29 Ekim 2010 Cuma

Hamaratım bu aralar

Bu aralar pek bir hamaratım. Koca göbeğimle birlikte top kekler (muffin), poğaçalar yapıyorum. Değişik tarifler denemeye çalışıyorum. (Bebekler gelmeden önce pratik tarifler öğrenme telaşı herhalde.) Bir sürü yemek kitabım var ama nedense internet sitelerinden, bloglardan tarif bakmak daha hoşuma gidiyor. Kişilerin ve okuyucların kendi yorumları da olduğu için sanıyorum. Mesela bu sabah pancake yapayım dedim. Krep ya da akıtma adıyla yaptığımızın Amerikan usülü. Salıncakta 2 Kişi sağolsun geçenlerde tarifini vermişti, hemen oraya gidip tarife ulaştım. Biraz modifiye ederek (kıvam açısından ağız tadımıza uygun olsun diye, yoksa tarif gerçek pancake tarifidir) yaptım ve afiyetle yedik. Ellerine sağlık diyor, teşekkür ediyorum kendisine.


Geçenlerde Ebru Şallı ile yapılmış bir röportajı okudum. Doğumdan sonraki ilk fotoğraf çekimiymiş aynı zamanda. Süt için bol su içtiğini ve sütlü tatlılar yediğini söylüyordu. Sütlü tatlı deyince kafamda sütlaçlar ve sütlü irmik tatlıları uçuşmaya başladı nedense. Sütlacı sonraya bırakıp sütlü irmik tatlısına girişieyim dedim. İnternette bir sürü tarif var. Annem de pek güzel yapar gerçi ama nedense yine internete baktım. Pek çok tarif arasından en hafif olanını buldum sanıyorum. Bir forumdan bulduğum bu tarifi yazıyorum.

2.5 bardak süt
Yarım bardak su
Yarım bardak irmik
Yarım bardak toz şeker
Yarım paket vanilya
1 adet rendelenmiş limon kabuğu (ben koymadım)



İrmik, vanilya ve isterseniz limon kabuğu rendesini bir tencereye koyup üzerine süt ve suyu ekleyin. Muhallebi kıvamına gelmeye başlayınca şekeri de ekleyip karıştırmaya devam edin. Sonrasında bildiğiniz gibi kaplara dökün, üzerini süsleyin falan filan.


4 kişilik bu tarif yazarın dediğine göre porsiyon başına 160 kaloriymiş. İçinde yağ olmaması bence süper. Hatta yarım yağlı süt kullandığım için kalorisi daha da düşük olmalı. Soğuyunca afiyetle yiyeceğim kendilerini. Yaparsanız size de afiyet olsun.

Kutlamalar

Bugün 2 kutlamam var. Birisi elbette ki Cumhuriyetimizin 87. yılı için. Nice yıllara diyorum ama Cumhuriyetimizin ve Atatürk'ün kıymetini bildiğimiz yıllara...

2. kutlamam Deniz için. İyi haberleri var Deniz'in bizlere. Yine de dualarinizi, iyi dileklerinizi eksik etmeyin.

Her günümüz iyi haberlerle, iyiliklerle, güzelliklerle dolu geçsin.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Beşik kertmesi

Hayır hayır, bebeklerimi kertmiyorum, onlarla ilgili değil bu. Gerçi beşik kertmesi yapacak olsak etrafta pek çok bebek var kertilecek. Geçenlerde bir belgesel izlemiştim, onunla ilgili bu. Yazayım derken unutuyorum hep, ancak aklıma geldi.

Yabani hayatla ilgili bir belgeselin çakallarla ilgili bölümüne denk gelmiştim geçenlerde. Anlatıcının dediğine göre çakallar yavrularını tek başına değil, ilerideki eşleriyle birlikte büyütürlermiş. Çakallar çift olarak avlanırmış, onun için küçükten birbirlerine alıştırıyorlar demek ki. Beşik kertmesi değilse nedir bu?

:)

26 Ekim 2010 Salı

Yoğun bir gün

İzne ayrıldım ama bu proje işleriyle ilgilenmeme engel olmuyor. Ara rapor verme zamanımız geldi yine. Önceki raporları da ben hazırladığım için konuya hakim olduğumdan izne ayrılırken hocama endişelenmemesini söylemiş, bir sonraki raporu hazırlayacağım garantisini vermiştim. Bebeklerim de sağolsunlar erken gelmeyerek annelerine yardımcı oldular ve raporu tamamlayıp imzalanmak üzere hocama gönderebildim. Üzerimden büyük bir yük kalktı böylece. Ah bir de doçentlik sınavı için ders çalışabilsem :(

Son bir alışveriş daha yaptım bugün. Hala fotoğraflarını koyamadığım alışverişlerimden sonra kalan tek eksiğim süt pompasıydı (süt saklama poşetlerimi daha önce almıştım). Onu da özellikle almamıştım çünkü hediye gelecekti. Bölümdeki hocalarım ve arkadaşlarım yardımcı doçent atamam nihayet yapıldığı için bana bir hediye almak istiyorlardı. Genelde bilimsel aşamalarda çalışma konusuyla ilgili kitap, kalem, çerçeve vs. alınır ama benim durumum farklı olduğu için bebeklerin işine yarayan birşey alalım dediler sağolsunlar. Böylece rayiç olarak belirlenen miktarı bana yolladılar, ben de üzerine ekleme yapıp ne zamandır araştırdığım, kullanıcı yorumlarının gayet iyi olduğu Medela pilli ve elektrikli süt pompamın siparişini verdim.

İkiz bebeklerim olacağı için sütümün yetip yetmeyeceğini bilmiyorum. İki farklı görüş var hekimler arasında. Bazıları yetmeyeceğini, gıda takviyesi yapılması gerektiğini söylüyor, diğerleri doğanın bunu da hesaba katarak anneye bol süt vereceğini. Bildiğim kadarıyla süt için yapılacak şey bol su içmek ve bebeklerin emmesi. Süt emildikçe yenisinin oluşması için annenin beynine uyarı gidiyor, böylece daha fazla süt üretiliyor eğer yanlış bilmiyorsam. Bunun için de yapılacak şey bebekler ilk etapta emmese bile sütü bir şekilde boşaltmak, ki yenisi yapılabilsin. İşte pompa burada devreye giriyor.

Teorikte canavar gibiyim ama pratiği yaşayarak göreceğiz tabii. :)

25 Ekim 2010 Pazartesi

35+6

Bugün yine kontrolümüz vardı. Artık doğum yaklaştığı için kontrollerimiz de sıklaştı. Kontrollerde özellikle plasenta yaşlanmama bakıyor doktorum. Şimdilik herşey normalmiş, ama haftaya tekrar görmek istedi. Hem haftaya sezaryen günü de kesinleşecek. Plasentanın durumuna göre karar verilecek sanıyorum. Calgon esprim bu sefer aklıma gelmedi neyse ki.

Bebekler normal, biraz kilo almışlar, ikisi de 3 kiloya yakın sanıyorum. Asıl bakılan şey Doppler (plasentadaki kanlanma durumu) olduğu için ölçümlerle fazla uğraşmadı doktorum.

Bu hafta doktorum kongrede olacak. Bebeklerime o yokken gelmemeleri için telkinde bulunuyorum. Rahatları yerinde görünüyor zaten, çıkmaya niyetleri yok gibi, ama belli olmaz elbette. Doktorum "işten çıktığımda hiçbir şey yokken 2 saat sonra doğuma girmiştim ben de, suyun gelirse doğum başlar" dedi. O yokken olmaz umarım, ama olursa da yapacak birşey yok tabii ki. Ben bebeklerimin söz dinleyeceğine inanıyorum. Annelerini kırmaz onlar.

Hala bebeklerime aldığım yatağın vs. fotoğraflarını koymadım biliyorum ama içimden gelmiyor açıkçası. Deniz'den iyi bir haber duymayı bekliyorum. Umarım herşey yolundadır. Kızlar güçlü olur ne de olsa.

22 Ekim 2010 Cuma

Deniz (affına sığınarak yazıyorum, belki daha çok kişiye ve iyi dileğe ulaşırız)

Aslında bloguma yazı yazmak için girip öncesinde takip ettiğim blog arkadaşlarım neler yazmış diye bakındığımda kafamda bambaşka şeyler vardı, böyle bir haber almayı beklemiyordum. Özellikle yorumlarda bol bol yazıştığımız, benden yaklaşık 10 hafta kadar sonra doğum yapacak olan Deniz arkadaşım 4 gün önce 27 haftalıkken erken doğum yapmış. Çok şaşırdım ve üzüldüm ama minik kızının yaşam mücadelesinden galip çıkacağına tüm kalbimle inanıyorum.Yazısı için linke tıklayabilirsiniz. Siz de dualarınızı esirgemeyin olur mu?

20 Ekim 2010 Çarşamba

35+1 ve kargom

Bir arkadaşım son zamanlarda iyice şişeceksin demişti, gerçekten de öyleymiş. Ayaklarımdan sonra ellerim de iyice şişmeye başladı bugün. Hatta ağız mukozam bile şişiyor da konuşmam pelteleşiyor gibi geliyor bana. Onun haricinde bir sıkıntım yok neyse ki. Paytaklığım iyice arttı, göbek açık ara önde gidiyor. İyice komik görünüyorum :)

Kargomun bir parçası daha nihayet geldi. El ayak izi çerçevelerinin bu kadar büyük olduğunu farketmemiştim internet sayfasında. Meğerse kocaman şeylermiş. Uyku setim ise pek şirin ama içinden çıkması gereken yastığı çıkmadı. Hemen firmaya yazdım, bir de telefon ettim. Bakalım ne olacak. Fotoğrafını henüz çekmedim, çekince koyacağım. Daha doğrusu çekmeye, bilgisayara aktarmaya üşeniyorum diyelim. Kocam gelince ondan rica ederim :) Son dönemlerde üşengeçlik de başlıyor anlaşılan.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Gıcığım

Show tv'deki dizi tanıtımlarına denk geldiniz mi hiç? Gelmemeniz mümkün değil çünkü insanı bayıltana kadar gösteriyorlar. Önce Lale Devri vardi, şimdi Karadağlar ve Güneydoğu Hikayeleri. Zaten aşırı dizi seyreden biri değilim, ama bunları izleyeceğim varsa bile asla izlemezdim sanıyorum. Jenerikleri, fragmanları baydı beni. Bu kadar tanıtıma ne kadar ömürleri olacak merak ediyorum doğrusu. Bir diğer gıcık olduğum şey de yine aynı kanalın neredeyse tüm diziyi gösterecek şekilde verdiği haftaya şu-bu olacak fragmanları. Çok sık, çok uzun, insanı izlememeye itiyor ister istemez. Ya da ben çok cinsim, herşeye gıcık oluyorum.

Benim köşe bucak kaçtığım bir sürü dizinin bir sürü izleyicisi var ve insanlar hayatlarını dizilere göre ayarlıyor, çok ilginç. Milliyet gazetesinin cumartesi ekinde okur köşesi var, insanlar orada çatır çatır yok Kurtlar Vadisi daha iyi, yok Aşk-ı Memnu şu kadar reyting aldı, o daha iyi oyuncu, bu onun eline su dökemez diye kavga ediyor, inanılmaz. En garibime giden de özellikle Fatmagül'ün suçu ne başladıktan sonra internet ortamında Beren Saat için yazılan "Behlül'leyken iyiydi, oh olsun, haketti bunu" şeklinde daha hafifleterek yazabildiğim yorumlar. İnsanlar ne zaman dizilere bu kadar kaptırdılar, kendileri de gerçek hayattan koptular da dizi oyuncularıyla rolleri özdeşleştirmenin ötesine geçtiler anlamıyorum.

Çok saçma çok.

17 Ekim 2010 Pazar

34+4

Dün kontrolümüze gittik binbir heyecanla. Bebeklerimizi görmeye çalıştık ama artık yerleri o kadar daralmış ki onun kolu, bunun eli , bacağı derken güzel bir fotoğraflarını alamadık bir türlü. Olsun, sağlıklı olduklarını öğrendik ya, daha ne isteriz.

Kızım baş pozisyonunda ama oğlum makat. Kalan süre ve yerin darlığını dikkate alırsak yavrumun dönemeyeceği kesin. Bu durumda sezaryen olacağım kesinleşti. Zaten aksini düşünmüyordum, hazırdım sezaryen fikrine, sürpriz olmadı.

Bebeklerim toplamda 5 kiloyu geçmiş. "Şu anda bile doğsalar yaşarlar" dedi doktorum. Yine de 3-3.5 hafta daha beklemelerini istiyoruz. Tarihe gelince, bayramdan önce doğacakları kesinleşti ama ne zaman olacağı henüz belli değil. 10 gün sonra bir konttolümüz daha var, herhalde az çok belli olur.

Bu arada kiloma yine dikkat etmem gerekiyor, bir de erken doğum belirtilerine karşı uyanık olmam. Plasenta yaşlanmam vardı, birazcık daha ilerlemiş. Plasentanın kireçlenmesine verilen admış bu. "Şu aşamada çok önemli değil" dedi doktorum, ama dikkat etmemiz gerekiyormuş yine de. Eve gelince internetten baktık, bu durum son 3 ayda normal kabul ediliyormuş. Ama bebeğe giden kan ve oksijen seviyesinde azalma olabildiği için dikkatli olunması gerekirmiş. Yaklaşık 8 aydır dayanan plasentam herhalde bir 3 hafta daha dayanır. Calgon mu içsem acaba gibi iğrenç bir espri geldi aklıma, sustum.

Bayramda bebeklerimi kucağımıza alacağız, ne güzel olacak. Annem artık isimleri de Bayram ve Arife olur dedi. Kocamla dakikalarca güldük. :)

Dün hatalı gönderilen viskon yatağım geldi, küvet hariç diğer siparişimin nihayet temin edildiğini öğrendim. Artık haftaya resimleri çekip size gösterebilirim.

15 Ekim 2010 Cuma

Diğer kargom hala yok

Uyku setim, bebek el-ayak izi çıkarma zımbırtılarım ve küvetim sipariş vereli 2 gün oldu ama hala üretici firmadan bekleniyormuş. Bir süre sonra temin edilemedi diyecekler diye korkuyorum çünkü özellikle uyku setini çok beğenerek seçmiştim. Başka sitelerde de aynısından bulamadım. Yarın belli olur herhalde. Kardeşim, madem temini zor ürünler bunlar, sitenize koyarken teyit etsenize firmadan. Ürünlerin kontrolünü hiç mi yapmıyorlar. İnsan zaman zaman envanter bilgisi sorar, ürün yoksa ona göre kendi sitesini günceller değil mi. Bakalım yarın ne diyecekler.

Yarın doktor kontrolümüz var. Heyecanımız giderek artıyor. Bebeklerimizi görmek ve iyilik haberlerini almak için sabırsızlanıyoruz. Ankara'daki doktorum 28 ve 34. haftaların bizim için dönüm noktaları olduğunu söylemişti. Artık bebeklerim doğsa bile yaşayacak durumdalar ama bizim dileğimiz en az 3 hafta daha beklemeleri. İyice ağırlaştım, artık sadece başparmaklarım değil tüm parmaklarım ağrıyor, otururken uygun bir pozisyon bulamıyorum, tuvalete gidiş sıklığım daha da arttı (bebeklerim mesanemle oynuyor galiba :) ), yemek yerken masaya yanaşamıyorum, telefonla konuşurken bile nefes nefese kalmaya başladım, ayaklarım yine şişmeye başladı ama olsun. Gerekirse yatak istirahatine de razıyım, yeter ki bebeklerim sağlıklı doğsunlar ve erken gelmesinler. Dışarıda hava soğuk, yağmurlu, erken gelip ne yapacaksınız diyorum onlara. Hem uyku setleri de gelmedi. Dursunlar yerlerinde :)

Bu arada kocam bebek el ve ayak izi yerine üç boyutlu el ve ayak maketi hazırlayan bir site bulmuş. Bana internettteki fotoğrafları gösterdi. Minik bir fanus içinde bilekten kesik bir el veya ayak var. İğrendim resmen. İz çıkartmak süper bir fikir bence ama diğeri kesinlikle saçmalık. Siz de görseniz aynı şeyi derdiniz eminim. Daha fazla iğrenmemek için link falan koymuyorum buraya. İçim bir tuhaf oldu yine.

14 Ekim 2010 Perşembe

Kargom geldi

Dün verdiğimiz sipariş bugün elimize geçti. Ana kucağı-oto koltuklarında sorun yoktu ama yatağın tabii ki kurulması gerekiyordu. Öğleden sonra kocamla yatağı kurmaya uğraştık. Kullanma kılavuzundaki resimler ve talimatlar pek açık olmadığı için biraz da deneme yanılma yöntemiyle yatağı kurmayı başardık. Yolladıkları bebek çantaları da pek şeker, pek kullanışlı olacak sanıyorum ileride. Tek sorunumuz hediye olarak gelen viskon yatağın ölçülerinin yanlış olması. Firmayı aradığımda defalarca özür dilediler, iade etmemi, doğru ölçülerde olanı hemen yollayacaklarını söylediler. Bir kez daha puan kazandılar benden.

Bu yatak için internette kapılardan geçmiyor gibi eleştiriler okumuştum ama umursamamıştım. Gerçekten de geçmiyor ama yatağı neden oradan oraya götürmek isteyeyim ki. Gerekirse hafifçe katlar gibi yapar taşırım, o kadar da sorun değil benim için.

Fotoğrafları henüz koymuyorum çünkü yatağın içine aldığım uyku seti henüz gelmedi. O da gelsin, ondan sonra resimlerini koyarım hepsinin.

Kocamla yatağa ve koltuklara bakıp bakıp sırıtıyoruz :)

13 Ekim 2010 Çarşamba

Eksiğimiz kalmadı galiba

Artık son dönemece girdiğimize göre son hazırlıklarımızı da tamamlayalım dedik ve kocamla alışverişe çıktık. Alışverişimiz sanal oldu aslında, internet sağolsun. Bu havada orada burada gezmek yerine en uygun fiyat neredeymiş araştırabildik.

3-4 ay önce, ben daha bu kadar büyümeden, kocamla baktığımız ve beğendiğimiz Kraft marka park yatak ve ana kucağı-oto koltukları vardı. Onların fiyatlarını tekrar araştırdık, daha önce baktığımız yere de sorarak kontrol ettik. Sonuç olarak internetteki bir siteden (www.ozelcan.com) en uygun şekilde aldık. Buranın adını daha önce de duymuştum aslında. Merkezi Ankara-Ulus'ta olan bir şirket. Bir arkadaşım oradan peşin alındığı taktirde oldukça iyi indirim yapıldığı söylemişti. Artık oraya gitme imkanımız olmadığına göre internet sitelerinden alışveriş yapalım dedik. İstediğimiz park yatak en uygun fiyata oradaydı, ayrıca fiyatı daha da uygun hale getiren viskon yatak hediyesi vardı. Bir de üstüne 150 TL ve üzeri alışverişlerde 1 adet Baby Nature bebek bakım çantası veriyorlardı. 2 tane de ana kucağı alacağım için arayıp müşteri temslcisiyle konuştum ve bana iki çanta yollanması hususunda anlaştık. Olmasaydı da siparişi iki seferde verecektim zaten. Bu sayede, hem ilk baktığımız yerdeki fiyattan toplamda 47 lira daha ucuza aldık, hem de ekstra olarak 70-80 liralık yatak ve iki adet 59 liralık çanta almış olduk. Bunları da hesaplarsak eğer 245 lira kardayız, diğer alışverişimiz bedavaya geldi anlayacağınız.

Başka bir siteden de park yatak içine yorganı, yastığı, kenar koruması olan bir uyku seti, bebek küveti ve en önemli şeylerden olan bebeklerimizin el ve ayak izlerini çıkartabileceğimiz hamur setlerinden aldık. Böylece eksiklerimiz tamamlandı. Pardon, şu anda tek bir eksiğim var, emzirme pompası. O da hediye geleceği için eksik sayılmaz aslında.

Şimdi tek beklediğimiz bebeklerimiz. Geldiklerinde herşeyleri hazır olacak yavrularımızın. Heyecanımız günbegün artıyor, bakalım bu son haftalar nasıl geçecek.

12 Ekim 2010 Salı

34+0

Yeni bir haftaya daha başlıyoruz bebeklerimle. Bu cumartesi kontrolümüz var, kendilerinyle görüşmek için sabırsızlanıyorum. 33. haftadan sonra bebeklerdeki kilo artışı tek gebeliklere göre daha az olur diye okudum bir yerde. Bakalım bizim minikler nasıl olacak. Umarım bizi yine şaşırtırlar da iyice gelişirler.

Bu aralar havuç yemeye bayılıyorum nedense. Adam gibi bir şeye aşermedim tüm hamileliğim boyunca ama havuç yeme isteğime engel olamıyorum. Dün havanın da güzel olmasını fırsat bilerek gidip 2 paket havuç aldım (evdekini bitirmiştim de). Bir paketini rendeleyip, yağsız teflon tavada kavurup hafif sarımsaklı yoğurtla karıştırdım (hem A vitamini hem kalsiyum misali) diğer paketi de kütür kütür yiyorum ama neden böyle oldum bilmiyorum. Neyse, bebekler istiyor demek ki.

Havuç demişken, 3-4 ay önce bir fuar vardı AKM'de, neydi şu anda unuttum. Stantların birinde koktelyde yapıldığı gibi dilimlenmiş havuçlar vardı. Beypazarı havuçlarıymış, meğerse Beypazarı'nın havuçları pek meşhurmuş. Ben sadece Beypazarı kurusu ve gümüşü meşhur sanırdım oysa. Hatta stanttaki görevliye havucunun meşhur olduğunu hiç duymadığımı söylemiştim. Geçen gün aldığım paketin üzerine bakınca Beypazarı Havucu yazdığını gördüm. Zaten yıllardır Migros'tan Beypazarı havucu alıyormuşum da haberim yokmuş. Pes dedim kendime.

Bu kadar havuç deyince 1-2 tane yememek olmaz şimdi, gidip soyayım hemen :)

11 Ekim 2010 Pazartesi

Bravo bana

Yapmam gereken bir sürü iş var aslında. Mesela doçentlik sınavını iyice serdim, oturup 1-2 kitaba bakmam, ders çalışmam lazım ama nedense hep bir bahane buluyorum çalışmamak için. Haydi bunu da yapmadım, aldığım onlarca bebek gelişimi vs. kitaplarını okuyup notlar çıkarsam iyi olacak ama bunu da yapamıyorum bu aralar. Peki, kendime soruyorum, asıl yapmam gereken bir sürü önemli şey varken, oturup Harry Potter serisinin son kitabını tekrar okumanın anlamı ne? Son film vizyona girmeden hazırlık yapayım, bir kez daha okuyayım dedim ve haltettim. Sanki film gelince hemen gidebileceğim. Bebeklerin ilk zamanlarında biraz zor giderim sinemaya falan ama yine de okudum işte. Bravo bana. Önceki okuyuşumda herhalde "acaba sonunda neler olacak, vay canına "diye hızlı hızlı okuyup bir güzel ne okuduğumu unutmuşum sonra. Şimdi sindire sindire okudum. Filme gidemeyeceğim ama kitaba iyice hakimim. Bari kitabı sesli oku da bebekler de birşeyler kapsın değil mi (kitap İngilizce bu arada). O da yok. Kendi kendime okudum bitirdim. Ben ne diyeyim şimdi kendime.

Bu arada geçenlerde J. K. Rowling "başka Harry Potter kitapları olabilir" buyurmuş. Tadında bırak be güzelim. Seni de anlıyorum, Alacakaranlık serisi bu aralar daha popüler ama sen sıranı savdın zamanında. Otur başka şeyler yaz. Aklına başka birşey gelmiyorsa, Writer's Block denen şey olduysan da boşver gitsin. 7 kitap + filmlerden kazandığın para yedi sülalene yeter nasıl olsa.

10 Ekim 2010 Pazar

10.10.10

Dünyayı 10.10.10 çılgınlığı sarmış. Bugün evlenenler, sezaryenle bugün doğum yapmak için randevu alanlar, vs. vs. Akşam haberlerde mutlaka bunlara dair haberler verir çok önemli birşey gibi gören televizyon kanalları. Ben şahsen bugün evlenmek veya bebeklerimi doğurmak istemezdim. İki olay da insanın hayatındaki en önemli olaylardan zaten, benim için yeterince önemliler. Dandik bir tarihin önem katmasına ihtiyacım yok. Bebeklerime de sakın bugün gelmeye kalkmayın dedim zaten. :)

9 Ekim 2010 Cumartesi

6. yıl


Aradaki uzaklığa, bazen yalnızlığa, sonuç olarak her türlü olumsuzluğa rağmen 6 yıldır azalmayan, bilakis hep artan sevgimizle birlikte evliliğimizde 6. yılı bitirmiş bulunuyoruz. Şimdiye kadar iki kişi kutladığımız yıldönümlerimizi bundan sonra 4 kişi olarak kutlayacak olmanın heyecanı da var bu sene. Mutluyuz, hala aşığız ve yakında kucağımıza alacağımız bebeklerimizle birlikte evliliğimizde farklı bir aşamaya geçeceğimiz için çok ama çok heyecanlıyız.

Nice mutlu yıllara aşkım.

8 Ekim 2010 Cuma

Soğuk bir güne daha uyandık

Soğuk ve karanlık bir sabah içimi nasıl da sıktı anlatamam. Dışarıya baktığımda gördüğüm tek şey boş sokaklar, rüzgarda sallanan yapraklar, ara sıra geçen arabalar ve gri bir gökyüzü. İnsanlar evlerine kapanmış, dışarıda çalışmak zorunda olanlara kolaylık diliyorum, işleri çok zor ve daha da zorlaşacak.

Yarın 6. evlililik yıldönümümüz. Bu sefer nedense pek heyecanlı değiliz. Artık eskiyoruz biliyorum ama ondan değil, içimizde daha büyük bir heyecan olduğu için. O yüzden birbirimize hediye falan da almadık bu yıl. 3-4 hafta içinde en büyük hediyelerimiz (biraz klişe olacak ama) aşkımızın meyveleri geleceği için ayrıca hediyeye gerek duymadık. Yine de güzel bir yemek hazırlayacak, pastamızı alacağız ve 6 adet mumumuzu üfleyeceğiz. Gelecek seneki kutlamada yavrularımızın da yanımızda olacağını düşünüp mutlu olacağız, onlarla geçecek bir yıldönümünün hayallerini kuracağız.

Bu soğuk günde tüm bunları düşünmek içimi ısıttı. Kalkıp kocama çikolatalı muffin yapayım böylece ev de biraz ısınsın, odalara çikolatalı kek kokusu sinsin. Belki biraz güneş de çıkar, belli mi olur :)

7 Ekim 2010 Perşembe

Bu nasıl iş böyle

Havalar nasıl bu kadar soğudu anlamadım. Yağmurlu, ılık bir sonbahar yaşayamadan soğuklarla karşılaştık iyice. Hatta Balkanlardan kar geliyormuş, şaştım kaldım. Sabah yan apartmandan iki kadının balkondan balkona konuşmasına şahit oldum. Çamaşır yıkamak istediğini ama kurumayacak diye korktuğundan, dışarıya asamadığından bahsediyordu birisi. Diğeri de kaloriferleri yaksınlar artık, çok soğuk oluyor diyordu. Ankara'da 15 Ekim'de yakılır kaloriferler, Eskişehir'de de farklı olduğunu sanmıyorum. Zaten bu gidişle gerçekten de daha erken yakılacak ya da insanlar battaniyeler altında oturup elektrik sobası yakacaklar. Bizim apartman kombili olduğu için herkes kafasına göre takılacak. Herkes anlaşsa da aynı anda yaksak aslında, böylece herkesin sıcaklığı kendine yarar, alt üst katı ısıtmaya çalışmayız.

Benim için havaların soğuması daha dramatik oluyor tabii. Haydi kocamın spor ayakkabılarını giyerek ayakkabı sorununu çözdüm, ama ya giysi sorunu? Evde otururken ne giysem diye dolabımı karıştırdım geçenlerde. Bir sürü, kalın kalın ev giysim var ama tahmin edeceğiniz üzere hiçbiri üzerime uymuyor. Ya altların beli çok sıkı lastikli oluyor ya da çok fazla kilo almamama rağmen dar olduğu için girmiyor. Göbeğimin altında kalsın, az rahatsız etsin desem göbeğim üşüyor. Böyle garip bir dönemdeyim işte. Şimdilik uyan bir pijamam var, onunla dolanıyorum etrafta ve havaların bu halini gördükçe doğum öncesi iznimde olduğum, dışarı çıkmak zorunda olmadığım için de şükrediyorum.

Anne babalar hep sen de anne ol, sen de baba ol anlarsın derler ya, yavaş yavaş anlamaya başlıyorum. Daha şimdiden minik bebeklerimi düşünüyorum. Yazın çok sıcaktı, iyi ki o zaman doğup pişik olmadılar derken şimdi de acaba üşüyecekler mi diye endişe ediyorum. Daha doğmadan böyle yapıyorlarsa insanı kimbilir doğduktan sonra na hale geliniyor. Anne-babaların o müthiş sevgisi büyütüyor çocukları, Peki ya çocuklar? Bunu hak ediyorlar mı? Dün bir haber vardı siz de görmüşsünüzdür. Kocamla küfürü bastık. Yaşlı bir adam trafik kazasında ölüyor ve oğlunu aradıklarında işim var, bilmem neredeyim gelemem diye bir cevap alıyorlar. Bir daha aradıklarında da telefonu açmıyor şerefsiz. Bu evlat da doğduğunda anne-babasına mutluluk verdi, büyütürken üzerine titrediler ve şimdi gelinen duruma bak. Aralarında ne geçtiğini bilemeyiz elbette ama kavgalı, küs bile olsalar insan bir polis arayıp babanız kaza geçirdiği dediğinde iki eli kanda olsa bırakır gelir.

Zamanında doktora çalışmam için 3 aylığına Japonya'da bulunurken babama prostat ca teşhisiyle biyopsi yapılmış, ameliyata girmiş (şükür kurtuldu) ve benim tüm bunlardan ancak döndükten sonra haberim olmuştu. Anne ve babam çalışmamı yarıda bırakır apar topar döner gelirim diye söylememişlerdi bana. Bilmem kaç bin kilometre öteden kızları kalkıp gelmesin (ki gelirdim) diye benden saklamışlardı. Bu adam ise İstanbul içinden gelemiyor olunca bende şafak attı. İnşallah hayırlı evlatlarımız olur ve daha da önemlisi biz onları hayırlı evlatlar olacak şekilde yetiştirebiliriz.

6 Ekim 2010 Çarşamba

33+2 ve 100. izleyici

100. izleyicim dünkü yazımı yazdıktan kısa bir süre sonra geldi. Bilges'e hoşgeldin diyorum. Bir ödülüm yok maalesef, sadece teşekkürlerimi sunabilirim. :)

33. haftayı işlemeye başladık. Yaklaşık 3-4 haftamız kaldı bebeklerimizi kucağımıza almak için. Hep derlerdi ki son ay geçmek bilmezmiş. Hakikaten de öyle. Hem bebeklere kavuşma heyecanı var hem de ağırlaşınca ve evde oturmaya başlayınca zamanın bir türlü geçmek bilmemesi. Fakültedeyken işlere yetişemezdim ve bir çırpıda akşam oluverirdi. Şimdiyse evdeyim ve yapacak iş bulamıyorum kendime. Biraz ıvır zıvır iş yapsam da yoruluyorum zaten. Aslında şu an ders çalışmak için ideal bir dönem benim için ama onu da yapamıyorum. Artık oturamıyorum, yatamıyorum, eskaza yere falan oturduysam ayağa kalkabilmek için ters dönmüş bir kaplumbağa gibi debelenip duruyorum. Ders çalışmama için bir sürü de bahanem var yani, bu gidişle Doçentlik sınavında ne yapacağım bilemiyorum. Neyse.

Bu ay bende 1-2 değişiklik oldu. Doymamaya başladım. Sürekli birşeyler yemek istiyorum. Özellikle geceleri uyandığımda yediğim bir adet muz ve içtiğim bir bardak süt beni kesmemeye başladı. Minik bir sandviç ekmeğinin içine zeytin doldurup afiyetle mideye indiriyorum mesela. Bu son 1 ayda bebekler doğum ağırlıklarının yarısı kadar kilo alırlarmış, herhalde o yüzden sürekli birşeyler yemek istiyorum. Havalar soğuduğundan olsa gerek tatlı yemek istiyorum ayrıca ama yiyemiyorum tabii.

Ayaklarımın şişleri hava soğuyunca o kadar rahatsız etmemeye başladı ama bu sefer de ellerim şişiyor. Sadece şişse neyse, eklemlerim de ağrımaya başladı. Özellikle başparmaklarımı kullanamamaya başladım. Ödem nedeniyle sinirlerin sıkışması neden olurmuş, normalmiş. Bu sayede bir şeyi tutarken veya kaldırırken başparmaklarının ne kadar önemli olduğunu anlamış bulunuyorum.

Bir diğer değişiklik de tırnaklarımla ilgili. Tırnaklarım lise bittikten bu yana uzundur. Cadı tırnağı gibi uzun değiller, yanlış anlamayın. Hafif uzatırım, bilgisayar klavyesindeki tuşlara rahat basamamaya başladığımda törpüler kısaltırım. Üniversitede voleybol oynarken bile kesmediğim, hafif esnek olmaları nedeniyle rahatlıkla halı bile silebildiğim ve birisi bile kırılsa iş yaparken sudan çıkmış balığa döndüğüm tırnaklarımı bebeklerim için kesmek zorundayım. Annem de aynen benim gibidir. Bir ara bana "hiçbir kuvvet tırnaklarımı kestiremedi bana ama ağabeyin ve senin için 2 kez kestim tırnaklarımı, senin bebeklerin için de 3 olacak" demişti.

Artık hamileliğimin ilk 3 ayında oje kokusundan rahatsız olduğum zamanlardan bu yana ojesiz olan tırnaklarım kısacık. Ve ben hemen alışıverdim bu hallerine nedense. Ah annelik, sen neler kadirsin :)

5 Ekim 2010 Salı

Blogumda yeni bir 100

Bu blogu açtığımda bu kadar çok şey yazacağımı düşünmemiştim açıkçası. Ama gerekli ama gereksiz bu yazı dahil 466 yazım olmuş. Bir sürü şey paylaşmışım. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi anlatmışım, hamileliğimden ve sonrasındaki düşüğümden bahsetmişim. Toparlanmaya çalışmamı anlatmış sonraki hamileliğimle iyice hamile bloguna çevirmişim. Nice acılarımı ve ne mutlu bana ki nice mutluluğumu paylaşmışım. "Kendime yazayım" düşüncem daha sonra "bebeklerime anı olsun"a dönüşmüş, bazen günlerce yazmamışım bazen günde 1-2 post girmişim ama hep yazmışım.

Sonuç olarak yazmış da yazmışım. Yazmaya başlarken bu kadar izleyicim olacağı aklıma gelmemişti. Yorum yazan, yazmayan blog arkadaşlarımla birlikte tam 99 izleyicim olmuş. Hepsi sürekli takip ediyor mu bilmiyorum açıkçası. Belki izleyici olup sonra da bakmaktan vazgeçmişlerdir, belki sürekli takip ediyorlardır benim de diğer blogları takip ettiğim gibi. Sonuç olarak 100. izleyicime 1 kişi kaldı. Bakalım kim olacak ya da daha doğrusu 100. izleyicim olacak mı :)

4 Ekim 2010 Pazartesi

Kocamın cebindeki aşk notu :)

Dün kocamla eşyaları, giysileri didikledik. 6 yılda ne çok şey biriktirmişiz ki daha önce de torba torba şey atmıştık. Yine atılacak bir sürü ıvır zıvır çıktı. Daha da çok var ama kocamın hafif grip olması benim de çabuk yorulmam nedeniyle fazla birşey yapamadık. Yine de kışlıkları çıkardık, yazlıkları kaldırdık, bu arada giyilmeyen ama dolapta duran 2 torba giysi ayıkladık. Bugün hepsini kapıcıya vereceğim. İster kendi giyer, ister başkasına verir, ister eskiciye satar, ona kalmış. Neyse, konu bu değil zaten.

Dolapta duran bir çeket-yelek takımı vardı kocamın. Sarar'dan almış zamanında, gayet güzel bir takım ama artık üzerine uymadığı için evlendiğimizden beri dolapta bekliyordu. Yani atılma zamanı çoktan gelmişti. Ceplerinde birşey var mı diye baktığımızda iç cepinde ikiye katlanmış minik bir kağıt bulduk. Bir ajandadan kopartılmış ufak bir kağıt üzerinde pembe renkli bir kalemle "Seni çok seviyorum" yazıyordu. Kimbilir ne zamandan kalmış bir nottu. Kocam ceketi en son üniversitede okurken giydiğini söylemişti. Kimin yazdığını da hatırlayamadı aradan çok fazla zaman geçince. Yazık, üzüldüm kıza. Biz kızlar oraya buraya böyle minik notlar koymayı pek severiz, sevgilimizin notu bulunca mutlu olacağını düşünürüz. O kız da kimbilir neler hayal ederek koydu o notu. Ne bileyim, kocam notu bulunca telefon edecek ya da kıza koşacaktı falan filan. Bunun yerine yaklaşık 20 yıl sonra bulunan bir not oldu ve bir anlamı da olamadı maalesef. Kimdi o kız ve şu anda kimbilir nerede, kiminle evli :)

3 Ekim 2010 Pazar

Walk in one's shoes

İngilizcede birini eleştirmeden önce anlamaya çalışmak için kullanılan bu deyim artık benim için deyimden öte bir gerçek oldu. Havaların soğumasıyla birlikte bütün yaz hayatımı kurtaran 38 ve 39 numaralı terliklerimi giyemez oldum. Hamilelik öncesindeki hiçbir ayakkabım ayağıma girmeyince ve kendimi sinderellanın cam pabuca ayaklarını zorla sokmaya çalışan ablaları gibi hissedince ve tüm ümidimi bağladığım spor ayakkabılarım da beni yarı yolda bırakınca son 1 ayım için bir çözüm bulmak şart oldu. Önümde annemin botlarını giymek ya da kocamın spor ayakkabılarına göz koyma seçeneklerim vardı. Henüz bot giyilecek kadar soğuk olmadığı ve botlar da çok ağır olduğu için kocamın muhtelif spor ayakkabılarına sarmış durumdayım. Eğer sabahları gazete vs. almak için dışarı çıkmış, ayağında kendisine büyük geldiği belli olan spor ayakkabılar olan hafif paytak yürüyüşlü bir kadın görürseniz o benim işte :)


I am walking in my husband's shoes and feeling like a clown but don't give a damn :)

1 Ekim 2010 Cuma

Zohan'a ayıp etmişim

You Don't Mess with Zohan filmini izledikten sonra ne saçma şey bu demiştim. Ama Digitürk'te her gösterildiğinde de oturup seyretmeye devam etmiştim. Oyunculardan mı yoksa filmin saçma olmasına rağmen kendini seyrettirmesinden mi yoksa benim salaklığımdan mı bilmiyorum. Hatta bir ara kocamla Disco Disco Good Good diye ortalarda dolanıyorduk. (Bak buna bayılıyorum işte).

O zaman bundan saçma film olmaz herhalde demiştim ama haksızlık ettiğimi anladım. Dün akşam Zoolander vardı Digitürk'ün kanallarından birinde. Allahım nasıl saçma salak bir filmdi, Zohan'da en azından eh işte diyebileceğiniz bir konu vardı (var mıydı), bu ise tamamen garip bir filmdi. Filmin adını önceden biliyordum ama konusunu bilmiyordum. Ağzım açık seyrettim. Sonunu getirdim mi? Elbette. Bir daha olsa seyreder miyim? Kesinlikle. Adamlar nasıl oluyor da saçma ama bir o kadar da kendini seyrettiren filmler yapıyor anlamıyorum doğrusu. Hele oyuncular? Nasıl oluyor da o kadro böyle bir film için biraraya gelebiliyor? Konuk oyunculardan hiç bahsetmeyeyim bile. Kah David Bowie fırlıyor filmin bir yerinden kah Donald Trump ve karısı Melanie ve daha niceleri.

Sonuçta filmi oturdum seyrettim, hatta ilk 10 dakikasını kaçırmıştım, onu da diğer kanalda başlayınca izledim. Bende bir gariplik var diye düşünerek filmin box office'ine baktım. 28 milyon dolara çekilmiş, herhalde batmıştır diye düşünüyor insan ama 45 milyon dolar ABD'de, 15 milyon dolar yurtdışında olmak üzere toplam 60 milyon dolar hasılat yapmış. Demek yalnız değilmişim.

Bir ara kocamla "en saçma filmler best of"u yapmalıyız. Şimdiden 4 filmimiz var bile. 10'a tamamlanınca yazarım artık.