31 Aralık 2009 Perşembe

Muhasebe 101


Yılın son günü muhasebe yapalım bakalım 2009 nasıl geçmiş, neler olmuş.

Her yıl alınan ama tutulmayan kararlar vardır ya, ben bu yıl unutkanlığımla başa çıkmayı hedeflemiştim. Hatta kendime çantamda taşıyacağım boyda bir ajanda alarak daha düzenli bir insan olmaya karar vermiştim. Uydum, uyamadım ama ajandanın faydasını gördüm. Bu yıl için aldığım ajandamı ise Ankara'da unuttuğumu farkedince hedefime fazla ulaşamadığımı anladım. Neyse.

2009 benim için güzel başlamıştı ancak böyle devam etmedi. Şubat ayında hamile olduğumu öğrendim. Kocamla mutlu mesut dolanmaya başladık etrafta. Ama Nisan ayında kaybettik bebeğimizi. Daha da bir sürü olumsuzluk oldu bu yıl içinde. Oysa ne umutlarla başlamıştık 2009'a, hem iş hem aile açısından çok güzel geçeceğine inandırmıştık kendimizi. İlk zamanlarda ağzımıza çaldığı bir parmak balla kandırdı bizi, acısını sonradan çıkardı.

Herşeyde bir hayır vardır dedik ve tüm olumsuzluklara katlandık, olsun, daha güzel günler gelecek dedik. Yaz sonunda çok yakın bir arkadaşım çok büyük rahatsızlıklar geçirdi. Bu da olunca 2009'dan iyice nefret ettim. Çok şükür toparladı artık arkadaşım.

Daha bir sürü tatsızlık, üzüntü yaşadık. Yine de yüzümden gülümsememi eksik etmemeye çalışıyorum, sorunlar hakkında fazla düşünmemeye çalışıyorum. Sanmayın ki gamsızım. Tamam biraz öyleyim, ne kadar sorunum olsa da gece yatınca fosur fosur uyuyabiliyorum ama bunun nedeni daha önce de pek çok kez yazdığım gibi şu düşünceye inanıyor olmam: Üzüntü üzüntüyü çeker.

2010'un daha güzel geçeceğine inanıyorum. Bu tombik yıl güzellikler getirmeli hepimize, ülkemize. Sürekli kötü haberler almaktan, gazeteyi açtığımda kötü haberler görmekten bıktım artık. İlaçlar markette satılacak, o bunu kesti, şu bunu vurdu, yeter artık, bu haberleri görmek istemiyorum. Herşey güllük gülistanlık olsun, ortada sorun falan kalmasın, insanlarda gelecek korkusu olmasın, öğrencilerimize mezun olduklarında marketlerde çalışmak zorunda kalmayacakları umudunu verelim istiyorum.

2010'dan çok şey bekliyorum, o da bu sorumluluğunun farkında olsun, çok çalışsın, iyi şeyler yaşatsın bize.

Hepinize mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir yıl dilerim...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Zohan

Geçen akşam Digitürk'te "You Don't Mess with Zohan" filmini seyrettik. Allahım o ne kötü filmdi öyle. Sinemada gitmediğimize şükrettim resmen. Film kötü mötü ama Adam Sandler var diye seyrediyoruz ve seyretmeyi bırak, bırakamıyoruz filmi. Acı çekmekten mi hoşlanıyoruz, film mi büyülüyor anlamadım ki. Korkunçtu ama. Gişesi nasıldı acaba, merak ettim şimdi.
Kocamla birlikte Disco Disco Good Good diye dolanıyoruz ortalıkta hala. Allahım aklımıza mukayyet ol :)

27 Aralık 2009 Pazar

Ondan bundan

Fakültedeki parti +yılbaşı çekiliş bitti. Elimdeki toplam 5 numaradan sadece birisine içi dandik eşantiyonlarla dolu bir hediye paketi çıktı. LCD TV ve netbook başkalarına gitti. Demek o geceki şans cidden kocamın şansıymış, benim değil. Zaten ne kazandığımı söylediğimde "herşeyi benim mi yapmam gerekiyor ehehehe" dedi.

Ertesi gün bana aslında flash bellek çıktığını, yanlış hediyenin verildiğini söylediler. Eve gidip tekrar toplayıp geri getirmem gerekiyor o dandik paketi. Üşendim valla, diğer kişi benim flash belleği kabul etse de hiç uğraşmasam keşke. Neyse.

2009'un sonundan umutlanmıştım ama beklediğim güzel haber gelmiyor bir türlü. Ama yine de umudumu kaybetmiyorum ben, 2010 çok güzel bir yıl olacak (gelen gideni aratmayacak, aratmamalı).

Bu haftasonu 1-2 hediye getirip ağacımızın altına koydum. 1-2 tane çünkü biliyorum ki kocam hepsini açmak isteyecek. Ben de açmasına izin verdiğim ıvır zıvırı getirdim sadece. Gerisi yılbaşı gününe.

FarmVille manyaklığım tam gaz devam ediyor. 38. level oldum, 39.'a doğru ilerliyorum.

Cuma günü yine projenin avans kapatma davası nedeniyle ömrümden ömür gitti. Neden hep böyle oluyor, benim yüzümden mi, çok mu gevşeğim diye kendimi sorguladım ve sorunun ben de olmadığına karar verdim. Para aktarmak ve evrakları teslim etmek için sürekli proje yürütücüsü olan hocamın peşinde koşuyorum. O yüzden de işler yavaş ilerliyor. Yoksa ben gayet iyiyim. Bu işle ilgilenirken bir de sınav notlarını toparla, sisteme gir, ortalama al, proje materyalleriyle ilgilen gibi bir sürü işle de uğraşıyorum, atom karınca gibiyim daha ne yapayım.

Cuma gunu yine business class ile geldim. Bileti geç alınca halkın arasinda yer kalmamıştı. Bir de şu var, ilk 50 bileti %50 indirimli satıyorlar, sonrakiler normal fiyat. Ekonomi sınıfında 16'ya alacağım bilet 10 liraya düşünce pek bir seviniyorum, hemen alıyorum. 16 liradan alacaksam bari üstüne 8 lira daha koyayım da business class'la gideyim biraz daha rahat olsun, yiyecek de veriyorlar, film seçeneği daha çok ve internet de var diyorum. O yüzden bazı zamanlar dönüşüm değil ama gidişim muhteşem oluyor (dönüş yine 10 liralik biletle halk arasında :) ). Bu hafta haydi şu internete bakayım dedim ama yine yoktu. En sonunda hosteslerden birine sordum. Kız bana "burada internet yok" dedi. Ama dedim daha önce vardı. "Hayır" dedi kız yine "eski trenlerde vardı, burada hiç olmadı". Demek internet var diye kendimi kandırmışım ben, boşa sitem etmişim TCDD'ye. Ama olur mu ya, sen business class hazırla, millet elinde bilgisayarlarıyla gelsin ve sadece fiş takacak bir priz bulsun, internet bulamasın olacak iş mi. Oluyor ama. Ne bileyim, anamın karnından internetle doğmadım, 1.5-2 saatlik yolda bakmasam incilerim dökülmez ama business class'ta olması gerekiyor gibi geliyor bana. Bunun ilerisi de var ne de olsa, İstanbul hattı tamamlandığında iş adamlarını çekmek istiyorlarsa koymaları lazım.

Yılbaşından hemen sonra finaller basliyor. Yine sınava gir, kağıt oku, not ilan et, içim sıkıldı şimdiden. Ama 2010 çok güzel olacak. Güzelliklerle gelecek. İlkay bana amigurumi yapacak biliyorum :)

Neyse, şimdilik haberler bunlar.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Alışveriş merkezlerinde yılbaşı

Her yer ışıl ışıl bu aralar. Alışveriş merkezleri her yıl ışıldayan yılbaşı temasına bürünürler bilirsiniz. Bu yıl Ankamall'ün teması hoşuma gitti benim. Aslında daha önce yazacaktım bunu. Dışarıda devasa yılbaşı ağacını hazırladıklarını görmüş ve yazayım demiştim ama bir türlü elim gitmemişti. İşte şimdi yazıyorum, bu sefer fotoğraflarım da var ayrıca.

Ankamall'ün bu yılki teması "Recycle". Her yıl kararlar alıyoruz, kendimizi şöyle böyle yenileyelim diyoruz ya, herhalde bundan esinlenmişler. Dışarıdaki devasa çam ağacı eski gazete balyalarından oluşan bir çam şeklinde. Ne yalan söyleyeyim gayet de güzel bir çam olmuş. Ben beğendim. Yılbaşı çamları hep yeşil plastikten olacak değil ya, biraz da böyle olsun.

Sabah gazete haberleri okurlarken televizyonda orman koruma memurlarının çam kesilmesine karşı alarmda olduğundan bahsetmişlerdi. Evde yılbaşı çamı olmasını, o çamı süslemeyi seviyorum ama canlı bir ağaç kesip evime koyacak kadar değil. Yazık günah ağaçlara, yılbaşı bitince kuruyup gidecek, dökülecek yaprakları. Bırakın doğal yerlerinde kalsınlar, siz de evinize plastik olanlardan alın.

Geçen sene bizim çamın fotoğraflarını koymuştum bloguma. Bu sene koymuyorum çünkü hiç değişiklik yok, kaldırmadık çamı, hala aynı yerde duruyor. Daha önce kaldırmıştık, geçen sene haydi çamı kuralım süsleyelim diyip sonrasında da sızıp kalınca tüm işler kocama kalmıştı. Bu sefer eşeği sağlam kazığa bağladı ve hiç kaldırmadık çamı. O yüzden bu aralar ışıklarını yakarak yeni yıl ruhunu yakalamaya çalışıyoruz. 2009 bir an önce gitsin yeter ki :)
Aşağıdaki 2 resim Ankamall'ün içindeki süslemelerden. Sevdim ben bu beyaz yılbaşını.



22 Aralık 2009 Salı

20. yıl kutlamamız

Nihayet aranıza dönebildim. Bu haftasonu 89. girişliler olarak fakülteye girişimizin 20. yılını kutladık. Neden mezuniyet değil de giriş yılı? Lisede mezuniyeti kutluyoruz ama fakültede girişi. Çünkü her 89 girişli 4 yılda mezun olmuyor da ondan. Farklı arkadaşların farklı mezuniyet yılları olduğundan girişi kutluyormuşuz biz de.

Sadece bizim değil, 69 ve 79 mezunlarının da kutlaması vardı aynı zamanda. Bizden 25 kişi kadar vardık, 69'lular 7-8 kişiydi, 79'lulardan sadece 1 kişi gelmişti. Üzüldüm o adamcağız için. Aslında katılım oldukça azdı. Ankara'da olan ve geleceğini söyleyen bir sürü adam kıçını kaldırıp gelmedi mesela, kendi kayıpları. Ben çok eğlendim. Başka şehirlerden gelen arkadaşlarla görüştük, tekrar cübbe giydik. Biz mezuniyette kep giymemiştik, bu sefer giydik. Gerçi en heveslisi bendim galiba, hemen kafama geçirdim. Millet saçı bozulmasın diye takmadı, daha sonra takan 3-5 kişi de çıkardı. Tek ben kalınca çıkarmak zorunda kaldım maalesef. Olsun, kepli fotoğraf çektirdim ya, ohhhh.

Dekanımız da geldi. Bir de Mezunlar Derneği bizim için yıllık resimlerimiz ve yazılarımızdan bir cd hazırlamış. Onu seyrettik, çok hoşumuza gitti. Sonra tek tek sahneye çağrıldık ve 20, 30, 40, yıl flamalarımızı aldık, tekrar Eczacılık Yemini ettik ve kepleri havaya fırlattık. Sanırsınız yeni mezun gençleriz, pek eğlendim ben. Gelmeyenler çatlasın.

Gece bir otelde yemeğimiz vardı. Tüm mezunlara açık bir yemekti. 2. Geleneksel Mezunlar Derneği yemeğimiz olduğu için katılım çok fazla değildi ama zamanla artacaktır sanıyorum. Umarım gelecek seneye tekrar gidebiriliz.

Kocacığım beni kırmayıp kalktı geldi Eskişehir'den, gıkını çıkarmadan da yanımda durup fotoğrafçılık yaptı. Yemeğin sonuna doğru fakültenin resimlerinin olduğu cam bardak altlıkları satışa çıktı. Kocam biz sahnede tüm 89'lular şarkı söylerken 3 kutu almış. Meğerse kutuların altında numaralar varmış. Çekilişte 3 çift renkli lens, 1 küçük altın, 1 fotoğraf makinesi ve bir lenovo marka netbook veriyorlardı. 2 rakamla kaçırdık hepsini derkeennnnnnnnnnn, bilin bakalım büyük ikramiye kime çıktı. Evet, bize çıktı. Çok şaşırdım ve sevindim.Ben size demiştim 2010'un gelişi bile şans getiriyor diye. İşte size ispatı. 2010 müthiş bir yıl olacak biliyorum. Bir an önce gelsin, bekliyorum.

Haa, bu hafta fakültede yılbaşı kutlaması var. Çekilişteki hediyelerden biri yine Lenovo netbook. İster misiniz bu da bana çıksın :)

17 Aralık 2009 Perşembe

Utanıyorum

Vallahi utanıyorum artık. Ne bloguma girip yazı yazabildim ne de takip ettiğim bloglara göz atabildim bu aralar. Kim ne yazdı bir yandan çok merak ediyor, diğer yandan da okumaya vakit bulamıyorum. Fakültede hay huy içinde geçiyor zaman. Bugün bütün gün hocanın peşinde koştum mesela, ancak akşam 17:30'da yakalayabildim. Bir işin ucundan tutup bitirmek mümkün olmayınca parça parça işler dolanıyor ortalıkta. mesela tam sınav kağıdı okurken başka bir sınavın hazırlığını yapmak gerekiyor, ya da tam bir makaleye bakarken bir öğrenci veya başka biri gelip birşeyler soruyor. Böyle olunca herşey yarım yarım kalıyor. Sadece işler kalsa iyi, aklımın bir parçası da onlarla birlikte kalıyor ondan sonra gelsin unutkanlık, gitsin parça pinçik bir akıl.

Eskiden günümü planlar, yapılacaklar listesi hazırlardım. Bu ara listeden herhangi bir madde çizmek nedense mümkün olmuyor. Hatta yeni maddeler eklendikçe iyice canım sıkılıyor. Amaaannnnnnnn, dedim ya 2009'u sevmedim ben, 2010'da daha iyi yazılarla görüşürüz artık.

Hoş şeyler de var ama hayatımda, durum o kadar da kötü değil. Mesela uzun zamandır rahatsız olan bir arkadaşım toparlıyor artık. Fakültenin 49. kuruluş yıldönümünü kutladık dün. Eski hocalarımız geldi, mezun öğrencilerimizi, arkadaşlarımızı gördük. Hoş bir törendi. Darısı 50. yıla dedik.

Bu haftasonu da fakülteye giriş yılımızın 20. yıl kutlaması var. Cumartesi yine fakültede toplanıp cübbe giyecek ve bir kez daha eczacılık yemini edeceğiz. Neredeyse mezun olduğumdan beri görmediğim adamlar var, tekrar görüşmek güzel olacak. Akşam da Mezunlar Derneği'nin düzenlediği bir yemek olacak otelin birinde. Güzel bir gün olacak diye umuyorum. Kocam da bana eşlik etmek için gelecek yarın. Doktora mezuniyet törenime yetişememişti, lisans mezuniyeti yıldönümümde gelip alkışlar artık beni :)

Cumartesi programım feci dolu. Yarın fakülteden erken kaçmayı, Pazar günü de fink atmayı planlıyorum kocamla. O yüzden ben bir süre daha buralarada olmayacağım. Pazartesi görüşürüz artık.

14 Aralık 2009 Pazartesi

2009 git artık

2009 'a başlarken çok umutluydum, çok güzel geçeceğini düşünüyordum. 2. ayı itibariyle güzelleşiyor derken bok gibi birşey oldu çıktı. Sadece benim için değil, pek çok kişi için de aynı şekilde geçti. Nihayet 2009'un son ayında biraz güzelleşmeye başladı ortalık. Güzel haberler gelmeye başladı ve daha güzellerinin gelmesini de bekliyorum ve istiyorum. 2009 gitsin artık, bir an önce 2010 gelsin. Güzel haberlerle gelsin, eli kolu dolu olsun, o kadar dolu olsun ki hatta güzel haberlerden, olaylardan başımızı alamayalım, "ay yine mi güzel bir haber, hay Allah ne çok oldu bu aralar ehehehe" diyelim. Öyle ihtiyacım var ki güzel şeylerin olmasına.

Gelllllllll 2010, gellllllllll

13 Aralık 2009 Pazar

Yılın ilk karımsısı yağdı

Yaklaşık yarım saat önce yağmur karar çevirdi, sulu kar şeklinde yağdı bir süre. Böylece yılın ilk karını görmüş olduk. Bu yılbaşı karlı olur mu bilmiyorum ama karsız geçen bir yılbaşı daha istemiyorum. Saat 12 olduğunda (sızıp kalmazsam) dışarı çıkıp kartopu yapalım, karlar üstünde debelenelim istiyorum.

Bu haftaki hızlı tren maceram yine rötarlı. Eskişehir'e gelirken yine aynı yerde durduk. Dediler ki, (herhalde blogmu okudular :) )"tek yön çalışması nedeniyle karşı yoldan gelen hızlı treni bekliyoruz. Yaklaşık 10 dakika bekleyeceğiz". 10 dakikadan kısa süre bekledik ama yine de yarım saat rötar yaptı. 10 dakikalık gecikme nasıl 30 dakikayla sonuçlanır anlamış değilim. Kocamın bir teorisi var konuda. Bir süredir ekranlardaki hız göstergesini kaldırdılar. Hızlı trenin artık daha yavaş gittiğini düşünüyor kocam. Farketmememiz için de hızın gösterilmediğini ayrıca. Çok mantıklı. Yoksa sadece 10 dakika olması gereken rötar nasıl 30 dakika olabilir. Yoldan geçen arabalara baktığınızda hala çok hızlı gittiğinizi görüyorsunuz. Mesela Nilüfer'in otobüsünü feci halde geçtik ama hızın eskisi gibi 258 km/saat olduğunu sanmıyorum.

Bu hafta ekranda hiçbir görüntü yoktu ayrıca. Ne film, ne konum haritası, hiçbir şey. Görüntü olmasa da ses vardı ama ilginç olarak. Oynayan 2 film arasından duyduğum seslere göre seçim yaptım. Birisi ne olduğunu çıkaramadığım bir filmdi (çizgifilm olabilir) diğeri ise daha önce yine hızlı trende 2 kez izlediğim anca bir türlü sonunu göremediğim için şikayet ettiğim 27 Dresses. O zamanlar "yol kısa sürüyor, film bitmiyor"diye şikayet ediyordum, sen misin eden. Al sana rötar. Bu yarım saatlik gecikme nedeniyle filmin ilk defa sonunu görmüş- pardon dinlemiş oldum.

Neymiş, hiçbir şeyi çok fazla istemeye gelmezmiş :)

9 Aralık 2009 Çarşamba

Denizyıldızı

Fox'ta oynayan bir dizi bu. Her gün yayınlanan, Ankara'da çekilen bir gençlik dizisi diyebiliriz. Gossip Girl'in Türkler için olanı gibi bir nevi. Hiç seyretmemiştim, sadece ara sıra kanal geçişleri sırasında görüyordum. Ankara'da daha önceleri Ferhunde Hanım ve Kızları ve sonrasında da ona çok benzeyen Bizim Evin Halleri dizileri çekiliyordu. İksini de çok severdim. O zamanlar diziler sadece İstanbul ile sınırlıydı, şimdiki gibi Mardin'e, Antep'e, Eskişehir'e gidip çekim yapmıyorlardı. O yüzden pek severdim. Dış çekimlerde etrafa bakıp nerelerde olduklarını anlamaya çalışırdım. Sonunda diziler bitti, hatta BEH oldukça saçmaladı ve bitmeyi hak etti. vs. (BEH'teki Rüzgar bu dizide de var ve oradaki temiz aile çocuğuna tamamen zıt bir karakteri oynuyor, ve yılların BEH izleyicisi beni bile inandırıyor, aferin ona).

Denizyıldızı'nın tanıtımlarını görüyordum ama bizim burada çekildiğini bilmiyordum. Bir asistan arkadaşım haftasonları çekim yaptıklarını söyleyince şaşırmıştım hatta. Evlendiğimden beri haftasonu okula gelmiyorum tabii, nereden bileceğim. Çekimler burada yapılıyor ama fakülte olarak Tıp Fakültesi diyorlar, Eczacılık değil. 1-2 akşam eve giderken kapının önünde çekim yaptıklarını görünce (hatta yanlarından geçip keşfedilmeyi beklemiştim ama olmadı) haydi seyredeyim dedim. İnternetten ilk bölümlere baktım. Fakülte çekimleri buraları bilmeyen birisi için çok normal olabilir ama benim için çok ilginç oluyor (ben de İstanbul'daki yerleri mekanları bilmiyorum, Galata kulesi Havaalanına bitişik gibi çekim yapılsa yutarım mesela - yok artık, o kadar da değil ama anladınız herhalde demek istediğimi). Çünkü:

1- Fakülte hesapta Tıp ama çekimlerdeki bina Eczacılık.
2- Hastane olarak Cebeci'deki ana giriş gösteriliyor ama hastanenin bahçesi, binası falan dedikleri yer Fen Fakültesi.
3- Yurt kayıtları için gidilen öğrenci işleri Rektörlüğün içinde (oysa ek binada).
4- Fakülte içi çekimlerde hocaların katına geçildiğinde koridorlar, odalar vs. bambaşka bir binaya ait, bizimkiler değil.
5- Eczacılık'ın park yeri girişi farklı, öğrencilerse arabalarıyla nedense hep Rektörlük girişinden giriyorlar.

Sonuç olarak kendi okulumu farklı isimler altında bol bol gördüğüm bir dizi. Kendim artist olamasam da Fakültem oldu (ama takma isimle).

Akşamki bölümü seyredeyim bakayım neler oluyormuş ileriki bölümlerde.

8 Aralık 2009 Salı

Karabatak gibiyim, bazen yokum bazen varım

Gerçi karabataklar bile benden çok ortalıkta dolaşıyordur, bu aralar blogumu biraz ihmal ettim farkındayım. Bu ara çok yoğunum desem yalan olmaz ama fırsat bulduğumda çiftliğime kaçıyorum, asıl neden bu. Kusuruma bakmayın, ilerleme hırsım azalsın biraz yine full time burada olacağım. Aslında bir nevi iyi de oldu, daha önce bloglar güncellendi mi, neden kimse yazmıyor diye meraklanırken artık eskisi kadar az yazı yazılıyor gibi gelmiyor çünkü blog güncellemesi kontrolüne ayırdığım zamanı çiftlikte geçiriyorum.

Neyse. Kocamla Made of Honour filmini seyrettik geçen akşam. Sinemada gidememiştik, DVD olarak uygun fiyata bulunca kaçırmadık. Kocam da romantik komedilerden hoşlanmaya başladı iyice, neşeli vakit geçirdik böylece. Önceki haftalarda da Proposal'ı seyretmiştik, o da güzeldi. Etrafta bu kadar romantik komedi olunca acaba en sevdiğim hangisi diye düşünmeye başladım ve buldum. "Only You". Marisa Tomei ve Robert Downey Jr'ın oynadığı film. Hani esas kız küçükken ruh eşinin Damon Bradley diye biri olduğunu öğrenir ama elbette ki bulamaz. Ümidini kaybeder ve bir doktorla evlenmesine 10 gün kala böyle birinin yaşadığını öğrenir. Gerisini anlatmayayım, seyretmemiş olanlar vardır belki. Marisa Tomei'yi pek severim, gülünce gözleri ışıldayan, çok tatlı, zarif bir kadındır. Robert Downey Jr'ı da severim. Muhteşem bir oyuncudur bence, ayrıca yakışıklı ve sevimli de tabii ki. Oyuncular şeker, film şeker, daha ne olsun. Muhteşem İtalya manzaraları da cabası. Bir kez daha seyredeyim haftaya eve gidince.


Bu sabah yolda nerden aklıma geldiyse Endless Love şarkısı geldi aklıma, söyleye söyleye fakülteye gitmeye başladım. Şarkıyı Lionel Richie ve Diana Ross birlikte söylüyorlardı. Yılar öncesine ait ama hala zevkle dinlediğim bir şarkıdır. Endless Love filminin şarkısıydı, yaşı müsait olanlar hatırlar. Brooke Shields'in gençken oynadığı filmlerden biriydi. Bir erkek arkadaşı vardı, çocuk kızın ailesine kendisini sevdirmek için evde minik bir yangın çıkartıp sonra da söndürüp kahramanları olmayı planlıyordu ama evi komple yakıyor ailenin hayatını darmadağın ediyordu. İlginç bir filmdi, bir yerlerden bulmalı. Filmde çok şaşırdığım bir sahne vardı. Çocuk gece Brooke'un odasında kalıyordu ve babası da tek kelime etmiyordu. O sıralarda ben de küçüktüm ve bu nasıl baba vay canına diye ağzım açık kalmıştı. Hatta şimdi imdb'den baktım, film 1981 yapımıymış. Ben bunu televizyonda seyrettiğime göre haydi 1990 olsun. Vay canına diyorum bir kez daha, zaman ne çabuk geçmiş.

Haydi ben yine ortalıktan kaybolayım. Geleceğim :)

5 Aralık 2009 Cumartesi

Banu Avar konferansı ve hızsız tren

Dün bizim Fakülte'de Banu Avar'ın bir konuşması vardı. Atatürkçü Düşünce Topluluğu düzenlemiş, o da kırmamış gelmiş sağolsun. 1 ay önceden belli olduğu için kocamdan geç gelmek için izin aldım, her zamanki 3 treni yerine 6 treniyle eve doğru yola çıktım. Ben salondan çıkarken soru-cevap kısmı bitmemişti hala, kaçırdığım için üzüldüm ama eve gitmem gerekiyordu.

Banu Avar'ı televizyonda görmüşsünüzdür sanıyorum. Bilmeyenler kim olduğunu internetten araştırabilir. Salon hınca hınç doluydu dün, pek çok fakülteden gelenler vardı, zor yer bulduk kendimize. Pek çok şeyden bahsetti, uyuyanları uyandırmaya çalıştı. Umarım uyananlar tekrar uykuya dalmaz. Kitaplarını da almıştık ama ben imza kısmına kalamadım dediğim gibi.

Trene yetişeyim diye yağmurlu bir Ankara akşamında düştüm gar yoluna. Biletimi aldım, yerime yerleştim, derken hayal kırıklıkları başladı. Bu sefer business class'ta gidiyordum ve internet çalışmıyordu. Anamın karnından bilgisayar ve internetle çıkmadım, olmasa da incilerim dökülmez tabii, economy sınıfında halk arasında gidip geliyorum normalde, peki ne bu internet tatavası diyebilirsiniz. Demeyin. Eğer business'a fazla ücret vermemizin nedenlerinden birisi de internet bağlantısıysa o zaman bu hizmet sunulacak kardeşim. Yemek paketimden sandviç yerine kek ve çizi kraker çıkması da ayrıca bir hayal kırıklığıydı, haydi bunu da geçtim. Ama en kötüsü normalde 1.5 saat olması gereken yolculuğun 2 saat 5 dakika sürmesiydi. "Yüksek Hızlı Tren" geçen ayki kazadan beri rötar yapmaya başladı. Geçenlerde geldiğimde 15 dakika olmuştu rötar ama bu sefer 35 dakika. Haydi yavaş gidiyor, hava yağmurlu diye bahane bulalım, peki. O zaman bilmem nerede 15-20 dakika durup beklelemize ne demeli? Gerçi bu gecikme için anons yaptılar. Dediler ki "Karşı yönden gelen treni beklediğimiz için durmuş bulunuyoruz". İyi de hızlı tren rayları zaten çift hatlı. Karşı yönden gelen tren yandaki raylardan geçip gidecek. Konvansiyonel hat denen eski raylara geçmemize de daha çok vardı, biz yola devam etsek bile karşılaşmazdık. Trenden indiğimde sinir küpü bir koca buldum karşımda. Biz tren yolculuğu 55 dakikaya inecek hayalleri kurarken 1.5 saatte bile sabit tutamıyorlar. Olmadı hızlı tren, olmadı. Bir an önce kendine çeki düzen ver.

3 Aralık 2009 Perşembe

Yağmur

Hava feci halde kapalı. Hava kapandıkça benim de içim kararıyor. Az önce şemsiyemi evde unuttuğumu farkettim. Zaten ne zaman evde unutsam yağmur yağıyor ama ben de akıllandım artık, işyerinde mutlaka yedek bir şemsiye bulunduruyorum.

Şemsiye demişken, geçenlerde Tiglon'dan şemsiye kazandım. Bir DVD almıştık (hangi film hatırlamıyorum), içinden Tiglon'un Up filmi için yaptığı hediye çekilişine ilişkin bir kupon çıktı. Beleş şeyler kazanmayı çok seven ben hemen mail yolladım (bir ara Radyoodtü'yü haraca kesmiştim resmen, sonra beni kara listeye aldılar. Cidden almışlar ama, yayına çıkan bir arkadaşım adımı gördüğünü söylemişti stüdyoda. Şansıma karışmayın kardeşim, şansımla kazanıyorum işte size ne.) Neyse. Kuponu görüp hediyelere göz attığımda şemsiyeyi gözüme kestirmiştim. İşte şu şemsiye. Dışı bulutlu bir gökyüzü, içi renk renk balon. Bu çıksın bana dedim, 30. veya 60. kişi olmuşum ki kazandım. Önce Tiglon mail attı bana adresinizi bildirin diye, 1 hafta geçmeden de şemsiye geldi. Gerçi bu resimdeki biraz küçük galiba çünkü bana gelen devasa. Altına ben ve 3 kişi daha girsek ıslanmayız, o derece büyük. Taşıması zor oluyor biraz ama bayıldım ben ona. Tiglon utandı belki de böyle affettiriyor kendini :)

(hatırlarsanız Indiana Jones DVD'sinin içinden Serdar Ortaç cd'si çıkmıştı).

2 Aralık 2009 Çarşamba

Bende mi yapsam acaba?

Sıkı bir toparlanmadan geçmem, iyice bir organize olmam gerekiyor (Jay Leno show'da kastedilen değil, kelimenin gerçek anlamı). Dün biraz biraz başladım. Sürekli olarak "daha sonra bakarım, atılacakları ayıklar, kalanları düzenlerim" diye buradan oraya, bir süre sonra da oradan buraya iteklediğim, tıkıştırdığım torbaların içine daldım. Çoktan kurumuş gitmiş kalemler, zamanında zevkle aldığım ama artık kullanmadığım kolyelerim, 10-15 yıldan fazla zamandır giymediğim, dolap köşelerini bekleyen giysilerim (vintage olma potansiyeli olanlar, olmayanlar, daha neler neler), okunmak için ayrılmış makaleler, kesilmiş gazete kupürleri... Ne yapsam ki, acaba "one man's trash is another man's treasure (bir kişinin çöpü diğerinin hazinesidir)" diyerek bir garage sale babında iyi durumda olanları görücüye mi çıkarsam? Yoksa hiçbirini atmaya kıyamayacak ve bir 15 yıl daha saklayacağım bu gidişle.

Bayram güncellemesi

Bir bayram ve orta uzunlukta tatil daha geçirdik. Umarım herkesinki iyi geçmiştir. Benimki her seferinde olduğu gibi telaşlı başladı. Geçen Ramazan Bayramı'nda proje alımlarını yapmış, avansı kapatmak için koşturup duruyordum. Arife günü tamamlayabilmiştim herşeyi. Bu sefer de projenin 1. geliştirme raporunu teslim etme telaşım vardı. Neyse ki bitirdim, ferahladım.

Sonra eve gitme telaşım devreye girdi. Arife günü izin aldığım için çarşamba akşamdan yola çıkacaktım. Bildiniz, genel grevin olduğu gün. Hani gece 12'de trenler Sakarya'da durmuş, makinistler grevdeyiz demişti de insanlar o soğukta saatlerce bekleyip perişan olmuşlardır. Hızlı trende grev yoktu ama Eskişehir'den sonrasına gitmek mümkün değildi. Yolcular gece perişan olunca otobüs şirketleriyle anlaşmışlar, Eskişehir'den sonra yola otobüslerle devam ediliyordu. Neyse, geçti gitti. Umarım bir faydası olur da bu kadar insan boş yere perişan olmamış olur.

Bayram aile ziyaretleri ve dinlenmekle geçti. Bir de günlerin birbirine girmesiyle tabii. Çarşambayı cuma sanıyordum, cumayı ve pazar gününü ise pazartesi. Upuzun sandığım tatil birdenbire bitiverdi. Şimdi de salı gününü pazartesi bugünü ise salı sanıyorum. Herkes de benim gibidir sanıyorum.

FarvmVille'de ektik, biçtik kocamla. Çiftliğimizde hayvanlarımız vardı ama hiçbirini kesmedik. Eski Bayramları andık. Uluorta kurban kesiminin yasaklanmasının ne kadar doğru olduğundan dem vurduk. Lisedeyken hatırlarım, askeri lojmanlarda oturuyorduk da kantine gitmek için evden çıktığımda kurban kesenlerle karşılaşmamak için yolumu değiştire değiştire bir türlü gidemezdim de en sonunda gözlerimi kapatarak giderdim. Hoş, kurban kesim yerlerinde durum o kadar iyi değil. Birbirini görmemesi gereken kurbanlar bir kenarda bekleşirken hemen yanlarında kesim yapıyorlar, boynu kesilen hayvanlar kanları aksın diye o gariplerin önünde yan yana yatırılıyor. Hayvanların çektiği eziyete bakın. Sevap neredesinde peki bu işin ben anlamıyorum. Bu yüzden tek başıma 1 kez kurban kestim hayatımda. Bir kez de evlendikten sonra kocamla beraber. O 2 hayvan zamanı geldiğinde bizi sırat köprüsünden geçirir herhalde. Daha fazlasına ben dayanamayacağım çünkü. Kesenlere Allah kabul etsin diyorum ama bu şekilde toplu halde kesilen hayvanlara da acıyorum. O zaman et yeme sen de diyebilirsiniz tabii, en doğal hakkınız. Maalesef et yemeyi seviyorum. Mezbahalardaki kesim koşullarını gördüm mü? Hayır görmedim ama daha farklı şartlar altında olduğunu umuyorum.

Geçmiş bayramınız kutlu olsun.

1 Aralık 2009 Salı

Değişiklikler

Hayat sürekli olarak değişikliklere gebe. Bazılarını mutlulukla karşılıyoruz, bazılarını da üzüntüyle. Neyse ki çoğu insan ortam şartlarına kolay adapte olabiliyor. Hayatımın Ankara ayağında değişiklik var bir miktar. Çoktan adapte oldum bile, sadece dağınıklık var toparlamam gereken. Umarım kötü bir haberle başlayan bu değişikliğin gerisi güzel gelir. Detay? Detay yok. Yazmak istedim sadece detay veremesem de. Sormayın siz de.

Herşey güzel olacak (umuyorum).

Bu ne biçimmmmm hikayeeeee böyleeeeeeeee...