28 Ocak 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı 35 - hastayım

Hastayım derken şarkıya hastayım anlamında değil, gerçi şarkıya da hastayım o ayrı ama gerçekten hastayım. Geçen hafta kocamı yataklara düşüren grip nihayet beni de ağına düşürdü. Genelde hasta olur gibi olduğumda "hasta olmayacağım" der, boğazımdaki gıcıklanma hissini adaçayı ile geçirir, olmadı birkaç doz theraflu forte ile kurtarırdım ama bu sefer kandıramadım. Zaten ağzımın içinde aft çıkmasından başıma geleceklerin olduğunu anlamalıydım. Bilirsiniz aftlar virütik hastalıklardır. Özellikle bağışıklık sistemi güçsüz düştüğünde bu fırsatçı yaratıklar hop diye sahneye çıkıverir. Bazılarında uçuk olarak görülürler, bazılarında gözlerde arpacık, bazılarında da bende olduğu gibi aft. Şimdiye kadar hiç uçuk ya da arpacık çıkarmadım, benim virüslerim sadece aft yapanlardan. Kocam üzülmesin diye "merak etme yarına toparlarım" deyip durdum ama aslında b.k gibiydim. Bu kadar çok theraflu yuttuğumu hatırlamıyorum mesela. Bir yandan da yavrulara geçmesin bari diye endişeleniyordum. Dün artık burun akıntısı ve hapşırığa kulaklarım da uğuldamaya başlayınca çocuklardan uzaklaşmak için gece kocamdan uyutmasını rica ettim. Hemen ilaç içip yattım, sabaha toparlarım dedim ama sadece tek kulağımdaki uğuldama geçti, o kadar.

Kapalı alanlara girip insanları da hasta etmek istemiyorum ama fakülteye gitmem şart.Önemli bir toplantı olacak katılmam gereken bir de başımıza sardıkları bütünleme sınavları ve not girişleri var. Ayrıca evde kalırsam çocuklara da bulaştırırım diye korkuyorum. (Çocukları için başkalarını hasta etmekten çekinmeyen kötü insan demeyin bana, trende veya iş yerinde elaleme sarılıp oturmuyorum ama yavrularım evdeyken kucağıma gelmek, bana sarılmak, öpmek istiyorlar).

Sonuç olarak hafif ağrıyan başım, bir miktar akan burnum ve belki daha az bulaşıcı olurum diye kapalı tuttuğum ağzımla yollardayım. Daha az insanın olduğu 5. vagona kaçtım, elimden gelen başka şey yok maalesef.

Bu günkü şarkımız ağrıyan başım nedeniyle biraz yavaş olsun. Hastası olduğum MSG'den geliyor - What happens to me (Eski olunca adam gibi klip yok tabii idare ediverin)


22 Ocak 2013 Salı

Nora'dan cicilerim - Güncelleme

(En alta kırmızı cicimin de fotoğrafını ekledim)

Müze yazısı biraz daha beklesin, daha önemli yazacaklarım var şimdi.

Nora'yı bilirsiniz, bilmeyenler şuradan bakabilir. Harika bir fotoğrafçı, muhteşem bir hayvanseverdir kendisi. Artık tasarımcılığa da el attı. harika ürünler tasarlamış, yaptıkları hakkındaki ilk yazısını buradan okuyabilir, sonraki yazılarda da  yaptığı diğer cicileri görebilirsiniz. Bu işe girişince hemen kendisine ulaşıp özel tasarım birşey yapıp yapamayacağını sormuştum. Yapabileceği birşeyse elbette memnuniyetle yapacağını söylemişti. Ve heyecanla beklediğim an geldi. Dün kargoyla harika kolyelerime kavuştum.

Heyecanla açtım paketi:



Poz poz fotoğraf çektim:


Kutudan çıkan şu sürpriz ise beni ziyadesiyle sevindirdi:

Trust me I 'am a Blogger kolyesinin benim ve tüm anneler için yorumlanmış şekli. Bayıldım Noracığım ellerine kollarına sağlık.


Aslında birini kocama yaşgünü sürprizi olarak vereyim demiştim. Ne de olsa bir erkek olarak kolyeyle hiç işi olmayacak ve bu bebekler benden hiç ayrılmayacaktı. Maalesef kocam siyah olana el koyarak "arabaya asayım bunu" dedi. Ama bu benim hiç aklıma gelmemişti :(

Akşam yavrularım kolyeleri gördü ve takmak istedi. Bir de güzel poz verdi sıpalar:

Siyah kolyeyi kocama kaptırmadan bir kez olsun takayım bari dedim ve işte tadaaaaaa:


Fakültede çok büyük süksem oldu söylemeden edemiyciiimmmm. Noracığımın ellerine kollarına sağlık. İlgileniyorsanız bir bakın derim ben. 

Bu da kırmızı kolyemin takılmış hali  Siyahtan daha belirgin oldu sanki (kırmızı olsun 3 kuruş pahalı olsun misali), dün siyahı farketmeyen hocam bile kırmızı olunca ne bu diye baktı :)   )



21 Ocak 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 34

Bugün de çok sevdiğim HIM grubundan bir şarkı gireyim istedim. En sevdiğim ve eski şarkılarından biri - Poison Girl. Yalnız müzik videosunu bulamadım, aşağıdakiyle idare edin lütfen

Bu arada cumartesi günü Eskişehir Arkeoloji Müzesine gittim kocamla. Bir sürü foto çektim. İzlenimlerimi fotoları aktarınca (umarım yarın) yazarım artık.


17 Ocak 2013 Perşembe

Kısa tırnak - Uzun tırnak

Ne saçma başlık, bana ne kardeşim, ya da yeni bir Pepee şarkısı mı len bu derseniz hiç alınmam ama benim kafamı meşgul eden birşey bu.

Bir ara bahsetmiştim, tırnaklarım yıllarca uzundu, lise bitince uzatmaya başlamıştım. Bu cümleden 20 küsür yıldır uzatıyorum, hedefim Guinness Rekorlar Kitabına girmek gibi bir anlam çıkmasın, makul bir insan ölçülerinde uzatıyorum, göz oyacak uzunlukta değiller. Her işimi onlarla gördüm, halı bile sildim, acı ve tatlı anları paylaştım onlarla :) Hiç birşey bana tırnaklarımı kestiremez derken miniklerim geldi. Minik yavrularıma dokunurken, kucağıma alırken tazecik etlerini çizerim, canlarını yakarım korkusuyla onlar gelmeden önce kestim tırnaklarımı. Çok da iyi yapmışım, zaten tırnak bakımı yapacak vaktim de yoktu. Bırak oje sürüp uzadıkça törpüleyerek şekil vermeyi, ilk zamanlarda banyoya girip yıkanacak vakti bile zor buluyordum resmen. Zaman ilerledikçe iyice alıştım, çok da pratik gelmeye başladı. Uzayınca törpüle dur derdi olmadan şık şık şık diye kesiyordum, tırnak bakımım (ya da bakımsızlığım) çok kısa süre almaya başlamıştı, oje sürebildiğimde fena durmuyordu, süremesem de gayet iyi duruyorlardı. Tembelliğe alıştım anlayacağınız.

Ama bu aralar artık uzatsam mı demeye başladım. Bebeklerim artık kartlaştılar, gece uykuları biraz daha düzene girer gibi oldu, sanki tırnaklarıma bakacak zamanım olacak gibi. Artıları - eksileri değerlendirdim: kısa tırnağa bakmak daha kolay evet ama uzun tırnağın da temizliği daha kolay. Tırnak fırçasıyla hemen hırş hırş temizleyebiliyorsunuz (ojesiz kısa tırnaklar bazen pis görünür ya, ıyh). Sonuç olarak bir uzatma denemesi yapmaya karar verdim. Bakalım ne olacak? Tembelliğe alışan ferulago yine şık şık şık kesecek mi yoksa tırnaklarım eski ihtişamlı günlerine geri mi dönecek?

Ne saçma bir post oldu aslında değil mi, neyse.

14 Ocak 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 33

Eskişehir'de karanlık, Ankara yolunda ise kah sisli kah güneşli bir pazartesi gününde herkese merhaba. (Radyo dj'yi gibi oldum).

En sevdiğim gruplardan iki tanesi HIM ve Apocalyptica'dır ama kaç şarkı olmuş ikisinden de pazartesi şarkısı yapmamışım. O zaman bu sabahki şarkı iki favori grubumu, daha doğrusu HIM'in solisti Ville Vallo'yu ve Apocalyptica'yı bir araya getiren bir şarkı olsun, hatta The Rasmus'dan Lauri Ylonen de tuzu biberi olsun.

Bittersweet.

Hepinize iyi haftalar.



12 Ocak 2013 Cumartesi

Anne git

Akşam yorgun argın eve geliyorsunuz, çocuklarım kapıda beni karşılasın, sarılsın, öpsün, anneciğim hoşgeldin desin (son söylediğim henüz olmuyor elbette) hayalleri kuruyorsunuz ama karşılaştığınız muamele bu oluyor: Anne git. Oğlum ya da kızım sağolsun terliklerimi verdikten sonra anne git diyor bana. Nasıl kalp kırıcı birşey anlatamam. İlk başlarda çok üzülüyordum, anneanneye de yapmaları "en azından yalnız değilim ne güzel" diye düşünmeme yol açmıştı ama kalp ağrısını dindirmiyor tabii ki. Ama artık üzülmüyorum çünkü neden böyle dediklerini çözdüm. Benim piç kuruları sokak kapısını açabilmeye başladıktan beri zil çalıp da anne gelince (geliş saatimizi biliyorlar, ayrıca anne diiinnn diye geliyormuş, baba tıkırt diye- yani anne zili çalıyor, baba anahtarla açıyor demek) kapıyı kendileri açıp kapamak istiyorlar. Başkası açarsa "anne git" diyorlar. Bunun anlamı da şu: Anne dışarı çık kapıyı sana ben açacağım. Tek bebekle iş bitmiyor tabii, kapıyı açan mutlu mesut gülümserken açamayan hemen başlıyor: Anne git. Bir o bir bu derken akşamları 5-6 kez içeri girip dışarı çıkıyorum, sonrasında anne sıkılıp yeter diyerek içeri girip kapıyı üstten kilitliyor.

Kıssadan hisse: Bebeklerin her dediğini kelime anlamıyla değerlendirmemek gerekiyormuş :)

11 Ocak 2013 Cuma

Gözüm döndü

Birkaç gündür gözüm dönmüş durumda. YHT'deki servis arabasındaki cips paketini gördüğümden bu yana gözümün önünde cips taneleri uçuşuyor, cips yemek için ölüyorum, annemin tabiriyle "ağzım köpürüyor", dilim damağım kuruyor. Ben hamileyken böyle aşermedim ulen. Hatta geçen iyice gözüm döndü ama çok yağlı olduğunu aklıma getirip bari daha az kalori alayım diye çubuk kraker alıp anında yalayıp yuttum.

Haydi dönemsel aşerme desem neden çikolata değil de cips? İki nedeni olabilir, ya soğuklarda kış uykusuna yatan ayı misali vücut izolasyon için yağlarımı yeterli görmeyip yeni katmanlar yaratma peşinde koşuyor, ya da bu aralar az yağlı ve az tuzlu beslendim, bünye istiyor. Sanıyorum ikincisi geçerli. Bu aralar gerçekten de az tuzlu yedim, yıllar öncesinde de aynısı olmuştu, birkaç gece boyunca zeytine dadanmıştım, gecede 90-100 zeytin yiyordum. Ama gözüm döndü bir kere, gittim küçük bir paket cips aldım. Paket çantamda, cips tadı ağzımda eve gittim. Evde çıkarıp yemeye kalksam yavrular görecek, anne yer bebekler yemezse olur mu? Az bile olsa trans yağ vardır diye vermeyeyim diyordum, bu durumda yapacak tek şey bebekler yattıktan sonra yemekti. 

Sonuç olarak bebekler ortalıktayken biraz zeytin yiyerek tuz ihtiyacımı bastırdım ancak sonrasında da cipsleri mideye indirdim. Pişman mıyım? Biraz evet biraz hayır. Yine olsa yapar mıyım? Hayır, 1-2 zeytinle halletmek varken ekstra kalori yüklemeyeyim tekrar :)

Ama güzeldi be :)


9 Ocak 2013 Çarşamba

Bunlar da tencere ve doktorculuk setimiz

Dün aldığım çay setini yavrularıma götürdüm. Tezahüratla karşıladılar, biraz ilgilendiler sonra oraya buraya fırlatmaya başladılar. Gecenin bir yarısı koltukların altından topladım. Ama pes etmedim, bugün de bahsettiğim tencere setini aldım. Hatta yanına bir de doktor seti ekledim. Migros'ta oyuncaklarda %50 indirim varmış galiba (ya da bazı oyuncaklarda orasını anlamadım ama), 20 liralık tencere setini 10 liraya, 27 liralık doktorculuk setini de 14 liraya alınca pek mutlu oldum. Yurt dışı sitelerde tencere setinin çok benzerini 12.99 dolara görünce daha da bir sevindim haliyle.


Foto çekerken fona da blogumu koydum ki oradan buradan foto aşırıp havadan yazdığımı sanmayın :)

Bakalım bu set benimkileri ne kadar oyalayacak, parçalar evin nerelerinden toplanacak.

Bu da doktorculuk setimiz. Steteskopta kalp sesi duyuluyormuş, çağrı cihazına basınca bip bip ediyor, nabız ölçeri, göze bakmak için ışığı falan da var, süper bir set. Ancak bunu hemen vermeyi düşünmüyorum, biraz daha vakit geçsin, doktor kontrolüne yakın kullanalım diyorum. Böylece doktora gittiklerinde bildikleri şeyleri görünce ortalığı ayağa kaldırmaktan vazgeçerler belki :)

8 Ocak 2013 Salı

İlk çay setimiz

Alışverişe çıkınca bizimkiler için oyuncak da bakarım hep. Alacağımdan değil çoğu zaman, yaş grubuna göre nelerle oynayabileceklerini görmek için. Şimdiye kadar oyuncaklarıyla olan ilgileri çok kısa sürdüğünden, aldıklarımızı hemen kırıp bozduklarından, kitapları ağızlarına sokmak suretiyle önce salya sümük içinde bırakıp sonra koparıp attıklarından oyuncak alma hususunda tereddütlerim oluyor haliyle. Ben de istiyorum yavrularıma doktor setleri vs. alayım ama hepsinin üzerinde +3 yaş ibaresi. Bizimkileri de bildiğimden sadece bakmakla geçiyorum. Yani geçiyordum. Dün akşama kadar.

Dün akşam babaları yeşil çay, anneleri kahve içerken yavrularım minik mumluklardan çay içmeye, babaannelerine ikram etmeye başladılar. O zaman anladım ki bebeklerimin zamanı gelmiş. Nasıl olsa küçük parçaları yutmuyorlar (aman nazar değmesin), yerim +3'ü diyerek bu sabah şu aşağıda gördüğünüz çay setini aldım miniklerime. Bunun bir  de tencereli versiyonu var, bu akşamki performanslarına göre onu alıp almamaya karar vereceğim. Böylece belki tencerelerimden ve tavalarımdan da uzak dururlar :)


7 Ocak 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 32

Bir süredir etrafta Gangnam Style çılgınlığı esiyor biliyorsunuz. Biz de bundan nasibimizi aldık elbette. Çocuklar bayılıyor PSY'a. Özellikle oğlum hastası, ellerini çaprazlayıp gamgam diyerek klibi açmamızı istiyor sürekli. Televizyonumuz aynı zamanda internete bağlanabilenlerden. Fuzuli gibi gelebilir size ama iyi ki de öyle almışız. Bebeklerim gece yarısı uyandıklarında veya sabah kargalarla birlikte uyandıklarında pepee seyretmek istiyorlardı bir ara. Ama normal pepee değil, sadece pepee şarkılarını seyretmek istiyorlardı. Pepee şarkılar tv'de saat 7'de başladığı için 5'te uyanan bebeklerimi nasıl oyalasam ki derken televizyondan youtube'a bağlanıp oradan bulmak gelmişti aklıma. O günden beridir her istediklerinde Pepee'nin arka arkaya 12, 18 şarkılık kliplerini izliyoruz miniklerle. Sonra buna teletubbies de eklendi ama en son gözde Gangnam Style.

Hatta yılbaşı gecesinin kayda değer bir miktarını farklı versiyonlarını vs. seyrederek geçirdiğimizi söylemeliyim. Bunda da şöyle bir sorun var gerçi, kızım pepee istiyor, oğlum Gamgam. Pepee açsam oğlum ı-ıh diyor, Gamgam açsam kızım. Ortak müşterek olarak teletubbies izlesek bile biter bitmez oğlum kolları çaprazlayarak geliyor yanıma. Neyse ki artık anlaşabiliyoruz da bir tur Pepee, bir tur Gamgam olacak şekilde ayarlama yapıyoruz (kimse sırasını unutmuyor bu arada onu da söyleyeyim).

Gangnam style dünya çapında fenomen olmuşken, Eskişehir'deki bir halıcı bile aşağıdaki kampanyayı yapmışken bu pazartesi şarkısı Gangnam Style olmazsa olmazdı artık. Ama bir farkla, orijinal klipteki dansçılardan biri söylüyor bu sefer. Kendisi Hyuna adında bir kız, eski bir dans-şarkı grubu üyesi, Kore'de oldukça ünlü anladığım kadarıyla. PSY ile birlikte söyledikleri bu versiyona da bayılıyoruz biz ailecek.

Önce halı kampanyası, arkasından Oppan Gangnam Style, haydi hobaaaaa... :)






6 Ocak 2013 Pazar

2012'nin son, 2013'ün ilk filmi

Çok heyecanlıyım, bebeklerimden sonra sinemaya bayağı bir ara vermiş, kırk yılda bir gider olmuştuk ama bu  ara 2 haftada bir gidiyor durumdayım, harika birşey.

Kocam beni 3D Hobbit'e götürmeye söz vermişti. Lord of the Rings trilogy hayranı ve PS2'deki tüm oyunlarını bitirmiş biri olarak aslında gitmesem de olur diyordum, hatta fragmanını görünce gereksiz bile demiştim ama yine de eski sahneleri vs görerek bir nebze olsun LOTR hasretini dindirebiliriz belki diye gidelim dedik. 3D olması da ekstra bir artı elbette. Ancak film yeni geldiğinde gündüz seanslarının tümünü Türkçe dublaja ayırmışlardı, gece de biz bebekleri bırakıp gidemedik. Öyle olunca sağlık olsun diyerek Anna Karenina'ya gitmeye karar verdik. Yıllar önce İngilizce kitabını okumuştum (hem de kısaltılmamış, tuğla boyutunda olanı), filmin Sophie Marceu ve Sean Bean'li versiyonuna gitmiştim, hatta geçen senelerde Ankara Devlet Opera ve Balesi de bale olarak sergilemişti, ona da gitmiştim, çok güzel bir temsildi ayrıca belirteyim. Yani hem çok bilinen hem de benim iyi bildiğim bir konuydu, yine de gidelim dedik, bir yandan da farklı ne olabilir ki diyorduk. Ama iyi ki gitmişiz, harika bir anlatım tekniği vardı. Tiyatro sahnesi gibi çekmişler filmi, sahne geçişleri bu yüzden çok şaşırtıcı ama bir o kadar da akıcıydı. Bence editing ve sinematografi dalında Oscar ödülünü hak ediyor bu film.

Hobbit'e artık gidemeyiz, zaten yakında biter gider derken kocam sağolsun cuma günü seanslara bakmış, çoluk çocuk gidince dublajlı seansları bitmiş hepsini orijinal altyazılı yapmışlar, öyle olunca biletleri ayarlamış. Bir aksilik olmazsa bebekleri annemlere bırakıp 14:15 seansına kaçacağız.

Kasım ayında da son Bond fimi Skyfall'a gittiğimizi düşünürsek bu aralar ayda 1 filme gitmiş oluyoruz (benim tek başıma gittiğim Twilight'ı saymazsak). Normal bir çift için az bir rakam belki ama ikizleri olan bir karı koca için süper bir rakam bence.

3 Ocak 2013 Perşembe

Boşa para verdik galiba

Bebeklerim hala tam bir gece uykusunu yataklarında tamamlayamıyorlar. Gündüzleri sorun yok, gayet güzel yatakta uyuyorlar (Aman gündüz uykusunda ne var, 1 saat uyku işte, yere düşecek vakit bulamıyorlardır dediniz galiba, duyar gibiyim, hayır işte, benimkiler ne hikmetse 3-3.5 saat uyuyorlar, hatta gece biraz fazla uyandıysa oğlum 4 saati deviriyor). Gündüz efendi efendi yatakta uyuyan bebeklerim geceleri yerlerde debelene debelene, döne döne bir hal oluyorlar. Bazen onların yanında yerde yatıyorum, o zaman seyretmesi pek zevkli oluyor. Oğlumun gece yere düşmesi biraz azaldı sanki, aynı performansı kızımdan da bekliyorum. Battaniyeyi, yorganı yatağın yanına sıkıştırıp çocukları bir kozada uyurmuş gibi sarmayı da denedim ama olmuyor, kızım açık olan taraftan hop diye çıkıp yine kendini yerlere atıyor. Neyse, herşeyin zamanı var, bunu da kendiliklerinden halledecekler. Kocam en sonunda "biz yatakları boşuna aldık galiba" dedi, haklı adam, yer yatağı yapsak daha iyiymiş. Alın kendi gözlerinizle görün :)

(Her annenin yaptığı gibi nazar değdirdim bebeklerime. Oğlum daha az düşüyor dememe kalmadı az önce yavrumu yine yerlerde buldum)