döneceğim, ayrılığımız çok uzun sürmeyecek ama yine de bebeklerimi görünce gözlerimden akmaya başlayan yaşlara engel olamıyorum.

16 Haziran 2011 Perşembe

Çok ara verdim, geleceğim

Ha şimdi ha sonra derken bir türlü olmadı, yaşananlar, yazılacaklar biriktikçe birikti. Bir an önce kafamdakileri düzene koyup yazmalıyım. Tabii kucağımdaki minik prenses kah mouse'u kah bilgisayarın köşesini çekiştirmeyi bırakırsa. Minik prensim de farklı değil ya, en iyisi bebeklerim uyuyunca geleyim ben :)

7 Haziran 2011 Salı

Şaşkınlık içindeyim

Bebeklerimin ikisi de uyuyorlar. İkiz annelerinin özlemle bekledikleri şeylerden biri bu. Ama çok şaşkınım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Biraz ders mi çalışayım, ütü mü yapayım, cam mı sileyim, ne zamandır okumadığım dergileri mi okuyayım, televizyon mu seyredeyim, internete mi bakayım, yoksa uyuyayım mı?

Muhtemelen ben karar verene kadar birisi ya da ikisi birden uyanmış olacak :)

1 Haziran 2011 Çarşamba

Yeni yaşım

Bugün benim yaşgünüm. İlk defa bebeklerimle birlikte kutlayacağım yaşgünümü. Bu keyfi Şubat ayında kocam yaşamıştı, şimdi de bana kısmet oldu. Bebeklerim henüz anlamıyorlar elbette ama herhalde uyanınca annelerinin yanağını yalarlar. İlk kutlama her zamanki gibi kocamın mesajıyla oldu. Hafta içi Ankara'da olduğum günlerden kalan bir alışkanlıkla kocam gece 12 olunca ilk kutlama mesajını yollayan olur. Bu sefer birlikte olsak da adeti bozmadı, 00:00'da yolladı mesajımı. Bir ara uyuyakalmışım, uyanır uyanmaz kalkıp mesajıma baktım zaten ben de, yollamasa üzülecektim :)

29 Mayıs 2011 Pazar

İyileştik neyse ki

Nihayet iyileştik. Geçmiş olsun diyen herkese çok teşekkür ederim.

Kızım hafif atlattı ishali. Ek gıdaya reaksiyon veya diş sorunu olduğunu tahmin etmiştik, aynen de öyle olmuş. Geçen salı (24 Mayıs) bir dişi çıkmaya başkadı kızımın. Tırnak ucuyla veya kaşıkla farkettiğimiz dişi şimdi bayağı bayağı görünüyor :)

Oğlum ise bayağı ağır atlattı. Gaitada mukus ve kan görünce çok endişelenmiştik. Kızımdan deneyimli olduğum için hemen keçi mamasına geçmiştim. Yine de kesilmeyince önce bir doktora (kendi doktorumuz izinli olunca yakındaki bir çocuk sağlığı merkezine) götürdük, sonra da gaita örneği verdik. Bir ara öyle hale gelmiştik ki yedikleri aynen alttan çıkıyordu. Hani oyuncak bebekler olurdu, ağızdan su verirdin, aşağıdan çiş yapardı. Onun gibi. Bir süre sadece mama yedirip, alt temizlemekle geçiyordu vaktim. Oğlan mama yedi, altına yaptı, temizle. Hemen arkasından kız kaka yaptı, temizle derken oğlan bir daha. Hiç abartmıyorum, bir ara sürekli bez değiştiriyordum. Bekletmeye de kıymıyordum, zaten sulu sulu yapınca kızarıyordu popoları. Kusma da eşlik edince çok korktuğumuzu söylemeliyim. Neyse ki rotavirüs falan çıkmadı, bağırsak enfeksiyonuymuş, antibiyotik başamak zorunda kaldık. Telefonla ulaştığım doktorumuz da uygun görünce minik oğlum pek istemememe rağmen ilk antibiyotiğini almış oldu.

Sonuç olarak birkaç günde toparladı şükür. Öğürmesi geçti, kusması bitti. Neşesi ve enerjisi yerine geldi. 1 hafta 10 gün kadar sonra ek gıdaları tekrar deneyeceğiz. Diş çıkaracak o da, onun huysuzluğu oluyor zaman zaman, yoksa gayet iyiyiz.

İlk enfeksiyonumuzu bu şekilde atlattık. Hep dediğim gibi, Allah çaresiz dert vermesin :)

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Hastayız

Birkaç gündür hastayız.

Bebeklerim ishal oldu. Ek gıdaya geçişte normalmiş, diş çıkarırken olurmuş, ikisi bir araya gelirse daha şiddetli olabilirmiş. Tamam ama neden hala geçmedi?

Oğlum kabak-yoğurt karışımını pek sevmedi bu sefer. Kızım afiyetle yedi ama sonrasında ikisinde de ishal başladı. İkisinin de iştahının kesilip durgunlaşmalarına rağmen ateşleri yoktu. Sonuçta kızım daha hafif atlattı ama oğlumda halen devam ediyor. İşin kötüsü mukus ve kan da işe karıştı. Kızımdan bildiğim için keçi mamasına geçtim, mide-bağırsak sistemi iyice hassaslaşmıştır, nolur nolmaz dedim. Zaman zaman yok denecek kadar azalsa da kan hala var. Neşesi yerine gelmese, çok şiddetli bir tablo olsa Allah korusun dizanteri veya türevleri diyeceğim. Kendi doktorumuz 19 Mayıs nedeniyle izne çıktığı için dün götürdüğümüz bir başka doktor da aynısını söyledi. "Dizanteri çok daha şiddetli bir tablo gösterir" dedi.

Bugün gaita tahlili için numune götüreceğiz. 19 Mayıs'ın uzun bir tatil sürecine dönüşmesi hiç iyi olmadı bizim için.

Sanıyorum tüm annelerin ortak dileği bu: Keşke ben hasta olsam yavrularımın yerine.

17 Mayıs 2011 Salı

Meğer ek gıdayı sevmişiz

Bebeklerim ek gıdayı pek sevemediler demiştim. Meğer hata yapıyormuşum. Ankara'ya gittiğimde bebekli arkadaşlarımla konuşunca farkettim bunu. Ek gıdaya başladığımızda ilk gün bir çay kaşığı kadar, ertesi gün tatlı kaşığı, sonra yemek kaşığı ve sonra da yarım çay bardağı kadar yiyip bu şekilde yenen miktarın artırmaları gerekiyormuş. Ben de 120-150 ml mama içen yavrularım neden bitirmiyor tabağını diye üzülüyordum. Meğerse yemeleri gerektiği kadarını yemişler bile . Acemilik işte.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Kısa yolculuğumuz

Bebeklerimle ilk yolculuğumuz sorunsuz geçti. 1.5 saat kadar uyuyup sonrasını uyanık geçirdiler. Feci yağmurlu bir yolculuk oldu bizim için. Ama Ankara girişinde dinmeyen yağmur + akşam trafiği birleşince eve ulaşmamız ekstra 1 saate yakın sürdü. Bebeklerim artık iyice sıkılıp durmamaya başlamışken nihayet eve varabildik.

Ertesi gün fakülteye gidip arkadaşlarımla tanıştırdım bebeklerimi. Geleceğimizi öğrenen öğrenciler de gelince odada sürekli bir kalabalık oldu. Hergün en fazla 4 kişi görmeye alışık olan yavrularım tanımadık bir sürü kişiyle karşlaştılar, yine de gıkları çıkmadı. Bir ara iyice uykuları geldi, eve gidelim derken baktık uyuyorlar, birleştirdik sandalyeleri, birisi orada diğeri de ana kucağında gayet güzel uyudular.

Akşam uykumuz biraz saptı ama o kadar olacak tabii.

Cumartesi Eczacılık Bayramı kutlaması vardı, bebeklerimizi evde bırakıp törene gittik sonrasında da kendimizi Ankara sokaklarına attık. Bebek mağazalarını dolaştık, yolda gördüğümüz bebekli ailelere bakıp kendi bebeklerimizi özledik, bu ara araba almayı planladığımız için başkalarının arabalarını gözden geçirdik, yorgun argın eve gelip bebeklerimizi sevip sızıp kaldık.

Pazar günü öğleden sonra dönüş yolculuğuna koyulduk. Bebeklerim bu sefer 3 saate yakın uyudular, eve girmemize az kala uyandılar. Trafik sorunu da olmayınca sıkılma fırsatları olmadı.

Böylece ilk yolculuğumuzu sorunsuz şekilde tamamladık. Yaz tatili için yapacağımız yolculuğun provası gibi oldu bizim için

Bu arada blogspot yine sapıtmış, yorumları ekletmiyor. Ben de outlook'a gelen yorum maillerinden copy-paste yapıp yorumları ekledim. İdare edelim artık ne yapalım, aç kapa yaptılar, blogspot da şaşırdı tabii :)

12 Mayıs 2011 Perşembe

Road trip

Bugün bebeklerimle Ankara'ya doğru yola çıkıyoruz. Bakalım ilk araba yolculuğumuz nasıl geçecek :)

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Ek gıdaya geçtik


Gerçi hala geçip geçmediğimizi anlayamadım ya neyse. Dün ilk defa doktorumuzun önerisiyle sebze püresi hazırladım bebeklerime. Buharda kabak ve taze fasülye pişirdim, önce kabakla başlayayım ikisini karıştırmayayım dedim. Kendim için mayaladığım keçi yoğurdumdan biraz ekledim, azıcık da zeytinyağı derken bana göre hoş bir karışım hazırladım. Tahminim oğlumun hoşlanarak yiyeceği, vitamin bile içirirken zorlandığım nazlı kızımın ise yemek istemeyeceğiydi. Bakın neler oldu dün:
Yavrularım beni ters köşeye yatırdı resmen. Oğlum ek mamadan nefret etti. Aptamil'in vanilyalı tadına alışınca tatsız tutsuz geldi tabii. Kızım ise pregominden sonra ne versen yiyor garibim.


Oysa ben ek gıdaya geçişin çok rahat olacağını düşünürdüm, ne bileyim, reklamlarda hep öyle oluyordu. Zamanla alışacağız herhalde. Zeytinyağı ekle dedi doktorum ama acaba eklemesem mi? Önerileriniz varsa açığım bu arada.


Kızıma damla içirmenin yolunu budum. Emziğini damlaya buluyorum o da afiyetle yalıyor. Biraz uzun sürüyor ama olsun :)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Günün anlam ve önemi :)

Bebeklerim bugün 6 aylık oldular. Artık ikisi de kocaman, 7'şer kilo civarında bebekler. Gülüyorlar, kahkalar atıyorlar, sağa sola dönmeye çalışıyorlar ve daha bir sürü şey yapıyorlar. En son doktor kontrolümüzde artık ek gıdalara geçebileceğimizi söyledi doktorumuz. Önce sebze püresi+yoğurtla başlayıp sonra mutlaka kıyma içeren çorbalara vs. geçebilirmişiz. Maalesef elimde şöyle yapın, böyle yapın tarzı bir liste yok, genel olarak ne yapacağımızı anlattı doktorumuz. Artık nelerden hoşlandıklarını bulmaya çalışarak vakit geçireceğiz.

6 ay, dile kolay. Çok uzun bir zaman değil belki ama bana göre hem çok uzun hem de çok kısa. Ek gıdalarla birlikte bebeklikten biraz daha uzaklaşıyor gibi geliyor bebeklerim ama onları sonsuza kadar bebek olarak tutamam ki zaten. Her anın tadını çıkarmalı, zaman hızla geçiyor.

Bazı anların ise tadını çıkarmak biraz zor oluyor. Kızıma vitamin vermek ölüm bizim için. Önce vitamin karışımıyla başladık. Kaşıkla vitamin verirken zor yutuyor kızım, ağzında bekletip bir punduna getirip tükürüveriyor. Verem aşımız öncesinde ağrı kesici şurubu içirmek için neler çektik siz düşünün. Haydi vitamin neyse, ite kaka yutturuyorduk bir şekilde ama ya demir damlasına ne demeli? Kızım tadından hiç hoşlanmadı. Tamam hoşlanılacak gibi değil ama yine de yutması lazım. Oğlum da beğenmiyor ama yine de yüzünü buruşturarak yutuveriyor garibim. Kızla ise resmen köşe kapmaca oynar gibiyiz. Ağzına tıktıktan sonra kaşık elde hazır bekliyorum, ağzının sağ köşesinden çıkardığında toplayıp yine tıkıyorum, bu sefer soldan çıkardığında yine toparla ağzına tık derken çikolata yiyen çocuklar gibi heryeri siyaha boyanıyor. Güç bela başarmaya çalışırken bir de balık yağı çıktı içirmemiz gereken. Olmuyor işte, içmiyor güzel kızım. Doktorumuza sorduğumda ilaçları çok güzel ayırt ettiklerini, ilacı şırıngayla vermemizi önerdi. Bir plastik şırınga alıp (iğnesiz elbette) açık ağzına pistonla ittirmeye çalıştım ama sonuç aynı, yine sağdan soldan akan siyah demir-vitamin karışımı. Korkum ek gıdaları kaşıkla vermeye çalıştığımda yemek istemeyecek olması. Doktorumuz yemeğin tadını alınca sorun olmaz dedi ama bilemiyorum.

Anneler bana yardım edin, siz nasıl veriyorsunuz (ya da veriyordunuz) demir damlasını?

Giyinmeyi bilmek

Geçenlerde Ankara'ya gittiğimde yazlık giysilerimi de alıp geldim. Evime sürekli olarak geldiğimden beri zaten ya annemler gelirken onu bunu getiriyorlar, ya da ben gitmem gerektiğinde birşeyler toparlamaya çalışıyorum. Halim aynen Laleli'ye bavul ticareti için gelenler gibi. Boş bavulla girip tıka basa doldurup dönüyorum. Geçen yazı hamile pantalonları, etekleri ve bol tişörtlerle geçirince normal kıyafetlerden bayağı uzak kalmış, vitrinlerdekilere bile bakmaz olmuştum. Kıyafetlerime bakarsanız, öğrencilerle birlikte olmanın etkisiyle herhalde genelde spor giyiniyorum, çoğu kez de bir tişört ve kot pantalon yeterli oluyor.

Kıyafetlerimi elden geçirirken artık değişiklik yapmam gerektiğini farkettim. 3 faktör var bu kararımı etkileyen:
- 2 çocuk annesi olmam
- Artık asistan olmaktan çıkıp öğretim üyesi olmam
- En önemlisi de 1 ay sonra 39 yaşına girecek olmam.

Spor tarzımı çok da bozmayarak yaşıma daha uygun şekilde giyinmeliyim artık diye düşünürken bu sabah televizyonda bir yarışmaya rastladım. Kadınlar, kızlar muhteşem olduğunu düşündükleri dandik kıyafetler giyerek jürinin karşısına çıkıyor, yarı finale kalmaya çalışıyorlar. Jürinin karşısına çıkmadan önce "en güzel, en şık, en tarz benim" diye ahkam kesen tipler geri döndüklerinde paramparça oluyorlar. Ne tipler gördüm anlatamam, akıllara zarar. Buradan şunu anladım ki Türk kadınlarının çoğunluğu giyinmeyi bilmiyor. Daha kötü şeyler diyeceğim aslında ama ayıp olur, bir gün siz de seyredin, kendiniz karar verin.

Bu tipleri görünce kot ve tişörtlerimin o kadar kötü olmadığına karar verdim ama yine de yaşım itibariyle ufak tefek değişiklikler yapmam lazım. Ama öncelikle kilo vermem lazım.

8 Mayıs 2011 Pazar

İlk anneler günüm :)

Bugün ilk anneler günüm benim. Yıllarca sadece kutlayan olan ben artık kutlananların arasına katıldım, ne kadar mutluyum anlatamam.

Kutlamalar biraz kısıtlı gerçi. Henüz anne ünvanını almamı sağlayan bebeklerimden tık yok. Reklamlardaki mutlu ailelerde hep gördüğümüz çocukların babayla birlikte anneye kahvaltı hazırlaması, tek bir gül eşliğinde annenin yatağına getirmesi, ya da babanın kredi kartını çocuklara vermesi ve çocukların da aklına sadece küçük ev aleti almanın geldiği o sahneler yaşanmıyor evimizde henüz. Ama bebeklerimin beni gördüğündeki gülen yüzleri, ellerini kollarını mutluluklarını ifade edercesine sallamaları benim için en güzel kutlama. İleride yanağıma öpücük kondurarak ya da minik cümleler kurarak da ifade edecekler biliyorum ama şimdilik durum bu.

Bebeklerim yerine sevgili kocam, ailem, akrabalarım ve canım arkadaşlarım kutladı bugün beni. Kocamın kutlaması hem maddi hem manevi oldu. Uzun zaman önce aklımda bir telefon olduğundan bahsetmiştim, belki hatırlayan vardır. (Bir süredir de popüler yayınlarım kısmında yer alıyordu ama sanki işlevinin bittiğini farketmiş gibi çıkıvermiş aradan :) ) Gossip Girl'de o sıralarda kullanılan telefondan etkilenerek çıkmasını beklediğim N97'den bahsetmiştim hani. Çok pahalı olduğu için çıkar çıkmaz almak istememiş, daha sonra fiyatı ucuzlayana kadar da pek çok şikayet olduğunu görüp tamamen soğumuştum telefondan. Emektar N73'üme geri dönmüş, yaklaşık 6 yıldır mükemmel çalışan telefonumdan başkasına bakmaz olmuştum. Zamanla yeni bir telefona ihtiyacım olmadığına kanaat getirmiş, dokunmatik modelleri kullanamam diye önyargı geliştirmiş, Gossip Girl'de farklı sezonlarda farklı şirketlerin sponsorluğu nedeniyle artık yeni telefon modellerini takip etmez olmuştum.

Ta ki 1-2 ay öncesine kadar. Emektar N73'ümün pili artık hemen bitmeye başlamıştı, nerdeyse her gün şarj etmem gerekiyordu. Çocuklar da geldiği için ekstra masraf olmasın diye pilini değiştirmeye karar vermiştim. Aldığımız yeni pil de orijinal olmasına rağmen pil performansını artıramayınca telefonun ömrünün son demlerinde olduğuna karar verdik. Yine de başka telefon istemiyor, nasıl olsa evdeyim, şarja takar idare ederim diyor, ancak işe geri döndüğüm zaman yollarda vs. olmam gerekeceğinden ne yapacağımı da pek bilmiyordum.

Kocam tüm bunlara son verdi neyse ki. Bana ilk anneler günümde güzel bir hediye almak istemiş. Aslında süpriz olacakmış ancak bir çırpıda bir sürü para vermeyi hoş karşılamayacağımı düşünerek Avea kampanyasından yararlanmamızın daha kabul edilebilir olacağını düşünmüş, çok da iyi yapmış. Sonuç olarak Avea'nın 18-24 ay taahhütlü cihaz kampanyalarından birine başvurduk ve ayda 60 tl ödeyerek bir N8 sahibi oldum. Kampanyadan faydalanması için hat sahibinin olması gerektiğinden sürpriz bozulmuş oldu ama olsun, içime sinen ve toplamda çok fazla görünse de aydan aya az miktarda ödeyeceğim güzel bir telefonum var artık. (Aylık 1GB internet de cabası). Dokunmatik ekranlı telefonlara olan ön yargım da kırılmış oldu böylece, kullanımları gayet kolaymış, mesaj yazmak iddia ettiğim gibi zor değilmiş. En güzeli de 12 mega piksel kamerasıyla bebeklerimin harika fotolarını çekecek olmam.

2 bebek + bir N8 + bir sürü iyi dilek ve kutlama = Harika bir ilk anneler günü.

Hepinizin anneler gününü kutlarım.

6 Mayıs 2011 Cuma

Anneler günü geliyor yavaş yavaş

Bu yıl ilk anneler günümü kutlayacağız. Hep kutlayan olan ben ilk defa bu sene aynı zamanda kutlananlar kervanına katılacağım. Bebeklerim elbette ki en güzel hediye bana ama kocam sağolsun, ilkler özeldir diyerek harika bir hediye aldı bana. (Bu aynı zamanda ilk babalar günümüzü yavrularımız en güzel hediye diye geçiştiremeyeceğim anlamına geliyor :P ).

Ne mi aldı? Şarj olsun da önce, sonra çektiğim fotolar vs. eşliğinde anlatayım :)

28 Nisan 2011 Perşembe

Mama sandalyeleri

Artık zamanı gelmişti mama sandalyesi almanın. İnternet forumlarında gördüğüm kadarıyla 9. ayda mama sandalyesi kullanmaya başlayan birçok ikiz annesi keşke 6. ayda alsaydım diyordu. Daha ek besinlere başlamadık ama ben bile düşünmeye başlamıştım çünkü biz yemek yerken artık kucağımıza almamızı istiyorlardı, ana kucakları kesmiyordu. Herhalde ana kucakları alçakta kaldığı için masada neler olduğunu göremiyorlardı. Artık alalım derken babaannemiz bize sürpriz yapıp alıverdi. Herşeyimiz Kraft olduğu için özellikle bu markanın modellerine bakmış sağolsun. Artık gayet güzel, rahat görünen, çok aşırı büyük olmayan, silinebilir oturma yerli, tepsisi çıkabilen, aşağı -yukarı seviyesi ayarlanabilen, tam olmasa da geriye yatabilen, bebeklerim büyüdüğünde yemek sandalyesi gibi kullanabilecekleri mama sandalyeleri var. Yemek masasına bizimle birlikte oturabiliyorlar bir nevi. Ha, oğlum kısa sürede sıkılıyor, kucağa gelmek istiyor, o ayrı. Yemeklerini kendileri yemeye (ya da oynamaya) başlayınca herhalde bu kadar çabuk sıkılmaz.





27 Nisan 2011 Çarşamba

Mutluluk çok değişken

Mutluluk çok değişken bir kavram, kişiye ve zamana özel. Benim için bu aralar mutluluk huzurlu şekilde uyuyan bebeklerimin üstünü örtmek.

24 Nisan 2011 Pazar

Bir ilk daha - 23 Nisan

Dün yine soğuk ve kapalı bir 23 Nisan yaşadık. Dışarıda hava kapalı olsa da evimin içine bahar gelmişti. Bebeklerimin ilk 23 Nisan'ıydı dün. Daha birşey anlamadılar tabii ama ileride büyüyüp anlayabilecek hale geldiklerinde ona Atamızın bu günü onlara hediye ettiğini, dünyada çocuklara adanan tek bayram olduğunu anlatacağım. Çocuklarımla dışarı çıkıp değişik faaliyetlerde bulunacağız, bıcır bıcır konuşup tıpış tıpış yürüyerek 23 Nisan'ı doya doya birlikte yaşayacağız. :)

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.

22 Nisan 2011 Cuma

İkiz bebekler ne zaman birbirini fark eder?

Bebeklerimin birbiriyle ne zaman ilgilenip oyunlar oynamaya başlayacağını çok merak ediyorum, hevesle bunun olmasını bekliyorum. Şimdilik etkileşimler birbirinin elini tutmak (içim eriyor böyle yaptıklarında) ve birbirinin elini yalamak-dişetlerini kaşımak şeklinde. Hatta bir ara (2 aylıkken falan) oğlum kızımın kafasını ısırmaya çalışıyordu, fotoğrafını çekmiştim.

Geçenlerde ise oğlum farklı birşey yapmaya başladı. Kendi emziği yan tarafına düşmüşken kardeşinin ağzında emzik görünce gayet güzel elini uzatıp alıveriyor kızımın emziğini, sonra da gayet güzel kendi ağzına takıyor. Kızım da şaşkın şaşkın bakıyor emziğinin arkasından. Anne-baba olarak biz de ağzımın kulaklarımızda seyrediyoruz, sonra da diğer emziği kızımıza veriyoruz. Bakalım gelecekteki günlerde neler göreceğiz.

14 Nisan 2011 Perşembe

Aslında yazmayacaktım ama...

Aslında yazmayacaktım çünkü çok içim acıdı bu olaya. Başkalarının da içi acır muhakkak, insanların içini karartmayayım dedim ama öğrendim ki bu hafta (14-20 Nisan) Şehitler haftasıymış, yazayım dedim. Ben anne olduktan sonra televizyonda annesine, babasına sarılan çocuk gördükçe, annesinden ayrılan çocuk gördükçe, haberleri izledikçe içim daha çok acımaya başladı, gözlerim dolmayı bırakıp direkt ağlamaya başladılar. Şehitlerimizle ilgili herşey içimi acıtırdı zaten ama dedim ya, artık daha çok etkileniyorum.

Dün babamla birlikte çarşıdaki 1-2 işimi halletmeye indik. Eskişehir'deki şehitlik evimizin yakınındadır. Babamın 2 arkadaşı yatar orada. Gelip geçerken hem onlar hem de diğer şehitler için hep fatiha okurdum ama hiç içine girmemiştim. Dün içeri girelim dedim babama. Önce liseden de sınıf, hatta sıra arkadaşı olan ve pilotluk eğitimi alırken şehit olan arkadaşını ziyaret ettik. Talebe Pilot yazıyordu mezar taşında. Kimbilir ne hayalleri vardı kokpite girdiğinde. Ama artık sadece bir mezar taşında adı ve ölüm tarihi yazıyor. Öğrenci olduğu için rütbesi bile yok. Yıl 1962. O yıldan bu yana babam Eskişehir'e her yolu düştüğünde uğrar mezarına. Son 6 yıldır daha sık uğruyor evim burada olduğu için.

Bir de devresi var babamın. O da yüzbaşı iken şehit olmuş. Onun mezarına da uğrayıp duamızı okuduk. Bir de tüm şehitler için okuduk ayrıca.

Şehitlik pırıl pırıl, tüm mezarlar bakımlı, üzerlerine menekşeler dikilmiş. Hava Kuvvetlerinin Eskişehir'deki üssü bakıyormuş mezarlara, gurur duydum onlarla.

Biz çıkmadan başında yemenisi olan bir kadın gözüme çarptı. Bir midibüs kullanıyordu, şehit aileleri için ayrılan yere park etti midibüsü. İçinden 2 tane kız çocuğuyla birlikte indi. Birisi 6-7 yaşlarında diğeri sanıyorum 2-3. Terör şehitleri için ayrılan mezarların olduğu yere gittiler. Sanıyorum babaları vardı. O kızların halini görünce içim acıdı. Allah yardımcıları olsun.

Çıkarken bir başka mezar taşı dikkatimi çekti. İki tane isim yazıyordu. İçim iyice tuhaf oldu neden aynı mezarda olduklarını anlayınca.

Şehitlerimizi sadece televizyonda yeni şehit haberi duyunca hatırlıyor, üzülüyor, sonra da unutuyoruz. Aileleri ne durumdadır acaba, giden gidiyor, peki ya geride kalanlar? Yıllar önce iki şehit kızı vardı hatırlar mısınız, ayaklarında birer çorap, perişanlık içinde. Onlara yapılan yardımlar devam ediyor mu acaba yoksa zamanla beraber insanların acıması azaldıkça, yeni şehitler oldukça onların yardımları da mı azaldı?

Tüm şehitlerimize rahmet diliyorum, kalanlara da sabır ve hayatlarını idame ettirebilme kuvveti.

12 Nisan 2011 Salı

Hangisi olsun?

Dün yürüyüşe çıkmıştım. Eskişehir'de Porsuk üzerinde bol bulunan köprülerimizin birinin üzerinden geçerken suya atılmış siyah bir gitar gördüm (Parlak ama ısıtmayan güneşin altında metalik gri görülüyor, ama aslında siyah). Akşam kocama bahsettiğimde "Eskişehir'de sanatın sonu" dedim. Kocamsa "bilakis, biz Eskişehirliler sanatla o kadar iç içeyiz ki her yerde görebilirsin" dedi. Sizce bu resme hangi ifade daha uygun? :)

10 Nisan 2011 Pazar

İkiz bebek arabası konusunda bana yardım eder misiniz?

Bebeklerimize hala bebek arabası almadık. 6. aydan sonra alırız diye düşünmüştük. Bebeklerim kış bebekleri olacakları için havalar soğuk olacak diye daha erken almaya gerek görmemiştik. Gerçekten de sadece bir kez dolaşmaya çıkabildiğimiz (kangurularla) düşünülünce çok erken almamıza gerek yokmuş diyebilirim. Diyeceksiniz ki "ben çıkmıştım daha erkenden". Ben cesaret edemedim açıkçası. Tek bebeğim olsa belki ama iki tane olunca havaların ısınmasını beklemek istedim. Bir de apartmanıızın girişindeki merdivenler düşündürüyor beni. 8-10 basamakla giriliyor apartmana. Yani tek başıma çıkma olasılığım sıfır. Yanımda mutlaka biri daha olmalı ki bebekleri oturttuğumuz arabayı birlikte indirelim-çıkaralım ya da birisi bebekleri kucağına alsın ben de arabayı indireyim. Tekli iki araba alsak yine aynı sorun, mutlaka iki kişi çıkmalıyız evden. Oysa apartmanın önünde basamaklar olmasa bindiririm yavrularımı arabalarına, evden asansöre oradan da hop dışarıya. (Arkadaki bir site aynı benim istediğim gibi bir girişe sahip, görünce imrendim o kapıya resmen. Bir yerden para çıksa da kendi evimizi alsak istediğimiz gibi). Bebek arabaları çeşit çeşit ama ikiz arabası olunca fazla çeşit yok. Karar verdiğimiz en önemli şey arka arkaya mı yoksa yan yana mı olsun oldu. Arka arkaya bebek arabası olan ikiz annesi bir arkadaşım arkada oturanın öndekinin kafasına vs. vurduğunu söylemişti. Bu durumda yan yana olanı almaya karar verdik. Tabii asansöre, eve girmek için kapılardan sığabiliyorsa araba. Alışveriş merkezlerinde asansör vs. de cabası. Şimdilik Kraft'ın bir modelinin üzerinde duruyoruz, büyük ihtimalle de onu alacağız. Ama almadan önce ikiz annesi veya ikiz annesi tanıdığı olan blogdaşlarıma tecrübelerini sormak istedim. Karar vermeme yardımcı olur musunuz?

Bloglara noldu böyle?

Daha önce de kapatılıp açılmıştık ama bu kadar sinir bozucu olmamıştı. Bu sefer asıl darbe vuruldu, sinir bozukluğuna daha fazla dayanamayan ya da "bir kez oldu, haydi o neyse de yine olduğuna göre ileride mutlaka yine olacaktır diye düşünen pek çok kişi wordpress'e, tmbler'a göç etti. Daha önce de gidenler olmuştu ama ayrılık kısa sürünce geri gelmişlerdi. Bu sefer ayrılık uzun olunca gidenler gittikleri yere alıştılar, blogspot artık yavan gelmeye başladı. Herkes tek tek "artık şuradayım, buraya gelmem, bunu kullanmak daha kolay" diye yazılar yazmaya başladı. Takip ettiğim bloglarda çok fazla aktivite görmeyişimin nedeni bu olsa gerek. Yine de böyle olmamasını, sadece işlerinin yoğun olduğunu ve post giremediklerini düşünmek istiyorum. Ben hala buradayım, belki ilk göz ağrım olduğu için, belki de başka bir sisteme adapte olacak zamanım olmadığı için. Bir sonraki kapatmaya kadar böyle. Bakalım sonrasında neler olacak.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Kitap okuyamıyorum, çok şikayetçiyim

Eskiden çok güzel kitap okurdum ben. Ankara'da Dost Kitapevi (Yüksel Caddesi'ndeki) favori kitapçımdı. Ara sıra, özellikle de fakültede bunaldıkça gider kendimi kitapların içinde kaybederdim. Takip ettiğim yazarlar yeni bir şeyler yayınlamış mı diye bakar, diğer yeni çıkmış kitapları gözden geçirir, uzun uzun vakit geçirir, sonunda da okumayı planladığım kitaplarla çıkardım. Evde bir sürü okumayı bekleyen kitabım olurdu. Fakülteye gidip gelirken oturma fırsatım varsa eğer otobüste okurdum, otobüsü beklerken okurdum, eve geldiğimde de mutlaka biraz göz atardım. Sonra cumaları Eskişehir'e evime giderken yanımda hep bir kitabım olurdu, dönüş yolunda da mutlaka ya aynı kitap ya da bir başkası. Ya şimdi? Eski ben gitti, yerine sadece okunmayı bekleyen kitaplarına bakan başka bir ben geldi. Siyah Süt'ü 13 Ağustos 2008 tarihinde almışım mesela. Hamile kalınca okuyayım, düşükten sonra okuyayım, doğumdan sonra okuyayım derken 5 ay oldu doğum yapalı ama kapağını açmaktan öteye gidemedim. Diğer kitaplarım da aynı şekilde maalesef. Arada Alacakaranlık serisini okudum, Harry Potter'ları tekrar elden geçirdim, merak ettiğim başka kitapları da okudum, o kadar dramatik değil durum ama istediğim seviyede olmadı bir türlü. Hamilelikle birlikte ilgim anne-bebek-hamilelik kitaplarına kaydı. Doçentlik için çalışmam gerekirken onları okumaya başladım ve maalesef şimdi onları bile okumuyorum. Sürekli bir koşuşturma, gözlerin acıması, uykunun gelmesi vs. vs. Hep bir bahanem var. Ama anlaşılan çok özlemişim okumayı ki bebeklerime okuduğum, çok iyi bildiğim masalları kendimin de inanmadığı bir şevkle okuyorum. Aslında bebeklerimin ilgisini bu aralar sadece ses tonum çekiyor, ne okuduğum değil, onlara okuyor süsü vererek kendi okumak istediğim kitaplarımı okusam mı acaba? Yeni okunacak ve eskiden okunmuş ama tekrar okumak istediğim o kadar çok kitap var ki, böyle bir çözüm en iyisi olacak galiba. Yoksa doçentliğe iyice çalışmam gereken bu günlerde okunmayı bekleyen kitaplar başka bahara kalacak (ama hangisine, işte bütün mesele de bu). :(

8 Nisan 2011 Cuma

Zaman, gözler, saçlar

Zaman hızla geçiyor. 35'ten sonra daha hızlanır demişlerdi, fark etmedim. Çocuk olduktan sonra hızlanır şeklinde düzeltilmeli bu laf. Gün öyle hızlı geçiyor ve bebekler öyle çabuk büyüyorlar ki inanılmaz. Yarın miniklerim 5 aylarını bitirmiş olacaklar. Artık kocaman bebek oldular. Her gün ne kadar değiştiklerini görmek, onlarla birlikte olmak harika bir şey. Allah tüm isteyenlere versin. Bebeklerimiz doğmadan önce kime benzeyecekler, nasıl olacaklar diye merak eder dururduk. Doğduktan sonra da gözleri ne renk olacak, saçları anneye mi babaya mı benzeyecek diye merak etmeye başladık. Oğlumun gözlerinin kahverengi olacağı belliydi. Kızımınkilerin açık olma ihtimali vardı sanki. Babaanne mavi, hala ela gözlü olunca bir ihtimal var demiştik. Ama artık kesinleşti gibi. Oğlumun koyu kahverengi gözleri olacak, üstelik babasının ve annesinin kahverengi gözlerinden de koyu. Siyaha yakın, beyaz tenle harika duran gözleri olacak maşaallah. Kızımın ise annesi gibi orta koyulukta kahverengi gözleri olacak anlaşılan. Açık kumral saçlarına uygun, çok güzel gözleri olacak. Saçlara gelince. Pırasa gibi saçlarından bunalarak 10 yılda bir perma yaptıran sonra da bir daha perma yaptırmayacağım diye sözler veren ben bebeklerimin (en azından kızımın) hep babası gibi kıvırcık saçlı olmasını isterdim. Hafif dalgalı da olabilirdi mümkünse. Eğer ileride değişmezse (bilmiyorum artık değişir mi) oğlum annesi gibi pırasa saçlı olacak. Kızımın sarı pırıltıları olan kahverengi saçları ise galiba kıvrılıyor. Nasıl bir dalgası olacağını merakla bekliyorum. Çenelerde babalarınınki gibi çukur yok, keşke olsaydı, babalarının çenesine bayılıyorum çünkü. Çenede ben baskın çıkmışım anlaşılan, ikisi de benden almış. Şu genetik ne menem birşey böyle, insanı hayretlere gark ediyor :)

3 Nisan 2011 Pazar

Çok mu erken?

Geçen hafta kocamla hastaneye gidip doktorumuzla konuştuk yine. Daha önce kızımın kakasının mukuslu ve kanlı olduğunu, tahlilde birşey çıkmadığını, inek sütü proteinine alerji olabileceğinden keçi sütü içeren mamaya geçtiğimizi yazmıştım. Kızım son kontrolünde beklenen kilonun biraz altında kaldığı için doktorumuz Milupa'nın Pregomin AS mamasını kullanmamızı önerdi. Bu mama için rapor çıkarılabiliyormuş, "bir tane deneyin, eğer beğenir de yerse ona göre rapor hazırlayalım" dedi. Rapor çıkınca belli bir miktarı devlet karşılıyormuş. Hemen bir tane aldık (mamanın kutusu 120 lira civarında, Allah almak zorunda kalıp da alamayanlara yardımcı olsun). Kokusu korkunç, tadı ekşi, zavallı kızım benim, baktı ki başka şey vermiyorlar yemeye başladı. Ben olsam içmezdim doğrusu. 1-2 gün daha deneyip sonra da rapor için doktorumuza uğradık. Aslında keçi mamasına devam edebilirdik, çok fazla kilo almamasının nedeni bana göre kızımı en azından geceleri emzirmek istememdi. Kızım iki kez kalkıp meme emiyordu ama sanıyorum ancak 50-60 ml süt geliyordu (Oysa her seferinde 120-135 ml kadar mama içebiliyordu.) Sağıp versem ne kadar içtiğini kesin olarak bilebilirdim. Yine de doktorumuzun tavsiyesine uyalım dedik ve diğer mamaya başladık. İnek sütü proteini alerjisinde kanamanın neden olduğunu öğrendim. Bağırsaklarda villuslarda minik sivilceler olulurmuş ve onlar kanarmış. Ayrıca bebeklerin kafasında da konak olurmuş. Gerçekten de önceleri kızımda çok az konak vardı, oğlumda daha çoktu. Ama son zamanlarda zeytinyağı-karbonat yapa yapa oğlumda iyice azalırken (artık tamamen geçti), kızımda bu bakıma rağmen artmaya başlamıştı. Bakalım bir sonraki kontrolde doktorumuz ne diyecek, şimdiden merakla bekliyorum. Hastane dönüşü yakındaki alışveriş merkezine uğradık kocamla yine. Oradaki bir kitapçıya takıldık. Hemen girişte 3 tanesi 5 liraya ingilizce kitaplar satılıyordu. Satage 1'den 6'ya kadar masallar ve klasikler ardı, inanamadık. Yavrularıma Cinderella, Tom Sawyer, Hansel ve Gretel, Pinokyo'nun Maceraları, Peter Pan, Küçük Kirbitçi Kız, Kırmızı Başlıklı Kız ve daha hatırlayamadığım pek çok kitap aldık. Yatırdığımda birer birer okumaya başladım. Oğlum daha meraklı, neşeyle dinliyor beni. Ya da onunla konuştuğumu sanıyor bir de kitabın arkasındaki resim ilgisini çekiyor (Ben ilkine inanmayı tercih ediyorum). Çok erken diyebilirsiniz, hatta neden İngilizce diye de sorabilirsiniz. Dil merkezleri küçük yaşta öğrenilen, duyulan şeylere ileride yatkınlık gösteriyor diye düşündüğüm için. Bebeklerim İngilizceye de aşina olsunlar, ileride çabuk öğrensinler diye. Arasıra da konuşuyorum onlarla. Bir süre sonra da arkamda "Would you?" diyerek benimle dalga geçen kocamı buluyorum. İkimiz de kahkahayı basıyoruz sonrasında.

29 Mart 2011 Salı

Cumartesi gezisi

Geçenlerde ablam (görümcem) kendi çocuğu için yıllar önce aldıkları ancak kullanamadıkları kanguruyu verdi bize. Kanguru çok pratik olsa da bazı bebeklerin pek hoşlanmadığını okumuştum bir yerlerde. Bir deneyelim bakalım ne olacak dedik. Bizim oğlan bayıldı. Babasıyla evin içinde saatlerce o halde dolaştılar, aynalara bakılıp kahkalar atıldı. Kızımızı da koyduk sonra içine, oğlan kadar tezahürat yapmasa da kenarını yalamaya çalışarak sevdiğini göstermiş oldu. Perşembe günü doktor kontrolümüze giderken kanguruyu da aldık yanımıza. Amacım hastanenin yakınındaki alışveriş merkezine gidip kendime bir kot pantalon almaktı. Kanguruyla gezeriz diye düşündük. (Bu aralar bebekleri teker teker farklı tarihlerde kontrole götürüyoruz, gayet rahat oluyor, artık içim ilk seferkindeki gibi de burulmuyor). Artık hamilelik pantalonlarımın iyice üstümden döküldüğü, eski kotlarımın ise göbek nedeniyle kapanmadığı bir dönemde olduğum için yeni bir pantalon almak zorunlu hale gelmişti. Kızımını kanguruya oturrttuk, ben mağazada pantalon denerken babasının kucağında uyumuştu bile yavrum. Alışverişimizi yaptık, hatta madem çok sevdiler, gelmişken bir tane daha alalım dedik bir kanguru daha aldık. Haftasonu havalar güzel olursa biraz dışarı çıkarız diye konuşarak eve geldik. Cumartesi hava çok güzeldi. Planımızı uygulamaya koyduk. Bebeklerimiz uykularını aldılar, yemeklerini yedirdik, altlarını temizledik, sıkıca giydirdik, kangurulara oturttuk ve kendimizi önce karşıdaki parka attık, sonra da şöyle bir dolaştık. Güneşten rahatsız olup gözlerini kısmaları haricinde sıkıntıları olmadı. Kucağımızda birer çocukla biz de çocuklar gibi şendik. Yoldan geçenler ikiz görmeye alışık olmayınca bize bakıp durdular, bebeğini arabayla gezdirmeye çıkan anneler durdurup kolay gelsin dediler, görmemiş ebeveynler olarak birbirimizin fotoğrafını çektik. 45 dakika kadar dolanıp eve döndük. Çocuklarım da vitamin karışımında aldıkları D vitaminini ilk defa direkt olarak güneşten almış oldular. Darısı haftaya umarım. :)

28 Mart 2011 Pazartesi

Oynamayın şu saatlerle

Yine saatlerle oynadılar. Bir daha olmayacak dediler, yine yaptılar. Ne kadar tasarruf ediliyor, ne karımız oluyor anlamıyorum. Bir gün de deseler ki, "kardeşim karımız-zararımız şu, o yüzden saatlerle oynayıp duruyoruz". Dediler de ben mi kaçırdım yoksa? Oynamayın kardeşim, 1 günlük tasarruf olacak diye milyonlarca insanın iç dengesini bozmanın ne anlamı var? O tasarrufu yapmanın başka yollarını bulalım. Haydi biz alışırız, adapte oluruz kısa sürede, peki ben bebeklerime nasıl anlatacağım bu durumu? "Doktor randevumuz sabah erkenden ama saatleri ileri aldığımız için siz bir saat az uyuyacaksınız" desem anlar mı onlar? Sonrasındaki huysuzluğu, uyumamak için direnmeyi vs. nasıl aşacağım? Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkilileri mi gelip uyutacak bebeklerimi. Yapmayın kardeşim ya, oynamayın şu saatlerle. Haydi ben kendi açımdan düşünen bencil biriyim, kabul. Ama yukarıdaki karikatürü ararken (telif hakkı nedeniyle sonradan kaldırdım sanatçıya ayıp olmasın diye) gördüğüm yazılara ne diyeceksiniz? Özellikle saatlerin ileri alındığı günün ertesinde araba kazalarının arttığından bahsediyorlar, rakamlar veriyorlar, daha pek çok örnek vs. Yapmayın kardeşim ya, iç saatimiz alt üst oldu yine.

25 Mart 2011 Cuma

Özel bölüm

Hani dizilerde o haftaki bölümü çekemediklerinde veya karşısında milli maç falan olduğunda özel bölüm adı altında eski bölümlerden bir derleme sunuyorlar ya, bloglarda da böyle olsa ne güzel olurdu. Mesela ne zamandır girip yazmak istiyorum ama ya fırsatım olmuyor ya da fırsat bulduğumda hala tam kaldırılamayan yasak yüzünden bloguma giriş yapamıyorum. İşte böyle zamanlarda blogspot önceki yazılardan rastgele olarak otomatik bir blog postu hazırlayıp yayınlasa fena olmaz mı? :)

19 Mart 2011 Cumartesi

Dönüşüm muhteşem olacak

Bloglarımıza döndük galiba, daha doğrusu bloglarımız bize geri döndü. Bu seferki uzun ömürlü olur umarım. Bloglar geri döndüğüne göre bir geri dönüş de ben patlatayım bari. 67 kilo ile başladığım hamilelik maceramı 82 kilo ile bitirmiştim. İkiz gebelik için gayet iyi bir rakam. Doğumdan hemen sonra 10 kilosu şak diye gitmiş, aralarda 70 küsürleri bile görmüştüm. Karnım sanki içeride bir bebek unutulmuş gibi şişti gerçi, hala da şişlik var (eskisi kadar olmasa da) ve kilom biraz daha artıp 73'e dayandı. Emzirmek kalori kaybettiriyor ama ben oğlumu emziremiyorum, kızım da sadece gece emiyor, gündüz çok denedim, suratıma bakıp gülüyor tatlı kızım. Emziremedim, sütüm azaldı. Pompam bozuldu sağamadım, sütüm azaldı. En önemlisi de su içemedim sütüm azaldı. Oysa ne hayallerim vardı, neyse.

Şimdi amacım süt üretimimi artırmak. Still Tee, tahin, malt içeceği, ayva hoşafı, bilimum şey deniyorum ama en önemli bileşen olan su olmayınca olmuyor. Su içmeyi artırmalı ve kilo vermeliyim. Hamilelik boyunca ağrımayan dizim ve belim (biraz oldu ama o kadar sayılmaz) bugünlerde kendilerini hissettirmeye başladılar.

O zaman eski kotlara, giysilere, ağrısız diz ve bele geri dönmeli, bebeklere de süt vermeli :)