31 Aralık 2012 Pazartesi

2012'nin son yazısı

Bir yılı daha devirdik. Bu bebeklerimin kutlayacağı 3. yılbaşı olacak. İlkinde öylece yatıyorlardı, oğlanın gaz problemi daha geçmemişti, perişan etmişti bizi bir saatten sonra. 2. yılbaşında mama sandalyelerini salona alıp masanın yanına koymuştuk. Döke saça makarna yemişlerdi. 3. yılbaşlarında direkt masada sandalyede oturup ellerine ne geçerse yiyecekler. Daha geç yatacaklar ve seneye yılbaşının ne olduğun daha iyi anlayacaklar.

Hepinize ferulago ve ailesi olarak mutlu bir yıl diliyoruz...


25 Aralık 2012 Salı

Çocuklardan inciler- kuzguna yavrusu şahin görünür vakası

Ay ben bu veletlere bayılıyorum. Artık herşeyi konuşur, söyler, papağan gibi tekrarlar oldular.

Pazar günü öğlen çocukları uyutmaya çalışıyorum. Ağlama nöbetini devralan oğlum ağlıyor, kızım sussa da uyusak der gibi yatağında oturuyor. Aralarındaki konuşmaya bayıldım, sizle de paylaşayım istedim.

Berke: (bir yandan ağlayarak) Baba geeeel, baba geeeellll
Belit: Baba e-eee (baba uyuyor)
Berke: Dede geeeelllll, dede geeelll
Belit: Dede atta
Berke: Babaanne geellll
Belit: Babaanne atta

Bundan sonra oğlum susup uyumaya karar verdi.


23 Aralık 2012 Pazar

Yine yoğunluk içindeyim - Pazartesi şarkısı 31

En son çarşamba günü yazmışım. Bu aralar yine hiçbir şeye yetişememeye başladım, hatta geçenlerde o kadar moralim bozuktu ki bu yüzden, sinir stresten başım da geçmemek üzere ağrımaya başladı. Neyse, işler yetişir ya da yetişmez, sağlık olsun ne diyeyim. Bu hafta da yoğun geçen bir hafta olacak. Yılbaşından sonra finaller ve bütünlemeler başlayacak ve asıl yoğunluğum 2. dönem olacak. Şimdi böyleyse o zaman ne olur bilmiyorum valla. Neyse, moral bozmaya gerek yok şimdiden, elden ne gelirse yapılacak artık.

Bu hafta yılbaşı kutlamaları var. Hem bölümde hem de fakültede kutlama olacak. Evdeki kutlama bu yıl sönük çünkü yılbaşı çamını çıkaramadık. Geçen sene bebekler sadece bakmakla yetiniyorlardı, ışıklar yanıp söndükçe coşuyorlardı ama bu sefer ağacı yıkmaya başlarlar diye korkumuzdan hiç çıkarmayalım bari dedik Buna en çok sevinen de kocam oldu, garibim her sene süsleme ve sökme işi ona kalıyordu, böylece işi otomatikman azalmış oldu. Yine de pek sönük bir yılbaşı bu, hiç hoşuma gitmiyor böylesi.

Yarınki halim ne olur bilmediğim için pazartesi şarkısını şimdiden yayınlıyorum. Bon Jovi'yi yıllardır pek severim, en popüler olduğu zamanlar lisedeydim, vay canına zaman ne çabuk geçiyor. Hep bildiğiniz şarkıları yerine pek bilinmeyen albümlerinden birşey ekleyeyim dedim. 7800 Fahrenheit albümünden In and Out of Love. Yarınki yoğunluğa şimdiden bangır bangır hazırlanalım :)

(Bu arada Jon Bonjovi'nin o zamanki saçlarının hastasıyım).



19 Aralık 2012 Çarşamba

Hani dün bitecekti? + muhtelif hususlar


Yalancı TCDD hani dün bitecekti, öyle yazmıştınız dün. O zaman bugünkü "19 Aralık saat 15'e kadar sürecektir" saçmalığı da nesi? Biteceğine inanmıyorum ayrıca. Pis TCDD.

Güzel bir gün olacaktı bugün oysa, sabahtan asabımı bozdular yine. Neyse, sakin olayım.

Kızımın fotosunu koyacaktım ne zamandır. Pegasus geçenlerde bir kampanya yapmıştı belki görmüşsünüzdür, yeni uçaklarına çekilişle kızımın adını vereceklerdi (kendinden emin olma da bu kadar olur), bilmiyorum verdiler mi. Ama katılan herkesin kızının rap yıldızı olduğu bir klip hazırlamışlar. Kızınızın, sizin ve eşinizin resmini koyuyorsunuz, sonra oturup tatlınızı seyrediyorsunuz. Nedense bir türlü facebook'ta paylaşamadım, indiremedim de. Ben de klip oynarken tatlımın fotolarını çektim. Benim kızım yo yo yo diyen bir rapçi olmuş amanın. (Sevgili ayca şimdilik bu foto ile idare et, tekrar eklerim bir ara :)  ).



Bir ara oje kullanma alışkanlıklarımın değişmekte olduğundan bahsedip kokoş olmaya başlamam hakkında şöyle bir de yazı yazmıştım. 3 yıl sonra ne oldu peki? Kokoş bir kadına dönüşümüm tamamlandı. Artık dolabımda yok denecek kadar az açık renkli oje var, olanları da sürmüyorum zaten. Kırmızılardan sonra koyu pembelere, bordolara, sonra da siyah, yeşil, mor ve mavi tonlarına geçiş yaptım. Bir zamanlar beyaz ve uçuk pembeden başka oje sürmeyen bu kadının şu anda farklı tonlarda 3 mavi ojesinin olduğuna kim inanır? Ben bile zaman zaman inanamıyorum ama güzel de oldu be :) 

(bunlar ojelerimin bir kısmı bu arada, manikürcüde bile bendeki kadar oje yoktur :) )





18 Aralık 2012 Salı

Olmuyor TCDD olmuyor

Geçen yaz delirtmişti beni ve pek çok insanı TCDD. Şurada konuya biraz değinmiş, sonrasında hem yoğunluğum nedeniyle, hem de yapacak birşey olmaması sonucu sakinleşmem nedeniyle başka birşey yazmamıştım. Bu akşama kadarmış.

Geçen yaz Anadolu Otobanı üzerindeki Marşandiz köprüsünün Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkılıp tekrar yapılacak olması nedeniyle YHT Ankara Garı'na ulaşamamıştı da 2 ay boyunca Sincan aktarmalı gidip gelmiştik. Çok sinir bozucu birşeydi çünkü 1 saat 15 dakikada Ankara'ya geliyor, ancak 45 dakikada gara ulaşamıyorduk. Bir de rezillik ki sormayın. İlk sefer Kıbrıs'tan ders dönüşüme denk gelmişti. Normalde Havaş'tan hemen gara yürüyerek 19:00 trenine yetişebilirken otobüsle Sincan'a gitmek gerektiği için ancak 21:00 trenine yetişebilmiştim. Kıbrıs dersi-finalleri bitti ama işe gidip gelme sorunu devam etti. İlk pazartesi gününü unutamam. Trenden inip Belediye otobüslerine binmeye çalıştık, ilk günün acemiliği ayakta gitmek zorunda kaldım. 45 dakika sıcakta elimde bilgisayar, ayrıca içinde kitap, makale vs olan çantam bir de bavul bozması kol çantamla bel ağrısından ölmüştüm. Sonrasında uyanıklaşıp ayakta gitmemeyi başarmıştım ama yine de rezillikti. İşe gitme sürem artıp, iş yapma sürem azalmıştı. Diyelim 16:00 trenine binmem gerekiyor, eskiden fakülteden 15:30'da çıkmam yeterli olurken artık 14:45 gibi çıkıp otobüse binmem, oradan da Sincan'dan 16:30'da kalkacak trene yetişmem gerekiyordu. Hava sıcak, yol uzun, sabahları bir de mesai trafiği derken kabus gibi bir 2 aydı. Bir kısmında izin alıp kurtarmıştım ama rezilliğin büyük çoğunluğunu çekmiştim.

O sinirle TCDD'ye feci bir de mail atmıştım. Bir kere en büyük salaklıklardan biri otobüse binerken bilet kontrolünün yapılmayışıydı. Maalesef Türk insanı biraz fırsatçı oluyor, trenle alakası olmadığı halde Sincan'dan otobüse binen çok oldu sanıyorum bu arada. Onlar yüzünden bize yer kalmadı, başka otobüs bekleyerek iş iyice geç kalmak ya da ayakta gitmek zorunda kaldık ama çözemediler elbette.

Mailde plansızlıklarından dem vurdum, en başta1:15 dakika diye başlayan yolculuk süresinin artık 1:45 olduğundan, böyle bir hizmet vereceklerse planlı-programlı hareket etmelerinin gerektiğinden vs. vs. bir sürü şeyden sert bir şekilde bahsettim. Haksız oldukları için sert ifadeli mailime çok kibar bir cevap geldi. Otobüs seferi sayısını artıracaklarını belirtip ilgim için teşekkür ettiler. Bir nevi yüzüne tükürseler yarabbi şükür deme vakası.

Peki aylar sonra neden coştum? Bu postu Sincan'da trenin içinde yazıyorum da ondan. 16:00 trenine yetişmek için gara gidince bir de baktım tren yok, hava kötü herhalde geç kaldı dedim ama elektronik panoda içinde "Sincan" kelimesi geçen bir yazı geçiyor. Bir de okudum ki bir aksama olmuş, bugünlük seferler Sincan aktarmalı yapılacakmış. Aynı kabus geri döndü anlayacağınız. Karayolu inşaatı sırasında birşeyler olmuş da yol kapanmış, yarına kadar böyleymiş. Yarın da böyle olmaz umarım dedim kendi kendime. 16:00 trenine yetişmek için 15:00'te kalkan servise binmek gerektiği için trenimi otomatikman kaçırmış oldum böylece. Söylene söylene 18:00 trenine bilet aldım, servisi beklemeye koyuldum. Engin tecrübem neyse ki işe yaradı da daha erken gelen bir servise binip oturacak yer bulmayı başardım. Bu sayede bu soğukta  Sincan'daki g.t kadar bekleme salonuna girebilen ve oturabilen şanslı insanlardan biri oldum.

Sonuç olarak hala Sincan'dayım. 18:00'de kalkması gereken ancak trafik ve şaşkınlık nedeniyle 18:45 olmasına rağmen hala kalkamayan trenin içinde vakit öldürüyor, yola çıkmayı ve yavrularıma kavuşmayı bekliyorum.

Bir de basiretsiz TCDD'ye mesajım var. Be gafil TCDD, ota boka mesaj yollarsın, ayrıca geçen 2 ay boyunca kayıtlarına almak ve dediğin üzere "gelişmeler ve yeniliklerden haberdar etmek için" trene binenlerden mail adresi topladın, veritabanındaki adreslere mail atıp bu durumu bildirmeyi hiç mi aklına getirmedin? Gar danışmadaki görevli saat 14'ten sonra haber geldiğini söyledi. Yine de mail atamaz mıydın? Halkla ilişkiler birimin yok mu?  Hala Sincan'dayım, açım ve geçen her saniyeyle çocuklarımla birlikte geçireceğim sürem azalıyor. Şimdiki anonsa göre de Ankara'dan gelecek servisi bekliyormuşuz. Daha bir süre buradayız anlaşılan.

Adında Habercilik kelimesi geçen bir bakanlığa bağlı olan TCDD'yi ve ilgili olan herkesi bir kez daha kınıyorum. Hatta içimden neler neler söylüyorum da buraya yazmaya terbiyem elvermiyor.

:(

 


17 Aralık 2012 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 30 ve kilo sorunsalı - ekleme

Madem istiyorsunuz, kilo güncellemesi yapayım. Bu aralar yediklerime dikkat ettim, fazla abartmadım. Hala yeterince su içmiyorum maalesef, eskisi gibi değilim elbette ama bunu çözemedim bir türlü, neyse. Pantalonumda hafif bir ferahlama vardı bir süredir ama tartıda görünen ağırlık bunu yalanlıyor gibiydi. Neyse ki yeni tartım hiçbir şeyi gözden kaçırmıyor. Dikkat etmeme rağmen 1 hafta-10 günde ancak 1 kilo kadar vermişim. Eski tartım olsa karalar bağlardım ama bu tartımda yağ oranımı görebildiğim için çok üzülmedim çünkü %8-9 arası bir yağ kaybım olmuş. Diyetisyene gittiğim zamandan biliyorum ki yağ kaybı direkt kilo kaybı olarak görülmüyor, yerine su ve kas kazanılmış oluyor. Sonuç olarak kiloda fazla oynama olmasa da bedende bir ferahlık, ferulago'da ise mutluluk oluşuyor. Ve yine diyetisyenimden biliyorum ki 1 kilo yağ kaybı 2-2.5 kilo kayba eşdeğer. Bu durumda 100'de 8 dersek, 70 kiloda 5.6 kiloya tekabül eder. Elbet tartıda bu kadar kaybettiğimi de göreceğim. Yavaş yavaş ama olsun, yeter ki kalıcı olsun gidişleri.

Yazmayı unuttum, kilo verme yolunda yaptığım önemli bir değişiklik var, öğle yemeklerimde aslında doymadığımı farkettim. Kilo vereyim diye diyet bisküvi-peynir falan geçiştiriyormuşum meğerse. Sonrasında trene binerken acıktığım için simit, kan şekerim daha da düştüyse kek falan alıp yiyordum. Öyle olunca da abur cubur şişiriyor puf gibi. Şimdi ne yapıyorum peki? Evden yemek getiriyorum. Bakliyatlar süper oluyor mesela. Yeşil mercimek, nohut, fasulye, yanında bir dilim ekmek, yaşasın yemek yemek. Böyle yiyince     akşam eve gidene kadar acıkmıyorum, aç olmayınca  evde ne deli gibi yemek yiyorum ne de sonrasında tatlı çikolata. Doğru yolu buldum galiba.

Bugünkü şarkımız Fransızca bir şarkı. Beni tanıyanlar bilir, Fransızların şarkı söylememesi taraftarıyımdır ama 2 şarkı var ki Fransızca olmalarına rağmen tahammül edebiliyor, hatta ötesine geçerek seviyorum. İşte onlardan biri. 

İyi haftalar.


14 Aralık 2012 Cuma

Hokale

Hokale bizimkilerin dilinde hoşçakal demek. Papağan gibi her kelimeyi kapıp söylüyorlar ama  bazen böyle dilinin dönmedikleri de oluyor. Günaydın yerine de alternatif birşey söylüyorlar mesela ama favorim hokale. Bir de el sallamıyorlar mı bunu söylerken, bayılıyorum.

1-2 gündür gece yatmamız sorunlu. Gündüz gayet güzel yataklarında uyuyan çocuklar gece 11 oldu mu hala uyanık ve oyun oynamak derdinde. En son oyunları kızımın yere yatması, oğlumun ayaklarıyla üzerine basıp  mide, göğüs, artık neresine denk gelirse sıçramaya çalışması. Babalarıyla ben gözlerimiz pörtlemiş halde noluyor böyle diye delirirken veletler kıkır kıkır gülüyor, olacak şey değil. Gözlerinden uyku akan çocuklar gece saat 11'de hala uyumamış olunca anne biraz deliriyor. Özellikle 2 gündür toplamda 3-4 saat uyuyan bir anne bayağı irite oluyor ama çocukların umurunda değil. Dün gece artık daha fazla dayanamayıp arabaya götürmek zorunda kaldım. Anında  uyudular. Madem deli gibi uykunuz var yatağınızda uyusanıza. Yok, yarından itibaren arabayı kaldırıyorum. O mutfakta durdukça ve bunlar mutfakta durduğunu bildikçe olmayacak bu iş. Ya da dertleri benimle. Beni daha fazla görmek için mi uyumaya direniyorlar bilemiyorum ama perişan oluyorum, sinirlendikçe çocuklara bağırıyorum, sonra üzülüyorum, bir kısır döngü içindeyim. Bakalım yarınki planım işe yarayacak mı? Çocukları ayırmak da istemiyorum, ne yapacağımı şaşırdım.

Neyse, çözerim umarım.

Hokale...

11 Aralık 2012 Salı

Aaaaaaaaa!!

Yarın 12 Aralık ama hiçbir yerde "12/12/12 tarihinde evlenmek isteyenler nikah dairelerine koşarak coştular" gibi bir haber okumadım/görmedim. Medya 21 Aralık'a çok takılıp bunu atladı mı yoksa ben mi kaçırdım?

Acaba 12/12/12'de Şirince'de nikah mı tazelemeli?

:p

10 Aralık 2012 Pazartesi

Bugün öyle mutluyum ki - Pazartesi şarkısı 29

Dün gece oğlum üstümde, kızım yanımda uyuduk, çok mutlu oldum. Ne ki, biz hep birlikte yatıyoruz diyenler için şöyle ifade edeyim:

Biz hiç çocuklarla yatmadık şimdiye kadar, hep park yatağında, ana kucağında yattılar, kendi yatağımıza hiç almadık. Öyle olunca çocuklarda anne-babayla yatmak gibi bir alışkanlık gelişmedi. Yanlarında yatalım dediğimizde kalk dediler (kendi dillerinde tabii ki), sabah uyanınca yanımıza gelip yatağa çıkıp yanımızda uyumadılar. Hala arabada sallayarak uyuttuğumuz için başka türlüsünü hiç bilmedi yavrucaklar. Ama 4 gündür uyku düzenleri değişmeye başladı. Öğlenleri artık yatağımızda uyuyoruz. Annemlerle birlikteyken daha sorunsuz uyuyorlar aslında ama haftasonları ben ve kocam varken herhalde bizle vakit geçirmek için yatmamak için direniyorlar. Biraz daha uzun sürse de haftasonu öğle uykularında yatağımıza yatabildik. Cumartesi gecesinden sonra dün geceyi de yatağımızda uyuyarak tamamladık. Önce çocukları  evdeki herkesin sabah da evde olacağı konusunda ikna ettim, sonra üzerimizdeki hırkaları çıkarıp sabah tekrar giyeceğimiz konusunda teminat verdim, oğlum kucağıma gelmek istedi, beni devirdi yere ve gayet güzel üstüme yerleşip kafasını koydu. Nasıl şaşırdım anlatamam, dediğim gibi daha önce hiç böyle birşey yapmamıştı. Kızıma "sen de gel yanımıza" dedim, o da gelip yanıma yattı, bir kolumla da kızıma sarıldım. Kızım yanımda, oğlum üzerimde hepimiz uyumuşuz. Yarım saat sonra kocam geldi de gördü halimizi, o da inanamadı.

Sonuç olarak bu yatakta uyuma işini çözüyoruz galiba. Bir de dediğim gibi dün geceden beri çok mutluyum :)

Pazartesi şarkımız yine eskilerden gelsin, coştursun. Pat Benatar söylüyor (hastasıyım kendilerinin) - All fired up



9 Aralık 2012 Pazar

Galiba oluyor

Bebeklerim artık büyüyor (artık bebek değiller aslında ama bebeğim demeye bayılıyorum, hele oğlum da kendince bebeğim diye karşılık vermiyor mu, eriyorum). 3 gündür gündüz uykularına yataklarında yatar oldular. Bu öğlen biraz kavga dövüş oldu aramızda ama olsun, yataklarında yattılar sonunda. Akşamları ise arabada uyumaktan vazgeçmiyorlardı. Bu akşam onu da deneyelim dedik. Oğlum önce uyuyacak gibiydi ama sonra kızım azdırdı, birlikte oraya koş, buraya koş, kardeşini ittirip yine koş gibi bir oyun oynamaya başladılar, tabii uykusu kaçtı oğlumun. Arada beni uyutup odalarını dağıttılar, uyku saatleri iyice sarktı böyle olunca da. Artık tamam, oyun bitti uyuyalım dedik, mamalar içildi, kocam kızımızı aldı, ben oğlumuzu (iki çocuk olunca tek ebeveyn yetmiyor haliyle), ama oğlum araba diye tutturup ağlamaya başladı. Ağlaması içimizi parçaladı, hatta kocam "boşver arabada uyusun bu gece de" dedi ama karşı çıktım. Bir kez taviz verirsek hep veririz diye ısrar ettim. Kocam kızımın yatağında, biz kah oğlanın yatağında kah yerde, kah ağlayarak kah etrafa bakınarak uyumaya çalıştık ve nihayet uyuduk. Çok geçe kalmasaydık belki daha rahat olurdu, darısı ve daha erkeni yarın akşama artık. Belki böylece yatakta uyunması gerektiğini anlarlar da geceleri (öğlen uykusunda kesinlikle düşmüyorlar uzun süredir) de yataklarında geçirirler :)

7 Aralık 2012 Cuma

Ondan bundan

Çelişkiler dünyasında yaşıyoruz. Dün farkettiğim bir şeyi paylaşmadan edemeyeceğim. Fakültenin karşısında bir türkü evi var. Neden olmasın ki? Adına hiç dikkat etmemişim düne kadar. Yaman bir çelişki gördüm çünkü mekanın adı "Malibu Türkü Evi". Malibu adlı bir gece kulubü olsa anlarım ama türkü evi? Saçma geldi bana :)

Geçenlerde istasyona yürürken ara sokaklardaki evlerden birinin bahçe kapısına asılan bir yazı dikkatimi çekti. Keşke fotoğrafını çekseydim sizler için. Trene geç kalmayayım, akşam dönüşte çekerim dedim ama akşam geçtiğimde yerinde yoktu. Evsahibi bahçe kapısının önüne aynen şunları yazmıştı "o. çocuğu neden buraya çöp döküyorsun, çöp kamyonu bu sokağa giremiyor". Yazıda ne var diyeceksiniz, birşey yok elbet ama orijinal olan yazı stiliydi. O kadar güzel bir yazıydı ki ben şimdiye kadar bu kadar güzel yazılı bir küfür görmedim. Sanki güzel yazı dersinde gibi hissettim kendimi, hayranlıkla bakakaldım. Keşke fotoğrafını da çekebilseydim. :)

Kilo konusuna gelince, madem şikayetiniz yok yazayım, aynı tas aynı hamam. Dün öğlen pide (ama az) akşam da dürüm döner yemek zorunda kaldım. (Nasıl bir zorunluluktur bu, sanki yemesem dünyanın sonu gelecek gibi konuşuyorum). Vücudu ara sıra şaşırtmak lazım değil mi (gerçi pek şaşırmış gibi değildi). Özellikle dünkü derste yağların oksidasyonunu vs. anlattıktan sonra gidip pide yemem çok hoş oldu. Ben ki diyetisyene gidip fevkalade inceldiğim zamanlarda kocaman bir sandviç veya kocaman bir dilim pasta almak için  önümde sıra bekleyen tombik kadınların arkasından "abla ne yapmışsın kendine, yemesen keşke" diyerek jedi etkilemesi yapmaya çalışırdım, şimdi yolunu kaybetmiş Anakin Skywalker'a döndüm. Neyse, yarından itibaren su içmeye başlıyorum. Yarım saat önce kızım uyandığında içmiştim, şimdi yatmadan bir bardak daha içeyim. Haydi bakalım.

4 Aralık 2012 Salı

Utanmayı geçtim, artık nefret etmeye başladım kendimden

Farkındaysanız diyetim hakkında tek kelime yazamıyorum ne zamandır. Sağdaki lilyslim'i de güncellemiyorum (daha doğrusu güncelleyemiyorum).

Neden?

Çünkü tek gram veremedim bir türlü. Diyetisyene gittiğimde 10 kg'dan fazla veren ve çoğu yağdan gittiği için 15 kg vermiş gibi görünen ben zayıflayamıyorum.

Nedenleri var elbet.

Sizleri de kendi kilo kaosumla meşgul ediyorum farkındayım, kusura bakmayın. O yüzden bu artık bu konudaki son yazım olacak.

O zaman neydim, şimdi ne oldum peki?

1) Diyetisyene giderken 2 haftada bir kontrolüm vardı. Öğretmenim ev ödevimi kontrol edecek diye daha fazla dikkat ediyordum.

2) Daha iradeliydim. Diyetimin dışına kesinlikle çıkmıyordum. Şimdi ise hep bir bahanem var, dönem itibariyle canım tatlı, çikolata çekiyor, evde birşeyler olunca can çekiyor, hava soğuyunca vücut izolasyon için yağ depolamak istiyor dolayısıyla tatlı ve yağlı şeyler yedirmek istiyor bünyeye (vücutta yeterince yağ deposu var ama yetmiyor nedense yuh be), birisi birşey yapmış oluyor, yemesem ayıp oluyor, anlayacağınız bahane çok.

3) Diyetisyen korkusuyla su içiyordum, şimdi içmiyorum. Zaten en büyük nedenlerden biri de bu. Ben ki biyoloji dersi veriyorum, enzimlerin çalışması, yağların yakılması için su varlığından bahsediyorum, yağların parçalanıp atılabilmesi için bol miktarda su içilmesi gerektiğini biliyorum ama içmiyorum işte.

Yazın hep İstasyon-Ev arasında yürüyordum. Şimdiyse palto, çizme vs derken üzerimdeki ağırlık arttı, elim kolum zaten hep bilgisayar-makaleler-kitaplarla dolu oluyor, bu ağırlığı artık kaldıramayıp kolayca yoruluyorum, yorulunca yürümek istemiyorum, hareketsiz kaldıkça daha beter oluyorum. Kısır döngüye girmiş bulunuyorum.

Yürürken telefonla konuşacak olsam yine nefes nefese kalıyorum, fazla yattığımda belim ağrıyor, bunların tümünün üstümde taşıdığım fazladan 10-15 kilo olduğunun farkındayım ama hiçbir şey yapmıyorum.

Dediğim gibi artık kendimden utanma safhasını geçip nefret etme evresine girdim.  Ama bana en çok dokunan yeni tartının gösterdiği yağ-su-kas oranı. Bir de (daha da beteri) her gün yaklaşık 10 kilometre kadar yürüyen kocamın gün geçtikçe gözümün önünde erimesi. Yağ oranı %16'ya düşmüş (ben kaç katıyım yazamayacağım bile), kilosu deseniz aramızda sadece 3 kilo kalmış. "Sana yetişiyorum" dedi bana geçen gün. Bu laf nasıl dokundu anlatamam. İnsanın kocasından kilolu olması korkunç bir şey. Artık bu da beni motive etmezse hiçbir şey edemez (kötü niyetle söylemedi biliyorum, bu kadar üzülmeme anlam veremiyor zaten, ben seni kilolu olsan da seviyorum diyor hep).

Ama yine de olmaz. Sağlığı vs. haydi bıraktım, yalnızca bu laf yüzünden bile zayıflamam lazım. Hamileyken bile bu kadar değildim ben, ne yaptım kendime böyle.

Kocaman bir yeter artık diyor ve diyetle ilgili son yazıma son veriyorum.


YETERRRRRRRR!




3 Aralık 2012 Pazartesi

Kış kışlığını yapacak mı? - Pazartesi şarkısı - 28

Artık havalar soğuyacak dediler. Hava durumuna baktım, gerçekten de yarında itibaren 8-9 derece düşüyormuş. Benim melekler yataklarında başladıkları uykularına halının ve parkenin değişik kısımları üzerinde devam ediyorlar ve üzerlerinin örtülmesini de pek istemiyorlar nedense. O yüzden yere battaniye, yastıklar vs. serip duruyorum üşümesinler diye. Umarım gecenin soğuğundan çok fazla etkilenmezler ya da etkilenirler de yataklarında yatmayı öğrenirler artık.

Sabah feci bir yağmurla uyandık Eskişehir'de. İç karartıcı, karanlık bir hava vardı. Facebook'ta İstanbul'dan bir arkadaşımın "güneşli bir güne merhaba" yazısını görünce sinir olmadım da değil hani. Ankara'ya yaklaştıkça kararmış gökyüzü açıldı, güneş çıkmaya başladı. Yağmur buradan mı bize gelmişti yoksa Eskişehir'den Ankara'ya mı gelecek göreceğiz artık.

Bilimsel açıdan çok parlak geçmeyen bir haftasonundan sonra (büyük bir miktarı temizlikle vs. geçti, banyom reklamlardaki iğrenç banyolara dönüşmeden müdahale etmem gerekiyordu, kullandığım kimyasallar nedeniyle  sonunda yoğurt yemem gerekti ama olsun, şimdi Mr. Muscle gelmiş de gitmiş gibi) gelelim pazartesi şarkımıza.

Yılların grubu Scorpions'dan yavaş başlayıp günün dinamiğine göre devam eden bir şarkı ekleyelim. Coming Home.

Hatta hızımı alamayıp son ve galiba en sevdiğim albümlerinden bir şarkı daha ekleyeyim dedim ama hepsi birbirinden güzel hangisini seçeyim bilemedim bir türlü. Bence siz şu şarkıyı dinleyin, sonra da hız kesmeyip tüm albümü dinleyiverin - You're loving me to death.

İyi haftalar hepinize.







1 Aralık 2012 Cumartesi

İspiyoncu İnternet Tarayıcısı

Bir süredir internet tarayıcısı olarak kullandığım Internet Explorer'dan vazgeçip Google Chrome kullanmaya başladım. (Hey gidi günler hey, eskiden Netscape kullanırdım da IE'ye geçmiştim daha iyi ve hızlı diye). Google nedense daha pratik ve hızlı gibi geldi bana. Neyse. Ancak bir özelliği var ki beni gıcık ediyor. IE'de de bu özellik var mıydı hatırlamıyorum, belki onda da vardır.

İnternetten çok alışveriş yaparım. Hiç olmadı değişik neler var, piyasaya göre nasıl, yeni ne ürünler çıkmış diye baktığım da olur. Ama bir süredir hangi siteden ne baktıysam daha sonra başka websitelerinde dolaşırken kenarlardaki banner tarzı reklamlarda girdiğim siteyi ve baktığım ürünlerin reklamını görüyorum. Kardeşim, neden beni etrafımdaki insanlara ispiyonluyorsun, gizli kapaklı bir iş yapamayacak mıyım ben? Belki kocama hediye baktım bir yerde, ya da orkid falan aldım bir siteden, sana ne, insanların gözüne gözüne sokmasana. Ayıp denen bir şey var ama.