28 Nisan 2011 Perşembe

Mama sandalyeleri

Artık zamanı gelmişti mama sandalyesi almanın. İnternet forumlarında gördüğüm kadarıyla 9. ayda mama sandalyesi kullanmaya başlayan birçok ikiz annesi keşke 6. ayda alsaydım diyordu. Daha ek besinlere başlamadık ama ben bile düşünmeye başlamıştım çünkü biz yemek yerken artık kucağımıza almamızı istiyorlardı, ana kucakları kesmiyordu. Herhalde ana kucakları alçakta kaldığı için masada neler olduğunu göremiyorlardı. Artık alalım derken babaannemiz bize sürpriz yapıp alıverdi. Herşeyimiz Kraft olduğu için özellikle bu markanın modellerine bakmış sağolsun. Artık gayet güzel, rahat görünen, çok aşırı büyük olmayan, silinebilir oturma yerli, tepsisi çıkabilen, aşağı -yukarı seviyesi ayarlanabilen, tam olmasa da geriye yatabilen, bebeklerim büyüdüğünde yemek sandalyesi gibi kullanabilecekleri mama sandalyeleri var. Yemek masasına bizimle birlikte oturabiliyorlar bir nevi. Ha, oğlum kısa sürede sıkılıyor, kucağa gelmek istiyor, o ayrı. Yemeklerini kendileri yemeye (ya da oynamaya) başlayınca herhalde bu kadar çabuk sıkılmaz.





27 Nisan 2011 Çarşamba

Mutluluk çok değişken

Mutluluk çok değişken bir kavram, kişiye ve zamana özel. Benim için bu aralar mutluluk huzurlu şekilde uyuyan bebeklerimin üstünü örtmek.

24 Nisan 2011 Pazar

Bir ilk daha - 23 Nisan

Dün yine soğuk ve kapalı bir 23 Nisan yaşadık. Dışarıda hava kapalı olsa da evimin içine bahar gelmişti. Bebeklerimin ilk 23 Nisan'ıydı dün. Daha birşey anlamadılar tabii ama ileride büyüyüp anlayabilecek hale geldiklerinde ona Atamızın bu günü onlara hediye ettiğini, dünyada çocuklara adanan tek bayram olduğunu anlatacağım. Çocuklarımla dışarı çıkıp değişik faaliyetlerde bulunacağız, bıcır bıcır konuşup tıpış tıpış yürüyerek 23 Nisan'ı doya doya birlikte yaşayacağız. :)

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.

22 Nisan 2011 Cuma

İkiz bebekler ne zaman birbirini fark eder?

Bebeklerimin birbiriyle ne zaman ilgilenip oyunlar oynamaya başlayacağını çok merak ediyorum, hevesle bunun olmasını bekliyorum. Şimdilik etkileşimler birbirinin elini tutmak (içim eriyor böyle yaptıklarında) ve birbirinin elini yalamak-dişetlerini kaşımak şeklinde. Hatta bir ara (2 aylıkken falan) oğlum kızımın kafasını ısırmaya çalışıyordu, fotoğrafını çekmiştim.

Geçenlerde ise oğlum farklı birşey yapmaya başladı. Kendi emziği yan tarafına düşmüşken kardeşinin ağzında emzik görünce gayet güzel elini uzatıp alıveriyor kızımın emziğini, sonra da gayet güzel kendi ağzına takıyor. Kızım da şaşkın şaşkın bakıyor emziğinin arkasından. Anne-baba olarak biz de ağzımın kulaklarımızda seyrediyoruz, sonra da diğer emziği kızımıza veriyoruz. Bakalım gelecekteki günlerde neler göreceğiz.

14 Nisan 2011 Perşembe

Aslında yazmayacaktım ama...

Aslında yazmayacaktım çünkü çok içim acıdı bu olaya. Başkalarının da içi acır muhakkak, insanların içini karartmayayım dedim ama öğrendim ki bu hafta (14-20 Nisan) Şehitler haftasıymış, yazayım dedim. Ben anne olduktan sonra televizyonda annesine, babasına sarılan çocuk gördükçe, annesinden ayrılan çocuk gördükçe, haberleri izledikçe içim daha çok acımaya başladı, gözlerim dolmayı bırakıp direkt ağlamaya başladılar. Şehitlerimizle ilgili herşey içimi acıtırdı zaten ama dedim ya, artık daha çok etkileniyorum.

Dün babamla birlikte çarşıdaki 1-2 işimi halletmeye indik. Eskişehir'deki şehitlik evimizin yakınındadır. Babamın 2 arkadaşı yatar orada. Gelip geçerken hem onlar hem de diğer şehitler için hep fatiha okurdum ama hiç içine girmemiştim. Dün içeri girelim dedim babama. Önce liseden de sınıf, hatta sıra arkadaşı olan ve pilotluk eğitimi alırken şehit olan arkadaşını ziyaret ettik. Talebe Pilot yazıyordu mezar taşında. Kimbilir ne hayalleri vardı kokpite girdiğinde. Ama artık sadece bir mezar taşında adı ve ölüm tarihi yazıyor. Öğrenci olduğu için rütbesi bile yok. Yıl 1962. O yıldan bu yana babam Eskişehir'e her yolu düştüğünde uğrar mezarına. Son 6 yıldır daha sık uğruyor evim burada olduğu için.

Bir de devresi var babamın. O da yüzbaşı iken şehit olmuş. Onun mezarına da uğrayıp duamızı okuduk. Bir de tüm şehitler için okuduk ayrıca.

Şehitlik pırıl pırıl, tüm mezarlar bakımlı, üzerlerine menekşeler dikilmiş. Hava Kuvvetlerinin Eskişehir'deki üssü bakıyormuş mezarlara, gurur duydum onlarla.

Biz çıkmadan başında yemenisi olan bir kadın gözüme çarptı. Bir midibüs kullanıyordu, şehit aileleri için ayrılan yere park etti midibüsü. İçinden 2 tane kız çocuğuyla birlikte indi. Birisi 6-7 yaşlarında diğeri sanıyorum 2-3. Terör şehitleri için ayrılan mezarların olduğu yere gittiler. Sanıyorum babaları vardı. O kızların halini görünce içim acıdı. Allah yardımcıları olsun.

Çıkarken bir başka mezar taşı dikkatimi çekti. İki tane isim yazıyordu. İçim iyice tuhaf oldu neden aynı mezarda olduklarını anlayınca.

Şehitlerimizi sadece televizyonda yeni şehit haberi duyunca hatırlıyor, üzülüyor, sonra da unutuyoruz. Aileleri ne durumdadır acaba, giden gidiyor, peki ya geride kalanlar? Yıllar önce iki şehit kızı vardı hatırlar mısınız, ayaklarında birer çorap, perişanlık içinde. Onlara yapılan yardımlar devam ediyor mu acaba yoksa zamanla beraber insanların acıması azaldıkça, yeni şehitler oldukça onların yardımları da mı azaldı?

Tüm şehitlerimize rahmet diliyorum, kalanlara da sabır ve hayatlarını idame ettirebilme kuvveti.

12 Nisan 2011 Salı

Hangisi olsun?

Dün yürüyüşe çıkmıştım. Eskişehir'de Porsuk üzerinde bol bulunan köprülerimizin birinin üzerinden geçerken suya atılmış siyah bir gitar gördüm (Parlak ama ısıtmayan güneşin altında metalik gri görülüyor, ama aslında siyah). Akşam kocama bahsettiğimde "Eskişehir'de sanatın sonu" dedim. Kocamsa "bilakis, biz Eskişehirliler sanatla o kadar iç içeyiz ki her yerde görebilirsin" dedi. Sizce bu resme hangi ifade daha uygun? :)

10 Nisan 2011 Pazar

İkiz bebek arabası konusunda bana yardım eder misiniz?

Bebeklerimize hala bebek arabası almadık. 6. aydan sonra alırız diye düşünmüştük. Bebeklerim kış bebekleri olacakları için havalar soğuk olacak diye daha erken almaya gerek görmemiştik. Gerçekten de sadece bir kez dolaşmaya çıkabildiğimiz (kangurularla) düşünülünce çok erken almamıza gerek yokmuş diyebilirim. Diyeceksiniz ki "ben çıkmıştım daha erkenden". Ben cesaret edemedim açıkçası. Tek bebeğim olsa belki ama iki tane olunca havaların ısınmasını beklemek istedim. Bir de apartmanıızın girişindeki merdivenler düşündürüyor beni. 8-10 basamakla giriliyor apartmana. Yani tek başıma çıkma olasılığım sıfır. Yanımda mutlaka biri daha olmalı ki bebekleri oturttuğumuz arabayı birlikte indirelim-çıkaralım ya da birisi bebekleri kucağına alsın ben de arabayı indireyim. Tekli iki araba alsak yine aynı sorun, mutlaka iki kişi çıkmalıyız evden. Oysa apartmanın önünde basamaklar olmasa bindiririm yavrularımı arabalarına, evden asansöre oradan da hop dışarıya. (Arkadaki bir site aynı benim istediğim gibi bir girişe sahip, görünce imrendim o kapıya resmen. Bir yerden para çıksa da kendi evimizi alsak istediğimiz gibi). Bebek arabaları çeşit çeşit ama ikiz arabası olunca fazla çeşit yok. Karar verdiğimiz en önemli şey arka arkaya mı yoksa yan yana mı olsun oldu. Arka arkaya bebek arabası olan ikiz annesi bir arkadaşım arkada oturanın öndekinin kafasına vs. vurduğunu söylemişti. Bu durumda yan yana olanı almaya karar verdik. Tabii asansöre, eve girmek için kapılardan sığabiliyorsa araba. Alışveriş merkezlerinde asansör vs. de cabası. Şimdilik Kraft'ın bir modelinin üzerinde duruyoruz, büyük ihtimalle de onu alacağız. Ama almadan önce ikiz annesi veya ikiz annesi tanıdığı olan blogdaşlarıma tecrübelerini sormak istedim. Karar vermeme yardımcı olur musunuz?

Bloglara noldu böyle?

Daha önce de kapatılıp açılmıştık ama bu kadar sinir bozucu olmamıştı. Bu sefer asıl darbe vuruldu, sinir bozukluğuna daha fazla dayanamayan ya da "bir kez oldu, haydi o neyse de yine olduğuna göre ileride mutlaka yine olacaktır diye düşünen pek çok kişi wordpress'e, tmbler'a göç etti. Daha önce de gidenler olmuştu ama ayrılık kısa sürünce geri gelmişlerdi. Bu sefer ayrılık uzun olunca gidenler gittikleri yere alıştılar, blogspot artık yavan gelmeye başladı. Herkes tek tek "artık şuradayım, buraya gelmem, bunu kullanmak daha kolay" diye yazılar yazmaya başladı. Takip ettiğim bloglarda çok fazla aktivite görmeyişimin nedeni bu olsa gerek. Yine de böyle olmamasını, sadece işlerinin yoğun olduğunu ve post giremediklerini düşünmek istiyorum. Ben hala buradayım, belki ilk göz ağrım olduğu için, belki de başka bir sisteme adapte olacak zamanım olmadığı için. Bir sonraki kapatmaya kadar böyle. Bakalım sonrasında neler olacak.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Kitap okuyamıyorum, çok şikayetçiyim

Eskiden çok güzel kitap okurdum ben. Ankara'da Dost Kitapevi (Yüksel Caddesi'ndeki) favori kitapçımdı. Ara sıra, özellikle de fakültede bunaldıkça gider kendimi kitapların içinde kaybederdim. Takip ettiğim yazarlar yeni bir şeyler yayınlamış mı diye bakar, diğer yeni çıkmış kitapları gözden geçirir, uzun uzun vakit geçirir, sonunda da okumayı planladığım kitaplarla çıkardım. Evde bir sürü okumayı bekleyen kitabım olurdu. Fakülteye gidip gelirken oturma fırsatım varsa eğer otobüste okurdum, otobüsü beklerken okurdum, eve geldiğimde de mutlaka biraz göz atardım. Sonra cumaları Eskişehir'e evime giderken yanımda hep bir kitabım olurdu, dönüş yolunda da mutlaka ya aynı kitap ya da bir başkası. Ya şimdi? Eski ben gitti, yerine sadece okunmayı bekleyen kitaplarına bakan başka bir ben geldi. Siyah Süt'ü 13 Ağustos 2008 tarihinde almışım mesela. Hamile kalınca okuyayım, düşükten sonra okuyayım, doğumdan sonra okuyayım derken 5 ay oldu doğum yapalı ama kapağını açmaktan öteye gidemedim. Diğer kitaplarım da aynı şekilde maalesef. Arada Alacakaranlık serisini okudum, Harry Potter'ları tekrar elden geçirdim, merak ettiğim başka kitapları da okudum, o kadar dramatik değil durum ama istediğim seviyede olmadı bir türlü. Hamilelikle birlikte ilgim anne-bebek-hamilelik kitaplarına kaydı. Doçentlik için çalışmam gerekirken onları okumaya başladım ve maalesef şimdi onları bile okumuyorum. Sürekli bir koşuşturma, gözlerin acıması, uykunun gelmesi vs. vs. Hep bir bahanem var. Ama anlaşılan çok özlemişim okumayı ki bebeklerime okuduğum, çok iyi bildiğim masalları kendimin de inanmadığı bir şevkle okuyorum. Aslında bebeklerimin ilgisini bu aralar sadece ses tonum çekiyor, ne okuduğum değil, onlara okuyor süsü vererek kendi okumak istediğim kitaplarımı okusam mı acaba? Yeni okunacak ve eskiden okunmuş ama tekrar okumak istediğim o kadar çok kitap var ki, böyle bir çözüm en iyisi olacak galiba. Yoksa doçentliğe iyice çalışmam gereken bu günlerde okunmayı bekleyen kitaplar başka bahara kalacak (ama hangisine, işte bütün mesele de bu). :(

8 Nisan 2011 Cuma

Zaman, gözler, saçlar

Zaman hızla geçiyor. 35'ten sonra daha hızlanır demişlerdi, fark etmedim. Çocuk olduktan sonra hızlanır şeklinde düzeltilmeli bu laf. Gün öyle hızlı geçiyor ve bebekler öyle çabuk büyüyorlar ki inanılmaz. Yarın miniklerim 5 aylarını bitirmiş olacaklar. Artık kocaman bebek oldular. Her gün ne kadar değiştiklerini görmek, onlarla birlikte olmak harika bir şey. Allah tüm isteyenlere versin. Bebeklerimiz doğmadan önce kime benzeyecekler, nasıl olacaklar diye merak eder dururduk. Doğduktan sonra da gözleri ne renk olacak, saçları anneye mi babaya mı benzeyecek diye merak etmeye başladık. Oğlumun gözlerinin kahverengi olacağı belliydi. Kızımınkilerin açık olma ihtimali vardı sanki. Babaanne mavi, hala ela gözlü olunca bir ihtimal var demiştik. Ama artık kesinleşti gibi. Oğlumun koyu kahverengi gözleri olacak, üstelik babasının ve annesinin kahverengi gözlerinden de koyu. Siyaha yakın, beyaz tenle harika duran gözleri olacak maşaallah. Kızımın ise annesi gibi orta koyulukta kahverengi gözleri olacak anlaşılan. Açık kumral saçlarına uygun, çok güzel gözleri olacak. Saçlara gelince. Pırasa gibi saçlarından bunalarak 10 yılda bir perma yaptıran sonra da bir daha perma yaptırmayacağım diye sözler veren ben bebeklerimin (en azından kızımın) hep babası gibi kıvırcık saçlı olmasını isterdim. Hafif dalgalı da olabilirdi mümkünse. Eğer ileride değişmezse (bilmiyorum artık değişir mi) oğlum annesi gibi pırasa saçlı olacak. Kızımın sarı pırıltıları olan kahverengi saçları ise galiba kıvrılıyor. Nasıl bir dalgası olacağını merakla bekliyorum. Çenelerde babalarınınki gibi çukur yok, keşke olsaydı, babalarının çenesine bayılıyorum çünkü. Çenede ben baskın çıkmışım anlaşılan, ikisi de benden almış. Şu genetik ne menem birşey böyle, insanı hayretlere gark ediyor :)

3 Nisan 2011 Pazar

Çok mu erken?

Geçen hafta kocamla hastaneye gidip doktorumuzla konuştuk yine. Daha önce kızımın kakasının mukuslu ve kanlı olduğunu, tahlilde birşey çıkmadığını, inek sütü proteinine alerji olabileceğinden keçi sütü içeren mamaya geçtiğimizi yazmıştım. Kızım son kontrolünde beklenen kilonun biraz altında kaldığı için doktorumuz Milupa'nın Pregomin AS mamasını kullanmamızı önerdi. Bu mama için rapor çıkarılabiliyormuş, "bir tane deneyin, eğer beğenir de yerse ona göre rapor hazırlayalım" dedi. Rapor çıkınca belli bir miktarı devlet karşılıyormuş. Hemen bir tane aldık (mamanın kutusu 120 lira civarında, Allah almak zorunda kalıp da alamayanlara yardımcı olsun). Kokusu korkunç, tadı ekşi, zavallı kızım benim, baktı ki başka şey vermiyorlar yemeye başladı. Ben olsam içmezdim doğrusu. 1-2 gün daha deneyip sonra da rapor için doktorumuza uğradık. Aslında keçi mamasına devam edebilirdik, çok fazla kilo almamasının nedeni bana göre kızımı en azından geceleri emzirmek istememdi. Kızım iki kez kalkıp meme emiyordu ama sanıyorum ancak 50-60 ml süt geliyordu (Oysa her seferinde 120-135 ml kadar mama içebiliyordu.) Sağıp versem ne kadar içtiğini kesin olarak bilebilirdim. Yine de doktorumuzun tavsiyesine uyalım dedik ve diğer mamaya başladık. İnek sütü proteini alerjisinde kanamanın neden olduğunu öğrendim. Bağırsaklarda villuslarda minik sivilceler olulurmuş ve onlar kanarmış. Ayrıca bebeklerin kafasında da konak olurmuş. Gerçekten de önceleri kızımda çok az konak vardı, oğlumda daha çoktu. Ama son zamanlarda zeytinyağı-karbonat yapa yapa oğlumda iyice azalırken (artık tamamen geçti), kızımda bu bakıma rağmen artmaya başlamıştı. Bakalım bir sonraki kontrolde doktorumuz ne diyecek, şimdiden merakla bekliyorum. Hastane dönüşü yakındaki alışveriş merkezine uğradık kocamla yine. Oradaki bir kitapçıya takıldık. Hemen girişte 3 tanesi 5 liraya ingilizce kitaplar satılıyordu. Satage 1'den 6'ya kadar masallar ve klasikler ardı, inanamadık. Yavrularıma Cinderella, Tom Sawyer, Hansel ve Gretel, Pinokyo'nun Maceraları, Peter Pan, Küçük Kirbitçi Kız, Kırmızı Başlıklı Kız ve daha hatırlayamadığım pek çok kitap aldık. Yatırdığımda birer birer okumaya başladım. Oğlum daha meraklı, neşeyle dinliyor beni. Ya da onunla konuştuğumu sanıyor bir de kitabın arkasındaki resim ilgisini çekiyor (Ben ilkine inanmayı tercih ediyorum). Çok erken diyebilirsiniz, hatta neden İngilizce diye de sorabilirsiniz. Dil merkezleri küçük yaşta öğrenilen, duyulan şeylere ileride yatkınlık gösteriyor diye düşündüğüm için. Bebeklerim İngilizceye de aşina olsunlar, ileride çabuk öğrensinler diye. Arasıra da konuşuyorum onlarla. Bir süre sonra da arkamda "Would you?" diyerek benimle dalga geçen kocamı buluyorum. İkimiz de kahkahayı basıyoruz sonrasında.