30 Aralık 2010 Perşembe

Seni çok sevmiştim

Seni çok sevmiştim ama her güzel şeyin olduğu gibi bunun da bitmesi gerekiyor, artık gitmen lazım. Gidiyor olsan da seni asla unutmayacağım, bana yaşattığın mutluluklar, beraberinde getirdiğin güzellikler benden parçalar olarak hep yanımda, kalbimde olacak.


Güle güle 2010. Benim için çok özel bir yıl oldun sen. Bir önceki senenin acılarını silmiştin. Hamile olduğum müjdesini fısıldamıştın kulağımıza. Sonra da bir önceki sene bebeğimizi kaybettiğimizi öğrendiğimiz tarihte ikiz annesi olacağım haberini getirmiştin bize. İş hayatımı da ihmal etmemiş, uzun zamandır beklediğim kadroyu getirerek akademik anlamda ilerlememi sağlamıştın. Sonlarına doğru da en büyük hediyelerim olan iki meleğimi verdin bana.


Seni asla unutmayacağım, 2009'dan nefret etmiş, senin gelişini dört gözle beklemiştim. Şöyle bir geriye bakıyorum da beklediğime değmiş. Artık gidiyorsun ama dediğim gibi, ne ben ne de kocam seni hiç unutmayacağız.


Bu arada, 2011'i tanıyorsundur mutlaka, söyler misin gelirken o da bir zahmet güzellikler getirsin yanında. Mutlaka yanına almıştır ama sen bir hatırlatıver. Kocama da kadro gelmesi lazım, onu unutmadan çantasına koyuversin. Ayrıca herkese mutluluk, sağlık ve huzur getirsin (biraz para da fena olmaz hani).


Herkese mutlu yıllar!


27 Aralık 2010 Pazartesi

Vicdan azabı

Bebeklerim artık daha uzun mesafedeki nesneleri ve kişileri görmeye ve takip etmeye başladılar. Çok güzel birşey bu çünkü bize bakıp gülüyorlar sonrasında da, içimin yağları eriyor. Ama bir yandan da hoş değil çünkü vicdan azabı çekiyorum. Bebeklerimin birisi kucağımdayken, emzirirken vs. diğeri bana gözünü dikip sanki "o neden kucakta, ben neden değilim" der gibi bakıyor. Gözlerini dikip ayırmıyorlar, ondan sonra bendeki vicdan azabı diz boyu. Kucağımdakini bırakıp diğerini alıyorum, sonra da bıraktığım bebeğim dikiyor gözlerini. Çok zor çok :)

25 Aralık 2010 Cumartesi

Çok şanslıyım

Bu fotoğrafın muhtemelen sizin için bir anlamı yoktur:
Bunun da olamaz:

Bir de birlikte bakalım. Bu iki nesnenin sizin için bir anlam ifade etmesine imkan yok:
Ama benim için bu iki tatlı kuru pasta aşk demek, sevgi demek, karşısındaki kişiye değer vermek demek, şefkat demek.

İki kuru pastadan tüm bu anlamlar nasıl çıkıyor peki? Anlatayım.

Her Türk gibi ben de ayçekirdeğini çok severim ancak belli bir miktardan fazla yediğim taktirde yüzüm sivilce dolmaya başlar. Tecrübeyle sabittir, 100 g'ı (kabuklu halde) geçersem fısır fısır çıkar sivilceler. Ben de mümkün mertebe yememeye çalışırım.

Geçenlerde babam kuru pasta alıp gelmiş yiyelim diye. Tatlı olanların yarısı yukarıda görüldüğü gibi ayçekirdeği kaplıydı. Haliyle pek yiyemedim, canım tatlı da çekmişti oysa. Kuru pastalara bakıp yutkunurken kocam tabağıma ilk fotoğrafta gördüğünüz kuru pastayı koydu. Karıcığı yesin diye tüm ayçekirdeklerini temizlemiş. Tek bir kuru pastaydı ama o bile yetti bana. Şimdi soruyorum size, bu adama aşık olunmaz mı? :)

24 Aralık 2010 Cuma

Buhar da lazımmış

Bir mama-meme seansından sonra yine birlikteyiz. Bebeklerim yataklarında mışıl mışıl uyurlarken iki satır yazayım dedim.

Oğlumun gaz problemi için deneyimli annelerin tavsiyesi üzerine Aptamil Conformil 1 aldım (doktora sormadım açıkçası, önerecek olsa geçen gidişimizde önerirdi zaten). İçeriği Aptamil 1 ile hemen hemen aynı, sadece miktarlarda çok küçük değişiklikler var diyebilirim, o yüzden sorma gereği duymadım. Sonuçta bu gazlı olma durumu bebeğin geçirmesi gereken bir süreç ama umarım kısa sürer. Kolik ağrısı gibi saatlerce ağlaması yok neyse ki ve gündüz-gece sorunumuz pek yok, sadece akşamları huysuzlanıyor oğlum, o ağlayınca içimiz parçalanıyor ama ne yapalım, geçecek gidecek.


Hergün yeni bir şey öğreniyor insan. Mesela bebeklerimin burnu tıkanmaya başlayınca buhar makinesi almam gerektiğini öğrendim geçenlerde. Bebekler ilk etapta bizim gibi ağızdan nefes alamazlarmış, koordine edemezlermiş bu işi. O yüzden burunlarının tıkalı olmaması çok önemli. Tıkanıklığın nedenlerinden biri de ortamdaki nemin az oluşuymuş, nemin belli bir düzeyde (%45-55 idi galiba) tutulması gerekirmiş. Bunu öğrenince hemen buhar makinelerini araştırmaya başladık. Karşımıza bir de soğuk buhar-sıcak buhar kavramları çıktı. Buhar dediğin sıcak olmaz mı? Ortaokulda öyle öğretmediler mi bize? Su 100 derecede kaynayacak da buhar fazına geçecek vs. vs. Peki o zaman bu soğuk buhar da ne? Elini buhara tuttuğun zaman gerçekten de soğuk. Meğer ultrasonik bir sistem sayesinde elde ediliyormuş. Kocam fizikçi olduğu için hemen altta yatan prensibi anlattı sağolsun. Fizikten pek hoşlanmayan ve anlamamak için direnen ben için "sizin laboratuarınızda kullandığınız ultrasonik banyo gibi" şeklinde özetledi.

Sıcak olması yanık riskini artırıyormuş. Doğru ya, bebekler her zaman küçük kalmayacak ki, büyüyecekler, cihazı merak edip ulaşmaya çalışacaklar, tüm çocuklukları boyunca gerekecek bu makine, o yüzden buharın yakıcı olmaması önemli. Bir forumda okuduğum bir yorumda, yorumu yazan kişinin doktorunun sıcak buharın havadaki toz ve mikroorganizmaları çocukların ciğerlerine daha kolay taşıdığını söylediği yazıyordu, doğru mu değil mi bilemem ama yakıcı olmaması benim için yeterli bir özellik. Kalorifer peteklerine su konulması aynı şekilde tavsiye edilmiyormuş (zaten bizim petekler kendini ancak ısıtıyor, eskinin sürekli sıcak kalan döküm kaloriferleri olmalı konan suyu buharlaştırması için, kombi sistemlerinde kullanılan dandik, ısı kesilince hemen soğuyan petekler olmuyor). Kendi gözlemim de ortalığın çok fazla yapış yapış nem olmaması.

Araştırdık, internete baktık, kullanan arkadaşlara sorduk, alışveriş merkezinde gördük (çocukları 40 uçurma için dışarı çıkaramayınca ertesi gün beni çıkardı kocam, gidip buhar makinesi baktık) inceledik ve sonunda Tefal'inkini aldık. Aldığımızdan beri de çalıştırıyoruz, umarım faydası oluyordur, miniklerimin nefes almasını kolaylaştırıyordur. Almak isteyen olursa eğer deneyimlerimi yazayım. Çok sessiz çalışıyor, çocuklar uyurken rahatsız olmamaları için çok güzel bir özellik. 4.5 litre hacmi var, hemen bitmiyor, sürekli su koymak zorunda değilsiniz. Su koyma yeri haznenin altında, su koymak biraz sıkıntı veriyor bana ama o kadar sorun değil. Tek sorun su giriş yerindeki kapağın iyi oturmaması. Bir yerde diş atıyor, hafif yamuk kalıyor. Kapağın ucunda kirece karşı kartuş takılmış, onun ağırlığı nedeniyle tam oturmadığını, bir yerden yamulduğunu sanıyorum. Su sızdırmıyor neyse ki ama sorun sadece bizde mi yoksa genel mi merak ettim. Kullanan arkadaşlara sorayım en iyisi.

Bugünkü deneyim paylaşımımızın sonuna geldik. En güzel günler, geceler sizinle olsun. Esen kalın.

21 Aralık 2010 Salı

40'ımız çıktı

2 gün önce 40'ımız bitti. Bebeklerimi 40 uçurmak için babaannelerine götürelim demiştik ama feci soğuklar bastırınca onlar bize geldiler. Değişik bir 40 uçurma oldu anlayacağınız.

Oğlumuzun gaz sorunu olduğunu yazmıştım galiba daha önce. Herkes oğlanlarda sık görüldüğünden, 40'ından sonra geçeceğinden bahsediyordu. Hevesle bekledik biz de zamanın geçmesini ancak değişen birşey olmadı. Oğlum hala gaz sorunu yaşıyor. Doktorumuzun verdiği Metsil damla etkili mi değil mi anlayamıyoruz. Fazla ilaç kullanımını tasvip etmiyor zaten (ben de sevmiyorum eczacı olmama rağmen). Tüm gaz giderici ilaçların birbirinin aynısı olduğunu söylüyor. Rezene çayına da pek sıcak bakmıyor, etkisi olduğunu düşünmüyormuş. Bitkilerle haşır neşir olan benim, etkili olduğu muhakkak ama bebeklerde ters etkisi mi olur acaba diye düşündüğüme göre beni bile korkutmuş adamcağız. Anne sütüne ek olarak mama vermek zorunda kalıyoruz, o mu acaba çocuğu kötü etkiliyor bilemedik bir türlü. Yavrum gaz sancısı nedeniyle sık uyanıyor, uykusu aksayınca da huzursuz oluyor, kısır döngü şeklinde devam ediyor bu durum.

Oğlan annelerine soruyorum, nedir bunun çözümü? Deneyimlerinizden faydalandırırsanız beni çok sevinirim.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Gına geldi

Televizyonda bir bisküvi reklamı gördüm bugün. Bilmem kaç yıldır bizimleymişler de onu vurgulamak için geçmişten günümüze klişe-duygu seli yaratacağını umdukları cümlelerle nostalji kokan bir reklam çekmişler. Dönem dizileri beğeniliyor ya, herhalde onlardan biz de nemalanalım dediler. Ben sevmiyorum böyle reklamları arkadaş. Bayramları iç burkmaya çalışan şeker-çikolata reklamlarından sonra bir de bunlar çıktı başımıza. 118 80 bile daha tahammül edilesi ki onlardan nefret ettiğimi daha önce ifade etmiştim. Neyse, belki de ben cinsim :)

14 Aralık 2010 Salı

Kocamdan Nutella yorumu

Dünkü yazımdan sonra kocamla sabah kahvaltı yapıyorduk. Nutella kavanozunu açarken şöyle dedi bana: " İnşallah o adam bunu yaparken yine kaşığı yalamamıştır". Çaldım ondan, ben yazdım oldu :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Tahin Nutella'ya karşı

Kış geldi mi annem için tahin-pekmez zamanı gelmiş demektir. Dışarıda lapa lapa yağan ve bayağı da tutmuş olan kara bakılırsa, galiba bu kış her zamankinden çok ihtiyaç duyacağız tahinin vereceği enerjiye. Ne yalan söyleyeyim, taze ekmek üzerine sürüp yemesi pek güzel olur.

Emzirme döneminde yapılan en büyük hatalardan biri süt olsun diye sürekli tatlı yemek, hoşaf vs. içmek, biliyorum. Bunların gereksiz kalori yüklemekten başka işlevi yok. Tabii bir de susatıp su içirmek. Onun yerine direkt su içmek çok daha yararlı ve olması gereken. Ama gel de bünyeye anlat bunu. Bir miktar tatlı yemeden olmuyor. Ben de dozunda bırakmaya çalışıyorum, umarım başarılı olurum.

Bugün annem Nutella alıp gelmiş sağolsun. Hamileliğim boyunca uzak durmuştum kendisinden. Benim yüzümden kocam da mahrum kalmıştı. Bugün kendisiyle birazcık hasret giderdik ama bünye tahini aradı sanki. Ya da 9 ay boyunca Nutella'dan mahrum kalınca onsuz yaşamayı öğrendi.

Neyse ne, fazla sorgulamaya gerek yok. Elimde bir dilim tahinli ekmek, yanında kakolu süt, dışarıda lapa lapa yağan kar, meleklerim sıcacık yataklarında mışıl mışıl uyuyor ve ben evimde, kocamın yanındayım, işte mutluluğun resmi bu Abidin.

11 Aralık 2010 Cumartesi

1 ayı devirdik

Vakit geçmiyor, doğuma az kaldı, nasıl olacak vs. derken 1. ayımızı 2 gün önce bitirdik (ama ben ancak yazma fırsatı buldum).

1. ayımızı bebeklerimle birlikte aşı olarak kutladık. Onlar için pek hoş olmayan bir kutlama şekli belki ama sağlıkları için gerekli. Topuk kanı alınırken ortalığı yıkan oğlum bile herhalde bu gerçeği fark ettiği için bu sefer binayı temellerinden sarsmadı neyse ki. Akşam da doktorumuza kontrole giderek o günkü sağlık turumuzu tamamladık.

Bu 1 ay resmen rüzgar gibi geçti. Artık çok daha fazla uyanık kalmama rağmen yoğunluktan zamanın nasıl geçtiğini farketmiyorum. Olsun, çok güzel şeyler yaşıyoruz, herşeye değer.

Kocamın son yazısını feci kıskandım. Sürekli elde fotoğraf makinesi dolanıyor, yakaladığı güzel pozları bana vermiyor. Şu yazısı ve koyduğu fotoğraf beni çatır çatır çatlattı mesela ama yabancı değil ne de olsa :)

Bu 2 günde başka neler mi oldu?

- Seyrettiğim yegane dizi olan Deli Saraylı anlamsız bir şekilde çat diye bitirildi. O kadar saçma sapan dizi varken bunun bitirilmesine üzüldüm açıkçası.

- Dün ilk kar yağdı Eskişehir'e. Şu anda da hala yağıyor.

- Dün doçentlik sınavımın yayın aşamasının sonucu belli oldu. Yayından geçmişim. Ocak ayı içinde sözlü sınava girmem gerekiyormuş ama zerre kadar çalışamadım. Bundan sonra da zor. Çaresiz girip kalacağım, aklımdakilerle birşeyler yapmaya çalışacağım ve eğer olmazsa sağlık olsun deyip şansımı çalışabildiğim başka bir zaman tekrar deneyeceğim. Bebeklerimin önceliği var ne de olsa, diğeri nasıl olsa olur.

- Kocam yayın aşamasından geçmemi kutlamak için bana çiçek yaptırmış sağolsun. Çok düşüncelidir, çok mutlu etti ben yine. Dün meğerse Eskişehirspor-Beşiktaş maçı varmış burada, maç öncesi trafiğe takılarak 5 dakikalık yolu yarım saatten fazla sürede kat etmek zorunda kalmış, park yeri bulamamış, o soğuk ve yağmurlu havada bilmem nerelerden yürümüş çiçekçiye sırf bunun için. Çiçekleri daha da çok sevdim şimdi.

Süt servisi saatim geldi, kaçmalıyım.

7 Aralık 2010 Salı

Ah bu çift sarmal

Sen iki ayrı kişiden bir takım özellikler al, onu eşle, bunun kopyasını yap derken orijinallerin özelliklerini taşıyan ama bambaşka bir hatta iki minik organizma yap. Ne nereden alınmış, kime benzemiş biz de merak edip duralım hamilelik boyunca. İlahi DNA, ömürsün vallahi.

Hamileliğim sırasında, özellikle de son aşamalara geldiğimizde bebeklerimizin kime benzeyeceğini merak edip duruyorduk kocamla. Tekli hamileliklerde çok iyi sonuç veren, neredeyse bebeklerin yüzünü tabak gibi gösteren 3-4 boyutlu ultrason bizde yer darlığı nedeniyle pek fazla detay veremez olmuştu. O yüzden çok merak ediyorduk kızımızla oğlumuzu. Sadece fiziksel benzerlik değildi merak ettiğimiz elbette, huylarını da çok merak ediyorduk, sürekli tahminler yürütüyorduk. Sonunda yavrularımız geldiler ve biz de aylardır merakla beklediğimiz herşeyi günbegün görür, yaşar olduk.
Kocam sağolsun, biraz bahsetmiş, özellikle bebeklerimizin yatışları hakkında bilgi vermiş, buradan bakabilirsiniz hala bakmadıysanız. Atladığı şeyi de ben yazayım dedim. Uyurkenki gamsızlık açısından bana benzeyen kızımız yorganı, battaniyeyi kafasına kadar çekerek uyuma konusunda aynen babasına benzemiş. Çoğu kez gidip kafasından çektik battaniyeyi. Her seferinde "neden bu kızı bu kadar örttün diye" diğerine sorduk. Sonradan anladık ki battaniyeyi kafasına kadar çeken kişi kızımızın ta kendisi. Oğlumuzun uykuya dalması babası gibi biraz sorunlu olabilir, ama uyurken üstünü açması, battaniyesi kafasına gelmişse sıkılması aynı ben. Ah DNA, sen nelere kadirsin, kimbilir daha ne sürprizler hazırladın bize :)

Aşağıya kızımın uyurkenki halini gösteren bir foto ekliyorum. Dikkatli bakarsanız minik eldivenli elini görebilirsiniz. :)

6 Aralık 2010 Pazartesi

İkiz babası

Akşamüstü bebeklerim uyurken ben de uyuyayım biraz diye yatmıştım. Kalkınca bloglara bakayım dedim ve harika bir sürprizle karşılaştım: kocam blog sayfasına nihayet yazı yazmış. Çok mutlu oldum, çok duygulandım. Benim kadar beğenir misiniz bilemem ama eğer okumak isterseniz yazısı burada. Eline sağlık hayatım.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Çiçeği burnunda annenin tecrübeleri

Bu aralar hayatım meme, mama, çiş, kaka ve uyku üzerine kurulu. Bir de gaz problemi var elbette. Gaz çıkarmanın büyükler için ayıp olduğu bir toplumda yaşarken bebekler yaptı mı nasıl da mutlu oluyoruz. Onlar gaz çıkardı mı yavrumun karın ağrısı geçecek, rahatlayacak diye yüzümüzde güller açıyor. Bebeklerin sindirim sistemi dışarıdaki hayata alışana kadar biraz sorun yaşayacakmışız. Erkek bebekler özellikle daha hassas oluyormuş, ki biz de şahsen görüyor ve yaşıyoruz bu durumu.

Neyse. Şu kısacık annelik hayatımdaki deneyimlerimi, gözlediklerimi vs. yazayım dedim fırsat bulmuşken.

Mesela:

Emzirme gecelikleri: Sadece hastanede giydim onları ve pek verimli kullanamadım açıkçası. Önden düğmeli klasik bir gecelik çok daha rahattı benim için.

Termos: Evde mutlaka olmalı. Mama hazırlarken kaynamış soğutulmuş su kullanmak lazım, ama çok da soğuk olmamalı tabii ki. Burada termos imdada yetişiyor. Koyuyorum içine kaynar suyu, ondan sonra gecenin bir yarısında ya da gündüz vakti oğlum mama-meme diye ağlarken kettle ile su kaynat, bekle derdi olmuyor.

Biberon termosu: Kullananlar varmış. Çeşitli yorumlar da okudum internette. Chicco'nun var mesela ama çok büyük olduğunu, çantalara sığmadığından bahsediyorlar. Ben de Kraft'ın tam termos gibi olmayan modelinden aldım. İçindeki mamayı 4 saate kadar aynı sıcaklıkta tutuyormuş ama bana pek öyle gelmedi. Evdeyken kullanmıyorum, termosumda sakladığım su daha çok işime yarıyor ama dışarıya çıkarken kullanılabilir.

Bebek bezi: Günde kaç tane harcıyoruz saymadım açıkçası. Hamileyken Migros'ta bulduğum yenidoğan bezlerinden birkaç paket almıştım. Sadece Molfix, Prima ve Evybaby vardı. Canbebe hiç yoktu, Huggies'de ise yenidoğan bezi yoktu (hala da yok, getirmiyorlar galiba.) Hangisi üstün diye sorarsanız cevabım yok. Çok sık bez değiştirdiğimiz için bu aşamada şu daha emici, bebeklerim bununla daha mutlu diyemeyeceğim. İleride, bezler daha uzun süre kalmaya başlayınca diyebilirim sanıyorum. Ama şöyle bir tüyo vereyim. Canbebenin internetten, kendi siteleri üzerinden, bez ve diğer tüm ürünlerinin satışı var. Geçenlerde oradan bez sipariş ettim. Koli bazında satış var, tek tek paket almıyorsunuz. Ben 4 tane yenidoğan bezinin olduğu bir koliyi 43.59 TL'ye aldım. 264 bez ediyor. Fiyatını karşılaştırırsanız çok ucuza geldiğini görürsünüz. Islak mendiller de aynı şekilde oldukça hesaplı. Kargo ücreti de almıyorlar. Bez kalitesinden de dediğim gibi şimdilik şikayetim yok. Göbekleri düştüğüne göre artık normal bezlere de geçebilirim. Onları da deneyince yazarım.

Pişik kremi: Doktorumuz Hametan verdi. Ama gördüm ki pişiklerin acilen geçirilmesinde Nivea, Dalin gibi pişik kremleri çok daha etkili.

Bebek telsizi: Şu aşamada lazım değil, olur mu ınu da bilmiyorum. Kızım uyandığında sessizce bekliyor, ancak çok acıkmışsa ağlıyor. Uyanmış mı diye yanına gidip bakmamız gerekiyor yani. Oğlum ise tam tersi, uyanınca gazı varsa veya açsa (kocamın tabiriyle) kendinden megafonlu sesiyle basıyor yaygarayı, duymamak mümkün değil. İleride lazım olur mu bilemem.

Süt pompası: Mutlaka olmalı. Süt artsın diye sağmak, memeleri boşaltmak lazım mutlaka. Ayrıca oğlum çok huysuzlandığında mama yerine anne sütü içsin diye de sağıyorum zaman zaman.
Medela marka almıştım, çok memnunum açıkçası.

Dezenfektan: Hastanede, koridorda her kapının yanında Actoderm marka dezenfektanlar vardı. Emzirme odasında da vardı aynından ve bebeklerimizi almadan önce ellerimizi onunla temizlememizi istiyorlardı. Biz de alt açtıktan önce ve sonra da kullanıyorduk. Sıvı bir dezenfektandı, yıkama gerektirmeyenlerden. Ama piyasada satılanlar gibi jel değildi. Hastaneden çıkınca eczanelerden aradık ama bulamadık bir türlü. Dettol sıvı sabun ile ellerimi yıkasam da nedense hastane hijyeni aklmda kaldığından mıdır nedir yeterli olmuyor gibi geliyordu. İnternet sağolsun firmasını buldum ve 2 tane 1 litrelik siparişi verdim. Bugün gelecek :)

Şimdilik aklıma gelenler bunlar.

Veeeeee günün sürprizine gelelim. Bebeklerimle tanışmaya ne dersiniz?

29 Kasım 2010 Pazartesi

Hepinizin huzurunda kocamdan özür diliyorum

Geçen yazım nedeniyle kocamdan özür diliyorum. Hamileliğim boyunca elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmayan, her işi zevkle yapan kocam sanki bebeklerin gelmesinden sonra etliye sütlüye karışmıyor gibi bir anlam çıkmış sanırım. Durum bu değil tabii ki.

İlk zamanlarda bebeklerimizle aynı odada yatan ve gece benimle birlikte uyanıp duran kocam bayram tatili sırasında grip başlangıcı oldu. Bebekleri hasta etmemek için evde o sırada boş olan yegane yer olan salonda yatmaya başladı. Zaten ağır geçen hastalığı salonun nispeten daha soğuk olmasının da etkisiyle oldukça zorladı kocamı. Tatil bitince sabah 8'de dersleri başladığı için hem ertesi günkü yorucu çalışmaya hazırlanması için geceleri rahatça uyusun hem de hastalığı tam olarak atlatsın diye başka odaya tayinini çıkardık kocamın. Yine de uyandıkça hep gelip gidip baktı bebeklerimize. Akşamları eve geldiğinde mamalarını yedirdi, gazlarını çıkarttı, özellikle mızıldanan oğlumuzu kucağında uyuttu (ki sadece bu bile yeter), akşamları ve haftasonları annemle bana uyuma fırsatı verip nöbeti devraldı, elinden geleni yaptı anlayacağınız.

Dünkü yazımdan sonra hiçbirşey yapmıyor gibi geldiyse sizlere çok üzülürüm, daha önce de yazmıştım, bana mükemmel bir hamilelik geçirten bu adamın hakkını ödeyemem. Bu ilk zamanlarda annenin işi daha çok oluyor, meme, mama, alt temizle derken babaların çok fazla işi olmuyor ama bebeklerimiz büyüdükçe işi daha da artacak. Mükemmel kocam ve çocuklarımın mükemmel babası işte o zaman daha fazla yorulacak.

Çok özür diliyorum hayatım.Kızma karıcığına lütfen.

28 Kasım 2010 Pazar

Son 20 günde neler oldu

Son 20 günde neler mi oldu? Bebekli hayatımıza alışmaya çalışıyoruz elbette. Bunun dışında olanlar ise:

-son günlerde iyice yaratık ayağına dönen ayaklarım aniden iniverdi ve ben uzun zamandır göremediğim ayak bileklerimi görünce kızım gibi oooo yaparak şaşırmaya başladım. Ellerim hala şiş ama zamanla düzelecekler.

- sezaryenden hemen sonra 10-11 kilo kadar vermişim. Ama karnımda öyle bir şişlik vardı ki ilk günlerde, her gören üçüncüyü içeride unutmuşlar galiba diyordu. Karnım da küçülmeye başladı artık ama içerideki dikişler tam olarak toparlamadan iyice inmeyecek sanırım.

- kendimi tam teşekküllü mandıra gibi hissediyorum. Kızımın emme refleksi çok iyi, ama oğlum biraz biberona alışmış galiba, pek verimli ememiyor. Kızım 20 dakikada karnını doyururken oğlumla bayağı uzun bir süre uğraşıyoruz. Arada sırada aynı anda uyanıyorlar, işte o zaman yanıyoruz. Oğlum yaygaracı olunca ilk onunla uğraşıyorum geceleri, sonra annem yetişip kızımı tutuyor, ikisini de emzirmeye çalışıyorum. Karnım düzelse emzirme minderimi takacağım belime, ikisini de oturtacağım ama henüz dikiş yerlerim sızladığı için yapamıyorum.

- acıkıp uyanmaları artık düzene girmeye başlıyor gibi. En az 3 saat uyumaya başladılar. Onlar uyuyunca ben de uyumaya çalışıyorum ama farklı saatlerde uyanınca pek fazla fırsatım olmuyor. Olsun varsın.

-iyice sulugöz oldum. Hamileliğimde bu kadar duygusal değildim, şimdi ota boka gözlerim doluyor. Trafikte sorumlu olun filmini ilk gördüğümde hüngür hüngür ağlayacaktım neredeyse mesela.

- yavrularımın fenil ketonüri ve diğer taramalar için topuk kanları alınmıştı. 4 damla kan yeterli diyorlar ya, yalan o. Filtre kağıdı üzerindeki 4 dairenin tamamen kanla dolması gerekiyormuş, bu da 4'ten fazla kan damlasını gerektiriyor haliyle. Hastanede taburcu olmadan önce hemşire çok kalın bir iğneyle derin derin delmişti bebeklerimin topuklarını. Kızım pek ağlamamıştı ama oğlum yaygarayı basmıştı. 10 gün sonra tekrar yapılacak dediler, içim parçalandı. Tekrar yaptırdığımızda bu seferki hemşire lansetle deldi ama oğlumdan çok kan çıkmayınca birkaç kez delmek zorunda kaldı. Oğlum ortalığı yıktı, ben de üzüldüm haliyle ama sağlık için gerekli elbette.

Bunların haricinde hayatım emzirme, mama hazırlama, alt değiştirme, uyuma üzerine kurulu. Annemle vardiya usülü çalışıyoruz. Annem bir de yemek-bulaşık-çamaşır-ütü işlerine bakıyor. Hakkını asla ödeyemem, annelik böyle birşeymiş, şimdi anlıyorum. İkizlerde bakıcı-yardımcı şart derlerdi, gerçekten de öyle. Hatta bakıcı mutlaka yatılı olmalıymış. 3 aydan sonra biraz daha rahatlayacağız umarım.

İşte hayatım bugünlerde kısaca böyle. Süt kokulu meleklerimle yeni hayatımıza alışmaya çalışıyoruz. Mis gibi kokar bebekler derlerdi, hakikaten öyleymiş. Koklamaya doyamıyorum. İlk zamanlarda (özellikle hastanedeyken) bebeklerime bakıp bakıp karnıma nasıl sığdılar diye hayret ediyordum (kızım 3.000 kg, 47 cm, oğlum 2.670 kg 46 cm idi). Şimdilerde de bunları ben mi doğurdum diye şaşıp kalıyorum. :)

Bir ara esmer güzeli bir kız ve sarışın yeşil gözlü erkekten oluşan ikiz arkadaşlarım olduğunu, hep onlara özendiğimi söylemiştim. Anlaşılan çok özenmişim ki onlar gibi, ama onların tersine, annesi gibi kumral, aralarda sarı sarı parlayan saçları olan, bana benzeyen ama beyaz tenli olan bir kızım ve babası gibi siyah saçlı, babasına benzeyen ama biraz daha koyu tenli bir oğlum var. Bakmaya doyamıyorum, gülümsediklerinde (bilinçsiz olduğunu biliyorum) dünyalar benim oluyor. Bir de bilinçli gülümseyip boynuma sarıldıklarında iyice eriyeceğim anlaşılan.

Allah her isteyen verir umarım, annelik gerçekten de çok değişik ve güzel bir duyguymuş. Geçenlerde 1 günlük bebeğin cami avlusuna bırakıldığından bahseden bir haber vardı gazetelerde. Nasıl yapabiliyorlar aklım almıyor. İsteyen herkese versin Allahım, tüm bebeklerin kaderleri güzel olsun.

25 Kasım 2010 Perşembe

Hayatımız değişti-4

Yazı dizimin son bölümün geldik galiba. Öncesinde bir hususu belirteyim. Yorum yazan arkadaşlarım hastanenin uygulamasını beğenmediklerini söylemişlerdi. İlk zamanlarda ben de sizin gibi düşünüyordum, bebeklerimi neden alamadığımı anlayamıyor, sağlıkları için endişe ediyordum. Ama tüm bebekler için aynı uygulamanın geçerli olduğunu görünce içim ferahlamıştı. Bebeklerimi ne kadar yanımda istesem de ve özel odada olsam da, annenin ve bebeklerin kendini toparlaması böyle kısa bir ayrılık lazım anlaşılan. Dikişlerim korkunç derecede ağrırken ve yatakta oradan oraya dönmek bile beni çok zorlarken, bebeklerimi kucağıma alıp emzirmeye çalışırken düşünemiyorum kendimi. Bu anne açısından olumlu yönü (olumsuzları düşünmeyelim). Bebekler açısından ise steril bir ortamda hayata başlama şansı. İkiz bebekler feci halde ilgi çekiyor. Ben kattaki kimsenin bebeğini görmeye gitmedim mesela, üstüme vazife değil ne de olsa. Ama millet akın akın gelip bebekleri görmeye çalıştı. Bebeklerin odada olmadığını görünce hayal kırıklığı içinde geri döndüler, ben de derin bir oh çektim. Hatta bir gün bir kadın emzirme saatimizde emzirme odasına dalıp tüm bebekleri okşadı, sevdi, benim ikizlerimden erkek olan kucağımdaydı, onu görerek muradına erdi. Kendi bebeği çok daha kalabalık olan normal yoğun bakımdaymış ve orada pek çok sarılıklı bebek varmış. Ya bebeklerimize birşey olsaydı diye kinle baktım kadına. Bebeklerimin sağlığı için 1-2 günlük bir ayrılığa dayanmak gerekiyormuş. O yüzden kızmayın hastaneye, doktorlara :)

Yazımıza geri dönelim. Cuma sabahı 9'daki emzirme seansımıza çocuk doktorumuz geldi ve "beceriksiz anneler, ne yapalım sizinle" diye sordu. Biz bebekleri emziremeyen anneler biraz utandık ama hem biz hem de anneler alışacağız bu işe. Sonuçta benim ve bir diğer annenin bebeğini yanına vermeye karar verdiler. Öğlene doğru alırsınız bebekleri dediler. Pür neşe içinde odama gitmiştim ki, "hemen bebek giysilerini giydirmeye gelin" diye bir telefon aldım. Ayaklarım resmen kıçıma değe değe geri döndüm ve hem kızımı hem de oğlumu nihayet odama götürmek üzere hazırlayabildim.

O gün anne sütü hemşireleri, bebekleri takip eden hemşireler, beni takip eden hemşireler, aile planlaması hemşireleri derken ortalık hemşireden geçilmedi. Emzirme tekniklerini gösterdiler bize. Hemşirelerden biri oğlumun küvözde biberonla beslenmeye alışmış olabileceğini söyledi, silikon meme ucu takarak oğlumu kandırmamı önerdi. Gerçekten de oğlumla biraz daha yol katedebildik. Kocam ve diğer aile fertleri nihayet yavrularımızı kucaklarına alabildi. Ağlayanlar, gözleri dolanlar, çok güzel anlardı. Benim pabucum dama atıldı tabii. O ilk gece bebeklerime bakmaktan uyuyamadım bir türlü. Sürekli yanlarına gittim, yüzlerine baktım, uyumak istemedim ama bir ara sızmışım.

Bundan sonra taburcu olma faslı vardı ama ne zaman olacağımızı bilmiyorduk, bebeklerin durumuna göre karar verilecekti. Cumartesi sabahı çocuk doktorumuz uğradı, bebekleri gördü ve hastanede yapabileceğim herşeyi evde de yapabileceğimi, istersek bizi taburcu edebileceklerini söyledi. Hemen kocama haber verdim, vakit kaybı olmasın diye taburcu işlemlerimi kendim yaptırdım ve öğleden sonra bebeklerimle birlikte evimin yolunu tuttum.

Artık bebekli hayatım resmen başlıyordu.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Hayatımız değişti-3

En son emzirme odasına doğru depar atıyordum. Odaya vardığımda içeride bir anne daha vardı. O dünden beri bebeğini emzirmeye geliyormuş. Yaklaşık 15 gün kadar önce prematüre bir bebek dünyaya getirmiş. Bebeği 1500 kg'lık bir oğlanmış. İlk günler ona da bebeği göstermemişler elbette. O da bebeğini göremeyince hastanede yatmaktan sıkılıp taburcu olmak istemiş. 2 gün sonra da emzirmeye çağrılmış. Taburcu olduğu için tekrar yatışı da yapılamamış kadıncağızın. Neyse ki burada hastanenin güzel bir uygulaması devreye giriyor: Refakatçi anne. Hastane bu durumda olan anneler için 6 kişilik odalar hazırlamış. Anneler emzirme dönemi boyunca burada kalabiliyor, böylece sürekli hastaneye gel-eve dön yapmak zorunda kalmıyorlarmış. Emzirme saatlerimiz sabah 6, 9, 12, öğleden sonra 3, 6, 9 ve 12 idi. Sadece sabaha karşı saat 3'te gitmiyorduk. Her bir emzirme seansı 1 saat kadar sürüyordu. Günde 7 kez emzirmeye gidiyorduk. Hastaneye 7 kez gelmektense refakatçi anne olarak kalmak 6 kişilik odada olsa bile daha iyi. Yine de bebeklerim çıkana kadar, hazır özel odada yatıyorken, taburcu olmak istemedim, sağolsun doktorum da etmedi zaten.

İlk emzirme randevumuzda oğlumu verdiler bana. İlk kucağıma aldığımda hüngür hüngür ağladım. Sonradan yeni annelerin hepsinin aynı şekilde ağladığını gördük. Sadece 2. bebekleri olan anneler ağlamadı (biz herhalde görmemiş oluyoruz bu durumda). Bebeğimi tutmaya bile korkuyordum, neyse ki annem yanımdaydı da yardımcı oldu bana. Bebeğimi kokladım, sevdim, emzirmeye çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemez. Ama zaten bu seansların amacı anne ve bebek arasında bir ilişki oluşturmakmış, bizden sonra bebeklerimizi zaten besliyorlamış küvözlerinde.

O bir saat çabucak geçiverdi. Bebeklerimizi çaresiz teslim edip odamızın yolunu tuttuk. Bir sonraki randevumuzda kızımı verdiler bana. Bu sefer ağlamadım. Kızımı öptüm, kokladım. Şaşırtıcı şekilde kızımın emme refleksinin daha gelişmiş olduğunu gördüm. Hemen memeye yapıştı yavrum, emmeye başladı. O 1 saat de çabucak geçti. 12 seansında tekrar oğlumla buluştum. Oğlum maalesef biberonla beslenmeye alıştığı için memeyi emme konusunda pek çaba göstermiyordu. Uğraştık durduk birlikte. Benim dezavantajım her seansta sadece tek bir bebeğimi alabilmemdi. Diğer anneler bebeklerini 3 saatte bir görüp emzirme alıştırması yaparken ben her bir bebeğimi 6 saatte bir görüyordum. Yavrucakların alıştırma için fazla fırsatları olmuyordu.

Ertesi sabah çocuk doktorumuz bebeklerin o günkü beslenme durumlarını izleyip odama verebileceklerini söyleyince dünyalar benim oldu. Bebeklerimle sınırlama olmadan vakit geçirebilecektim. Ama bir türlü vermediler. Akşam 6 seansından sonra doktorun dediğini hatırlattığımda hemşire bebekleri besleyemediğim için veremeyeceklerini söyledi. Son seansta oğlum 2 cc süt emmiş sadece. Oğlumda emzirme sorunu yaşadığımı ama kızımın iyi emdiğini söylediğimde onun da 4 cc emdiğini söylediler ve benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Diğer anneler de aynı durumdaydı ama insanı rahatlatan birşey değil bu. Bebeklerim aç kalacak diye hüngür hüngür ağlamaya başladım bu sefer de. Bir yandan da kolostrumu mutlaka vermem gerektiğini biliyor ama yapamadığım için daha beter oluyordum. Sğt mü gelmiyor acaba diye kocamdan pompamı getirmesini istedim ve sütümün olduğunu gördüm. Diğer annelerden biri hastanenin pompasıyla süt sağıp mama yerine yedirmeleri için hemşirelere veriyordu. Bana da aynısını önerdi. O gece 12 seansı bitince süt sağmaya indik. Gece saat 1'den sonra süt sağıyordum anlayacağınız. Bebeklerinin sevgisi olmasa akşamları normalde 10 gibi uykusu gelen bir kadına hangi güç bunu yaptırabilir ki. Bundan sonra herşey onlar için.

Bebeklerim odama gelemediği için taburcu olmam da erteleniyordu tabii. Ben 1 gündür az da olsa bebeklerimle buluşabiliyordum ama kocam daha dokunamamıştı bebeklerimize. Sadece akşamları yarım saat kadar pencerenin arkasından görebiliyor bir de benim emzirme sırasında çektiğim fotoğraflara bakabiliyordu. Onun için daha fazla üzülüyordum. Kurban Bayramı boyunca hastanede kalacağımı düşünüyordum artık.

Böyle böyle derken cuma günü geldi. Ama benim vaktim doldu. Gerisi daha sonra.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Hayatımız değişti-2

Dün nerede kalmıştık, ziyaret saati başlayacaktı, beni bütün gün göremediği için merak içinde olan kocam ve diğer aile fertleriyle karşılaşacaktım. İyi olduğumu görmek herkesi çok mutlu etti. Biraz ağrı-sızı dışında pek derdim yoktu, ilaçlar zaten bunların üstesinden geliyordu. Beni iyi görenler bebeklerimizi görmek için yenidoğan ünitesine gidiyordu. Bebekler sadece akşamki ziyaret saatinde gösteriliyormuş ailelerine. Hastanenin uygulaması gereği yenidoğan tüm bebekler (artık çoğunluk 37-38. haftalarda doğduğu için) 1-2 gün kadar küvözlerde kontrol altında tutuluyormuş. Önceleri bu nasıl uygulama, bebeklerimizi neden vermiyorlar diye isyan ettik ama sonradan çok iyi bir uygulama olduğunu anladık.

Bizim şansımıza kızım hemen pencerenin önündeki küvözde yatıyormuş, oğlum da onun arkasında. Diğer anne-babaların bebekleri taa arkalarda kalıyormuş ve herkes bizim bebeklere, özellikle de kızıma bakıyormuş. İkiz olduklarını ve buna rağmen prematüre olmadıklarını duyunca da şaşıyorlarmış. Nazar değmesin bebeklerime, aman.

Ben yatağımdan kalkamadığım için tabii ki bebeklerimi göremedim, fotoğraflarıyla idare ettim. Ertesi gün nasıl olsa yanıma getirirler diye dinlenmeye baktım (ama getirmediler tabii ki).

Sonraki gün artık yürüyüş yapmam gerekiyordu. Sondamı çıkardılar ve ben o acılı yürüyüşe başladım. Bağırsakların bir an önce faaliyet geçmesi için yürüyüş elzem ama ağrı kesicinin etkisi geçince, her hareketinizde vücudunuzda tekrar kesik açılıyormuş gibi hissederken bırak yürümeyi, yataktan kalkmak bile kolay olmuyor. Koridora ulaşıp yürümeye başladım. Daha doğrusu ben yürüdüğümü sanıyordum. Bir hemşire koluma girip "bu hızda yürümen hiçbir işe yaramaz" diyerek beni neredeyse koşturmaya başladı. Nasıl kötü oldum anlatamam. Ama olması gereken gerçekten de oymuş. "Karnının kasılması lazım, olabildiğince hızlı yürü" dediler. Eğer o hemşire olmasaydı herhalde bu kadar kolay toparlanamazdım. Öğleden sonra da bir başkası elimden tutup aynı ritimle beni koşturunca iyileşme sürecim daha da hızlandı. Sağolsunlar.

Akşamki ziyaret saatine kadar kah dinlendim, kah kendim hızla yürümeye çalıştım. Saat 19:00 olunca bebeklerimi görmeye gittim. Giderken antreanlı olduğum için hızla koşturdum neredeyse. Yavrularım küvözlerinde sadece bebek beziyle yatıyorlardı. Çok rahat görünüyorlardı. Ara sıra ellerini kollarını oynatıyorlar, ağlar gibi yapıp sonra susuveriyorlardı. O yarım saat çabucak geçiverdi nedense. Odama dönüp yine dinlenmeye çekildim.

Ertesi gün doktorum beni taburcu edebileceklerini söyledi ama bebeklerim bir süre daha kalacaktı. Yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorduk. İnsan acaba bize söylenmeyen bir sorun mu var diye korkuyor haliyle. Ama benimle birlikte doğum yapan tüm annelerin bebeklerinin aynı şekilde tutulduğunu öğrenince ferahlıyorsunuz. Meğerse bu Avrupa'daki uygulama imiş. Doğumu Eskişehir Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nde yapmıştım. Orayı tercih etmemizin nedeni birkaç kez Avrupa kalite ödülü kazanan bir hastane olmasıydı, yoksa doktorum oranın hekimi olmasına rağmen istediğim herhangi bir hastanede doğumu yaptırabilecğini söylemişti. Bir arkadaşımız Almanya'daki uygulamanın da aynen bu olduğunu söyleyince içimiz iyice rahatladı. Ama insan yine de yavrularını görmek, bağrına basmak istiyor. Çaresiz, bekleyecek, akşam yarım saat süren ziyaret saatinde hasret giderecektik ki, perşembe alşamı 6'ya çeyrek kala emzirme odasında hazır bulunmamı isteyen bir telefon aldım. Dünyalar benim oldu. Yavrularımı nihayet görüp kollarıma alabilecektim. Belirtilen saat geldiğinde neredeyse koşturarak gittim yavrularıma. Beni koşturan hemşireler attığım deparı görseler herhalde gurur duyarlardı. :)

Binbir gece masalına döndü kusura bakmayın ama sürem bitti, gerisi yarına.

18 Kasım 2010 Perşembe

Hayatımız değişti-1

9 Kasım günü hayatımız değişti. Değişeceğini biliyordum, milat olacaktı bizim için, ama ne kadar beklesek de bu değişime şaşmamak elde değil.

8 Kasım günü yatış işlemlerimizi yaptırmıştık (arada hastaneden kaçmıştım) hatırlarsanız. Ertesi sabah serum takılacağı için en geç 7'de hastanede olmamı söylemişlerdi. İlk ameliyat benimki olacaktı, o yüzden erken gitmemiz gerekiyordu. Sabah erkenden kalktım. Heyecandan uyumadığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz, uyudum ama bir ara yine tuvalet, acıkma derken kalkıp oturdum. Evden çıkmadan aman mutfağı toparlayayım, şunu bunu yapayım diye hamaratlığım tuttu bir de gereksizce. Sonuç olarak 7'ye 5-10 dakika kala odamdaydım. Lavman yapıldı, tansiyonum ölçüldü, bebeklerimin kalp sesleri dinlendi ve beklemeye başladık. Bekleme bir türlü bitmedi. 8.30-9 arası almaya gelirler beni diye düşünüyordum ama bir türlü olmadı. Saat 10'da hala odamda bekliyordum. Meğer 4 tane acil ameliyat girmiş araya, onların bitmesini bekliyormuşuz. Bu bekleme sırasında annem ve ablam odamın süslenme işini bitirdiler. Kocam ise yukarıya almadıkları için aşağıda dokuz doğuruyordu. Saat 10:30 gibi önlüğümü vs. getirip giyinmemi istediler. 11'e doğru telaşla 2 hemşire gelip beni ameliyathaneden acilen çağırdıklarını söyledi. Serumum vs. takıldı, bebeklerimin kalp atışını dinlemeye çalıştılar. Kızımda sorun yoktu ama oğlumunkini aceleden bulamadı hemşire. Ben hareketlerini hissettiğim için rahattım ama annem ölüp ölüp dirilmiş bu arada bebeğe birşey mi oldu diye. Hemşirenin kalp atışını yanlış yerde aradığını gördüğüm için ben rahattım. Tekerlekli sandalyeye oturup ameliyathaneye indirilmek üzere götürülürken gülücükler saçarak etrafa el sallıyordum, annemse bu esnada bir sorun mu var yoksa diye ağlıyordu.

Son hızla ameliyathaneye girdik. Hala heyecanlı değildim. Bebeklerime kavuşmayı bekliyordum sadece. Tansiyonum en fazla 110-70 olmuş, o kadar sakindim anlayacağınız. Sedyeye yatırıldım, amliyathanede yatağa geçirildim, kat kat yeşil kumaşlarla kaplandım derken anestezi uzmanı geldi ve işlemler başladı. Spinal anestezi ile oldu sezaryen ameliyatım. Epiduralden ne farkı olduğunu sordum iki ara bir derede. Anestezi uzmanı olan tatlı kız spinal ile daha etkili bir blok sağlayacaklarını söyledi. Sırtımdan ince bir iğneyle girip anestezik maddeyi verdiler. Sonra çarmıha gerilir gibi yatırılıp etkinin oluşmasını bekledik. Uyuşmaya başladım ama ayaklarımı hala oynatabiliyordum. Normal olduğunu söylediler. Zamanla iyice uyuşacakmışım. Ama o halde bile sadece dokunma tarzı hareketleri falan hissedecek, fakat ağrı hissetmeyecekmişim. Baş dönmesi, mide bulantısı olursa hemen haber vermemi istediler ayrıca. 1-2 dakika sonra doktorum geldi ve operasyon başladı. Önce kızımı aldılar. Bir an için görebildim yavrumu. Gri bir şeydi, dikkatli bakacak fırsatım olmadan çocuk doktoruna götürdüler. Sonra da oğlum geldi. İkisinin de çok sağlıklı olduğunu söyledi doktorumuz. Sonra oğlumu da çocuk doktoruna götürdüler. Kısa bir süre küvözde tutacaklarını, çok sağlıklı olduklarını söyledi çocuk doktoru. Sonra plasentaların çıkarılması, dikişlerin atılması derken 20 dakika benimle uğraştılar. Bir ara çok kötü midem bulandı. Dikişlerimi atan doktorlardan birisi burundan derin derin nefes alıp ağızdan vermemi söyledi. 1-2 nefes sonunda gerçekten de geçti bulantım, tuttum bu yöntemi. Acaba hamileyken de işe yarar mıydı? :)

Bebeklerim doğar doğmaz kollarına pembe ve mavi bilekliklerini taktılar, bilekliklerin diğer eşlerini de benim bileğime. Kızım 3.000 kg 47 cm doğdu, oğlum 2.670 kg ve 46 cm. Oysa ultrason muayenelerinde hep oğlum daha büyük çıkıyordu. Neyse, sağlıklılar ya, gerisi önemli değil.

Sonunda ameliuyatım bitti. Ameliyathaneye girişimle çıkışım 35 dakika sürdü. Bebeklerimin alınması ise 5 dakika. Yoğun bakıma servisine götürdüklerinde ayaklarım artık iyice uyuşmuştu ama bilincim tamamen yerindeydi. En az 6 saat yoğun bakımda kalmam gerektiği söylendi. Bu arada takiplerim yapıldı, ilaçlarım uygulandı. Neyse ki ne olur ne olmaz diye hazır tutulan 3 ünite kana ihtiyaç olmadı.

O 6 saat boyunca yatarken çok sıkıldım. Bu arada değişik operasyonlar nedeniyle gelen giden oldu bir sürü. Genel anesteziye girip inleyerek, ağlayarak uyananları gördüm, spinal yaptırdığım için şükrettim (gerçi genel anesteziden güzel uyanıyorum ben, geçen sene o kötü zamanlarda yaşamıştım). Yine de bilinçli olmak güzel birşey. 6 saatin sonunda durumumun iyi olduğunu gördükleri için doktorum odama çıkmama izin verdi. Ayaklarım da hafif hafif kendine gelmeye başlamıştı. Sedyeye aktarıldım ve odama çıkarıldım. Refakatçi olarak kalan annem merakla beni bekliyordu. İyi olduğumu görünce çok sevindi. Herkesin kendi yavrusu tabii, ben de bir an önce bebeklerimi görmek istiyordum artık ama bu gece yenidoğan yoğun bakımında tutacaklarını, yanıma getirmeyeceklerini söylediler. Tek bildiğim şey sağlıklı olduklarıydı, ne yapalım, bekleriz, yeter ki onlar iyi olsunlar dedik.

Saat 19'da ziyaret saati olacaktı, kocamı, ailemin diğer fertlerini görecektim. 1 saatin geçmesini beklemeye koyuldum. Ama şimdi vaktim doldu, gerisi daha sonra.

16 Kasım 2010 Salı

Belit ve Devin iyi bayramlar diler

Ateş almaya geldim, kaçıyorum. Kızım yeni daldı, oğlum uyanmadan önce ben de biraz yatıp dinleneyim. Bu kısacık yazıyla hem hepinizin bayramını kutlamak hem de ikişer ismimizden birer tanesini yazmak istedik. Digerleri de bize kalsın :)

Herkese mutlu bayramlar...

14 Kasım 2010 Pazar

Eve döndük :)

9 Kasım 2010 günü saat 11:00-11:25 arası kızım 3000 kg, 47 cm ve oğlum 2670 kg, 46 cm olarak doğdular. Maşaallah bebeklerime (annelerin nazarı değer derler). Onlara baktıkça karnıma nasıl sığdıklarına inanamıyorum. 5 gün önce içeride kıpırdanan bu varlıklar artık kollarımda kucağımda, bu tam bir mucize. Allah tüm isteyenlere versin. Doğuma girerken dua ettim zaten tüm anneler ve anne olmak isteyenler için.

Detayları fırsat bulabildiğimde yazarım. Hepimiz iyiyiz, cumartesi öğleden sonra evimize döndük ve yeni hayatımıza alışmaya çalışıyoruz. :)

8 Kasım 2010 Pazartesi

Hazırım galiba - ekleme (hastaneden kaçtım)

Ek- Sabah yazdığım yazının ekini başa yazıyorum. Sabahtan beri hastanedeyiz. Kan ver NST'ye gir, şunu yap bunu yap derken bekliyoruz saatlerdir. Hastaneye yatışım yapıldığı için dışarıya çıkarmıyorlar, ama ben kaçtım öğlen arasında. Kan sonuçlarımı anestezi uzmanı görecekmiş, onu bekliyoruz. Kitap falan alıp yanıma öyle gideceğim. Bizim sorumluluğumuz altındasınız, dışarıya çıkaramayız, yatağınıza yatın diyorlar ama sıkılıyorum. Aynı odada 5 tane daha şiş göbek. Yapacak birşey yok. Özel oda ayarladık neyse ki ama işlemlerim normal koğuşun orada (farklı katlarda) yapıldığı için şimdilik 6 kişilik odada oturmam gerekiyor. Ben de bahçede oturup ara sıra tekmil veriyorum. Öğle tatili olunca da kaçtım işte :)

Neyse sorumu hatırladım. Bebeği ana kucağıyla mı çıkardınız hastaneden normal battaniyeye sararak mı? Biz 2 tane götürmek zorunda olduğumuz için sorayım dedim.

Bir de sezaryen için bilmem gereken ekstra şeyler var mı? Bildiklerim şunlar: Oje takı, parfüm falan olmayacak. Peki gerisi? İlk gece refakatçi de almıyorlarmış, yoğun bakımda oluyormuşum. Bebeklerin ve benim çantam odada olacak, ilk gece için bebeklerin nety ihtiyacı olur ki? Amaaannn, yarın göreceğiz işte. Haydi ben hastaneye geri döneyim

Normal yazı aşağıda:

Çantalarım hazır, yatış işlemlerini yapmak için bu sabah hastaneye gidiyoruz. Kan vereceğim, özel oda ayarlayacağım sonra da izinli çıkıp evdeki ıvır zıvırı halledip Ankara'dan gelecek olan babam ve ağabeyimi karşılayacağım. Şimdilik planlarım bunlar. Umarım bir aksilikle karşılaşmam. Bir arkadaşım kontrole diye gidip apar topar sezaryene alınmıştı, yanında eşi ve hastane çantaları da yoktu, telaşı siz düşünün. Bebeklerim bana böyle bir sürpriz yapmayacaklar, anlaştık biz onlarla.

Bir sürü şey yaptım ama bir sürü de eksiğim var biliyorum. Hala fotoğraflarımı koyamadım mesela, tembelim bu konuda. Onların yerine hazırda başka bir fotoğraf var, onu koyayım bari.


Şiş ellerimin ve göbeğimin ucunun göründüğü bu fotoğraf Chicco'nun erkek bebekler için (renk farkı var sadece) yıldız projeksiyonlu, müzikli gece lambası. Bebeklerimiz için böyle bir şey bakıyorduk ne zamandır. Bir gün üye olduğum bir siteden bülten geldi (http://www.bebek.com/). Chicco'dan 100., 200. vs. kişilere olmak üzere toplam 10 kişiye çeşitli hediyeler veriyorlardı. Haydi form doldurayım dedim. 1-2 hafta sonra yetkili kişiden kazananlardan biri olduğuma dair bir mail aldım. Hediyelerden yollamak için bebeğimin cinsiyetini soruyorlardı. Ben de ikisinden de var, siz diğer kazananlara göre ayarlama yapın demiştim. Bir de hediyemin ne olduğunun belli olup olmadığını sormuş mümkünse projeksiyonlu gece lambasını istediğimi söylemiştim. Sonuçta elime geçen ürün aynen istediğimiz şey oldu. Bebeklerim kısmetleriyle birlikte geliyorlar. Umarım hep böyle olur, hayatları boyunca iyiliklerle, güzelliklerle karşılaşırlar.


Sezaryen olan annelere sormak istediğim birşey vardı aslında ama ne olduğunu unuttum. Belki hatırlar yazarım. Hastaneye gidip gelelim de.


Kocam da dün oda süslemesi için bebeklerimizin ilk isimlerinin başharflerinin köpüklerini hazırladı. Etrafını kaplayacak, süsleyecek ve harika birşey oluşturacak anladığım kadarıyla. Artık fotoları toptan yayınlarım kendime geldiğimde.


Haydi bakalım hazırlanayım ben artık.

7 Kasım 2010 Pazar

Çok lazımdı

Son hazırlıklarla uğraşmam gerekirken ben oturmuş yıllardır yapmadığım bir şeyi yapıyorum kaç gündür harıl harıl. Ellerimdeki eklemler ağrıyor, kocam ve bilimum kişi bana manyak gözüyle bakıyor ama ne yapayım, belki de gerçekten manyadım :)



Dantelden hiç anlamam. Örgü örerim ama kazakların boynuna vs. gelince anneme devrederim. Ben örüyorum sayılmaz yani. Tek bildiğim el işi yukarıda görmüş olduğunuz iğne oyası motifi. Aslında bir de çarkıfelek motifi biliyordum ama unutmuşum, belki çıkartırım uğraşsam. Bunu da yıllaaaaaar önce, işe ilk başladığım zamanlarda öğrenmiştim. Kendime ve anneme oda takımı şeklinde kareler hazırlamıştım. Sonra bu motiften masa örtüsü yapayım demiştim de yıllarca süründürüp sonunda şömentabla boyutlarına getirebilmiştim. Sadece yaz tatillerinde yaptığım için elime aldığımda beni görenler bu ferulago klasiğine gülmeye başlamıştı. Derken tatillerde de yapamaz oldum nedense. Hatta düşünüyorum da, son 3 yıldır elime bile almamışım. Ankara'da toparlanırken iş torbam elime geçti ve evime gideceklerin arasına sıkıştırıverdim. Geçen hafta da tekrar yapmaya başladım nedense. Önce motifi hatırlamaya çalıştım. Yıllardır elimi sürmememe rağmen unutmamışım, çok şaşırdım. Amacım bu parçayı şömentablanın kenarına ekleyerek masa örtüsü boyutlarına getirmek yine ama görenlere kızıma çeyiz yapıyorum diyorum (belki daha az manyak derler diye). Ama bu gidişle gerçekten de kızımın çeyizine yetişecek gibi :)


Karnı burnunda kadınsın, otur da bebek bakımıyla vs. ilgili iki satır kitap oku, olmadı yat uyu, ya da ders çalış ama yok, televizyon karşısına geçiyorum nineler gibi, alıyorum elime tığımı, ipimi, iğnemi, başlıyorum minik minik motifler yapmaya. Belki manyağım ama mutluyum, gerisini boşverdim. Bir 3 sene daha elime alamam sanıyorum, arada hasret gidermiş oldum işte. :)

5 Kasım 2010 Cuma

Son kontrol

Bugün son kontrolümüze girdik. Doktorum herşeyin normal olduğunu söyledi. Bebekler de, plasentalar da, amniyon sıvıları da gayet iyi durumdaymış. "Seni NST'ye bağlayayım" dediğinde önce bir sorun mu var diye endişe ettim. Ama sorun yokmuş, "dosyanın içine NST çıktısını da koyarsın, bağlanmadım demezsin" deyince rahatladım. Bebeklerimizin kalp atışlarını bir kez de o cihazda izledik, kasılma olmadığını gördük ve rahatladık. Artık Salı gününe hazırız. Bugün annem Ankara'dan yanımıza geliyor. Evdeki ufak tefek işleri halledeceğiz, hep birlikte hazırlıklarımızı tekrar gözden geçireceğiz.

Pazartesi yatış işlemlerimi yaptırmaya ve tahlil için kan vermeye hastaneye gideceğiz. Sonrasında izinli olarak eve çıkıp salı günü direkt ameliyata gireceğim. Özel odamızı da ayarladık mı değmeyin keyfime :)

4 Kasım 2010 Perşembe

Amanın aşeriyorum

Durdum durdum doğuma 5 gün kala aşermeye başladım. Neden bilmiyorum ama bu aralar canım tatlı çekiyor, hatta direkt ne olduğunu söyleyebilirim: şekerpare. Dün akşam yemekten sonra oturdum tariflere baktım ama üşendim. Zaten daha önce hiç yapmadığım için beceremezsem diye korktum. Sonuçta yiyemedim tabii. Bir şekilde idare ettim. Ama bu akşam dayanamadım artık. Yemekten sonra resmen şekerpareler, baklavalar gözümün önünde uçuşmaya başladı. Kocam "istersen gidip alayım" deyince tamam dedim. Kocasını gece yarılarında garip şeyler almaya yollayan kadınlardan olmak istemedim hiç. Olmadım da neyse ki. İlk 3 ay içindeykendi sanıyorum, bir akşam Survivor'da ödül oyunu sonunda pizza yerlerken canım çekmişti, onda da hemen telefonla sipariş vermiştik. Bundan başka bir şeye aşermem olmamıştı. (O zaman Ankara'daki doktoruma gitmeye başlamamıştık yoksa pizza mı, hayatta yiyemezdim). Neyse. Baktım kocam hevesle giyinmeye gitti. "Yaşasın karım aşerdi, ben de birşeyler almaya gidiyorum" diye uçarcasına çıktı. Ben zahmet olmasın derken içinde ukte kalmış meğer kocamın.

Yakınlardaki 2 pastanede bulamayınca kurtarıcımız olan Migros'a gitmiş. Sağolsun hem baklava hem şekerpare almış. (Baklava kuru baklava olsa daha mutlu olacaktım ama şekerpareleri afiyetle mideye indirirken mutlulukla gülümsüyordum).

Neden böyle oldum bilmiyorum. Hava soğudukça bünye enerji olsun diye istiyor desem bilakis havalar güzel gidiyor. Süt üretimi için enerji lazım desem asıl gereken bol su içmek biliyorum. Su içmeyince vücut içirmek için bu yöntemi buldu desem, bilmiyorum işte. Sonuç olarak doğuma 5 gün kala aşermeye başladım ya, ne cins kadınım ben :)

3 Kasım 2010 Çarşamba

Soruyorum

Daha önce sezaryene girmiş olan annelere sorum var. Ameliyat öncesi yapmam ya da yanımda götürmem gereken önemli şeyler var mı? Ya da sonrasında? Ya da bu son 6 gün içerisinde uyumak haricinde (yatma pozisyonu açısından sıkıntım olmasa bile pek uyuyamıyorum nedense) "şunu da yap, sonra uzun süre fırsatın olmayacak, halin kalmayacak" dediğiniz, diyeceğiniz şeyler var mı?

Bir makale düzeltmem var, bir tane de bitirip yollamam gereken. Bebek çarşaflarımı falan yıkadım, ütülemem, hastane çantama 2 battaniye ve 1-2 body eklemem, mp3 player'ımı şarj edip yanıma almam (bilmem fırsat olur mu) gerek daha. Ama aklıma başka birşey gelmiyor, yardımlarınızı bekliyorum.

Kocama not: Hayatım, fotoları aktar artık da doğuma girmeden bloguma koyabileyim :)

2 Kasım 2010 Salı

Büyük gün belli oldu

Dün kontrolümüz gayet iyi geçti. Bebekler iyiymiş, plasentam idare ediyormuş. Ben bir aralar 3 Kasım'dan önce doğmayın diyordum bebeklerime. Açıkçası bu kadar gelebileceğimi pek düşünmemiştim. Çevremde ikizi olan arkadaşlarım 36. haftaya kadar ancak dayandıklarını söylemişlerdi çünkü. Herhalde fazla kilo almadığım için olsa gerek, bebeklerimin toplamda 6 kg'dan fazla olmalarına rağmen hala Migros'a kaçıp gezip gelebiliyorum. Kocam yollarda doğuracağımdan korkuyor hatta.

Konuyu dağıtmayayım. Doktorum "istersen 3 Kasım'da alayım ama benim tercihim 38. haftaya girmek olacaktır, 9 veya 10 Kasım daha uygun" dedi. Ben de durabildikleri kadar durmalarını istediğim için 9 Kasım olsun dedim. 10 Kasım'da Atatürk'ün ölüm yıldönümünde yaşgünü yapamam bebeklerime, o yüzden 9'u tercih ettim. Hatta muayeneye giderken 9 Kasım olması durumunda o tarihte de piyango bileti alıp bebeklerim için ayrı bir arşiv oluşturmaya karar vermiştim.

9 Bizim için hep önemli tarihleri barındırır oldu nedense. Kocamın yaşgünü 9 Şubat, evlilik yıldönümümüz 9 Ekim, ilk bebeğimizi kaybettiğimizi öğrendiğimiz gün 9 Nisan, bebeklerimizin ikiz olduğunu öğrendiğimiz tarih yine 9 Nisan. Şimdi de bebeklerimin doğum günü 9 Kasım olacak. Ne güzel.

Muayeneden çıkar çıkmaz hemen sonu 9 ile biten bir bilet aldım bebeklerimin biri için. Diğeri için de ayrı bir bilet aldım ki ileride "biz iki kişiyiz, neden tek bilet aldın bize" gibi bir sitemle karşılaşmayayım. (Ben olsam sitem ederdim çünkü).

Artık tarih kesinleşince herşey daha bir gerçek oluyor sanki. Hamile olmaya öyle alıştım ki sanki hep hamileymişim gibi geliyor bana. Ya da daha önce dediğim gibi bu son 10 haftadır evde olduğum için zaman daha yavaş geçiyor belki de. Ama tam bir hafta sonra bu saatlerde bebeklerim kollarımda olacak. Sağlıklı olduklarını görmek en büyük dileğim.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Önemli bir gün

Bugün tekrar kontrole gidiyoruz. Doktorum plasentamın durumuna bakacak ve sezaryen günümüz (büyük ihtimalle) belli olacak. Bende henüz Braxton-Hicks kasılmaları başlamadı, ya da var da ben anlamıyorum. Bebekler bu gidişle 40. haftayı çıkarır diye gülüşüyoruz kocamla. Tabii doktoruma göre bu bir kriter değil. "Herşey normalken bir anda suyun geliverir, belli olmaz bu işler" demişti. Neyse ki geçen hafta kongredeyken birşey olmadı. Arada Kurban Bayramı olacak olmasa olabildiğince beklemek istiyoruz (tabii plasenta veya bebeklerde bir sorun yoksa) ama ya bayramda gelmeye karar verirlerse diye de korkuyoruz. Tüm memurların ve benim de normalde evime gidebilmek için hasretle beklediğim 9 günlük tatil bu sefer uymadı bize. Bakalım ne olacak. Ama Kasım ayında doğacakları kesin yavrularımızın. Hele bugünkü gibi güneşli bir gün olursa ne de güzel olur :)

29 Ekim 2010 Cuma

Hamaratım bu aralar

Bu aralar pek bir hamaratım. Koca göbeğimle birlikte top kekler (muffin), poğaçalar yapıyorum. Değişik tarifler denemeye çalışıyorum. (Bebekler gelmeden önce pratik tarifler öğrenme telaşı herhalde.) Bir sürü yemek kitabım var ama nedense internet sitelerinden, bloglardan tarif bakmak daha hoşuma gidiyor. Kişilerin ve okuyucların kendi yorumları da olduğu için sanıyorum. Mesela bu sabah pancake yapayım dedim. Krep ya da akıtma adıyla yaptığımızın Amerikan usülü. Salıncakta 2 Kişi sağolsun geçenlerde tarifini vermişti, hemen oraya gidip tarife ulaştım. Biraz modifiye ederek (kıvam açısından ağız tadımıza uygun olsun diye, yoksa tarif gerçek pancake tarifidir) yaptım ve afiyetle yedik. Ellerine sağlık diyor, teşekkür ediyorum kendisine.


Geçenlerde Ebru Şallı ile yapılmış bir röportajı okudum. Doğumdan sonraki ilk fotoğraf çekimiymiş aynı zamanda. Süt için bol su içtiğini ve sütlü tatlılar yediğini söylüyordu. Sütlü tatlı deyince kafamda sütlaçlar ve sütlü irmik tatlıları uçuşmaya başladı nedense. Sütlacı sonraya bırakıp sütlü irmik tatlısına girişieyim dedim. İnternette bir sürü tarif var. Annem de pek güzel yapar gerçi ama nedense yine internete baktım. Pek çok tarif arasından en hafif olanını buldum sanıyorum. Bir forumdan bulduğum bu tarifi yazıyorum.

2.5 bardak süt
Yarım bardak su
Yarım bardak irmik
Yarım bardak toz şeker
Yarım paket vanilya
1 adet rendelenmiş limon kabuğu (ben koymadım)



İrmik, vanilya ve isterseniz limon kabuğu rendesini bir tencereye koyup üzerine süt ve suyu ekleyin. Muhallebi kıvamına gelmeye başlayınca şekeri de ekleyip karıştırmaya devam edin. Sonrasında bildiğiniz gibi kaplara dökün, üzerini süsleyin falan filan.


4 kişilik bu tarif yazarın dediğine göre porsiyon başına 160 kaloriymiş. İçinde yağ olmaması bence süper. Hatta yarım yağlı süt kullandığım için kalorisi daha da düşük olmalı. Soğuyunca afiyetle yiyeceğim kendilerini. Yaparsanız size de afiyet olsun.

Kutlamalar

Bugün 2 kutlamam var. Birisi elbette ki Cumhuriyetimizin 87. yılı için. Nice yıllara diyorum ama Cumhuriyetimizin ve Atatürk'ün kıymetini bildiğimiz yıllara...

2. kutlamam Deniz için. İyi haberleri var Deniz'in bizlere. Yine de dualarinizi, iyi dileklerinizi eksik etmeyin.

Her günümüz iyi haberlerle, iyiliklerle, güzelliklerle dolu geçsin.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Beşik kertmesi

Hayır hayır, bebeklerimi kertmiyorum, onlarla ilgili değil bu. Gerçi beşik kertmesi yapacak olsak etrafta pek çok bebek var kertilecek. Geçenlerde bir belgesel izlemiştim, onunla ilgili bu. Yazayım derken unutuyorum hep, ancak aklıma geldi.

Yabani hayatla ilgili bir belgeselin çakallarla ilgili bölümüne denk gelmiştim geçenlerde. Anlatıcının dediğine göre çakallar yavrularını tek başına değil, ilerideki eşleriyle birlikte büyütürlermiş. Çakallar çift olarak avlanırmış, onun için küçükten birbirlerine alıştırıyorlar demek ki. Beşik kertmesi değilse nedir bu?

:)

26 Ekim 2010 Salı

Yoğun bir gün

İzne ayrıldım ama bu proje işleriyle ilgilenmeme engel olmuyor. Ara rapor verme zamanımız geldi yine. Önceki raporları da ben hazırladığım için konuya hakim olduğumdan izne ayrılırken hocama endişelenmemesini söylemiş, bir sonraki raporu hazırlayacağım garantisini vermiştim. Bebeklerim de sağolsunlar erken gelmeyerek annelerine yardımcı oldular ve raporu tamamlayıp imzalanmak üzere hocama gönderebildim. Üzerimden büyük bir yük kalktı böylece. Ah bir de doçentlik sınavı için ders çalışabilsem :(

Son bir alışveriş daha yaptım bugün. Hala fotoğraflarını koyamadığım alışverişlerimden sonra kalan tek eksiğim süt pompasıydı (süt saklama poşetlerimi daha önce almıştım). Onu da özellikle almamıştım çünkü hediye gelecekti. Bölümdeki hocalarım ve arkadaşlarım yardımcı doçent atamam nihayet yapıldığı için bana bir hediye almak istiyorlardı. Genelde bilimsel aşamalarda çalışma konusuyla ilgili kitap, kalem, çerçeve vs. alınır ama benim durumum farklı olduğu için bebeklerin işine yarayan birşey alalım dediler sağolsunlar. Böylece rayiç olarak belirlenen miktarı bana yolladılar, ben de üzerine ekleme yapıp ne zamandır araştırdığım, kullanıcı yorumlarının gayet iyi olduğu Medela pilli ve elektrikli süt pompamın siparişini verdim.

İkiz bebeklerim olacağı için sütümün yetip yetmeyeceğini bilmiyorum. İki farklı görüş var hekimler arasında. Bazıları yetmeyeceğini, gıda takviyesi yapılması gerektiğini söylüyor, diğerleri doğanın bunu da hesaba katarak anneye bol süt vereceğini. Bildiğim kadarıyla süt için yapılacak şey bol su içmek ve bebeklerin emmesi. Süt emildikçe yenisinin oluşması için annenin beynine uyarı gidiyor, böylece daha fazla süt üretiliyor eğer yanlış bilmiyorsam. Bunun için de yapılacak şey bebekler ilk etapta emmese bile sütü bir şekilde boşaltmak, ki yenisi yapılabilsin. İşte pompa burada devreye giriyor.

Teorikte canavar gibiyim ama pratiği yaşayarak göreceğiz tabii. :)

25 Ekim 2010 Pazartesi

35+6

Bugün yine kontrolümüz vardı. Artık doğum yaklaştığı için kontrollerimiz de sıklaştı. Kontrollerde özellikle plasenta yaşlanmama bakıyor doktorum. Şimdilik herşey normalmiş, ama haftaya tekrar görmek istedi. Hem haftaya sezaryen günü de kesinleşecek. Plasentanın durumuna göre karar verilecek sanıyorum. Calgon esprim bu sefer aklıma gelmedi neyse ki.

Bebekler normal, biraz kilo almışlar, ikisi de 3 kiloya yakın sanıyorum. Asıl bakılan şey Doppler (plasentadaki kanlanma durumu) olduğu için ölçümlerle fazla uğraşmadı doktorum.

Bu hafta doktorum kongrede olacak. Bebeklerime o yokken gelmemeleri için telkinde bulunuyorum. Rahatları yerinde görünüyor zaten, çıkmaya niyetleri yok gibi, ama belli olmaz elbette. Doktorum "işten çıktığımda hiçbir şey yokken 2 saat sonra doğuma girmiştim ben de, suyun gelirse doğum başlar" dedi. O yokken olmaz umarım, ama olursa da yapacak birşey yok tabii ki. Ben bebeklerimin söz dinleyeceğine inanıyorum. Annelerini kırmaz onlar.

Hala bebeklerime aldığım yatağın vs. fotoğraflarını koymadım biliyorum ama içimden gelmiyor açıkçası. Deniz'den iyi bir haber duymayı bekliyorum. Umarım herşey yolundadır. Kızlar güçlü olur ne de olsa.

22 Ekim 2010 Cuma

Deniz (affına sığınarak yazıyorum, belki daha çok kişiye ve iyi dileğe ulaşırız)

Aslında bloguma yazı yazmak için girip öncesinde takip ettiğim blog arkadaşlarım neler yazmış diye bakındığımda kafamda bambaşka şeyler vardı, böyle bir haber almayı beklemiyordum. Özellikle yorumlarda bol bol yazıştığımız, benden yaklaşık 10 hafta kadar sonra doğum yapacak olan Deniz arkadaşım 4 gün önce 27 haftalıkken erken doğum yapmış. Çok şaşırdım ve üzüldüm ama minik kızının yaşam mücadelesinden galip çıkacağına tüm kalbimle inanıyorum.Yazısı için linke tıklayabilirsiniz. Siz de dualarınızı esirgemeyin olur mu?

20 Ekim 2010 Çarşamba

35+1 ve kargom

Bir arkadaşım son zamanlarda iyice şişeceksin demişti, gerçekten de öyleymiş. Ayaklarımdan sonra ellerim de iyice şişmeye başladı bugün. Hatta ağız mukozam bile şişiyor da konuşmam pelteleşiyor gibi geliyor bana. Onun haricinde bir sıkıntım yok neyse ki. Paytaklığım iyice arttı, göbek açık ara önde gidiyor. İyice komik görünüyorum :)

Kargomun bir parçası daha nihayet geldi. El ayak izi çerçevelerinin bu kadar büyük olduğunu farketmemiştim internet sayfasında. Meğerse kocaman şeylermiş. Uyku setim ise pek şirin ama içinden çıkması gereken yastığı çıkmadı. Hemen firmaya yazdım, bir de telefon ettim. Bakalım ne olacak. Fotoğrafını henüz çekmedim, çekince koyacağım. Daha doğrusu çekmeye, bilgisayara aktarmaya üşeniyorum diyelim. Kocam gelince ondan rica ederim :) Son dönemlerde üşengeçlik de başlıyor anlaşılan.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Gıcığım

Show tv'deki dizi tanıtımlarına denk geldiniz mi hiç? Gelmemeniz mümkün değil çünkü insanı bayıltana kadar gösteriyorlar. Önce Lale Devri vardi, şimdi Karadağlar ve Güneydoğu Hikayeleri. Zaten aşırı dizi seyreden biri değilim, ama bunları izleyeceğim varsa bile asla izlemezdim sanıyorum. Jenerikleri, fragmanları baydı beni. Bu kadar tanıtıma ne kadar ömürleri olacak merak ediyorum doğrusu. Bir diğer gıcık olduğum şey de yine aynı kanalın neredeyse tüm diziyi gösterecek şekilde verdiği haftaya şu-bu olacak fragmanları. Çok sık, çok uzun, insanı izlememeye itiyor ister istemez. Ya da ben çok cinsim, herşeye gıcık oluyorum.

Benim köşe bucak kaçtığım bir sürü dizinin bir sürü izleyicisi var ve insanlar hayatlarını dizilere göre ayarlıyor, çok ilginç. Milliyet gazetesinin cumartesi ekinde okur köşesi var, insanlar orada çatır çatır yok Kurtlar Vadisi daha iyi, yok Aşk-ı Memnu şu kadar reyting aldı, o daha iyi oyuncu, bu onun eline su dökemez diye kavga ediyor, inanılmaz. En garibime giden de özellikle Fatmagül'ün suçu ne başladıktan sonra internet ortamında Beren Saat için yazılan "Behlül'leyken iyiydi, oh olsun, haketti bunu" şeklinde daha hafifleterek yazabildiğim yorumlar. İnsanlar ne zaman dizilere bu kadar kaptırdılar, kendileri de gerçek hayattan koptular da dizi oyuncularıyla rolleri özdeşleştirmenin ötesine geçtiler anlamıyorum.

Çok saçma çok.

17 Ekim 2010 Pazar

34+4

Dün kontrolümüze gittik binbir heyecanla. Bebeklerimizi görmeye çalıştık ama artık yerleri o kadar daralmış ki onun kolu, bunun eli , bacağı derken güzel bir fotoğraflarını alamadık bir türlü. Olsun, sağlıklı olduklarını öğrendik ya, daha ne isteriz.

Kızım baş pozisyonunda ama oğlum makat. Kalan süre ve yerin darlığını dikkate alırsak yavrumun dönemeyeceği kesin. Bu durumda sezaryen olacağım kesinleşti. Zaten aksini düşünmüyordum, hazırdım sezaryen fikrine, sürpriz olmadı.

Bebeklerim toplamda 5 kiloyu geçmiş. "Şu anda bile doğsalar yaşarlar" dedi doktorum. Yine de 3-3.5 hafta daha beklemelerini istiyoruz. Tarihe gelince, bayramdan önce doğacakları kesinleşti ama ne zaman olacağı henüz belli değil. 10 gün sonra bir konttolümüz daha var, herhalde az çok belli olur.

Bu arada kiloma yine dikkat etmem gerekiyor, bir de erken doğum belirtilerine karşı uyanık olmam. Plasenta yaşlanmam vardı, birazcık daha ilerlemiş. Plasentanın kireçlenmesine verilen admış bu. "Şu aşamada çok önemli değil" dedi doktorum, ama dikkat etmemiz gerekiyormuş yine de. Eve gelince internetten baktık, bu durum son 3 ayda normal kabul ediliyormuş. Ama bebeğe giden kan ve oksijen seviyesinde azalma olabildiği için dikkatli olunması gerekirmiş. Yaklaşık 8 aydır dayanan plasentam herhalde bir 3 hafta daha dayanır. Calgon mu içsem acaba gibi iğrenç bir espri geldi aklıma, sustum.

Bayramda bebeklerimi kucağımıza alacağız, ne güzel olacak. Annem artık isimleri de Bayram ve Arife olur dedi. Kocamla dakikalarca güldük. :)

Dün hatalı gönderilen viskon yatağım geldi, küvet hariç diğer siparişimin nihayet temin edildiğini öğrendim. Artık haftaya resimleri çekip size gösterebilirim.

15 Ekim 2010 Cuma

Diğer kargom hala yok

Uyku setim, bebek el-ayak izi çıkarma zımbırtılarım ve küvetim sipariş vereli 2 gün oldu ama hala üretici firmadan bekleniyormuş. Bir süre sonra temin edilemedi diyecekler diye korkuyorum çünkü özellikle uyku setini çok beğenerek seçmiştim. Başka sitelerde de aynısından bulamadım. Yarın belli olur herhalde. Kardeşim, madem temini zor ürünler bunlar, sitenize koyarken teyit etsenize firmadan. Ürünlerin kontrolünü hiç mi yapmıyorlar. İnsan zaman zaman envanter bilgisi sorar, ürün yoksa ona göre kendi sitesini günceller değil mi. Bakalım yarın ne diyecekler.

Yarın doktor kontrolümüz var. Heyecanımız giderek artıyor. Bebeklerimizi görmek ve iyilik haberlerini almak için sabırsızlanıyoruz. Ankara'daki doktorum 28 ve 34. haftaların bizim için dönüm noktaları olduğunu söylemişti. Artık bebeklerim doğsa bile yaşayacak durumdalar ama bizim dileğimiz en az 3 hafta daha beklemeleri. İyice ağırlaştım, artık sadece başparmaklarım değil tüm parmaklarım ağrıyor, otururken uygun bir pozisyon bulamıyorum, tuvalete gidiş sıklığım daha da arttı (bebeklerim mesanemle oynuyor galiba :) ), yemek yerken masaya yanaşamıyorum, telefonla konuşurken bile nefes nefese kalmaya başladım, ayaklarım yine şişmeye başladı ama olsun. Gerekirse yatak istirahatine de razıyım, yeter ki bebeklerim sağlıklı doğsunlar ve erken gelmesinler. Dışarıda hava soğuk, yağmurlu, erken gelip ne yapacaksınız diyorum onlara. Hem uyku setleri de gelmedi. Dursunlar yerlerinde :)

Bu arada kocam bebek el ve ayak izi yerine üç boyutlu el ve ayak maketi hazırlayan bir site bulmuş. Bana internettteki fotoğrafları gösterdi. Minik bir fanus içinde bilekten kesik bir el veya ayak var. İğrendim resmen. İz çıkartmak süper bir fikir bence ama diğeri kesinlikle saçmalık. Siz de görseniz aynı şeyi derdiniz eminim. Daha fazla iğrenmemek için link falan koymuyorum buraya. İçim bir tuhaf oldu yine.

14 Ekim 2010 Perşembe

Kargom geldi

Dün verdiğimiz sipariş bugün elimize geçti. Ana kucağı-oto koltuklarında sorun yoktu ama yatağın tabii ki kurulması gerekiyordu. Öğleden sonra kocamla yatağı kurmaya uğraştık. Kullanma kılavuzundaki resimler ve talimatlar pek açık olmadığı için biraz da deneme yanılma yöntemiyle yatağı kurmayı başardık. Yolladıkları bebek çantaları da pek şeker, pek kullanışlı olacak sanıyorum ileride. Tek sorunumuz hediye olarak gelen viskon yatağın ölçülerinin yanlış olması. Firmayı aradığımda defalarca özür dilediler, iade etmemi, doğru ölçülerde olanı hemen yollayacaklarını söylediler. Bir kez daha puan kazandılar benden.

Bu yatak için internette kapılardan geçmiyor gibi eleştiriler okumuştum ama umursamamıştım. Gerçekten de geçmiyor ama yatağı neden oradan oraya götürmek isteyeyim ki. Gerekirse hafifçe katlar gibi yapar taşırım, o kadar da sorun değil benim için.

Fotoğrafları henüz koymuyorum çünkü yatağın içine aldığım uyku seti henüz gelmedi. O da gelsin, ondan sonra resimlerini koyarım hepsinin.

Kocamla yatağa ve koltuklara bakıp bakıp sırıtıyoruz :)

13 Ekim 2010 Çarşamba

Eksiğimiz kalmadı galiba

Artık son dönemece girdiğimize göre son hazırlıklarımızı da tamamlayalım dedik ve kocamla alışverişe çıktık. Alışverişimiz sanal oldu aslında, internet sağolsun. Bu havada orada burada gezmek yerine en uygun fiyat neredeymiş araştırabildik.

3-4 ay önce, ben daha bu kadar büyümeden, kocamla baktığımız ve beğendiğimiz Kraft marka park yatak ve ana kucağı-oto koltukları vardı. Onların fiyatlarını tekrar araştırdık, daha önce baktığımız yere de sorarak kontrol ettik. Sonuç olarak internetteki bir siteden (www.ozelcan.com) en uygun şekilde aldık. Buranın adını daha önce de duymuştum aslında. Merkezi Ankara-Ulus'ta olan bir şirket. Bir arkadaşım oradan peşin alındığı taktirde oldukça iyi indirim yapıldığı söylemişti. Artık oraya gitme imkanımız olmadığına göre internet sitelerinden alışveriş yapalım dedik. İstediğimiz park yatak en uygun fiyata oradaydı, ayrıca fiyatı daha da uygun hale getiren viskon yatak hediyesi vardı. Bir de üstüne 150 TL ve üzeri alışverişlerde 1 adet Baby Nature bebek bakım çantası veriyorlardı. 2 tane de ana kucağı alacağım için arayıp müşteri temslcisiyle konuştum ve bana iki çanta yollanması hususunda anlaştık. Olmasaydı da siparişi iki seferde verecektim zaten. Bu sayede, hem ilk baktığımız yerdeki fiyattan toplamda 47 lira daha ucuza aldık, hem de ekstra olarak 70-80 liralık yatak ve iki adet 59 liralık çanta almış olduk. Bunları da hesaplarsak eğer 245 lira kardayız, diğer alışverişimiz bedavaya geldi anlayacağınız.

Başka bir siteden de park yatak içine yorganı, yastığı, kenar koruması olan bir uyku seti, bebek küveti ve en önemli şeylerden olan bebeklerimizin el ve ayak izlerini çıkartabileceğimiz hamur setlerinden aldık. Böylece eksiklerimiz tamamlandı. Pardon, şu anda tek bir eksiğim var, emzirme pompası. O da hediye geleceği için eksik sayılmaz aslında.

Şimdi tek beklediğimiz bebeklerimiz. Geldiklerinde herşeyleri hazır olacak yavrularımızın. Heyecanımız günbegün artıyor, bakalım bu son haftalar nasıl geçecek.

12 Ekim 2010 Salı

34+0

Yeni bir haftaya daha başlıyoruz bebeklerimle. Bu cumartesi kontrolümüz var, kendilerinyle görüşmek için sabırsızlanıyorum. 33. haftadan sonra bebeklerdeki kilo artışı tek gebeliklere göre daha az olur diye okudum bir yerde. Bakalım bizim minikler nasıl olacak. Umarım bizi yine şaşırtırlar da iyice gelişirler.

Bu aralar havuç yemeye bayılıyorum nedense. Adam gibi bir şeye aşermedim tüm hamileliğim boyunca ama havuç yeme isteğime engel olamıyorum. Dün havanın da güzel olmasını fırsat bilerek gidip 2 paket havuç aldım (evdekini bitirmiştim de). Bir paketini rendeleyip, yağsız teflon tavada kavurup hafif sarımsaklı yoğurtla karıştırdım (hem A vitamini hem kalsiyum misali) diğer paketi de kütür kütür yiyorum ama neden böyle oldum bilmiyorum. Neyse, bebekler istiyor demek ki.

Havuç demişken, 3-4 ay önce bir fuar vardı AKM'de, neydi şu anda unuttum. Stantların birinde koktelyde yapıldığı gibi dilimlenmiş havuçlar vardı. Beypazarı havuçlarıymış, meğerse Beypazarı'nın havuçları pek meşhurmuş. Ben sadece Beypazarı kurusu ve gümüşü meşhur sanırdım oysa. Hatta stanttaki görevliye havucunun meşhur olduğunu hiç duymadığımı söylemiştim. Geçen gün aldığım paketin üzerine bakınca Beypazarı Havucu yazdığını gördüm. Zaten yıllardır Migros'tan Beypazarı havucu alıyormuşum da haberim yokmuş. Pes dedim kendime.

Bu kadar havuç deyince 1-2 tane yememek olmaz şimdi, gidip soyayım hemen :)

11 Ekim 2010 Pazartesi

Bravo bana

Yapmam gereken bir sürü iş var aslında. Mesela doçentlik sınavını iyice serdim, oturup 1-2 kitaba bakmam, ders çalışmam lazım ama nedense hep bir bahane buluyorum çalışmamak için. Haydi bunu da yapmadım, aldığım onlarca bebek gelişimi vs. kitaplarını okuyup notlar çıkarsam iyi olacak ama bunu da yapamıyorum bu aralar. Peki, kendime soruyorum, asıl yapmam gereken bir sürü önemli şey varken, oturup Harry Potter serisinin son kitabını tekrar okumanın anlamı ne? Son film vizyona girmeden hazırlık yapayım, bir kez daha okuyayım dedim ve haltettim. Sanki film gelince hemen gidebileceğim. Bebeklerin ilk zamanlarında biraz zor giderim sinemaya falan ama yine de okudum işte. Bravo bana. Önceki okuyuşumda herhalde "acaba sonunda neler olacak, vay canına "diye hızlı hızlı okuyup bir güzel ne okuduğumu unutmuşum sonra. Şimdi sindire sindire okudum. Filme gidemeyeceğim ama kitaba iyice hakimim. Bari kitabı sesli oku da bebekler de birşeyler kapsın değil mi (kitap İngilizce bu arada). O da yok. Kendi kendime okudum bitirdim. Ben ne diyeyim şimdi kendime.

Bu arada geçenlerde J. K. Rowling "başka Harry Potter kitapları olabilir" buyurmuş. Tadında bırak be güzelim. Seni de anlıyorum, Alacakaranlık serisi bu aralar daha popüler ama sen sıranı savdın zamanında. Otur başka şeyler yaz. Aklına başka birşey gelmiyorsa, Writer's Block denen şey olduysan da boşver gitsin. 7 kitap + filmlerden kazandığın para yedi sülalene yeter nasıl olsa.

10 Ekim 2010 Pazar

10.10.10

Dünyayı 10.10.10 çılgınlığı sarmış. Bugün evlenenler, sezaryenle bugün doğum yapmak için randevu alanlar, vs. vs. Akşam haberlerde mutlaka bunlara dair haberler verir çok önemli birşey gibi gören televizyon kanalları. Ben şahsen bugün evlenmek veya bebeklerimi doğurmak istemezdim. İki olay da insanın hayatındaki en önemli olaylardan zaten, benim için yeterince önemliler. Dandik bir tarihin önem katmasına ihtiyacım yok. Bebeklerime de sakın bugün gelmeye kalkmayın dedim zaten. :)

9 Ekim 2010 Cumartesi

6. yıl


Aradaki uzaklığa, bazen yalnızlığa, sonuç olarak her türlü olumsuzluğa rağmen 6 yıldır azalmayan, bilakis hep artan sevgimizle birlikte evliliğimizde 6. yılı bitirmiş bulunuyoruz. Şimdiye kadar iki kişi kutladığımız yıldönümlerimizi bundan sonra 4 kişi olarak kutlayacak olmanın heyecanı da var bu sene. Mutluyuz, hala aşığız ve yakında kucağımıza alacağımız bebeklerimizle birlikte evliliğimizde farklı bir aşamaya geçeceğimiz için çok ama çok heyecanlıyız.

Nice mutlu yıllara aşkım.

8 Ekim 2010 Cuma

Soğuk bir güne daha uyandık

Soğuk ve karanlık bir sabah içimi nasıl da sıktı anlatamam. Dışarıya baktığımda gördüğüm tek şey boş sokaklar, rüzgarda sallanan yapraklar, ara sıra geçen arabalar ve gri bir gökyüzü. İnsanlar evlerine kapanmış, dışarıda çalışmak zorunda olanlara kolaylık diliyorum, işleri çok zor ve daha da zorlaşacak.

Yarın 6. evlililik yıldönümümüz. Bu sefer nedense pek heyecanlı değiliz. Artık eskiyoruz biliyorum ama ondan değil, içimizde daha büyük bir heyecan olduğu için. O yüzden birbirimize hediye falan da almadık bu yıl. 3-4 hafta içinde en büyük hediyelerimiz (biraz klişe olacak ama) aşkımızın meyveleri geleceği için ayrıca hediyeye gerek duymadık. Yine de güzel bir yemek hazırlayacak, pastamızı alacağız ve 6 adet mumumuzu üfleyeceğiz. Gelecek seneki kutlamada yavrularımızın da yanımızda olacağını düşünüp mutlu olacağız, onlarla geçecek bir yıldönümünün hayallerini kuracağız.

Bu soğuk günde tüm bunları düşünmek içimi ısıttı. Kalkıp kocama çikolatalı muffin yapayım böylece ev de biraz ısınsın, odalara çikolatalı kek kokusu sinsin. Belki biraz güneş de çıkar, belli mi olur :)

7 Ekim 2010 Perşembe

Bu nasıl iş böyle

Havalar nasıl bu kadar soğudu anlamadım. Yağmurlu, ılık bir sonbahar yaşayamadan soğuklarla karşılaştık iyice. Hatta Balkanlardan kar geliyormuş, şaştım kaldım. Sabah yan apartmandan iki kadının balkondan balkona konuşmasına şahit oldum. Çamaşır yıkamak istediğini ama kurumayacak diye korktuğundan, dışarıya asamadığından bahsediyordu birisi. Diğeri de kaloriferleri yaksınlar artık, çok soğuk oluyor diyordu. Ankara'da 15 Ekim'de yakılır kaloriferler, Eskişehir'de de farklı olduğunu sanmıyorum. Zaten bu gidişle gerçekten de daha erken yakılacak ya da insanlar battaniyeler altında oturup elektrik sobası yakacaklar. Bizim apartman kombili olduğu için herkes kafasına göre takılacak. Herkes anlaşsa da aynı anda yaksak aslında, böylece herkesin sıcaklığı kendine yarar, alt üst katı ısıtmaya çalışmayız.

Benim için havaların soğuması daha dramatik oluyor tabii. Haydi kocamın spor ayakkabılarını giyerek ayakkabı sorununu çözdüm, ama ya giysi sorunu? Evde otururken ne giysem diye dolabımı karıştırdım geçenlerde. Bir sürü, kalın kalın ev giysim var ama tahmin edeceğiniz üzere hiçbiri üzerime uymuyor. Ya altların beli çok sıkı lastikli oluyor ya da çok fazla kilo almamama rağmen dar olduğu için girmiyor. Göbeğimin altında kalsın, az rahatsız etsin desem göbeğim üşüyor. Böyle garip bir dönemdeyim işte. Şimdilik uyan bir pijamam var, onunla dolanıyorum etrafta ve havaların bu halini gördükçe doğum öncesi iznimde olduğum, dışarı çıkmak zorunda olmadığım için de şükrediyorum.

Anne babalar hep sen de anne ol, sen de baba ol anlarsın derler ya, yavaş yavaş anlamaya başlıyorum. Daha şimdiden minik bebeklerimi düşünüyorum. Yazın çok sıcaktı, iyi ki o zaman doğup pişik olmadılar derken şimdi de acaba üşüyecekler mi diye endişe ediyorum. Daha doğmadan böyle yapıyorlarsa insanı kimbilir doğduktan sonra na hale geliniyor. Anne-babaların o müthiş sevgisi büyütüyor çocukları, Peki ya çocuklar? Bunu hak ediyorlar mı? Dün bir haber vardı siz de görmüşsünüzdür. Kocamla küfürü bastık. Yaşlı bir adam trafik kazasında ölüyor ve oğlunu aradıklarında işim var, bilmem neredeyim gelemem diye bir cevap alıyorlar. Bir daha aradıklarında da telefonu açmıyor şerefsiz. Bu evlat da doğduğunda anne-babasına mutluluk verdi, büyütürken üzerine titrediler ve şimdi gelinen duruma bak. Aralarında ne geçtiğini bilemeyiz elbette ama kavgalı, küs bile olsalar insan bir polis arayıp babanız kaza geçirdiği dediğinde iki eli kanda olsa bırakır gelir.

Zamanında doktora çalışmam için 3 aylığına Japonya'da bulunurken babama prostat ca teşhisiyle biyopsi yapılmış, ameliyata girmiş (şükür kurtuldu) ve benim tüm bunlardan ancak döndükten sonra haberim olmuştu. Anne ve babam çalışmamı yarıda bırakır apar topar döner gelirim diye söylememişlerdi bana. Bilmem kaç bin kilometre öteden kızları kalkıp gelmesin (ki gelirdim) diye benden saklamışlardı. Bu adam ise İstanbul içinden gelemiyor olunca bende şafak attı. İnşallah hayırlı evlatlarımız olur ve daha da önemlisi biz onları hayırlı evlatlar olacak şekilde yetiştirebiliriz.

6 Ekim 2010 Çarşamba

33+2 ve 100. izleyici

100. izleyicim dünkü yazımı yazdıktan kısa bir süre sonra geldi. Bilges'e hoşgeldin diyorum. Bir ödülüm yok maalesef, sadece teşekkürlerimi sunabilirim. :)

33. haftayı işlemeye başladık. Yaklaşık 3-4 haftamız kaldı bebeklerimizi kucağımıza almak için. Hep derlerdi ki son ay geçmek bilmezmiş. Hakikaten de öyle. Hem bebeklere kavuşma heyecanı var hem de ağırlaşınca ve evde oturmaya başlayınca zamanın bir türlü geçmek bilmemesi. Fakültedeyken işlere yetişemezdim ve bir çırpıda akşam oluverirdi. Şimdiyse evdeyim ve yapacak iş bulamıyorum kendime. Biraz ıvır zıvır iş yapsam da yoruluyorum zaten. Aslında şu an ders çalışmak için ideal bir dönem benim için ama onu da yapamıyorum. Artık oturamıyorum, yatamıyorum, eskaza yere falan oturduysam ayağa kalkabilmek için ters dönmüş bir kaplumbağa gibi debelenip duruyorum. Ders çalışmama için bir sürü de bahanem var yani, bu gidişle Doçentlik sınavında ne yapacağım bilemiyorum. Neyse.

Bu ay bende 1-2 değişiklik oldu. Doymamaya başladım. Sürekli birşeyler yemek istiyorum. Özellikle geceleri uyandığımda yediğim bir adet muz ve içtiğim bir bardak süt beni kesmemeye başladı. Minik bir sandviç ekmeğinin içine zeytin doldurup afiyetle mideye indiriyorum mesela. Bu son 1 ayda bebekler doğum ağırlıklarının yarısı kadar kilo alırlarmış, herhalde o yüzden sürekli birşeyler yemek istiyorum. Havalar soğuduğundan olsa gerek tatlı yemek istiyorum ayrıca ama yiyemiyorum tabii.

Ayaklarımın şişleri hava soğuyunca o kadar rahatsız etmemeye başladı ama bu sefer de ellerim şişiyor. Sadece şişse neyse, eklemlerim de ağrımaya başladı. Özellikle başparmaklarımı kullanamamaya başladım. Ödem nedeniyle sinirlerin sıkışması neden olurmuş, normalmiş. Bu sayede bir şeyi tutarken veya kaldırırken başparmaklarının ne kadar önemli olduğunu anlamış bulunuyorum.

Bir diğer değişiklik de tırnaklarımla ilgili. Tırnaklarım lise bittikten bu yana uzundur. Cadı tırnağı gibi uzun değiller, yanlış anlamayın. Hafif uzatırım, bilgisayar klavyesindeki tuşlara rahat basamamaya başladığımda törpüler kısaltırım. Üniversitede voleybol oynarken bile kesmediğim, hafif esnek olmaları nedeniyle rahatlıkla halı bile silebildiğim ve birisi bile kırılsa iş yaparken sudan çıkmış balığa döndüğüm tırnaklarımı bebeklerim için kesmek zorundayım. Annem de aynen benim gibidir. Bir ara bana "hiçbir kuvvet tırnaklarımı kestiremedi bana ama ağabeyin ve senin için 2 kez kestim tırnaklarımı, senin bebeklerin için de 3 olacak" demişti.

Artık hamileliğimin ilk 3 ayında oje kokusundan rahatsız olduğum zamanlardan bu yana ojesiz olan tırnaklarım kısacık. Ve ben hemen alışıverdim bu hallerine nedense. Ah annelik, sen neler kadirsin :)

5 Ekim 2010 Salı

Blogumda yeni bir 100

Bu blogu açtığımda bu kadar çok şey yazacağımı düşünmemiştim açıkçası. Ama gerekli ama gereksiz bu yazı dahil 466 yazım olmuş. Bir sürü şey paylaşmışım. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi anlatmışım, hamileliğimden ve sonrasındaki düşüğümden bahsetmişim. Toparlanmaya çalışmamı anlatmış sonraki hamileliğimle iyice hamile bloguna çevirmişim. Nice acılarımı ve ne mutlu bana ki nice mutluluğumu paylaşmışım. "Kendime yazayım" düşüncem daha sonra "bebeklerime anı olsun"a dönüşmüş, bazen günlerce yazmamışım bazen günde 1-2 post girmişim ama hep yazmışım.

Sonuç olarak yazmış da yazmışım. Yazmaya başlarken bu kadar izleyicim olacağı aklıma gelmemişti. Yorum yazan, yazmayan blog arkadaşlarımla birlikte tam 99 izleyicim olmuş. Hepsi sürekli takip ediyor mu bilmiyorum açıkçası. Belki izleyici olup sonra da bakmaktan vazgeçmişlerdir, belki sürekli takip ediyorlardır benim de diğer blogları takip ettiğim gibi. Sonuç olarak 100. izleyicime 1 kişi kaldı. Bakalım kim olacak ya da daha doğrusu 100. izleyicim olacak mı :)

4 Ekim 2010 Pazartesi

Kocamın cebindeki aşk notu :)

Dün kocamla eşyaları, giysileri didikledik. 6 yılda ne çok şey biriktirmişiz ki daha önce de torba torba şey atmıştık. Yine atılacak bir sürü ıvır zıvır çıktı. Daha da çok var ama kocamın hafif grip olması benim de çabuk yorulmam nedeniyle fazla birşey yapamadık. Yine de kışlıkları çıkardık, yazlıkları kaldırdık, bu arada giyilmeyen ama dolapta duran 2 torba giysi ayıkladık. Bugün hepsini kapıcıya vereceğim. İster kendi giyer, ister başkasına verir, ister eskiciye satar, ona kalmış. Neyse, konu bu değil zaten.

Dolapta duran bir çeket-yelek takımı vardı kocamın. Sarar'dan almış zamanında, gayet güzel bir takım ama artık üzerine uymadığı için evlendiğimizden beri dolapta bekliyordu. Yani atılma zamanı çoktan gelmişti. Ceplerinde birşey var mı diye baktığımızda iç cepinde ikiye katlanmış minik bir kağıt bulduk. Bir ajandadan kopartılmış ufak bir kağıt üzerinde pembe renkli bir kalemle "Seni çok seviyorum" yazıyordu. Kimbilir ne zamandan kalmış bir nottu. Kocam ceketi en son üniversitede okurken giydiğini söylemişti. Kimin yazdığını da hatırlayamadı aradan çok fazla zaman geçince. Yazık, üzüldüm kıza. Biz kızlar oraya buraya böyle minik notlar koymayı pek severiz, sevgilimizin notu bulunca mutlu olacağını düşünürüz. O kız da kimbilir neler hayal ederek koydu o notu. Ne bileyim, kocam notu bulunca telefon edecek ya da kıza koşacaktı falan filan. Bunun yerine yaklaşık 20 yıl sonra bulunan bir not oldu ve bir anlamı da olamadı maalesef. Kimdi o kız ve şu anda kimbilir nerede, kiminle evli :)

3 Ekim 2010 Pazar

Walk in one's shoes

İngilizcede birini eleştirmeden önce anlamaya çalışmak için kullanılan bu deyim artık benim için deyimden öte bir gerçek oldu. Havaların soğumasıyla birlikte bütün yaz hayatımı kurtaran 38 ve 39 numaralı terliklerimi giyemez oldum. Hamilelik öncesindeki hiçbir ayakkabım ayağıma girmeyince ve kendimi sinderellanın cam pabuca ayaklarını zorla sokmaya çalışan ablaları gibi hissedince ve tüm ümidimi bağladığım spor ayakkabılarım da beni yarı yolda bırakınca son 1 ayım için bir çözüm bulmak şart oldu. Önümde annemin botlarını giymek ya da kocamın spor ayakkabılarına göz koyma seçeneklerim vardı. Henüz bot giyilecek kadar soğuk olmadığı ve botlar da çok ağır olduğu için kocamın muhtelif spor ayakkabılarına sarmış durumdayım. Eğer sabahları gazete vs. almak için dışarı çıkmış, ayağında kendisine büyük geldiği belli olan spor ayakkabılar olan hafif paytak yürüyüşlü bir kadın görürseniz o benim işte :)


I am walking in my husband's shoes and feeling like a clown but don't give a damn :)

1 Ekim 2010 Cuma

Zohan'a ayıp etmişim

You Don't Mess with Zohan filmini izledikten sonra ne saçma şey bu demiştim. Ama Digitürk'te her gösterildiğinde de oturup seyretmeye devam etmiştim. Oyunculardan mı yoksa filmin saçma olmasına rağmen kendini seyrettirmesinden mi yoksa benim salaklığımdan mı bilmiyorum. Hatta bir ara kocamla Disco Disco Good Good diye ortalarda dolanıyorduk. (Bak buna bayılıyorum işte).

O zaman bundan saçma film olmaz herhalde demiştim ama haksızlık ettiğimi anladım. Dün akşam Zoolander vardı Digitürk'ün kanallarından birinde. Allahım nasıl saçma salak bir filmdi, Zohan'da en azından eh işte diyebileceğiniz bir konu vardı (var mıydı), bu ise tamamen garip bir filmdi. Filmin adını önceden biliyordum ama konusunu bilmiyordum. Ağzım açık seyrettim. Sonunu getirdim mi? Elbette. Bir daha olsa seyreder miyim? Kesinlikle. Adamlar nasıl oluyor da saçma ama bir o kadar da kendini seyrettiren filmler yapıyor anlamıyorum doğrusu. Hele oyuncular? Nasıl oluyor da o kadro böyle bir film için biraraya gelebiliyor? Konuk oyunculardan hiç bahsetmeyeyim bile. Kah David Bowie fırlıyor filmin bir yerinden kah Donald Trump ve karısı Melanie ve daha niceleri.

Sonuçta filmi oturdum seyrettim, hatta ilk 10 dakikasını kaçırmıştım, onu da diğer kanalda başlayınca izledim. Bende bir gariplik var diye düşünerek filmin box office'ine baktım. 28 milyon dolara çekilmiş, herhalde batmıştır diye düşünüyor insan ama 45 milyon dolar ABD'de, 15 milyon dolar yurtdışında olmak üzere toplam 60 milyon dolar hasılat yapmış. Demek yalnız değilmişim.

Bir ara kocamla "en saçma filmler best of"u yapmalıyız. Şimdiden 4 filmimiz var bile. 10'a tamamlanınca yazarım artık.

30 Eylül 2010 Perşembe

Sabahın köründe uyandım yine

Artık gecenin garip saatlerinde uyanıp durmaya başladım. Önce tuvalet için kalkıyorum, sonra yattığımda uyuyamıyorum çünkü ya karnım acıkıyor ya da hafif boğazım yanıyor (mide yanması gibi). Kalkıp oturuyorum bir süre, birşeyler yiyorum, süt içiyorum, sonra uyumaya çalışıyorum. Bu gece de birkaç kez uyanıp saate baktım ama yine uyumuşum. 5 gibi kalktım ve işte buradayım. Gazete okudum, ona buna baktım ve sıkıldım. Sürekli uykusuzluk çekenlere bir kez daha acıdım.

Evdeki ilk haftam bir işin ucun tutmaya çalışarak ama beceremeyerek geçiyor nedense. Gelir gelmez işlere girişecek, kafamdaki listeyi tamamlayacaktım ama şimdi dinleneyim, nasıl olsa vaktim var, yarın yaparım diye sallayıp duruyorum. En azından bebeklerimin giysilerini yıkadım, ütüledim, bu da iyi bir şey. Artık yerleştirme kısmına geçmem lazım. Bakalım bugün verimli mi geçecek yoksa verimsiz mi.

Televizyonlarda da hiçbir şey bulamıyorum izleyecek. Evhanımı olmak zormuş ama iş yapamayan ev hanımı olmak daha da zormuş. Camlarımı sileyim diyorum mesela (az önce feci yağmur yağdı gerçi) ama yapamıyorum. Orayı burayı toplayayım diyorum ama ağır kaldıramıyorum. Çalıştıktan sonra bir yorgunluk kahvesi içeyim diyorum ama ne yorucu bir şey yapabiliyorum ne de kahve içebiliyorum. Neyse, geçecek bugünler, sonrasında da iş yapacak fırsat bulamamaktan, işlere yetişememekten şikayetçi olacağım sanırım. :)

Dün televizyonda kanal kanal gezerken bir kanaldaki tanıtıma rastladım. Erkekler için performans arttırıcı bir üründen bahsediyorlardı. Sunucu ürünün herhangi bir zararı olup olmadığını sorunca ürün sahibi "piyasada bir sürü sentetik ürün var (ilaç etken maddesini kastediyor herhalde) ama bizimki tamamen bitkisel olduğu için kesinlikle zararsız" dedi. Bir Allahın kulu yok mu bunlara dur diyecek? Bir ürünün tamamen bitkisel olması zararlı olmadığını göstermez ki. Bunun farmakolojisi var, toksikolojisi var, bitkilerdeki etken maddelerin birbirleriyle, kullanılan diğer ilaçlarla hatta yenilip içilen şeylerle etkileşmesi var. Bitkisel olup gayet zararlı olan şeyler de var. Adam hangi bilgisine dayanarak böyle bir genelleme yapıyor anlamıyorum. Sonra bu ülkede bitkisel zayıflama ilacı kullanıp ölenlerin haberlerini okuyoruz gazetelerin 3. sayfalarında. Tarım Bakanlığı'nın nasıl denetlediğini bilmediğim ama satış izni verdiği ürünlerin analizi yapıldığında o tamamen bitkisel dedikleri ürünlerin içine gayet de bol miktarda sentetik ilaç etken maddesi koyduklarını görüyoruz. Bizim fakültede yapılan ve bunun sonucunda bu "tamamen bitkisel ürünlerin" piyasadan çekilmesinin sağlandığı bir sürü analiz var mesela. Ama buna rağmen bir sürü insan kendini otorite görerek bitkiler hakkında atıp tutabiliyor. Kadınlarımız da televizyonlarda ağzı açık dinliyor bunları. Araya 1-2 de kıvrak şarkı koyup göbek attın mı oh, hiç problem kalmıyor hayatta.

27 Eylül 2010 Pazartesi

İlgilenen olursa - Clearblue Hamilelik Monitörü satıyorum

Bilmem biliyor musunuz? Clearblue'nun hamilelik monitörü var. Hamile kalmaya çalışırken ovülasyon günümü belirlemek için ve sonrasında toplam 3-4 menstrüasyon döngüsü boyunca kullanmış, sonra da faydalanması için bir başka arkadaşıma vermiştim. Oldukça pahalı bir aletti çünkü. Monitöre ayrı para, test çubuklarına ayrı para vermeniz gerekiyor, ben de arkadaşım boş yere almasın, benimkini kullansın demiştim. Arkadaşım bazı sağlık problemleri olduğu için bebek işini ikinci plana atmak zorunda kalmıştı, haliyle kullanmaya fırsat bulamamıştı. Geçenlerde bana iade etti. Aradan o kadar zaman geçmiş ki, unutup gitmiştim ben öyle bir cihazım olduğunu. Artık benim işime yaramayacağına göre elden çıkartayım dedim. Eğer ilgilenen varsa satayım diyorum. Gönül isterdi ki isteyen birine öylesine vereyim ama ikiz bebeklerimiz geliyor, masrafları da ona göre olacak. O yüzden kusuruma bakmayın.

Eğer ilgilenen olursa ürünün detaylı bilgilerine şu sayfadan ulaşabilirsiniz http://www.clearblue.web.tr/. Ayıca ürünün fiyatına da bu adresten bakabilir ya da diğer sitelerden bulabilirsiniz. Kendi sitesindeki fiyatı 439 TL. Değişik sitelerde değişen fiyatlar var ama herhalde kendi fiyatları baz alınabilir. Ben 10 Kasım 2008 tarihinde 374 TL'ye almışım. (Vay canına epey para vermişim gerçekten). Satış fişi mevcut. Garanti kapsamı ne kadardı hatırlamıyorum. 2 yılsa eğer 3 aylık bir garantisi kalmış diyebiliriz. Ama endişe etmeyin, cihazda hiçbir sorun yok, az önce kontrol ettim, gayet güzel çalışıyor. Kullanma kılavuzu İngilizce ama web sayfasından Türkçe talimatlara ulaşmak mümkün. İlgilenen olursa eğer 300 TL'ye satayım diyorum. Böylece bebeklerimin 1-2 eksiğini aradan çıkarmış olurum. Eğer ilgilenirseniz yorum yazarak ulaşabilirsiniz bana.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Yeni başlangıçlara doğru...

Artık evimdeyim. Geçen pazartesiden itibaren geçerli olan doğum öncesi iznime nihayet dün 3 itibariyle başlamış bulunuyorum. Herhalde izin aldığı halde işe gidip gelen pek az kişiden biriyimdir. İşlerimi, eşyalarımı toparladım, fakültedeki arkadaşlarımla, odamla, annemlerin eviyle vedalaştım. Bundan sonra hayatım bambaşka olacak. Bebeklerimin gelişiyle zaten tamamen değişecek olan hayatım böyle değişikliklerle birlikte yeni bir hayat sunacak bana. 6 yıl önce evlenmeme rağmen tam olarak çıkamadığım ailemin evinden bebeklerim vesilesiyle çıkmış bulunuyorum. Bizim hayatımızın her anı bir değişik zaten, bu da istisna değildir herhalde.

Sözün kısası, bu sabah yeni hayatımızın ilk gününe uyanmış buluyorum. Gerisini merakla ve heyacanla bekliyorum.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Meğer toparlanmak ne kadar zormuş


Fakültedeki toparlanmam daha zor oldu sanmıştım. Meğer en kolayı oymuş, sadece biraz yorulmuşum. Evdeki toparlanmaymış asıl zor olan ve bol zaman isteyen.
Dün akşam annemle gidecekleri ayırmaya başladık. Tek başıma altından kalkabileceğim bir iş değilmiş, onu da anladım bu arada. Her ne kadar kendi evime daha önceden götürdüğüm pek çok şeyim olsa da aslında onlar buzdağının suyun üstünde kalan kısmıymış. Bu vesileyle pek çok şeyi elden geçirdim, giysilerden acil olarak giyeceklerimi aldım, artık giymediğim ama nedense dolapta yer işgal eden pek çok şeyden kurtuldum, kutular içinde biriktirdiğim ıvır zıvırı elden geçirip bayağı bir ayıklama yaptım. Ama hala bakmam gereken şeyler var. Pek çok şeyi de daha sonra alırım diye geride bıraktım. Sonuç olarak bir çok şeyimi yanıma aldım ama bir o kadarını da, hatta daha fazlasını da geride bıraktım.

Eskiden bir komşumuz vardı, evini her yıl elden geçirir, kullanmadığı herşeyi atardı. Bizse aman şurada lazım olur atmayalım zihniyetine sahip olduğumuz için çoğu kez müsriflik diye bakardık bu işe çünkü yepyeni leğenleri, bulaşıklıkları bile atardı. Bunlar evde olması gereken elzem şeyler olduğu için neden attığını anlamazdık. Herhalde böyle yeniliyordu kendini.

Ama her yıl, ya da en azından 2 yılda bir böyle birşey yapmak lazım. Genelde ne kadar gereksiz ıvır zıvırımız olduğunu ev taşırken farkederiz ve bir daha gereksiz şeyleri biriktirmeme telkininde bulunuruz kendimize. Sonrasında eve iyice yerleşince eski huyumuza geri döner onu saklamaya, bunu bilmem nereye sıkıştırmaya devam eder, evlerimizi yine gereksiz eşya deposu yaparız. Maalesef ben de istisna değilim. Burayı kolaylayıp kendi evimi elden geçirmem gerekecek anlaşılan. Dolapta duran ve sadece yazlık kışlık değişimlerinde göze çarpan ve "zayıflayınca giyerim, balık kavağa çıkınca lazım olur" tarzı bahanelerle yine bir bavula veya hurca tıkıştırılan giysilerle artık vedalaşmalı, belki lazım olur diye çekmecelere tıktığım ama asla lazım olmayan şeyleri bebeklerim gelmeden önce atmalıyım. Ne de olsa evdeki kişi sayımız yakında 4'e çıkacak ve kendileri ne kadar küçük olsalar da bir sürü eşyaları olacak ve zaman geçtikçe daha da artacak. İpin ucunu yine kaçırırsam herhalde bu sefer hiç toparlayamam.

21 Eylül 2010 Salı

31+0

31. haftaya girdik, yoksa 31 bitti de 32'yi mi işlemeye başladık? Kocam benden iyi takip ediyor bunu. Bebeklerim yandaki sticker'da yazdığı üzere 43 cm ve 1.8 kg olmuş. Tek bebek için hazırlanan bir sticker olduğunu düşünürsek gayet iyi durumdayım, maşaallah bebeklerime.

Bebek odası hazırlayıp hazırladığımı soruyorlar. Hayır diyorum. Bebekleri ilk etapta yatak odamızda yatırmayı, bir süre sonra odaları ayırmayı planlıyoruz. Oda olarak da cicili bicili bebek odası yapmayacağız. Konuştuğum herkes bebek odalarının fuzuli masraf olduğundan dem vurdu hep. Dinlediklerim, duyduklarım, okuduklarım sonucunda öncelikle park yatak alıp bebekleri içinde yatırmaya karar vermiştik zaten. Park yatak gördüğüm, anladığım kadarıyla çok kullanılışlı. Tekerlekli, istediğin yere al götür. Demonte edilebildiği için sök götür, gittiğin yerde tekrar monte et, böylece bebekler nerede yatıyoruz diye şaşırmasın. İlk zamanlar birlikte yatıracağım bebeklerimi zaten, bir süre sonra 2. yatağa geçeriz sanıyorum. Uzmanlar da 9 ay aynı karnı paylaştıkları için ilk zamanlarda birlikte yatmalarının daha sağlıklı olacağını söylüyor zaten. Biraz daha büyüdükçe direkt genç odasına geçmekte fayda var, gördüğüm örnekler hep bu yönde.

Aslında bebekler için oda düzenlemesi de yapamıyorum şu etapta. Evde pek çok eşya var, neyi nereye koymalı bilemiyorum. Bebekler bir gelsin de ondan sonra bakarız. Çekmeceli bir giysi dolapları var nasıl olsa, en önemli bileşenler mevcut yani. Daha buradan götüreceklerimi yerleştirmeli, düzenimi kurmalıyım ki bebeklerime de yer ayırabileyim. Çok işim var bu dönemde. Ama bu da iyi bir şey, böylece evde geçireceğim zamanlarda sıkılmamış olurum.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Bugün başladı gidişim

Bugün resmen doğum iznime ayrılmış bulunuyorum. 10 hafta olan iznim 1 hafta gecikmeli olarak başlıyor, hatta bu hafta da fakültede olacağım. İzni mümkün olduğunca kullanıp doğum sonrasına aktarma planı ikiz gebeliklerde pek olası değilmiş onu anladım. İyice ağırlaşmaya başladım çünkü. Bir de artık hemoglobin değerlerim bu ay ilk defa normal seviyenin altına düştü. 31. haftaya kadar yine iyi dayandım galiba. Doktorum demir hapı kullanmamı önerdi. Aneminin de yorgunluk üzerinde etkisi var tabii ki, belki haplarla birlikte enerjim de biraz yerine gelir.
Bugünümü tahliller, rapor işleri ve odamı toparlamakla geçirdim. Evime götüreceğim kitapları ayırdım, sonra çok fazla olduklarını görüp bir elemeden daha geçirdim hepsini. Nasıl olsa hepsini çalışacak vaktim olmaz dedim ama yine de acaba şunu da alsam mı bunu da alsam mı diye kararsız kaldım. Sonuçta masamı, çekmecelerimi güzelce elden geçirdim, atılacakları attım, müsvedde kağıtlarımı ayırdım, gider ayak pırıl pırıl yaptım odamı. Sırada evden gidecekleri ayarlamak var ama hiç enerjim kalmadı bugün. Bu da yarına kalsın artık.


Bu arada daha proje işleriyle uğraşmam, 1-2 analiz daha yapmam ve yöntemin çalıştığını garantilemem ve yavaş yavaş veda turlarına çıkmam lazım. Hepsi yetişir umarım gidene kadar.