31 Ağustos 2010 Salı

Herkesin hayali bu değil mi?

Herkesin en azından çoğu kişinin hayali bence şudur: İstediğin kadar yemek yiyeceksin ama başkası senin yerine spor yapacak ve sen yorulmadan, terlemeden zayıflayacaksın. (Pasif jimnastik aletleri bu amaçla çıkmadı mı piyasaya zaten?). İşte dün olanlar bana bunu hatırlattı. Dün Eskişehir'de doktor kontrolümüz vardı. Çıkışta kocam kutlama yapmak için bir dilim pasta yememe izin verdi. Ben de afiyetle yedim. Pasta dilimi biraz kalın olduğu için suçluluk duydum ama bu sonrasında evde yemek üzere 2 porsiyon güllaç paketletmemize engel olmadı. Akşam da güllacımın yarısını yedim, daha fazla abartmayayım dedim.

Bu sabah tartıya çıktığımda kilo artışı görmeyi korkuyla beklerken 800 g kadar zayıflamış olduğumu gördüm, gözlerime inanamadım. Ben tatlı yedikçe alışık olmayan bebeklerim enerji patlaması yaşayıp kıpır kıpır olmuşlardı, demek onlar hareket ettikçe ben zayıfladım.

Böylece herkesin hayalini gerçekleştirmiş oldum ama abartmamak lazım tabii :)

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Kusura bakma Emmy

Canlı yayın manyağı olarak Emmy törenlerini de izleyeceğimden bahsetmiştim geçen hafta. Akşam üstü 2 saat kadar uyumama, sonrasında televizyon izlerken yine uyuyakalmama, zavallı kocamın beni uyandırmak için saat 2:30'a kadar uykusuz kalmasına rağmen seyredemedim. Açılmayan gözlerim ve sürekli reklam girilecek olması beni uykum fazla açılmadan yatağıma doğru yöneltti. Bebekler dinlenmek istiyor, gideyim yatayım diyerek kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım (hazır uyuyabiliyorken uyuyayım). Sabah facebook'ta gördüğüm yorumlar da iyi ki öyle yapmışım dedirtti. Millet aynı reklamları görmekten bayılmış, hatta sırf bu yüzden gidip yatanlar olmuş. Biz de bebeklerimle uyumuş olduk böylece.

Yazacak çok şey var ama fotoları aktarmalıyım önce.

Konu başlıkları:
- Balkondaki ikizler
- Ankara Arena ve Dünya Basket Şampiyonası
- U2

27 Ağustos 2010 Cuma

Yine bebekler, hep bebekler için

Uzun bir süredir alışveriş merkezlerinde hep aynı şeyleri yaptığımı farkettim (Ankara veya Eskişehir farketmiyor). D&R'a uğrayıp ne var ne yok bakıyorum, oradan bebek mağazalarına inip dolaşıp çıkıyorum. Bir de kocam yanımdaysa ve bakmamız gereken bir şey varsa elektronik mağazalarına gidiyorum. Ankamall'ün 2. katını unuttum mesela. Kendime baktığım hiçbirşey yok. Vitrinlerde neler var, şu anda neler moda pek bilmiyorum. Pek de şikayetçi değilim çünkü algılarım bebekler yönünde çalışıyor ister istemez. İlginç şeyler var mı, neler alabilirim, listem tamam mı diye bakınıp duruyorum henüz fırsatım varken.

Dün mesela biberon aldım bebeklerime. 3 ay önce doğum yapan çok tatlı bir arkadaşımdan tüyolar alıyorum. Sizle de paylaşayım. O da bebeğiyle olan deneyimlerini nihayet kendi blogunda yazmaya başladı ama hala istediğim kadar çok değil. İsterseniz şuradan bloguna bakabilirsiniz.

Biberon konusu kafama takılmıştı. Sütüm iki bebeğime de yetecek mi bilmiyorum, umarım yeter ama yetmezse mamaya başlamak gerekecek. Biberonla beslenmeye alışan bebeklerin memeye olan ilgisini kaybettiğini okumuştum. Onun için ne almam gerektiğini bilmiyordum. Arkadaşım bana Dr. Brown'ın Natural Flow (doğal akış) biberonunu önerdi. Hem içindeki mekanik sistem sayesinde bebeğin hava yutmasını dolayısıyla kolik ağrılarını engelliyormuş, hem de doğal akış memeden süt emme gibi bir deneyim oluyormuş bebek için, böylece kolaya kaçmaya alışıp memeden soğumuyormuş. İnternetten alacaktım ama şansıma 5M migros'ta karşıma çıkıverdi. Bu sefer de hangi boyu almak lazım? Hemen arkadaşımı aradım. 120 ml'lik ve 240 ml'lik biberonlar vardı. Ben denemek için bir büyük bir küçük alayım diye düşünüyordum, o da onayladı ve can alıcı soruyu sordu: "30 ml çizgisi var mı?" Bebeğe mama başlarken 30 ml ile başlatmış doktor, sonra 50'ye çıkmış, o yüzden "ölçü skalasının 30 ml'yi mutlaka göstermesi gerek" dedi. Her ikisi de gösterdiği için birer tane aldım, bakalım süt durumum neler gösterecek.

Sonrasında Milupa'nın bana yolladığı kuponları kullanayım dedim. http://www.milupa.com.tr/ sitesine üye olduğum için değişik zamanlarda minik denemelik ürünler ve Migros'ta kullanmak için çeşitli Nivea ve Milupa ürünlerinde %25'lik indirim çeki yolluyorlar. Bu elimdekileri 3 ay kadar önce yollamışlardı, kuponların geçerlilik sonu Mart veya Nisan 2011. İlk önce Nivea şampuan aldım, daha bir sürü de bebek mendili kuponu var, onları da bebekler doğduktan sonra alırım, şimdiden kurumasınlar. 2.5 lira çok fazla bir kar gibi görünmeyebilir ama o 2.5 liralar birikince bayağı bir meblağ oluşturuyor. Bence bebeği olan anneler ve anne adaylar üye olsunlar.

Son olarak da tülbent aldım bebeklerime. Ağız yüz silme bezleri olarak Mothercare'de 7'li havlu paketleri görmüştüm ama kalın olabilir endişem vardı. Yine akıl hocam arkadaşımı aradım ve tülbent diktirdiğini öğrendim. Annemle tülbent kaliteleri hakkında görüşmeden sonra evin yakınındaki kumaşçıya gittim. Tülbent deyince adam bizim öğrencilerin mikroskop temizliğinde kullanmasını istediğimiz kalitede bir tülbent çıkardı önce. Annemden tüyo aldım ya, "Sentetiği fazla mıdır bunun? bebek için kullanacağım da" deyince adam direkt olarak "Ağız bezi mi yapacaksınız?" diye sordu ve bir başka kalite çıkardı. Pamuklu olduğu belli olan tok bir kumaştı bu, hemen 2 metre alıverdim. Annem 10 gün sonra dönecek, kestirip çift kat olarak diktireceğim kendisine.

İnsan neler öğreniyor bu hamilelik döneminde ve neleri de unutuyor. O yüzden blogları çok seviyorum, bir sürü faydalı bilgiye ulaşabiliyorsunuz, unuttuklarınızı geriye dönüp okuyunca hatırlıyorsunuz. O yüzden haydi asimetrikciğim, fırsat buldukça otur yaz da faydalanalım.

26 Ağustos 2010 Perşembe

27+2 (İyice büyüdüm artık) ve kısa kısa

İyice büyüdüm. Bu aşamadan sonra bebeklerin kilo artışı hızlanacağı için herhalde kapılardan sığmayan birşey olacağım. Ben de son halimi merak ediyorum. Fakültede bir süre beni görmeyenler "sen hala burada mısın" diyorlar. Tek bebeklere göre aldım başımı gidiyorum tabii, doğumun yaklaştığını sanmaları normal. Kocam bana "gemim benim" diyor, ben kendimi çadır gibi hissediyorum, özellikle de elbise veya etek giydiğimde. Red Hot Chili Peppers'ın Can't Stop diye bir şarkısı vardır, onun video klibinde kapşonlu bir çadır giyer Anthony Kiedis bir ara. İşte aynen öyle hissediyorum kendimi. Aynaya baktıkça gülüyorum halime.


Şaka maka doğuma 2 ay kadar bir süre kaldı (daha erken gelmeyi düşünmesinler sakın). Şu anda hala idrak edemedim galiba ama bundan sonra hayatımız tamamen değişecek. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Keşke daha önce bebeklerimiz olsaymış diyeceğiz, sevgileriyle kalbimiz dolacak taşacak, bebeklerimize baktıkça ağlamaklı olacağız, onları büyütmenin zorluklarını müthiş segileriyle aşacağız ve hergün bizim bebeklerimiz oldukları için şükredeceğiz. İyice duygusallaştım bu aralar gördüğünüz gibi.


Ağustos neredeyse bitiyor, sıcaklar herhalde yakında gider. Akşamları artık çok daha rahat uyuyorum ama gündüz sıcakları hala yerinde. Geçen Pazar ve Pazartesi sıcaklıklar 30 derece civarında olduğunda çok mutluydum. Bir süredir yaratık gibi olan ayaklarım insan evladı boyutlarına dönmüştü. Şimdi yine şiştiler. Neyse, 10-15 güne kadar gidecek bu sıcaklar.


Ankara dolmaya başladı. Tüm marketlerde kırtasiye reyonları şenlendi. Kendimi kalemlere bakmaktan, defter kaplarına göz gezdirmekten alıkoyamıyorum nedense yine.


Dün 30 Ağustos törenleri nedeniyle trafiğe takılıp 20 dakikalık yolu 1.5 saatte geldim. Hata bende, prova günlerini takip etmedim ve anladığım kadarıyla bir sürü Ankaralı da etmemiş, güzergahını çıkış saatini ayarlamamış. Her sene olmasına rağmen her sene de tongaya düşüyoruz nedense. Ben kendi salaklığımı sessizce kabullendim ama otobüsteki bazı kişiler "inşallah o gün hipodrom yıkılır" diye saydırmaya başladı. Ters ters baktım adamlara. En büyük bayramlarımızdan birinin provası var, her yıl olan şey ve Valilik günlerce önceden kapanacak yolları ve saatleri duyuruyor. Sen duymadıysan, ben duymadıysam ne yapalım yani? Bu zamanlar olacağı belli, internette facebook'a gireceğine Valilik duyurularına, gazetelere bak ona göre daha erken çık yola. Yarın sabah da prova olacak mesela, ben daha erken çıkacağım yola. Neyse, sinirlendim sabah sabah kendi kendime :)

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Fetal dopler'i yazacaktım değil mi

Bir türlü yazamadım biliyorum. Aslında amacım kaydettiğimiz seslerden de koymaktı ama olmadı. Belki bu akşam denerim.

Cihazı alır almaz oynamaya başladık. Minik bir şey, iki tane kulaklık giriş yeri var. Böylece hem kendi kulaklığını takabiliyor, hem de ekstra bir kulaklık takarak eşinizle birlikte dinleyebiliyorsunuz. 2. giriş istendiğinde bilgisayara kaydetmek için verdikleri ara kablo için de giriş olarak kullanılıyor.

Sesleri duyabilmek daha doğrusu bulabilmek için geziniyorsunuz önce karnınızın üzerinde. Ultrasonda duyduğunuz kadar güçlü sesler duymayı beklemeyin. Biz bebeklerin birinin kalp atışını atnalı sesleri gibi net duyduk ama diğeri herhalde pozisyon itibariyle vocck voccuk gibi duyuluyordu. Hıçkırık sesi nasıl duyulur anlamadık, herhalde arada kalp atışı dışında duyulan ritmik seslerdi. Benden mi kaynaklanıyordu onu da bilemedik. Tekmeler falan gayet net ama. Kalp atışı arasında tam tekme attığı zaman seste yükselme oluyor, bunu da ancak bebeklerin hareketini hissettemeye başladığınızda ayırt edebiliyorsunuz.

Cihaz kutusunda ekstra jel yoktu, sadece pil vardı. O pil de kimbilir ne zamandan kalma ki kısa süre sonra bitiverdi. 9 voltluk dikdörtgen pil her yerde satılmadığı için bir türlü yenisini alamadım. Jele gelince, çok gerekli değil gördüğüm kadarıyla. Karnınızı ıslatırsanız veya bebe yağı, vücut kremi gibi bir şey sürseniz de oluyor. Hatta daha iyi bence, cildiniz de nemlenmiş oluyor gerilmelere karşı.

Peki ürün ne zaman alınmalı? Bence ilk 3 ay sonunda alınabilir. İsterseniz daha önce de. Ben bebeklerimin hareketlerini hissetmeye başlamadan önce ve diş fırçalarken gerçekleşen kusmalarım bittikten sonraki dönemde acaba iyiler mi, nasıllar diye sürekli merak içindeydim. O dönemde bebeklerimin kalp atışını duymak çok rahatlatırdı beni. Şu an ise zaten sürekli oynadıkları için nasıl olduklarını biliyorum. Yani 3-6 aylar arasında oldukça faydalı gibi geldi bana. Tabii bu benim fikrim. Pil bulsam bir yerden de biraz daha dinlesem yavrularımı akşam.

24 Ağustos 2010 Salı

Yine bir canlı yayın gecesi-sabahı

Bu sabahın köründe Miss Universe yarışması vardı. Bilimum canlı yayının gediklisi olarak bu sefer çocuklarımla birlikte kalkıp seyrettim. Herkes sahura kalkmışken ben güzellik yarışması seyretmeye kalktım, garip bir durum aslında benim için. Uydunette E2 çıkmadığı ya da ben bulamadığım için cnbce-e'den simultane çeviriyle seyretmek zorunda kaldım. Bol miktarda reklam olduğu için aralarda kahvaltımı yaptım, makale baktım, bir sürü iş hallettim. Bu seferki yarışma Amerika'da, Las vegas'ta yapılıyordu. Biz dereceye giremedik yine. İlk 15 açıklandığında çok şaşırdığımı söylemeliyim. Nedense böyle organizasyonlarda ev sahibi ülkenin güzelini mutlaka ilk 15'e sokarlar, ancak ilk 15 içinde USA yoktu. Zaten o kızı pek beğenmemiştim. Her yıl en azından ilk 10'a giren ve güzelleri son 2 yıl üstüste Miss Universe seçilen Venezuela da ilk 15'te yoktu, bayağı şaşırdım.

İlk 15 sıralanınca kim kalır kim gider diye baktım ve dedim ki Meksika ile Jamaika sona kalır. Gerçekten de öyle oldu. Favorim Meksika'ydı, muhteşem kırmızı gece elbisesiyle kolayca aradan sıyrılıverdi. Bu sefer jürinin sorduğu sorular da daha mantıklı şeylerdi. Klasik "elbette ki dünya barışı, yaşlılara yardım etmek" tarzı cevap gerektiren şeyler değildi.

Sonuç olarak Güney Amerika kızlarının güzelliği bir kez daha tescillenmiş oldu. Haftaya Emmy'lerde görüşmek üzere :)


22 Ağustos 2010 Pazar

Dün çok güzel bir gündü

Dün doktor kontrolümüz vardı. Yine kilo aldım diye fırça yiyeceğim korkusuyla çıktım doktorumun karşısına. Önce "çok iyi görünüyorsun" dedi doktorum bana, sonra da "şu tartıya çık bakalım". Gerçekten iyi görünüyorum, herkes aynı şeyi söylüyor. Yüzüm hala ince, hatta hamile kalmadan öncekinden bile ince diyebilirim. Kollarım da kilo almadı. Bilirsiniz kilo alınca kollar da dolar, pehlivan gibi görünmeye başlarsınız. O yüzden bu sefer ne olacağını çok merak ediyordum. Tartıya çıkınca gördüğüm rakam 75 idi. (1 ay önceki kontrolümde 74.4 kg idim.) Doktorum bana öyle bir tablo çizmişti ki ağlayarak çıkmıştım muayenehaneden. Doktorum sonuçtan çok memnun oldu, "2 kilo vermişsin" dedi. Sonra da hemen bebeklerin ölçümlerine geçtik. Bebeklerde nasıl bir değişim olduğu da önemli tabii ki. Kızım 938 g olmuş, oğlum 1040 g. Yediğim herşey bebeklerime yaramış anlayacağınız. Maşaallah bebeklerime. 26. hafta değerlerine bakarsak eğer, tek gebeliğe oranla daha yüksek kiloda bebeklerim. Umarım böyle de devam eder. Doktorum "bu ay dikkat ettiğin belli dedi". Gerçekten de ettim. Aslında hiç de az yemiyorum, bu kadar yemeye kilo almış olmam lazımdı ama ne yediğim çok önemli. Geçen sefer kocam 15 gün kadar yanımdaydı, bazı öğlenler ve bazı akşamlar fakülteden geç çıktığımızda yemeği evde yemek yerine karşıdaki kebapçılarda, ev yemekleri yapan yerlerde yiyorduk. Bu arada kıymalı pideler, ev yemeklerinin yanında pilavlar yedim, bir gün bir arkadaşımızla buluşup mükellef bir sofra kurduk, birkaç sabah kahvaltı yapmaya vakit bulamayıp 1-2 poaça yemiştim. Tatlı , dondurma vs. yemememe rağmen feci kilo almıştım. İşte bu sefer bunların tam tersini yaptım. Dışarıdan hiçbir şey yemedim. Kahvaltımı yaptım, vaktim olmadığında fakültede yemek için kepekli veya çavdarlı ekmekten sandviç yaptım, akşamları yemeklerimi hep evde yedim, yemeklerimi zaten diyet yaptığım günlerden kalan alışkanlıkla az yağlı yapıyordum ama kıymayı yağsız olmadığı sürece hayatımdan çıkarttım, pilav yerine bulgur pilavı veya yağsız makarna yedim, meyvemi asla ihmal etmedim ve sonuçta kilo verdim. Anlayacağınız kontrolden çıktığımda çok çok mutluydum. Haa, 1-2 kez minik porsiyonlar halinde dondurma yedim bu sefer. Ona rağmen kilo verdim :)

Sorun sadece fırça yememek değil elbette. Bebeklerin sağlıklı gelişmesi daha önemli. Geçen sefer doktorum bana çok güzel bilgiler verdi. "Çok kilo alan annelerin bebekleri genelde küçük doğar, etrafına dikkat et" dedi. Gerçekten çevremde gördüğüm örnekler de aynen böyle. Anneler nasıl olsa yemek için bahanem var diye yiyip kilo aldıkça vücut oluşan göbeği beslemek için diğer organlarda kısıntıya gidermiş. Öncelikle bebekler dahil olmak üzere kan akışını azaltma yoluna gidermiş, ama beyin, böbrekler ve bebekler itiraz edince bunu telafi etmek için kalbin pompalama hızını artırırmış. Nabzın artmasının nedeni buymuş. Daha fazla kilo aldıkça kalp daha fazla hızlanamayacağı için kan kesintisi başlarmış. Nefes daralması, beyne az kan gittiği için unutkanlık vs. gibi belirtiler hep bunun göstergesiymiş. Bebekler de daha az besleniyor bunun sonucunda. Bu yüzden bu sefer çok dikkat ettim ve dikkatimin ödülünü de bebeklerimin kilo artışıyla aldım. O yüzden tüm anne adaylarına yediklerine çok dikkat etmelerini öneriyorum. Kocam bile spor yapmadan 2 kilo verdi bu sayede, gerisini siz düşünün.

Kontrol sonrasında nihayet ne zamandır istediğim bir arkadaş ziyaretini gerçekleştirdik. Önce diyetisyenim, sonra arkadaşım olan Banu'nun size daha önce adresini verdiğim merkezine hem hayırlı olsuna hem de 1 gün önceki yaşgününü kutlamaya gittik. (Yazıyı okumak isterseniz burada). Yaşgünü pastasız olur mu? Olmaz. Fıstıklı çikolatalı pastamızı aldık ve harika bir sohbet eşliğinde afiyetle yedik. Kontrolümün verdiği mutlulukla ben de yedim. Eşi de oradaydı, bu vesileyle onunla da tanışmış olduk ve sohbetimiz daha da keyifli oldu. İdeal'i gezdik, çok beğendik. Çok sıcak ve huzurlu bir ortam yaratmış Banu. Hastane ortamının soğukluğu ve dışarıdaki diğer merkezlerin snobluğu kesinlikle yok. Bahçesindeki incir ağacının huzur kattığı sıcak bir ortam. Zaten Banu'nun güleryüzü ve bilgili olduğunuz hissettiğiniz tatlı sohbeti ortamı daha da ısıtıyor. Anlayacağınız güzel bir günü güzel bir şekilde noktaladık. Bir kez daha Banu ile tanışmamıza vesile olduğu için Güven Hastanesi'ne teşekkür ederim. Onun gibi başarılı bir diyetisyeni ve iyi bir insanı ellerinden nasıl kaçırdıklarını hala anlamıyorum, herhalde çok pişmanlardır. Dedim ya, onların kaybı.

20 Ağustos 2010 Cuma

Ne insanlar var, pes artık

Kocam yarınki randevumuz için Ankara'ya gelecekti bugünden. Keçinin sevmediği ot misali yanına hep kendisini feci halde rahatsız eden birileri bindiği için bir süredir tek koltukta oturabilmesi için business class'tan bilet alıyoruz gidip gelirken. Yine de garip garip insanlara denk geliyor hep. Bu sefer vagonda bir o bir de 3 kişilik bir aile varmış. Aile arada masa olan karşılıklı koltuklarda, hemen kocamın çaprazında oturuyormuş. Adam yolda bir ara tırnaklarını kesmeye başlamış. İnanılır gibi değil. Geceleri bile tırnak kesilmesin, bir yere sıçrarsa bulunamaz diye hurafeler yaratılmasına rağmen bu adam fütursuzca, o parçaların nereye gittiğini umursamadan çıt çıt tırnaklarını kesmiş. Pes dedim duyunca ve kocam için çok üzüldüm. Üzüldüm çünkü kocam bu konularda çok hassastır. 6 yıla yakın zamandır evliyiz ve daha bir gün yanımda tırnak kesmemiştir. Kestiğinde de etrafa saçılmaması için çok dikkat eder. Bırakın böyle dikkatli, özenli bir adamı, tanımadığınız biri tren gibi kamuya açık bir yerde dibinizde tırnak kesse eminim sizin de mideniz kalkardı. "O masalarda millet yemek yiyor, ben iğrendim" dedi kocam. Adam garip garip hareketler yapmaya başlayınca kalkıp yerini değiştirmiş zaten. Bana çok acayip geldi. Hele bunu yapan kişi eşinin türbanından anlaşıldığı üzere dindar bir adam olunca ve dinimiz temizlik imandan gelir dediği için daha da garipsedim. Evini kirletme ama dışarıda istediğin yap. Olmaz kardeşim.

Fetal doppler cihazım maalesef bu akşam kargoya verilmiş. Bu gece deneyecektik hesapta ama olmadı. Fakülte adresini verdiğim için yarın teslimat da yapmayacaklar. Gidip şubeden alayım bari de yarın akşam deneyelim.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Kocama hediye aldım

Kocamın eve bir ultrason cihazı almadığımızdan şikayet ettiğini yazmıştım daha önce. "Bari bir stetoskop bulalım da kalp atışlarını dinleyeyim" diyen kocama istediği gibi bir alet buldum sonunda. Hamileyim dergisinde reklamını gördüğüm bir ürün bu. Angel Sounds denen bir alet. Stetoskopun biraz daha gelişmişi anladığım kadarıyla. Ultrasondaki gibi jel sürüp karnınızda gezdiriyorsunuz, kulaklığından da sesleri duyabiliyorsunuz. Ürünü getiren firma bebeklerin hıçkırıklarının bile duyulacağını iddia ediyor. Ayrıca sesleri kaydetme imkanı da varmış ve bebekler doğduktan sonra kendi kalp seslerini dinletmeniz sakinleştiriyormuş vs. vs. Ürünün fiyatı 99 TL. İlgilenen varsa özelliklerine http://www.meleksesleri.com/ adresinden bakabilirsiniz. Ben üye olduğum başka bir alışveriş sitesinden aldım. Bir an önce elime geçmesi için sabırsızlanıyorum. Kocama ve kendime evlilik yıldönümü hediyesi olarak kabul ediyoruz bunu. Hem biraz erken bir hediye hem de büyük birşey değil ama evlilik yıldönümümüz civarında gelecek 2 büyük hediyemiz var nasıl olsa :)
Ürünü kullanınca işe yarayıp yaramadığını da yazarım bir ara. Keşke firma bu yazıyı okusa da bana hediye olarak jel falan yollasa :)

17 Ağustos 2010 Salı

Pideler eskiden daha güzeldi sanki

Eve giderken yolumun üstünde yanyana iki tane ekmek bayii var. Özellikle ramazanda akşamüstü kasa kasa pideleri yol üstüne çıkarıyorlar, o mis gibi kokuya dayanamayarak oruç olsanız da olmasanız da mutlaka bir tane alıyorsunuz. Pideler eğer yeni geldilerse hafif sıcak oluyorlar ve güneşin altında bir süre daha sıcak kalıyorlar ama eve gittiğinizde geride sadece mis gibi koku kalıyor, sıcaklığı geçmiş oluyor.

Ben küçükken pidelerimizi ekmek fırınlarından kendimiz alırdık, bakkala veya bayiye gelmesini beklemezdik. Fırının önünde uzun bir sıra olurdu hep. Sıraya girerdik çocuk halimizle. Fırıncı küreği fırına sokup çıkardıkça nar gibi kızarmış pideler çıkardı dışarıya. Kaç pide çıktığını sayar, öndekilerin fazla almamasını umut eder, sıranın bize ne zaman geleceğini hesaplamaya çalışırdık. Öndekiler fazla fazla alınca kürekteki pideler biterdi, yeni partiyi beklemeye koyulurduk. Sıra bize gelince pideleri ince bir kağıda sararlardı, eve elimiz yana yana giderdik. O pide hem sıcacık hem de mis gibi kalırdı, afiyetle de yenirdi.

Geçen kocamla konuştuk bunu. O da benim gibi fırına gidip pide almış küçükken. Ama bizim çocuklarımız böyle birşeyi bilmeyecekler, tıpkı şimdiki çocukların ve gençlerin bilmediği gibi. Pideyi bakkaldan alınan birşey olarak bilecekler. Pide beklemenin güzelliğini, ucundan koparmaya çalışırken ellerin yanmasını bilmeyecekler. Pidelerin eskiden daha lezzetli olduğuna karar verdik kocamla, belki de o pidelere lezzet katan bizdik.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Bugünlerde...

Bugünlerde neler oluyor kısa bir özet geçelim:

- Güvercinlerden yana çok şanslıyız (artık şans mı bilinmez, balkonun hali içler acısı). İyice büyüdüler ve bu sefer gerçekten çirkinleştiler. Anne baba artık hiç yanlarında durmuyor, durmadan gidip gelip yemek taşıyorlar yavrularına. Bunlar da sürekli aç. İşin ilginci, annemlerin balkonunda daha önce yumurtlayan güvercinlerden bahsetmiştim, galiba 2. tura geçmişler. Kaktüs saksısı vardı pencere pervazında, onu da düşürmüşler, her yer toprak içinde. Bir gün de teşekkür etseler, ne bileyim, gagalarında sayısal loto numarası yazan bir kağıtla ya da piyango biletiyle gelseler olmaz. Nankör şeyler.

- Bu yılki güllaç maceram da hüsranla sonuçlandı. Arkadaşlar sağolsun, 1-2 öneri olmasına rağmen evin yakınındaki bir pastaneden aldım. Görünüş süperdi, tadının da güzel olduğuna emindim ama bu sefer de gecelik bakarken kendimi biraz dağıtmışım, kutu yamulmuş, güllacın sütü-şurubu akmış, katlar biribirinin içine geçmiş. Görünüş sakat olsa da tadı güzeldi ama dedim ya, var bir şey, yine istediğim gibi olmadı. Bu ayki doktor kontrolümü atlayım, belki kocamla tekrar alır birer porsiyon yeriz.

- Televizyondaki 118 80 reklamlarına uyuz oluyorum. Hangi reklam şirketine yaptırmışlar, daha salak bir senaryo bulamamışlar mı, yoksa amaçları insanları sinir ederek marka farkındalığını oturtmak mı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, o da asla o numarayı aramayacağım. Diğer 118'leri arayacağım o salaklara inat.

- Evcilik oyunu yarışmasını seyreden var mı bilmiyorum aranızda. Ben sadece fragmanlardan gördüğüm kadarıyla takip ediyorum. Hala bu yarışmanın amacının ne olduğunu, sonunda ne olacağını bilmiyorum (hoş, seyretsem de anlamazdım herhalde). Gördüğüm kadarıyla sürekli birileri ayrılıyor ve yerlerine yenileri geliyor. Bu yarışma sonsuza kadar sürecek anlaşılan.

- Hamilelikte hızlı tren süper bir şeymiş. Çok rahat gidip geliyorum. Arabadan bile rahat diyebilirim. İzne çıkarken kocacığım beni arabayla götürmüştü evimize. Yavaş gidip sık mola vermek zorunda olunca 3 saati geçmiştik. Klimaya rağmen yine de sıcaktı, güneşliydi. Hızlı tren ise bu aralar maşaallah sıfır rötarla tam 1.5 saatte gidip geliyor, sefer sayısı arttı, klimalı, arada kalkıp dolanabiliyorum, tuvalete gidebiliyorum ve business class'ta gittiğim için (mecburen) koltuklar da geniş ve rahat. Sağolasın TCDD.

- İyice büyüdüm. 7.5 aylık bir hamileye takabül ediyormuşum şu anda. Fazla kilo almadım, yüzüm, kollarım hala dolmadı (doktorum sağolsun) ama bu haftasonu yine fırça yiyeceğim gibi geliyor bana, haydi hayırlısı.

- Var mısın yok musun yine başlamış. Yine bir sürü segi pıtırcığı, yine seni çok seviyorumlar, hep yanındayızlar vs. vs. Survivor'daki sevgi pıtırcıklarının ne hale geldiğini görünce iyice yapmacık geliyor bana (zaten daha önce de dayanamazdım). Yarışmaya katılmak için başvuru formu doldursak herhalde bizi mülakata falan çağırmazlardı kocamla. Düşünsenize, "sevgi pıtırcıklarından nefret ediyorum, herkese sinir olma potansiyelim var" yazıyorum ve beni çağırıyorlar. Ne yorum ne birşey, suratsız bir şekilde dan diye açarım herhalde kutuları. Neyse, sıcak insanı iyice yoruyor, gidip biraz dinleneyim.

12 Ağustos 2010 Perşembe

İnsan neler öğreniyor

Son 3 aya girdim artık, yani yavaş yavaş eksiklerimi tamamlama zamanı geldi. Bebeklerin hastane çıkışları, kıyafetleri, 1-2 paket yenidoğan bezleri vs. hep hazır ama ya ben? Daha hastanede ve sonrasında giyeceğim geceliklerim yok. Daha doğrusu bu akşama kadar yoktu, artık varlar.

Hastane gecelikleri-pijamaları rahat olmalı ve emzirme sırasında rahat olunması için önden düğmeli olmalı. En azından benim bildiğim buydu. 3 çocuğu olan deneyimli bir arkadaşımla konuştuğumda kazın ayağının böyle olmadığını anladım. Arkadaşım sağolsun, pijamanın kesinlikle rahat olmadığını söyledi bana, böylece evde bulunan önden düğmeli pijamalarımı giyme fikrinini aynen rafa kaldırdım. "Gecelikler önden düğmeli olacakmış, öğrendim" dedim kendimden gayet emin bir şekilde. O da bana "emzirme gecelikleri var asıl, onlardan al" dedi. Böylece böyle bir şeyin varlığını öğrenmiş oldum. Bu da önden düğmeli bir gecelikmiş aslında ama göğüslerin alt kısımlarında emzirmeyi kolaylaştırmak için birer kesik varmış. Üzeri kumaş pilesiyle kapalı olduğundan bebeği emzirmediğiniz zaman normal bir gecelik gibi duruyormuş. Emzirirken de tüm düğmeleri açmanız gerekmiyormuş. Çok iyi bir fikirmiş.

Bunu öğrendikten sonra fiyat ve daha doğrusu satın alacak yer araştırması yapmaya başladım. Normal gecelik vs. satan yerlerde hiç görmedim ki bunlardan, nerde satılıyor nerden bileyim. O yüzden en kestirmesi internet diye google'a "emzirme geceliği" yazdım ve araştırmaya başladım. Piyasada 1-2 marka görebildim, fiyatlar da 75 TL civarındaydı. Bazı yerlerde fiyatı pahalı bulan kişilerin normal bir önden düğmeli gecelik alıp kesikleri kendilerinin açtığını da okudum. Ama üzerinde kapatıcı bir pile olmadan saçma sapan birşey olmuştur sanıyorum. Kızılay'daki çamaşır, gecelik satan yerlere gidip bakayım derken evimin yakınından Yeşim mağazası aklıma geldi. Vitrinde hamile gecelikleri falan vardı, belki bu da vardır diye gideyim dedim ve akşam üstü iş çıkışında uğradım. İyi ki uğramışım, bir uzun kollu bir de kısa kollu gecelik aldım kendime. Gayet de beğendim. 24.90 TL olmaları da ayrıca hoşuma gitti. Hem hesaplı hem kaliteli anlayacağınız. Böylece aklımdaki maddelerden birinin üstünü çizebildim.

Bakalım daha neler öğreneceğim.

Ramazan geldi hoş geldi

Bu sene Ramazan ayı en sıcak günlere denk geldi, oruç tutanlara kolaylıklar diliyorum. Annem bana eskiden yaz aylarına denk geldiğinde dudaklarını kurumasın diye suyla ıslattığını, iftarın kışa göre oldukça geç olduğundan, biraz sıkıntı çektiklerinden bahsederdi. İşte şimdi yine aynı döneme denk geldi. Havaların mevsim normallerinin 6-8 derece üzerinde olduğu bu günlerde yiyecek neyse de su korkunç bir ihtiyaç, Allah oruç tutanlara kolaylık ve sabır versin. Ben mazeretimden dolayı tutmuyorum, hoş bu sıcaklarda mazeretim olmasa da tutamazdım ya, o da ayrı.

Televizyonlar klasik Ramazan yayınlarına başladı. Önce tüm ailenin, hatta bu sefer mahalle arkadaşlarının bir arada iftar yaptığı cola ve bilimum reklamlar dönmeye başladı, şimdi de haberlerdeki klasiklere geçildi. Her yıl her kanal Oruç Baba Türbesinden yayın yapar ve nedense her yıl o kadar kalabalık bir insan grubunun toplanmasına şaşırırlar. Her yıl hem haberlerde hem de her türlü programda güllaç tarifleri verilir, hatta yapılışı naklen gösterilir. Dün de aynen böyle oldu, Sahrap Soysal nar olmadığı için kayısılı güllaç yaparak sezonu açtı. Sırada nerde o eski Ramazanlar sohbetleri var, herhalde yakında onları da görürüz.

Güllaç deyince, diyet yaparken diyetisyenim bir kez yememe izin veriyordu, ben de farklı yerlerde yapılan güllaçları değerlendirip kendimce en güzelini alıyor ve her seferinde de hayal kırıklığına uğruyordum. Bu sefer doktorum tatlıyı yasakladı ama herhalde bir güllaç yiyecek kadar şeker hakkım vardır. Bu defa nerede almalıyım ki tadı damağımda kalsın, gelecek seneye kadar o tadı hatırlayayım bilemiyorum. Şimdi farkettim de bu güllaç hikayesi de benim klasik Ramazan yayınım olmuş. Televizyonlara fazla kızmamalı yani :)

10 Ağustos 2010 Salı

16 günüm nasıl geçti

Sayılı gün çabuk geçer derler, ben de başladığı zaman önümde sayısız günün olduğu, bitmeyecek gibi gelen 16 günlük tatilimin sonuna geldim bugün. İstediğim pek çok şeyi yaptım, pek çoğunu da yapamadım. Güvercin peşinde koştum, şişen ayaklarıma bakıp hem güldüm hem sinirlendim, bol bol dinlendim, bol bol terledim, kendime ve kocama yağsız tuzsuz yemekler yaptım, büyüyen karnımı okşadım, bebeklerimle konuştum, arada kocamdan gizli ütü yaptım, prensesler gibi salındım. Yarın dönüyorum. Fakültede yapmam gereken işler var, onları tamamlayıp gönül rahatlığıyla doğum öncesi iznime ayrılmayı planlıyorum. Tek gebeliklerde doğum öncesi 8 hafta olan izin çoğul gebeliklerde 10 hafta oluyormuş, ben de ikizlerimin olacağını öğrendikten birkaç ay sonra öğrendim bunu. Aslında dileğim bu izni mümkü olduğunca az kullanıp doğum sonrasına aktarmak ama son aylarda iyice şişeceğim anlaşılan, galiba evimde dinlenmek hem benim hem de bebeklerim için daha iyi olacak. Neyse.

Bu tatil boyunca her türlü sinemaya gitme girişimim kocam tarafından ustalıkla bertaraf edildi. "Bu sıcakta klimalı salonlarda oturup film seyretmek yapılacak en güzel şey" tezim maalesef etkili olmadı. Sıfıra sıfır, elde var sıfır, tek bir sinema filmi izlemeden dönüyorum geri. Belki haftasonu daha şanslı olurum.

Ben de bu arada evimin sessizliğinin tadını çıkardım. Üst kat komşularımız çocuklarını her yaz yazlığa yolladıkları için yukarıdan gelen 3 çocuk gürültüsü zaten olmuyordu, ama yandakiler bizi canımızdan bezdirmişti, daha önce okuyanlar hatırlar. Ne mutlu bize ki yıllardır boş olan alt katlarına bir aile taşındı ve herhalde biraz da şikayet ettiler ki artık yandan gelen tek bir ses bile yok. Zaman zaman çocuklarının koşturması, bağırtısı oluyor ama gecenin 2'sinde babanın böğüre böğüre çocuk şarkıları söylemesinden, anne ve babanın çocukla bağıra çağıra konuşmalarından kurtulduk.

Bu seferki tatilim tam tatil gibi oldu anlayacağınız. Bir de üstüne üstlük çok sevdiğimiz iki arkadaşımızla Kentpark'a kahvaltıya gittik bir sabah. Kentpark Eskişehir otogarının karşısında 1-2 yıl önce yapılan büyük bir park. Haberlerde falan mutlaka görmüşsünüzdür, içinde plaj olan park diye geçer adı. Ankara'daki neredeyse tüm tanıdıklarımın gidip gördüğü parkı nihayet part-time Eskişehirli olarak ben de görmüş bulunuyorum. Güzel bir kahvaltı sonrasında (sohbet, arkadaşlarlar birlikte olmak güzeldi ama maalesef tabaktakilerin neredeyse yarıdan fazlası bana yasaktı) parkı gezdik. Çok övülen plajı, midilli ve atların bulunduğu maneji, şehir içine kadar giden gondol sefasının gondolunu, hepsini gördüm. Plajda denize girenleri görünce içim gitti. Hamile olmasaydım kesin kocamın başının etini yer ben de girerdim suya.

İşte 16 günüm böyle geçti. Bakalım Kentpark'ı siz de benim kadar beğenecek misiniz?

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Balkondaki çirkin şeyler :)

Balkondaki yavruların fotoğraflarını ekleyemedim ne zamandır. Umarım bu sefer izin verir internet de ekleyebilirim.

O minicik yavrular tabiri caizse artık eşek kadar oldular (eşşşek diye de abartabiliriz hatta). Oysa yumurtadan yeni çıktıklarında ne kadar tatlılardı. Bu halleri nispeten büyüdükleri zamana ait. Pembe olan derileri ve gagaları ve karardı, biraz da büyüdüler. Anne ve baba nöbetleşe yanlarında duruyordu hala.

Daha sonra hızla büyümeye başladılar. Gagalar iyice karardı, uçları beyaz nokta haline geldi, gözler açıldı, kaşınmaya, birbirleriyle oynamaya ve ses çıkarmaya çalışmaya başladılar. Çalışmaya başladılar ama henüz başaramadılar, boğazlarının oynamasına rağmen çıkan tek bir cik sesi bile yok henüz. Yumurtadan çıkma zamanlarına oranla 3-4 kat büyüdüler. Anne-baba eskisi kadar başlarında durmuyor artık. Ya yeterince büyüdüler, sürekli korunmaya ihtiyaçları kalmadı ya da kocamın dediği gibi iki tane bebek bakıcısı buldukları için içleri rahat, yem aramaya gönül rahatlığıyla gidip geliyorlar :)


8 Ağustos 2010 Pazar

Tatilimin son demleri

Tatilimin son günlerine girmiş bulunuyorum. Bu feci sıcaklarda Ankara'da olmadığım için memnunum aslında. Üstelik orada burada asfaltmala çalışmaları yapılmış, iyice perişan olacakmışım. Şimdi herşey bitmiş, trafik rahatlamıştır. Gideyim işlerimi bitireyim, hazırlıklarımı yapayım ki yaklaşan doğum iznimde evime geri döndüğümde aklımda birşey kalmasın.

Bu arada neler mi yaptım? Eskişehir'de bellediğim doktoruma da gitmeye başladım. Doğumu Eskişehir'de yapmayı planlıyoruz o yüzde buradaki güvendiğim, sevdiğim bir doktora da gitmeye başladım. Geçen hafta bebeklerimizi gördük yine. Biraz kilo almışlar son gördüğümüzden bu yana. Buradaki tatlı doktorum da ikiz annelerinin neden kilo almaması gerektiği hakkında pek de hoş olmayan bir tablo çizdi bana. Hekim olarak uyarmak görevleri elbette, ben de fazla korkmamaya çalışarak iyice dikkat ediyorum kendime. Bebeklerimi hiçbir sorun olmadan kucağıma alacağımı biliyorum, o yüzden içim rahat. Hatta buradaki doktorum bebekler baş-baş geldiği taktirde normal doğum bile yapabileceğimi söyledi. Şu anda baş-makat pozisyondalarmış, bakalım sonlara doğru ne konumda olacaklar. Bebeklerim bu sefer çok güzel ultrason görüntüleri verdiler. Kızımız annesi gibi sivri çeneli, oğlumuz babası gibi kalın dudaklı, bayıldık bebeklerimize. Fotoğraflarını buzdolabının üzerinde uzun zamandır boş duran manyetik çerçeveliğimize astık, gidip gelip yavrularımıza bakıyoruz.

Karnım bir sağa bir sola kaymaya başladı. Bebekler biraz daha büyüdüğünde daha da fazla kayacak tabi. Bu halime bile bakıp gülüyoruz. Bebeklerimin hareketlerini her gün daha fazla hissediyorum. Zaten doktorum da artık saymamı söyledi. Kızımız biraz daha hareketli, oğlumuz biraz uykucu ama ikisi de kıpır kıpır maşaallah. Biraz daha büyüdüm, tartıldığım zaman direkt aşağıya baktığımda göbeğimden hiçbir şey göremez oldum ve çok mutluyum :)

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Bayılacağım

Sıcaklardan? O da var tabii ama beni bayıltan internet bağlantım. Aslında internete de çamur atmamalı, tıkır tıkır çalışıyor sağolsun ancak bloga bağlanırken nedense sorun yaşıyorum. Kendi sayfam açılıyor, sorun yok. Ama yeni kayıt girmek istediğimde, kumanda paneline bağlanıp yorumları onaylamak istediğimde ya da izlediğim bloglara girmek istediğimde "olmaz şekerim" diye beni yarı yolda bırakıveriyor. Ankara'da hiç problem olmazken Eskişehir'de sorun yaşıyoruz. Canı isterse giriyor bloga, istemezse girmiyor. Yazacak birşeyim varsa yazamıyorum bir türlü. Kaç gündür yeni yavru resimleri koyacağım ama ne zaman heveslensem olmadı. Şimdi de son resimleri aktarmadım fotoğraf makinesinden nasıl olsa giremiyorum diye. Neyse bir ara koyarım artık. Hangi ara olduğu bana bağlı değil ama.

Doğan büyüyor derler ya, gerçekten de öyle. İnsan yavrularında büyüme süreci nispeten yavaş olduğu için ilk anda farketmiyoruz da çocuklar kreşe başladığında ya da kardeşleri olduğunda vay canına ne zaman büyüdü bu kadar diyoruz. Kuş yavruları ise çabucak serpildiği için büyümelerine hemen şaşırmak mümkün oluyor. 2-3 gün önceki yavrulardan eser yok şimdi. Resmen kocaman oldular. Pembe olan derileri ve gagaları iyice karardı. Siyah derili, sarı tüylü minik yaratıklar var artık saksıda.

Loriciğim kargalara dikkat etmemi söylemiş. Kuşlar yavruları nadiren yalnız bırakıyorlar, onda da biz göz kulak oluyoruz zaten. Kuşların hangisi anne hangisi baba bilmiyoruz demiştim. Sanıyorum anne gece nöbetini ve sabah öğlene kadar olan nöbeti tutan gri kuş. Hani şu yanına gidince bile kaçmayan, saldırıya hazırlanan. Annelik işte, yavruları yalnız bırakamıyor. Baba da tırsık olan, pencereyi bile aralasan kaçma eğiliminde olan salak. Bir de bugün şunu farkettim. Nöbet değişimlerinde anne kuş baba gelmeden kesinlikle bir yere gitmiyor. Baba ise kendince nöbet süresi dolduğunda (4 gibi) bırakıp gidiyor yavruları, anneyi beklemiyor. Annelik salak dediğimiz kuşlarda bile farklı anlaşılan. Ben de bu duyguyu nihayet yaşayacağım için çok sevinçliyim.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Balkondaki ikizler

Balkondaki güvercin ailesinden bahsemiştim size kısaca. Kocamın Ankara'da yanımda olmasını fırsat bilerek saksılarımdan birini gözüne kestirmiş, bir güzel de yumurtlamışlardı.

Yumurtaların fotoğrafını çekmek istedik ama kuşların biri (artık anne midir baba mıdır anlayamadık) bir türlü fırsat vermiyordu. Yanına kadar gitsen bile kaçmıyor, daha da yaklaşsan saldırıya geçmeye başlıyordu. (Gözümün önüne kuşlar filmi geldi nedense.) Öbür kuş daha korkak. Kapıyı açsan kaçıp gidiyor nedense salak. Neyse, nöbet değişimlerinden birinde yumurtaların resmini çekebildik.
Sonra da araştırmaya başladık, güvercinlerde kuluçka dönemi ne kadar sürer, yavrular ne kadar zamanda büyür vs. Eğer kocam gider gitmez yumurtladılarsa yavrular yakında çıkar diye heyecanlandık. Balkonda da ikizlerin olacak olmasına pek sevindik. 2 gün kadar sonra korkak kuşu ağzında beyaz birşeyle uçarken gördüm. Hah dedim, yumurta kabuğu bu. Gerçekten de öyleymiş. Yumurtaların birinden yavru çıkmış. Pek çirkin ama pek güzel, pembe derili, sarılı tüylü minik bir kuş vardı diğer yumurtanın yanında. Torunumuz olmuş gibi hissettik kendimizi. Acaba diğer yumurtadan da yavru çıkacak mı yoksa boş mu diye meraklandık bu sefer de. Ondan da yavru çıkarsa çok mutlu olacaktık.
Diğer yavru ne durumda, hangi kuş nöbette diye kolaçan ederken başka kuşlar gördüm balkonda. 2 tane başka güvercin (artık diğerlerinin arkadaşı mıdır nedir) diğer saksıları gözüne kestirmişti anladığım kadarıyla. Kovalayınca elektrik tellerine kadar gidiyorlar, ilk fırsatta balkona geri dönüyorlardı. Alışveriş için dışarı çıktık bir süreliğine, döndüğümüzde o güvercinlerden birinin sümbüllerimi diktiğim minik saksıma gayet güzel yerleşmiş olduğunu gördüm. İyi de anam balkonun kuş kapasitesi dolu, size yer yok. Acaba yumurtladı mı, eğer öyleyse artık yapacak birşey yok derken henüz yumurtlamadığını gördk ve kovaladık. Saksıların üzerine de torba geçirdik ve kapasiteyi yine 1 aileyle sınırladık. Biz diğer kuşlarla uğraşırken diğer yumurtan da yavru çıkmış meğerse. Yerinden kıpırdamayan kuş nöbet yerini terkettiği zaman görebildik ancak. Artık balkonumuzda iki tane yavrumuz var ve biz salak gibi sürekli peşlerindeyiz, fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Yaptıkları hareketleri seyredip gülüyoruz, sanki bizim yavrularımız gibi mutlu oluyoruz. Demek ki bizim ikizler geldiğinde iyice manyak olacağız.
Yavruların fotoğraflarını aktarmadım daha. Onlar da yarına kalsın.