29 Kasım 2010 Pazartesi

Hepinizin huzurunda kocamdan özür diliyorum

Geçen yazım nedeniyle kocamdan özür diliyorum. Hamileliğim boyunca elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmayan, her işi zevkle yapan kocam sanki bebeklerin gelmesinden sonra etliye sütlüye karışmıyor gibi bir anlam çıkmış sanırım. Durum bu değil tabii ki.

İlk zamanlarda bebeklerimizle aynı odada yatan ve gece benimle birlikte uyanıp duran kocam bayram tatili sırasında grip başlangıcı oldu. Bebekleri hasta etmemek için evde o sırada boş olan yegane yer olan salonda yatmaya başladı. Zaten ağır geçen hastalığı salonun nispeten daha soğuk olmasının da etkisiyle oldukça zorladı kocamı. Tatil bitince sabah 8'de dersleri başladığı için hem ertesi günkü yorucu çalışmaya hazırlanması için geceleri rahatça uyusun hem de hastalığı tam olarak atlatsın diye başka odaya tayinini çıkardık kocamın. Yine de uyandıkça hep gelip gidip baktı bebeklerimize. Akşamları eve geldiğinde mamalarını yedirdi, gazlarını çıkarttı, özellikle mızıldanan oğlumuzu kucağında uyuttu (ki sadece bu bile yeter), akşamları ve haftasonları annemle bana uyuma fırsatı verip nöbeti devraldı, elinden geleni yaptı anlayacağınız.

Dünkü yazımdan sonra hiçbirşey yapmıyor gibi geldiyse sizlere çok üzülürüm, daha önce de yazmıştım, bana mükemmel bir hamilelik geçirten bu adamın hakkını ödeyemem. Bu ilk zamanlarda annenin işi daha çok oluyor, meme, mama, alt temizle derken babaların çok fazla işi olmuyor ama bebeklerimiz büyüdükçe işi daha da artacak. Mükemmel kocam ve çocuklarımın mükemmel babası işte o zaman daha fazla yorulacak.

Çok özür diliyorum hayatım.Kızma karıcığına lütfen.

28 Kasım 2010 Pazar

Son 20 günde neler oldu

Son 20 günde neler mi oldu? Bebekli hayatımıza alışmaya çalışıyoruz elbette. Bunun dışında olanlar ise:

-son günlerde iyice yaratık ayağına dönen ayaklarım aniden iniverdi ve ben uzun zamandır göremediğim ayak bileklerimi görünce kızım gibi oooo yaparak şaşırmaya başladım. Ellerim hala şiş ama zamanla düzelecekler.

- sezaryenden hemen sonra 10-11 kilo kadar vermişim. Ama karnımda öyle bir şişlik vardı ki ilk günlerde, her gören üçüncüyü içeride unutmuşlar galiba diyordu. Karnım da küçülmeye başladı artık ama içerideki dikişler tam olarak toparlamadan iyice inmeyecek sanırım.

- kendimi tam teşekküllü mandıra gibi hissediyorum. Kızımın emme refleksi çok iyi, ama oğlum biraz biberona alışmış galiba, pek verimli ememiyor. Kızım 20 dakikada karnını doyururken oğlumla bayağı uzun bir süre uğraşıyoruz. Arada sırada aynı anda uyanıyorlar, işte o zaman yanıyoruz. Oğlum yaygaracı olunca ilk onunla uğraşıyorum geceleri, sonra annem yetişip kızımı tutuyor, ikisini de emzirmeye çalışıyorum. Karnım düzelse emzirme minderimi takacağım belime, ikisini de oturtacağım ama henüz dikiş yerlerim sızladığı için yapamıyorum.

- acıkıp uyanmaları artık düzene girmeye başlıyor gibi. En az 3 saat uyumaya başladılar. Onlar uyuyunca ben de uyumaya çalışıyorum ama farklı saatlerde uyanınca pek fazla fırsatım olmuyor. Olsun varsın.

-iyice sulugöz oldum. Hamileliğimde bu kadar duygusal değildim, şimdi ota boka gözlerim doluyor. Trafikte sorumlu olun filmini ilk gördüğümde hüngür hüngür ağlayacaktım neredeyse mesela.

- yavrularımın fenil ketonüri ve diğer taramalar için topuk kanları alınmıştı. 4 damla kan yeterli diyorlar ya, yalan o. Filtre kağıdı üzerindeki 4 dairenin tamamen kanla dolması gerekiyormuş, bu da 4'ten fazla kan damlasını gerektiriyor haliyle. Hastanede taburcu olmadan önce hemşire çok kalın bir iğneyle derin derin delmişti bebeklerimin topuklarını. Kızım pek ağlamamıştı ama oğlum yaygarayı basmıştı. 10 gün sonra tekrar yapılacak dediler, içim parçalandı. Tekrar yaptırdığımızda bu seferki hemşire lansetle deldi ama oğlumdan çok kan çıkmayınca birkaç kez delmek zorunda kaldı. Oğlum ortalığı yıktı, ben de üzüldüm haliyle ama sağlık için gerekli elbette.

Bunların haricinde hayatım emzirme, mama hazırlama, alt değiştirme, uyuma üzerine kurulu. Annemle vardiya usülü çalışıyoruz. Annem bir de yemek-bulaşık-çamaşır-ütü işlerine bakıyor. Hakkını asla ödeyemem, annelik böyle birşeymiş, şimdi anlıyorum. İkizlerde bakıcı-yardımcı şart derlerdi, gerçekten de öyle. Hatta bakıcı mutlaka yatılı olmalıymış. 3 aydan sonra biraz daha rahatlayacağız umarım.

İşte hayatım bugünlerde kısaca böyle. Süt kokulu meleklerimle yeni hayatımıza alışmaya çalışıyoruz. Mis gibi kokar bebekler derlerdi, hakikaten öyleymiş. Koklamaya doyamıyorum. İlk zamanlarda (özellikle hastanedeyken) bebeklerime bakıp bakıp karnıma nasıl sığdılar diye hayret ediyordum (kızım 3.000 kg, 47 cm, oğlum 2.670 kg 46 cm idi). Şimdilerde de bunları ben mi doğurdum diye şaşıp kalıyorum. :)

Bir ara esmer güzeli bir kız ve sarışın yeşil gözlü erkekten oluşan ikiz arkadaşlarım olduğunu, hep onlara özendiğimi söylemiştim. Anlaşılan çok özenmişim ki onlar gibi, ama onların tersine, annesi gibi kumral, aralarda sarı sarı parlayan saçları olan, bana benzeyen ama beyaz tenli olan bir kızım ve babası gibi siyah saçlı, babasına benzeyen ama biraz daha koyu tenli bir oğlum var. Bakmaya doyamıyorum, gülümsediklerinde (bilinçsiz olduğunu biliyorum) dünyalar benim oluyor. Bir de bilinçli gülümseyip boynuma sarıldıklarında iyice eriyeceğim anlaşılan.

Allah her isteyen verir umarım, annelik gerçekten de çok değişik ve güzel bir duyguymuş. Geçenlerde 1 günlük bebeğin cami avlusuna bırakıldığından bahseden bir haber vardı gazetelerde. Nasıl yapabiliyorlar aklım almıyor. İsteyen herkese versin Allahım, tüm bebeklerin kaderleri güzel olsun.

25 Kasım 2010 Perşembe

Hayatımız değişti-4

Yazı dizimin son bölümün geldik galiba. Öncesinde bir hususu belirteyim. Yorum yazan arkadaşlarım hastanenin uygulamasını beğenmediklerini söylemişlerdi. İlk zamanlarda ben de sizin gibi düşünüyordum, bebeklerimi neden alamadığımı anlayamıyor, sağlıkları için endişe ediyordum. Ama tüm bebekler için aynı uygulamanın geçerli olduğunu görünce içim ferahlamıştı. Bebeklerimi ne kadar yanımda istesem de ve özel odada olsam da, annenin ve bebeklerin kendini toparlaması böyle kısa bir ayrılık lazım anlaşılan. Dikişlerim korkunç derecede ağrırken ve yatakta oradan oraya dönmek bile beni çok zorlarken, bebeklerimi kucağıma alıp emzirmeye çalışırken düşünemiyorum kendimi. Bu anne açısından olumlu yönü (olumsuzları düşünmeyelim). Bebekler açısından ise steril bir ortamda hayata başlama şansı. İkiz bebekler feci halde ilgi çekiyor. Ben kattaki kimsenin bebeğini görmeye gitmedim mesela, üstüme vazife değil ne de olsa. Ama millet akın akın gelip bebekleri görmeye çalıştı. Bebeklerin odada olmadığını görünce hayal kırıklığı içinde geri döndüler, ben de derin bir oh çektim. Hatta bir gün bir kadın emzirme saatimizde emzirme odasına dalıp tüm bebekleri okşadı, sevdi, benim ikizlerimden erkek olan kucağımdaydı, onu görerek muradına erdi. Kendi bebeği çok daha kalabalık olan normal yoğun bakımdaymış ve orada pek çok sarılıklı bebek varmış. Ya bebeklerimize birşey olsaydı diye kinle baktım kadına. Bebeklerimin sağlığı için 1-2 günlük bir ayrılığa dayanmak gerekiyormuş. O yüzden kızmayın hastaneye, doktorlara :)

Yazımıza geri dönelim. Cuma sabahı 9'daki emzirme seansımıza çocuk doktorumuz geldi ve "beceriksiz anneler, ne yapalım sizinle" diye sordu. Biz bebekleri emziremeyen anneler biraz utandık ama hem biz hem de anneler alışacağız bu işe. Sonuçta benim ve bir diğer annenin bebeğini yanına vermeye karar verdiler. Öğlene doğru alırsınız bebekleri dediler. Pür neşe içinde odama gitmiştim ki, "hemen bebek giysilerini giydirmeye gelin" diye bir telefon aldım. Ayaklarım resmen kıçıma değe değe geri döndüm ve hem kızımı hem de oğlumu nihayet odama götürmek üzere hazırlayabildim.

O gün anne sütü hemşireleri, bebekleri takip eden hemşireler, beni takip eden hemşireler, aile planlaması hemşireleri derken ortalık hemşireden geçilmedi. Emzirme tekniklerini gösterdiler bize. Hemşirelerden biri oğlumun küvözde biberonla beslenmeye alışmış olabileceğini söyledi, silikon meme ucu takarak oğlumu kandırmamı önerdi. Gerçekten de oğlumla biraz daha yol katedebildik. Kocam ve diğer aile fertleri nihayet yavrularımızı kucaklarına alabildi. Ağlayanlar, gözleri dolanlar, çok güzel anlardı. Benim pabucum dama atıldı tabii. O ilk gece bebeklerime bakmaktan uyuyamadım bir türlü. Sürekli yanlarına gittim, yüzlerine baktım, uyumak istemedim ama bir ara sızmışım.

Bundan sonra taburcu olma faslı vardı ama ne zaman olacağımızı bilmiyorduk, bebeklerin durumuna göre karar verilecekti. Cumartesi sabahı çocuk doktorumuz uğradı, bebekleri gördü ve hastanede yapabileceğim herşeyi evde de yapabileceğimi, istersek bizi taburcu edebileceklerini söyledi. Hemen kocama haber verdim, vakit kaybı olmasın diye taburcu işlemlerimi kendim yaptırdım ve öğleden sonra bebeklerimle birlikte evimin yolunu tuttum.

Artık bebekli hayatım resmen başlıyordu.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Hayatımız değişti-3

En son emzirme odasına doğru depar atıyordum. Odaya vardığımda içeride bir anne daha vardı. O dünden beri bebeğini emzirmeye geliyormuş. Yaklaşık 15 gün kadar önce prematüre bir bebek dünyaya getirmiş. Bebeği 1500 kg'lık bir oğlanmış. İlk günler ona da bebeği göstermemişler elbette. O da bebeğini göremeyince hastanede yatmaktan sıkılıp taburcu olmak istemiş. 2 gün sonra da emzirmeye çağrılmış. Taburcu olduğu için tekrar yatışı da yapılamamış kadıncağızın. Neyse ki burada hastanenin güzel bir uygulaması devreye giriyor: Refakatçi anne. Hastane bu durumda olan anneler için 6 kişilik odalar hazırlamış. Anneler emzirme dönemi boyunca burada kalabiliyor, böylece sürekli hastaneye gel-eve dön yapmak zorunda kalmıyorlarmış. Emzirme saatlerimiz sabah 6, 9, 12, öğleden sonra 3, 6, 9 ve 12 idi. Sadece sabaha karşı saat 3'te gitmiyorduk. Her bir emzirme seansı 1 saat kadar sürüyordu. Günde 7 kez emzirmeye gidiyorduk. Hastaneye 7 kez gelmektense refakatçi anne olarak kalmak 6 kişilik odada olsa bile daha iyi. Yine de bebeklerim çıkana kadar, hazır özel odada yatıyorken, taburcu olmak istemedim, sağolsun doktorum da etmedi zaten.

İlk emzirme randevumuzda oğlumu verdiler bana. İlk kucağıma aldığımda hüngür hüngür ağladım. Sonradan yeni annelerin hepsinin aynı şekilde ağladığını gördük. Sadece 2. bebekleri olan anneler ağlamadı (biz herhalde görmemiş oluyoruz bu durumda). Bebeğimi tutmaya bile korkuyordum, neyse ki annem yanımdaydı da yardımcı oldu bana. Bebeğimi kokladım, sevdim, emzirmeye çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemez. Ama zaten bu seansların amacı anne ve bebek arasında bir ilişki oluşturmakmış, bizden sonra bebeklerimizi zaten besliyorlamış küvözlerinde.

O bir saat çabucak geçiverdi. Bebeklerimizi çaresiz teslim edip odamızın yolunu tuttuk. Bir sonraki randevumuzda kızımı verdiler bana. Bu sefer ağlamadım. Kızımı öptüm, kokladım. Şaşırtıcı şekilde kızımın emme refleksinin daha gelişmiş olduğunu gördüm. Hemen memeye yapıştı yavrum, emmeye başladı. O 1 saat de çabucak geçti. 12 seansında tekrar oğlumla buluştum. Oğlum maalesef biberonla beslenmeye alıştığı için memeyi emme konusunda pek çaba göstermiyordu. Uğraştık durduk birlikte. Benim dezavantajım her seansta sadece tek bir bebeğimi alabilmemdi. Diğer anneler bebeklerini 3 saatte bir görüp emzirme alıştırması yaparken ben her bir bebeğimi 6 saatte bir görüyordum. Yavrucakların alıştırma için fazla fırsatları olmuyordu.

Ertesi sabah çocuk doktorumuz bebeklerin o günkü beslenme durumlarını izleyip odama verebileceklerini söyleyince dünyalar benim oldu. Bebeklerimle sınırlama olmadan vakit geçirebilecektim. Ama bir türlü vermediler. Akşam 6 seansından sonra doktorun dediğini hatırlattığımda hemşire bebekleri besleyemediğim için veremeyeceklerini söyledi. Son seansta oğlum 2 cc süt emmiş sadece. Oğlumda emzirme sorunu yaşadığımı ama kızımın iyi emdiğini söylediğimde onun da 4 cc emdiğini söylediler ve benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Diğer anneler de aynı durumdaydı ama insanı rahatlatan birşey değil bu. Bebeklerim aç kalacak diye hüngür hüngür ağlamaya başladım bu sefer de. Bir yandan da kolostrumu mutlaka vermem gerektiğini biliyor ama yapamadığım için daha beter oluyordum. Sğt mü gelmiyor acaba diye kocamdan pompamı getirmesini istedim ve sütümün olduğunu gördüm. Diğer annelerden biri hastanenin pompasıyla süt sağıp mama yerine yedirmeleri için hemşirelere veriyordu. Bana da aynısını önerdi. O gece 12 seansı bitince süt sağmaya indik. Gece saat 1'den sonra süt sağıyordum anlayacağınız. Bebeklerinin sevgisi olmasa akşamları normalde 10 gibi uykusu gelen bir kadına hangi güç bunu yaptırabilir ki. Bundan sonra herşey onlar için.

Bebeklerim odama gelemediği için taburcu olmam da erteleniyordu tabii. Ben 1 gündür az da olsa bebeklerimle buluşabiliyordum ama kocam daha dokunamamıştı bebeklerimize. Sadece akşamları yarım saat kadar pencerenin arkasından görebiliyor bir de benim emzirme sırasında çektiğim fotoğraflara bakabiliyordu. Onun için daha fazla üzülüyordum. Kurban Bayramı boyunca hastanede kalacağımı düşünüyordum artık.

Böyle böyle derken cuma günü geldi. Ama benim vaktim doldu. Gerisi daha sonra.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Hayatımız değişti-2

Dün nerede kalmıştık, ziyaret saati başlayacaktı, beni bütün gün göremediği için merak içinde olan kocam ve diğer aile fertleriyle karşılaşacaktım. İyi olduğumu görmek herkesi çok mutlu etti. Biraz ağrı-sızı dışında pek derdim yoktu, ilaçlar zaten bunların üstesinden geliyordu. Beni iyi görenler bebeklerimizi görmek için yenidoğan ünitesine gidiyordu. Bebekler sadece akşamki ziyaret saatinde gösteriliyormuş ailelerine. Hastanenin uygulaması gereği yenidoğan tüm bebekler (artık çoğunluk 37-38. haftalarda doğduğu için) 1-2 gün kadar küvözlerde kontrol altında tutuluyormuş. Önceleri bu nasıl uygulama, bebeklerimizi neden vermiyorlar diye isyan ettik ama sonradan çok iyi bir uygulama olduğunu anladık.

Bizim şansımıza kızım hemen pencerenin önündeki küvözde yatıyormuş, oğlum da onun arkasında. Diğer anne-babaların bebekleri taa arkalarda kalıyormuş ve herkes bizim bebeklere, özellikle de kızıma bakıyormuş. İkiz olduklarını ve buna rağmen prematüre olmadıklarını duyunca da şaşıyorlarmış. Nazar değmesin bebeklerime, aman.

Ben yatağımdan kalkamadığım için tabii ki bebeklerimi göremedim, fotoğraflarıyla idare ettim. Ertesi gün nasıl olsa yanıma getirirler diye dinlenmeye baktım (ama getirmediler tabii ki).

Sonraki gün artık yürüyüş yapmam gerekiyordu. Sondamı çıkardılar ve ben o acılı yürüyüşe başladım. Bağırsakların bir an önce faaliyet geçmesi için yürüyüş elzem ama ağrı kesicinin etkisi geçince, her hareketinizde vücudunuzda tekrar kesik açılıyormuş gibi hissederken bırak yürümeyi, yataktan kalkmak bile kolay olmuyor. Koridora ulaşıp yürümeye başladım. Daha doğrusu ben yürüdüğümü sanıyordum. Bir hemşire koluma girip "bu hızda yürümen hiçbir işe yaramaz" diyerek beni neredeyse koşturmaya başladı. Nasıl kötü oldum anlatamam. Ama olması gereken gerçekten de oymuş. "Karnının kasılması lazım, olabildiğince hızlı yürü" dediler. Eğer o hemşire olmasaydı herhalde bu kadar kolay toparlanamazdım. Öğleden sonra da bir başkası elimden tutup aynı ritimle beni koşturunca iyileşme sürecim daha da hızlandı. Sağolsunlar.

Akşamki ziyaret saatine kadar kah dinlendim, kah kendim hızla yürümeye çalıştım. Saat 19:00 olunca bebeklerimi görmeye gittim. Giderken antreanlı olduğum için hızla koşturdum neredeyse. Yavrularım küvözlerinde sadece bebek beziyle yatıyorlardı. Çok rahat görünüyorlardı. Ara sıra ellerini kollarını oynatıyorlar, ağlar gibi yapıp sonra susuveriyorlardı. O yarım saat çabucak geçiverdi nedense. Odama dönüp yine dinlenmeye çekildim.

Ertesi gün doktorum beni taburcu edebileceklerini söyledi ama bebeklerim bir süre daha kalacaktı. Yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorduk. İnsan acaba bize söylenmeyen bir sorun mu var diye korkuyor haliyle. Ama benimle birlikte doğum yapan tüm annelerin bebeklerinin aynı şekilde tutulduğunu öğrenince ferahlıyorsunuz. Meğerse bu Avrupa'daki uygulama imiş. Doğumu Eskişehir Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nde yapmıştım. Orayı tercih etmemizin nedeni birkaç kez Avrupa kalite ödülü kazanan bir hastane olmasıydı, yoksa doktorum oranın hekimi olmasına rağmen istediğim herhangi bir hastanede doğumu yaptırabilecğini söylemişti. Bir arkadaşımız Almanya'daki uygulamanın da aynen bu olduğunu söyleyince içimiz iyice rahatladı. Ama insan yine de yavrularını görmek, bağrına basmak istiyor. Çaresiz, bekleyecek, akşam yarım saat süren ziyaret saatinde hasret giderecektik ki, perşembe alşamı 6'ya çeyrek kala emzirme odasında hazır bulunmamı isteyen bir telefon aldım. Dünyalar benim oldu. Yavrularımı nihayet görüp kollarıma alabilecektim. Belirtilen saat geldiğinde neredeyse koşturarak gittim yavrularıma. Beni koşturan hemşireler attığım deparı görseler herhalde gurur duyarlardı. :)

Binbir gece masalına döndü kusura bakmayın ama sürem bitti, gerisi yarına.

18 Kasım 2010 Perşembe

Hayatımız değişti-1

9 Kasım günü hayatımız değişti. Değişeceğini biliyordum, milat olacaktı bizim için, ama ne kadar beklesek de bu değişime şaşmamak elde değil.

8 Kasım günü yatış işlemlerimizi yaptırmıştık (arada hastaneden kaçmıştım) hatırlarsanız. Ertesi sabah serum takılacağı için en geç 7'de hastanede olmamı söylemişlerdi. İlk ameliyat benimki olacaktı, o yüzden erken gitmemiz gerekiyordu. Sabah erkenden kalktım. Heyecandan uyumadığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz, uyudum ama bir ara yine tuvalet, acıkma derken kalkıp oturdum. Evden çıkmadan aman mutfağı toparlayayım, şunu bunu yapayım diye hamaratlığım tuttu bir de gereksizce. Sonuç olarak 7'ye 5-10 dakika kala odamdaydım. Lavman yapıldı, tansiyonum ölçüldü, bebeklerimin kalp sesleri dinlendi ve beklemeye başladık. Bekleme bir türlü bitmedi. 8.30-9 arası almaya gelirler beni diye düşünüyordum ama bir türlü olmadı. Saat 10'da hala odamda bekliyordum. Meğer 4 tane acil ameliyat girmiş araya, onların bitmesini bekliyormuşuz. Bu bekleme sırasında annem ve ablam odamın süslenme işini bitirdiler. Kocam ise yukarıya almadıkları için aşağıda dokuz doğuruyordu. Saat 10:30 gibi önlüğümü vs. getirip giyinmemi istediler. 11'e doğru telaşla 2 hemşire gelip beni ameliyathaneden acilen çağırdıklarını söyledi. Serumum vs. takıldı, bebeklerimin kalp atışını dinlemeye çalıştılar. Kızımda sorun yoktu ama oğlumunkini aceleden bulamadı hemşire. Ben hareketlerini hissettiğim için rahattım ama annem ölüp ölüp dirilmiş bu arada bebeğe birşey mi oldu diye. Hemşirenin kalp atışını yanlış yerde aradığını gördüğüm için ben rahattım. Tekerlekli sandalyeye oturup ameliyathaneye indirilmek üzere götürülürken gülücükler saçarak etrafa el sallıyordum, annemse bu esnada bir sorun mu var yoksa diye ağlıyordu.

Son hızla ameliyathaneye girdik. Hala heyecanlı değildim. Bebeklerime kavuşmayı bekliyordum sadece. Tansiyonum en fazla 110-70 olmuş, o kadar sakindim anlayacağınız. Sedyeye yatırıldım, amliyathanede yatağa geçirildim, kat kat yeşil kumaşlarla kaplandım derken anestezi uzmanı geldi ve işlemler başladı. Spinal anestezi ile oldu sezaryen ameliyatım. Epiduralden ne farkı olduğunu sordum iki ara bir derede. Anestezi uzmanı olan tatlı kız spinal ile daha etkili bir blok sağlayacaklarını söyledi. Sırtımdan ince bir iğneyle girip anestezik maddeyi verdiler. Sonra çarmıha gerilir gibi yatırılıp etkinin oluşmasını bekledik. Uyuşmaya başladım ama ayaklarımı hala oynatabiliyordum. Normal olduğunu söylediler. Zamanla iyice uyuşacakmışım. Ama o halde bile sadece dokunma tarzı hareketleri falan hissedecek, fakat ağrı hissetmeyecekmişim. Baş dönmesi, mide bulantısı olursa hemen haber vermemi istediler ayrıca. 1-2 dakika sonra doktorum geldi ve operasyon başladı. Önce kızımı aldılar. Bir an için görebildim yavrumu. Gri bir şeydi, dikkatli bakacak fırsatım olmadan çocuk doktoruna götürdüler. Sonra da oğlum geldi. İkisinin de çok sağlıklı olduğunu söyledi doktorumuz. Sonra oğlumu da çocuk doktoruna götürdüler. Kısa bir süre küvözde tutacaklarını, çok sağlıklı olduklarını söyledi çocuk doktoru. Sonra plasentaların çıkarılması, dikişlerin atılması derken 20 dakika benimle uğraştılar. Bir ara çok kötü midem bulandı. Dikişlerimi atan doktorlardan birisi burundan derin derin nefes alıp ağızdan vermemi söyledi. 1-2 nefes sonunda gerçekten de geçti bulantım, tuttum bu yöntemi. Acaba hamileyken de işe yarar mıydı? :)

Bebeklerim doğar doğmaz kollarına pembe ve mavi bilekliklerini taktılar, bilekliklerin diğer eşlerini de benim bileğime. Kızım 3.000 kg 47 cm doğdu, oğlum 2.670 kg ve 46 cm. Oysa ultrason muayenelerinde hep oğlum daha büyük çıkıyordu. Neyse, sağlıklılar ya, gerisi önemli değil.

Sonunda ameliuyatım bitti. Ameliyathaneye girişimle çıkışım 35 dakika sürdü. Bebeklerimin alınması ise 5 dakika. Yoğun bakıma servisine götürdüklerinde ayaklarım artık iyice uyuşmuştu ama bilincim tamamen yerindeydi. En az 6 saat yoğun bakımda kalmam gerektiği söylendi. Bu arada takiplerim yapıldı, ilaçlarım uygulandı. Neyse ki ne olur ne olmaz diye hazır tutulan 3 ünite kana ihtiyaç olmadı.

O 6 saat boyunca yatarken çok sıkıldım. Bu arada değişik operasyonlar nedeniyle gelen giden oldu bir sürü. Genel anesteziye girip inleyerek, ağlayarak uyananları gördüm, spinal yaptırdığım için şükrettim (gerçi genel anesteziden güzel uyanıyorum ben, geçen sene o kötü zamanlarda yaşamıştım). Yine de bilinçli olmak güzel birşey. 6 saatin sonunda durumumun iyi olduğunu gördükleri için doktorum odama çıkmama izin verdi. Ayaklarım da hafif hafif kendine gelmeye başlamıştı. Sedyeye aktarıldım ve odama çıkarıldım. Refakatçi olarak kalan annem merakla beni bekliyordu. İyi olduğumu görünce çok sevindi. Herkesin kendi yavrusu tabii, ben de bir an önce bebeklerimi görmek istiyordum artık ama bu gece yenidoğan yoğun bakımında tutacaklarını, yanıma getirmeyeceklerini söylediler. Tek bildiğim şey sağlıklı olduklarıydı, ne yapalım, bekleriz, yeter ki onlar iyi olsunlar dedik.

Saat 19'da ziyaret saati olacaktı, kocamı, ailemin diğer fertlerini görecektim. 1 saatin geçmesini beklemeye koyuldum. Ama şimdi vaktim doldu, gerisi daha sonra.

16 Kasım 2010 Salı

Belit ve Devin iyi bayramlar diler

Ateş almaya geldim, kaçıyorum. Kızım yeni daldı, oğlum uyanmadan önce ben de biraz yatıp dinleneyim. Bu kısacık yazıyla hem hepinizin bayramını kutlamak hem de ikişer ismimizden birer tanesini yazmak istedik. Digerleri de bize kalsın :)

Herkese mutlu bayramlar...

14 Kasım 2010 Pazar

Eve döndük :)

9 Kasım 2010 günü saat 11:00-11:25 arası kızım 3000 kg, 47 cm ve oğlum 2670 kg, 46 cm olarak doğdular. Maşaallah bebeklerime (annelerin nazarı değer derler). Onlara baktıkça karnıma nasıl sığdıklarına inanamıyorum. 5 gün önce içeride kıpırdanan bu varlıklar artık kollarımda kucağımda, bu tam bir mucize. Allah tüm isteyenlere versin. Doğuma girerken dua ettim zaten tüm anneler ve anne olmak isteyenler için.

Detayları fırsat bulabildiğimde yazarım. Hepimiz iyiyiz, cumartesi öğleden sonra evimize döndük ve yeni hayatımıza alışmaya çalışıyoruz. :)

8 Kasım 2010 Pazartesi

Hazırım galiba - ekleme (hastaneden kaçtım)

Ek- Sabah yazdığım yazının ekini başa yazıyorum. Sabahtan beri hastanedeyiz. Kan ver NST'ye gir, şunu yap bunu yap derken bekliyoruz saatlerdir. Hastaneye yatışım yapıldığı için dışarıya çıkarmıyorlar, ama ben kaçtım öğlen arasında. Kan sonuçlarımı anestezi uzmanı görecekmiş, onu bekliyoruz. Kitap falan alıp yanıma öyle gideceğim. Bizim sorumluluğumuz altındasınız, dışarıya çıkaramayız, yatağınıza yatın diyorlar ama sıkılıyorum. Aynı odada 5 tane daha şiş göbek. Yapacak birşey yok. Özel oda ayarladık neyse ki ama işlemlerim normal koğuşun orada (farklı katlarda) yapıldığı için şimdilik 6 kişilik odada oturmam gerekiyor. Ben de bahçede oturup ara sıra tekmil veriyorum. Öğle tatili olunca da kaçtım işte :)

Neyse sorumu hatırladım. Bebeği ana kucağıyla mı çıkardınız hastaneden normal battaniyeye sararak mı? Biz 2 tane götürmek zorunda olduğumuz için sorayım dedim.

Bir de sezaryen için bilmem gereken ekstra şeyler var mı? Bildiklerim şunlar: Oje takı, parfüm falan olmayacak. Peki gerisi? İlk gece refakatçi de almıyorlarmış, yoğun bakımda oluyormuşum. Bebeklerin ve benim çantam odada olacak, ilk gece için bebeklerin nety ihtiyacı olur ki? Amaaannn, yarın göreceğiz işte. Haydi ben hastaneye geri döneyim

Normal yazı aşağıda:

Çantalarım hazır, yatış işlemlerini yapmak için bu sabah hastaneye gidiyoruz. Kan vereceğim, özel oda ayarlayacağım sonra da izinli çıkıp evdeki ıvır zıvırı halledip Ankara'dan gelecek olan babam ve ağabeyimi karşılayacağım. Şimdilik planlarım bunlar. Umarım bir aksilikle karşılaşmam. Bir arkadaşım kontrole diye gidip apar topar sezaryene alınmıştı, yanında eşi ve hastane çantaları da yoktu, telaşı siz düşünün. Bebeklerim bana böyle bir sürpriz yapmayacaklar, anlaştık biz onlarla.

Bir sürü şey yaptım ama bir sürü de eksiğim var biliyorum. Hala fotoğraflarımı koyamadım mesela, tembelim bu konuda. Onların yerine hazırda başka bir fotoğraf var, onu koyayım bari.


Şiş ellerimin ve göbeğimin ucunun göründüğü bu fotoğraf Chicco'nun erkek bebekler için (renk farkı var sadece) yıldız projeksiyonlu, müzikli gece lambası. Bebeklerimiz için böyle bir şey bakıyorduk ne zamandır. Bir gün üye olduğum bir siteden bülten geldi (http://www.bebek.com/). Chicco'dan 100., 200. vs. kişilere olmak üzere toplam 10 kişiye çeşitli hediyeler veriyorlardı. Haydi form doldurayım dedim. 1-2 hafta sonra yetkili kişiden kazananlardan biri olduğuma dair bir mail aldım. Hediyelerden yollamak için bebeğimin cinsiyetini soruyorlardı. Ben de ikisinden de var, siz diğer kazananlara göre ayarlama yapın demiştim. Bir de hediyemin ne olduğunun belli olup olmadığını sormuş mümkünse projeksiyonlu gece lambasını istediğimi söylemiştim. Sonuçta elime geçen ürün aynen istediğimiz şey oldu. Bebeklerim kısmetleriyle birlikte geliyorlar. Umarım hep böyle olur, hayatları boyunca iyiliklerle, güzelliklerle karşılaşırlar.


Sezaryen olan annelere sormak istediğim birşey vardı aslında ama ne olduğunu unuttum. Belki hatırlar yazarım. Hastaneye gidip gelelim de.


Kocam da dün oda süslemesi için bebeklerimizin ilk isimlerinin başharflerinin köpüklerini hazırladı. Etrafını kaplayacak, süsleyecek ve harika birşey oluşturacak anladığım kadarıyla. Artık fotoları toptan yayınlarım kendime geldiğimde.


Haydi bakalım hazırlanayım ben artık.

7 Kasım 2010 Pazar

Çok lazımdı

Son hazırlıklarla uğraşmam gerekirken ben oturmuş yıllardır yapmadığım bir şeyi yapıyorum kaç gündür harıl harıl. Ellerimdeki eklemler ağrıyor, kocam ve bilimum kişi bana manyak gözüyle bakıyor ama ne yapayım, belki de gerçekten manyadım :)



Dantelden hiç anlamam. Örgü örerim ama kazakların boynuna vs. gelince anneme devrederim. Ben örüyorum sayılmaz yani. Tek bildiğim el işi yukarıda görmüş olduğunuz iğne oyası motifi. Aslında bir de çarkıfelek motifi biliyordum ama unutmuşum, belki çıkartırım uğraşsam. Bunu da yıllaaaaaar önce, işe ilk başladığım zamanlarda öğrenmiştim. Kendime ve anneme oda takımı şeklinde kareler hazırlamıştım. Sonra bu motiften masa örtüsü yapayım demiştim de yıllarca süründürüp sonunda şömentabla boyutlarına getirebilmiştim. Sadece yaz tatillerinde yaptığım için elime aldığımda beni görenler bu ferulago klasiğine gülmeye başlamıştı. Derken tatillerde de yapamaz oldum nedense. Hatta düşünüyorum da, son 3 yıldır elime bile almamışım. Ankara'da toparlanırken iş torbam elime geçti ve evime gideceklerin arasına sıkıştırıverdim. Geçen hafta da tekrar yapmaya başladım nedense. Önce motifi hatırlamaya çalıştım. Yıllardır elimi sürmememe rağmen unutmamışım, çok şaşırdım. Amacım bu parçayı şömentablanın kenarına ekleyerek masa örtüsü boyutlarına getirmek yine ama görenlere kızıma çeyiz yapıyorum diyorum (belki daha az manyak derler diye). Ama bu gidişle gerçekten de kızımın çeyizine yetişecek gibi :)


Karnı burnunda kadınsın, otur da bebek bakımıyla vs. ilgili iki satır kitap oku, olmadı yat uyu, ya da ders çalış ama yok, televizyon karşısına geçiyorum nineler gibi, alıyorum elime tığımı, ipimi, iğnemi, başlıyorum minik minik motifler yapmaya. Belki manyağım ama mutluyum, gerisini boşverdim. Bir 3 sene daha elime alamam sanıyorum, arada hasret gidermiş oldum işte. :)

5 Kasım 2010 Cuma

Son kontrol

Bugün son kontrolümüze girdik. Doktorum herşeyin normal olduğunu söyledi. Bebekler de, plasentalar da, amniyon sıvıları da gayet iyi durumdaymış. "Seni NST'ye bağlayayım" dediğinde önce bir sorun mu var diye endişe ettim. Ama sorun yokmuş, "dosyanın içine NST çıktısını da koyarsın, bağlanmadım demezsin" deyince rahatladım. Bebeklerimizin kalp atışlarını bir kez de o cihazda izledik, kasılma olmadığını gördük ve rahatladık. Artık Salı gününe hazırız. Bugün annem Ankara'dan yanımıza geliyor. Evdeki ufak tefek işleri halledeceğiz, hep birlikte hazırlıklarımızı tekrar gözden geçireceğiz.

Pazartesi yatış işlemlerimi yaptırmaya ve tahlil için kan vermeye hastaneye gideceğiz. Sonrasında izinli olarak eve çıkıp salı günü direkt ameliyata gireceğim. Özel odamızı da ayarladık mı değmeyin keyfime :)

4 Kasım 2010 Perşembe

Amanın aşeriyorum

Durdum durdum doğuma 5 gün kala aşermeye başladım. Neden bilmiyorum ama bu aralar canım tatlı çekiyor, hatta direkt ne olduğunu söyleyebilirim: şekerpare. Dün akşam yemekten sonra oturdum tariflere baktım ama üşendim. Zaten daha önce hiç yapmadığım için beceremezsem diye korktum. Sonuçta yiyemedim tabii. Bir şekilde idare ettim. Ama bu akşam dayanamadım artık. Yemekten sonra resmen şekerpareler, baklavalar gözümün önünde uçuşmaya başladı. Kocam "istersen gidip alayım" deyince tamam dedim. Kocasını gece yarılarında garip şeyler almaya yollayan kadınlardan olmak istemedim hiç. Olmadım da neyse ki. İlk 3 ay içindeykendi sanıyorum, bir akşam Survivor'da ödül oyunu sonunda pizza yerlerken canım çekmişti, onda da hemen telefonla sipariş vermiştik. Bundan başka bir şeye aşermem olmamıştı. (O zaman Ankara'daki doktoruma gitmeye başlamamıştık yoksa pizza mı, hayatta yiyemezdim). Neyse. Baktım kocam hevesle giyinmeye gitti. "Yaşasın karım aşerdi, ben de birşeyler almaya gidiyorum" diye uçarcasına çıktı. Ben zahmet olmasın derken içinde ukte kalmış meğer kocamın.

Yakınlardaki 2 pastanede bulamayınca kurtarıcımız olan Migros'a gitmiş. Sağolsun hem baklava hem şekerpare almış. (Baklava kuru baklava olsa daha mutlu olacaktım ama şekerpareleri afiyetle mideye indirirken mutlulukla gülümsüyordum).

Neden böyle oldum bilmiyorum. Hava soğudukça bünye enerji olsun diye istiyor desem bilakis havalar güzel gidiyor. Süt üretimi için enerji lazım desem asıl gereken bol su içmek biliyorum. Su içmeyince vücut içirmek için bu yöntemi buldu desem, bilmiyorum işte. Sonuç olarak doğuma 5 gün kala aşermeye başladım ya, ne cins kadınım ben :)

3 Kasım 2010 Çarşamba

Soruyorum

Daha önce sezaryene girmiş olan annelere sorum var. Ameliyat öncesi yapmam ya da yanımda götürmem gereken önemli şeyler var mı? Ya da sonrasında? Ya da bu son 6 gün içerisinde uyumak haricinde (yatma pozisyonu açısından sıkıntım olmasa bile pek uyuyamıyorum nedense) "şunu da yap, sonra uzun süre fırsatın olmayacak, halin kalmayacak" dediğiniz, diyeceğiniz şeyler var mı?

Bir makale düzeltmem var, bir tane de bitirip yollamam gereken. Bebek çarşaflarımı falan yıkadım, ütülemem, hastane çantama 2 battaniye ve 1-2 body eklemem, mp3 player'ımı şarj edip yanıma almam (bilmem fırsat olur mu) gerek daha. Ama aklıma başka birşey gelmiyor, yardımlarınızı bekliyorum.

Kocama not: Hayatım, fotoları aktar artık da doğuma girmeden bloguma koyabileyim :)

2 Kasım 2010 Salı

Büyük gün belli oldu

Dün kontrolümüz gayet iyi geçti. Bebekler iyiymiş, plasentam idare ediyormuş. Ben bir aralar 3 Kasım'dan önce doğmayın diyordum bebeklerime. Açıkçası bu kadar gelebileceğimi pek düşünmemiştim. Çevremde ikizi olan arkadaşlarım 36. haftaya kadar ancak dayandıklarını söylemişlerdi çünkü. Herhalde fazla kilo almadığım için olsa gerek, bebeklerimin toplamda 6 kg'dan fazla olmalarına rağmen hala Migros'a kaçıp gezip gelebiliyorum. Kocam yollarda doğuracağımdan korkuyor hatta.

Konuyu dağıtmayayım. Doktorum "istersen 3 Kasım'da alayım ama benim tercihim 38. haftaya girmek olacaktır, 9 veya 10 Kasım daha uygun" dedi. Ben de durabildikleri kadar durmalarını istediğim için 9 Kasım olsun dedim. 10 Kasım'da Atatürk'ün ölüm yıldönümünde yaşgünü yapamam bebeklerime, o yüzden 9'u tercih ettim. Hatta muayeneye giderken 9 Kasım olması durumunda o tarihte de piyango bileti alıp bebeklerim için ayrı bir arşiv oluşturmaya karar vermiştim.

9 Bizim için hep önemli tarihleri barındırır oldu nedense. Kocamın yaşgünü 9 Şubat, evlilik yıldönümümüz 9 Ekim, ilk bebeğimizi kaybettiğimizi öğrendiğimiz gün 9 Nisan, bebeklerimizin ikiz olduğunu öğrendiğimiz tarih yine 9 Nisan. Şimdi de bebeklerimin doğum günü 9 Kasım olacak. Ne güzel.

Muayeneden çıkar çıkmaz hemen sonu 9 ile biten bir bilet aldım bebeklerimin biri için. Diğeri için de ayrı bir bilet aldım ki ileride "biz iki kişiyiz, neden tek bilet aldın bize" gibi bir sitemle karşılaşmayayım. (Ben olsam sitem ederdim çünkü).

Artık tarih kesinleşince herşey daha bir gerçek oluyor sanki. Hamile olmaya öyle alıştım ki sanki hep hamileymişim gibi geliyor bana. Ya da daha önce dediğim gibi bu son 10 haftadır evde olduğum için zaman daha yavaş geçiyor belki de. Ama tam bir hafta sonra bu saatlerde bebeklerim kollarımda olacak. Sağlıklı olduklarını görmek en büyük dileğim.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Önemli bir gün

Bugün tekrar kontrole gidiyoruz. Doktorum plasentamın durumuna bakacak ve sezaryen günümüz (büyük ihtimalle) belli olacak. Bende henüz Braxton-Hicks kasılmaları başlamadı, ya da var da ben anlamıyorum. Bebekler bu gidişle 40. haftayı çıkarır diye gülüşüyoruz kocamla. Tabii doktoruma göre bu bir kriter değil. "Herşey normalken bir anda suyun geliverir, belli olmaz bu işler" demişti. Neyse ki geçen hafta kongredeyken birşey olmadı. Arada Kurban Bayramı olacak olmasa olabildiğince beklemek istiyoruz (tabii plasenta veya bebeklerde bir sorun yoksa) ama ya bayramda gelmeye karar verirlerse diye de korkuyoruz. Tüm memurların ve benim de normalde evime gidebilmek için hasretle beklediğim 9 günlük tatil bu sefer uymadı bize. Bakalım ne olacak. Ama Kasım ayında doğacakları kesin yavrularımızın. Hele bugünkü gibi güneşli bir gün olursa ne de güzel olur :)