31 Aralık 2013 Salı

2013'ü de yedik bitirdik

Blog yazmak açısından çok kesat bir yıl oldu benim için. Bu da dahil ancak 73 post girebilmişim, vay canına. Kafamda var yazacak şeyler ama sadece kafamda yazmakla yetiniyorum nedense. Yeni yılda alınacak karar da çok aslında ama karar alıp da yapamayınca çok hüzünlü oluyor benim için. En iyisi bu yıl hiçbir karar almamak, topun gelişine vurmak :)

Ama hepiniz için mutlu bir yıl ve güzel günler dilememe engel değil bu. Hepinize ve ülkemize huzurlu ve aydınlık günler dilerim. 2014 hepimize güzellikler getirsin bir zahmet.


13 Aralık 2013 Cuma

Kısmetten öte yol gitmez

Çankırı'da çalıştığım zamanlarda duymuştum bu lafı, çok hoşuma gitmişti. Gerçekten de öyle, kısmette ne varsa o oluyor, istediğin kadar uğraş didin. Konuya güzel girdim ama gerisi tırt haberiniz olsun :)

Her gün trene bindiğim için abonman kartım var tahmin edersiniz. Biletlerimi genelde 1-2 gün önceden alıyorum. Özellikle cuma akşamları bilet kalmıyor, o akşamın biletlerini daha erken almayı tercih ediyorum. Bir de tercihim akşam dönüş biletlerimi bastırıp sabah gidiş biletlerimi trene binmeden önce gişelerden almak. Bu sayede (ve elbette pazartesi günleri hariç - çünkü yine bilet kalmıyor) 5. veya 6. vagondan bilet bulabiliyorum, yanımın boş olma ihtimali de artıyor.

Dün yine aynısını yapacakken bir de baktım ki akşam bileti yerine sabah biletimi yazdırmışım. 2. vagonda gidiyorum. Tren biletlerini alırken otobüs şirketlerinde olduğu gibi hangi koltukta oturacağınızı numara itibariyle seçemezsiniz, sadece pencere kenarı, bayan yanı , karşılıklı koltuk gibi seçim şansınız var, sistem ilk vagondan başlayarak neresi uygunsa size orasını verir. 2. vagon sistemin ilk doldurduğu vagondur bu nedenle yanınızın boş olma ihtimali (eğer koltuk sahibi gelmezse ayrı) sıfıra yakındır. Ben de durum böyle olunca, yetiştirmem gereken bir de iş olup yan koltuğa-masaya yayılmam gerektiği için biletimi iade edip tekrar alayım dedim. Böylece 5. vagondan bilet alma şansım olacaktı (çakallık diz boyu). Biletlerimi aldım, trene doğru ilerlerken bir de baktım ki sistem bana yine aynı koltuğu uygun görmüş. Hesapta çakallık yaptım ama olmayınca olmuyor işte. Kaderde o koltukta oturmak varmış, haydi bin bakalım diyerek gülümseyerek trene bindim. Şansıma yanıma oturan olmadı, demek kısmette yayılarak gitmek varmış.

İşte tırt maceramın sonu :

7 Aralık 2013 Cumartesi

Yılın ilk karı :)

Bu yılın ilk karı nihayet yağdı. Bir  ara lapa lapa yağdıysa da tutacak gibi değil. Eskiden kar yağınca günlerce, haftalarca kalırdı, şimdi hemen eriyor. Miniklerim dışarı çıkıp kartopu oynamayı dört gözle bekledikleri için karın yumuşamasına çok üzüldüler. Belki gece dinmez de tutar, yavrularım da çıkıp kartopu oynayabilir. Kıyamam ben onlara :)

3 Aralık 2013 Salı

Bitmeyen kabusumuzda son perde - çok üzgün ve sinirliyim

Pazar günü alt komşumun kış vakti şehir dışına çıkması hakkındaki sıkıntımdan bahsetmiştim. Ben öyle dememişim gibi babaları da bavulunu çantasını toparlayıp arabaya atlayıp gitmesin mi? Karısını çocuğunu almaya gitti desek pazar günü yola çıkılmaz ki, herhalde o da izin alıp bir süreliğine yanlarına veya iş gezisine gitti ne bileyim. Beni ilgilendiren kısmı artık akşamları da evde kimsenin kalmayacak olması. Dün sabah çocukları lahana bebeğe çevirdim resmen. Fanilalarının üstünde bir tişörtleri vardı zaten, bir tane daha giydirdim, onun üzerine uzun ve kalın bir yelek ve en üste de polar hırka. Yavrular şişirilmiş gibi dolanıyorlar evde. Ne kadar giyinsek de yerdeki soğuğu kesemiyoruz. Isınan hava yukarı çıkıyor malum, alltakiler yakacak da bizim zemin ısınacak yoksa ne yapsam nafile. Terliksiz basınca buz kesiyor ayaklar resmen. Yavrular arada ayakkabıları falan çıkartıp çoraplarla koşturmaya bayılıyorlar maalesef. Neredeyse her odada bir çift terlik, ev ayakkabısı tutuyoruz diğerlerini çıkardılarsa giysinler diye.

Elbette kombili evde oturanlara kış vakti şehir dışına çıkma yasağı koyacak değilim. Düğünü var, hastalığı var, tatili var, var da var. Ben de bir yere gidecek olsam aman üst kat komşum üşümesin diye kombiyi açık bırakacak değilim, kimse o kadar zengin değil. Ama en azından bu kış günü (hele de hava daha da soğuyacakken) şehir dışına çıkarken penceremi açık bırakıp gitmem. Dün akşam eve gelirken gördüm, bu sabah da teyit ettim, çocuk odasının penceresini açık bırakmışlar. Beynimden vurulmuşa döndüm resmen. Onların çocuk odasının üstü bizimkilerin de odası. Sabah işe giderken aceleden unutulabilir belki ama şehir dışına çıkacaksa birisi herhalde tüm kapıları pencereleri, fişleri falan kontrol eder diye düşünüyorum, unutulmuş olamaz. Özellikle açık bırakılsa sebep ne olabilir? "Sevgili hırsız kardeş bak biz evdeyiz, hatta o kadar evdeyiz ki sıcaktan bunaldık pencere açtık". Ya da "ev kapalı kalmasın, aman havalansın". Ya da "üst kattakilere gıcık oluyoruz, çocukları güm güm koşturup duruyor, biraz donsunlar da layıklarını bulsunlar, yüreğimizin yağları erisin".

Herhalde son yazdığım değildir (umarım) ama nasıl bir sebep olabilir aklım almıyor resmen. Zaten kombi yanmayan bir evi daha da soğutmanın anlamı ne? Hele de o odanın bizim çocukların odası da olduğu bilinirken.  Benim cinsler üzerlerini örttürmekten nefret ediyorlar nedense, derin uykuda örteyim dediğimde bile hemen dönüp atıveriyorlar üstlerinden. Hal bu olunca iyice sıkıldım, üzüldüm ve son aşama olarak da sinirlendim. Ah bir vesile olsa da kendi evimizi alabilsek, şöyle ısıtması fevkalade olan merkezi sistem bir ev veya istediğim gibi yakıp kapayabileceğim, çocuklarımın gürültü etmesinden endişe duymayacağım müstakil bir evim olsa. Bu gidişle ben da çok yazı yazarım bu konuda :(


2 Aralık 2013 Pazartesi

Eski usüller

Vallahi ne varsa eski usüllerde var. Geçenlerde yillardir hiç güncelleme yapmadığım Nokia telefonumu bir basiret bağlanması sonucu güncellemiştim. Telefon birden bire bu kadar yüklemeyi kaldıramayıp kendini kapatmıştı süresiz olarak. Neyse ki kocam bir teknik servis elemanı gibi çalışarak telefonu kurtarmış ancak bunu yapmak için de format atmak zorunda kalmıştı. Yeni yazılım da yükleyince cillop gibi sıfır bir telefonum oldu. Ama içindeki tüm numaraları  vs. de kaybettim tabii. Diğer telefonumda tüm numaralar da olmayınca  kim arıyor kim mesaj yazıyor bilemez hale gelmiştim. Bir de elimdeki az sayıdaki numarayı bile geçiremedim daha, millet aradıkça kaydetme şeklinde geçiriyorum günlerimi şimdilik.

Neyse ki artık bu değişecek. Aklıma eski bir ajandamın arkasındaki telefon rehberim geldi. Geçen seneki ajandama üşenip kaydetmemiştim numaraları ama bir öncekinde hepsinin duruyor olması lazım. Bunu hatırlayınca nasıl sevindim anlatamam. Gerçi şimdi de o ajandamın nerede olduğunu hatırlamam ve sonrasında da telefonları tek tek yazacak vakit bulmam lazım ama olsun, yazarım elbet bir gün.

(Turkcell'in rehber yedekleme hizmetinden bahsedecekseniz hiç etmeyin, bir ara uğraşayım demiş ama sonra boşvermiştim. Yine ne varsa eskilerde var demek istiyorum ben izninizle)

:)

1 Aralık 2013 Pazar

Yine kış geldi ve yine aynı terane

Ne bu bizim kaderimiz anlamadım ben. Tamam kış kışlığı yapacak (iğreniyorum aslında bu söylemden :)   ) ama kışın donuyoruz arkadaş. Şu anda kombi gürül gürül yanıyor ama salonda sıkıca giyinik olmalarına rağmen kızımın elleri, oğlumun da yanakları buz gibi. Alt komşu sorunsalımız hakkında daha önce de yazdım durdum. En son serzenişim şuydu mesela, isteyen buradan okuyabilir. Bu yazıdan 9 gün sonra ise mutluluk içerisinde şu yazıyı yazmıştım. Ama boşa sevinmişim. meğerse.

1.5 yaşında bir oğulları vardı altımıza taşınan çiftin, sağolsunlar anlayışlılar da, onların da çocuğu olunca  gürültümüzden o kadar şikayeti olmuyorlar ama biz yine de yerin dibine geçiyoruz çocukların hoplayıp zıplamasına engel olamayınca. Ancak kış kabusumuz hala devam ediyor. Altımızdakiler de pek sıcağa alışık değil, kapı pencereleri hep açık, kombiyi de fazla yakmadıklarını söylemişlerdi bir ara. Onların alt katı iyi yakınca ihtiyaçları olmuyor demek ki. Ve maalesef aileleri şehir dışında olunca evin annesi çocuğuyla birlikte gidip duruyor. Baba da zaten tüm gün işte, akşamları da herhalde kombiyle işi olmuyor. Bizim ev, özellikle  de salon buzhane. Ne kadar yakarsak yakalım olmuyor, yavrular yerlere oturuyor, ayakkabılarını çıkarıp duruyor, buz gibi yerlere basıyor. Bir önceki kiracı neredeyse hiç kombi yakmazdı, kullanmadıkları odaları falan kapatırdı, onlardan öncekiler de tüm gün işte olup yakmaz, sonra da irili ufaklı her tatilde bir yerlere kaçarlardı.  9 yıldır burada oturuyoruz vallahi kombili evden nefret ettim artık. Merkezi ısıtmalı bir eve mi taşınsak diye düşünmüyor değilim sırf bu alt komşu şanssızlığımız yüzünden. :(

30 Kasım 2013 Cumartesi

41 yılda 1!

2 gün önce hayatımda ilk defa kan verdim. Fakülte'de Kızılay'ın 2 gün süren kan bağışı kampanyası vardı. İlk gün bilgilendirme konferansı da oldu ancak o gün fakülteye gidemedim. 2. gününde ise fakülteye girer girmez hemen yanlarına gidip kan bağışlamak istediğimi söyledim. Form doldurdum, muayene oldum (tansiyon, hemoglobin ölçümü yapıyorlar), bir hekimle detaylı görüşme yaptıktan sonra ancak uygun bulunursanız kanı alıyorlar. Maalesef öğrencilere örnek olması gereken hocaların katılımı çok ama çok düşüktü. Kimi ikna etmeye çalışsam herkesin bir bahanesi vardı. Ya kan değerleri düşüktü, ya ilaç kullanıyordu ya da hastaydı. Bir arkadaşım gelmeye niyetlendi ama sonradan biraz gerildiği için vazgeçti. Aslında iyi de olmuş çünkü normalde kan verirken bile damarlarını bir türlü bulamazlar, hep elinin üstünden alırlar. Zaten olmazdı onun işi.

Açlık durumumu sorup iki çokoprens yedirip bir soda içirdiler. Sonra kan vermeye geçtik. Verirken görevli arkadaşla sohbet edip bir sürü şey de öğrendim. Hatta kan verirken bir de fotoğrafımı çektirdim ki gelecek dönem kan gruplarıyla ilgili dersi anlatırken bahsedebileyim. Sonrasında bir çokoprens ve bir soda daha verdiler bana, kraliçeler gibi baktılar anlayacağınız.

Cep telefonu numaramı da verip 3 ay sonra kan bağış zamanım geldiğinde uyarmalarını işaretledim form doldururken. En hoşuma giden ise verdiğim kan kullanıldığında bana sms ile bildirecek olmaları oldu. Bağışının yerine ulaştığını öğrenmek kadar memnuniyet verici birşey olamaz sanıyorum.

Sonrasında hiç halsizlik vs de hissetmedim, hatta yarim saat sonra derse girip 1.5 saat ayakta ders anlattım. Benim için çok hoş bir deneyim oldu. Bugüne kadar kan vermemiş olduğum için de çok ayıpladım kendimi. Ama artık böyle olmayacak. Her fırsatta, sağlığım el verdiğince kan vereceğim. Tüm sabit noktalarının yerini öğrendim, böylece ayağıma gelmelerini beklememe gerek olmayacak. Kızılay'daki yerlerini zaten biliyordum ama ya fırsat olmuyordu ya da galiba ben de biraz çekiniyordum. Artık nasıl birşey olduğunu öğrendiğime göre rahatlıkla Kızılay'a gidip verip geri dönebilirim.

Size de tavsiye ederim. Nice kan bağışlarına :)



20 Kasım 2013 Çarşamba

Anne olunca becerikli mi oldum ben?

Anneler herşeyi bilir, herşeyi yapar gibi gelirdi bana küçükken. Annem böyle bir kadındı çünkü, ki hala da öyle. Ben anne olunca nasıl olacağını merak ederdim, hala da ediyorum aslında. Benimkiler büyüyünce sormalı bakalım ne diyecekler hakkımda.

Ama son zamanlarda fark ettiğim bir şey var, elim mutfağa pek yakışır oldu. Aklıma aniden değişik fikirler geliveriyor, yapıyorum gayet de güzel oluyor. Bunun dışında hafta sonları özellikle kahvaltı için mutlaka değişik şeyler yapmaya çalışıyorum, poğaçalar, kurabiyeler, börekler vs gırla gidiyor. İlk yaptıklarım bile fevkalade güzel oluyor (ya da bana öyle geliyor) şaşıp kalıyorum. Kadın aynı kadın, peki değişen ne? Düşündüm taşındım ve galiba cevabı buldum. Eskiden bir şey denemeden önce yemek kitaplarımı karıştırırdım. Mutfağımda bir raf dolusu kitap ve kitapçığım var onlara bakardım ama nedense fotoğraftakiler gibi pek olmazdı. Uzun zamandır onlara bakmadığımı fark ettim, internetten bakmak daha kolayıma geliyor, bir de bilfiil birisinin yapmış olduğu tarif olduğunu bilince herhalde daha rahat oluyorum yaparken, bilemedim bir türlü. Nedeni ne olursa olsun anne olduğumdan beri çok hamaratım. gerçi bu aralar kocam kilo aldırıyorum diye pek şikayetçi ama olsun. Çocuklarımın evde yiyecek bir şeyler bulması, acıkınca alıp yemeleri çok hoşuma gidiyor. Takip ettiğim 2 site var, birinin android için uygulamasını da indirdim hatta, diğerinin de her yeni tarifte maili geliyor. Yaşasın erişim içi hayat, hoşçakalın kitaplar :)

15 Kasım 2013 Cuma

Feda olsun miniklerime

Birkaç haftadır süren bir diş ağrısı nedeniyle lise arkadaşım olan diş hekimimin yanına gittim. Ağzımda iki tane dolgum vardı bu yaşa kadar, ikisinin de müsebbibi Centerfresh sakızı (maalesef o zamanlarda şimdiki şekersiz sakızlar yoktu :(  ). Yıl 94, sakız çiğnemeye bayılıyorum. Yeni işe girmişim, Çankırı'da İl Sağlık Müdürlüğü'ndeyim. Yanıma bir memur arkadaş vs gelince ayıp olmasın diye sakızı çiğnemeyi bırakıyorum, ama atmıyorum da salak gibi, yanakla diş arasına sıkıştırıp o şekilde tutuyorum. Böyle yapa yapa sol alt azı ve sağ üstte bir dişi yemişim, güzide dolgularım oldu maalesef yıllar sonra. O dolgulardan biri gitti herhalde tüh derken öğrendim ki tam arkasındaki azıdaymış sorun. Ağrı eşiğim yüksek anlaşılan çünkü diş hiç ağrı yapmamasına karşın arkadaşım dokunduğu an parçalandı gitti. İç kısmını gösterdi bana, resmen ufalanmış. "Biz buna peynirleşme diyoruz" dedi. Kalsiyum falan kalmamış, pelte kıvamına gelmiş diş resmen. Nasıl oldu bu tüh derken "hamilelikten sonra normal" dedi. Eskiden kadınlar dermiş ya bu dişim şu doğumda gitti, şu dişim de diğerinde falan. İşte benim minikler de annelerinin dişini sömürmüşler. O kadar  da süt içtim ve hala da içerim, yoğurt, peynir yerim ama olmuş işte. Helali hoş olsun yavrularıma, feda olsun annelerinin tüm dişleri :)

Ama siz siz olun, doğum sonrası dişlerinizi bir kontrol ettirin, belki kanal tedavisine gerek kalmadan kurtabilirsiniz.

14 Kasım 2013 Perşembe

Miniklerim artık bebek değil

Bebeğim dediğimde "biz bebek değiliz" deseler de onlar benim hep bebeklerim olacaklar. Ama haklılar, miniklerim artık bebek değiller, geçen cumartesi günü 3 yaşlarını bitirdiler. Yaşgünü partimiz ve pastamızın detaylarını vereceğim bilahare, şimdilik kısa bir gir kaç yapıp ancak Lilypie stickerlarını değiştiriebiliyorum.

4 Kasım 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - ?

O kadar uzun zaman oldu ki pazartesileri şarkı girmeyeli, sayısını bile unutmuşum. Yine birikti yazacaklarım ama bu hafta azar azar yazacağım umarım (ders notları hazırlamadan fırsat kalırsa elbette :)  )

Bu haftaki şarkımız (vj sunuşuyla) yılların eskitemediği grup Scorpions'tan. You're loving me to death. ( bu arada umarım daha önce pazartesi şarkısı yapmamışımdır)

:)


29 Ekim 2013 Salı

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlayana da kutlamayana da kutlu ve mutlu olsun. Hepimiz Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet sayesinde burada değil miyiz ne de olsa? Bakınız google bile kutlamış :)


28 Ekim 2013 Pazartesi

Çocuklara çok dikkat etmeli!

Bu veletlere çok dikkat etmeli çok! Kaşla göz arasında hiç olmadık şeyler yapabiliyorlar, pes doğrusu. Hayır, kendilerine zarar vermelerinden bahsetmiyorum, o ayrı konu, bu seferki sorunum bana zarar vermeleri. Küçükken kafama kocaman ve ağır projektörü düşürmeleri veya çekmeceyi kafama geçirmeleri, babalarının gözlüğünü yamultmaları, babaanneninkini kırmaları ve anneannenin burnunu kırma teşebbüsleri de değil konu. Konumuz özellikle oğlumun elektronik cihazlara olan düşkünlüğü. Oğlanların hepsi mi böyle anlamıyorum vallahi, yavruda bir merak, onu bunu açma, bulduğu her düğmeyi çevirme isteği var nedense. Hatta bildiğiniz kurtlu. Boyu yettiği her düğmeyi çeviriyor, olmasa taburesini alıp geliyor ve artık sandalyeleri de istediği her yere taşımaya başladı ki en fenası bu oldu galiba.

Fırın düğmeleriyle oynadığı ve ben de salak gibi kontrol etmediğim üstü yanan ama içi tam pişmeyen tavuklar, yine üstü kızaran ama altı pişmeyen kekler, saatler süren yemek pişirme fasıllarına geçen hafta kombi vukuatı eklendi. Akşam eve geldiğimde bizim ev  hiç olmadığı kadar sıcaktı birkaç gündür. Gündüzleri sıcak geçiyor, akşamları da alt kattakiler iyi yakıyor herhalde diye düşündüm ama o kadar sıcaktı ki dayanamayıp 2 gece kapayıp sabaha doğru açtım kombiyi. Peteklerden öyle bir sıcaklık yayılıyordu ki şaştım kaldım hatta. Ama kombiyi kontrol etmek aklıma gelmedi. Meğer benim minik meraklı oğlum (kız olduğunu sanmıyorum, kesin oğlandır) kombiyi sonuna kadar açıyormuş. Farkedince kombinin kapağını kapalı tutmaya başladık ama yakında nasıl açılacağını bulur nasıl olsa.

En son vukuatını ise bu sabah farkettim. Birkaç gündür buzdolabındaki herşey çürümeye, bozulmaya başladı. Süt içecek oluyorum, ısıtınca kesiliyor, haydi uzun süre açık kaldı diyorum. Mandalinalar sonsuz bir hızla çürüyor ki 2 ay önce aldığım elmalar hala taş gibiydi en son yediğimde, demek ki mandalinalar iyi değildi diyorum. Bozulan herşeye bir bahane bulurken yeni alınan peynirler de küflenmeye başlayınca uyandım. Hayır, buzdolabının taksidi bile bitmedi daha bozulmuş olamaz ve çok da memnun kaldığım bir aletti. Meğer benim minik yavru sandalyeyi dolabın yanına taşıyıp üzerindeki düğmelerle oynuyormuş. Ve sağolsun aleti tatil ayarına getirmiş. Kimbilir kaç gündür sadece buzluk kısmı çalışıyormuş meğerse. Bir sürü bozulan şey oldu ama herhalde elektrik faturası az gelerek telafi eder. Doğalgaz faturasını ise düşünemiyorum bile :)

15 Ekim 2013 Salı

İyi bayramlar


Trafik kazasız, sakar kasap habersiz, kurbanların kesilen diğer kurbanları görüp acı çekmeden doğru şekilde kesildiği, mutlu ve huzurlu, sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz, küçüklerin el öpüp bol bol para aldığı güzel bir bayram dilerim hepinize.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram öncesi çocuk gelişimi (kel alaka :) )

Arefe günü benim için bayram temizliğinin sonu demek. Aslında bugüne kadar bitmiş olmalıydı ama etrafta dolanan iki velet varken pek mümkün olmuyor. Bir yandan iş yapıp bir yandan "yapma oğlum, gelme çocuğum, sakın evladım, Berkeeeeeeeeeeeeeeeeee naptın sen" diye bağırıp çağırıyorum. Mutfakta birşeyler yiyen veya salonda televizyon seyreden çocukların hazır dikkatleri benden uzaklaşmışken içeriye kaçıp bir iki iş bitireyim derken dahili sensörleri hemen uyarı veriyor, yanımda bitiveriyorlar. Sonrasında da "anne napıyorsun? oraya nasıl çıktın? düşeceksin" şeklindeki sohbetimiz arasında bir yandan da cam silmeye ve yere düşmemeye çalışıyorum. Oğlum sağolsun  en sonunda ben cam silerken içine su doldurduğum leğenimin yanına basmak suretiyle her yeri ve kendini su içinde bırakınca dünyalar benim oldu. Farkındaysanız ekseriyetle oğlandan bahsediyorum, oğlanlar çok yaramaz oluyor çoook.

Acaba birşeyleri yanlış mı yapıyorum diye çocuk gelişimi kitapları alayım dedim, yavrular uyurken internetten onu ekle bunu ekle derken 10 tane kitap atmışım sepete (aslında 11 idi ama birini geçenlerde çocuğu büyüyen ve ihtiyacı kalmayan bir arkadaşım vermişti). Sonra da evde neler var diye bir bakayım dedim. Meğer evde 4-5 tane kitabım varmış benim çocuk gelişimi hakkında, varlıklarını bile unutmuşum. Onlarla başlayıp sonra diğerlerini almaya karar verdim.Çok da kınadım kendimi. Varsa yoksa ders kitapları, projeler, makaleler. Oysa bunları da okumam lazım. Her ne kadar teorikle pratik uymasa da, içgüdüsel olarak bir şeyleri doğru yapıyorsam da okumam lazım sanıyorum çünkü bir yerde hata yapmış olmalıyım ki çocuklar bir süredir tırnak yiyor (önce kızım başladı sonra da oğlum). Aylardır tek bir el tırnağı kesemedim. Acı oje alayım dedim ama araştırdığımda gördüm ki uzmanlar sadece sorunu geçici olarak çözeceğini, altta yatan psikolojik problemi gizleyeceğini söylüyor. Ben de vazgeçtim ama alttaki sorun nedir (benim işe gidip gelmem mi yoksa) ve nasıl çözebilirim bilmiyorum. Belki kitaplarda bulabilirim.

Yine görüşürüz ama görüşemezsek hepinize iyi bayramlar.

13 Ekim 2013 Pazar

Peki neden kazmaymışım?

Böyle kazmalık olmaz diyorum başka da birşey demiyorum. Teknoloji meraklısı olan ben meğer teknoloji kazması olmuşum da haberim yok. Kötü anneyim, hiç yorum yok diye kendimi yerken meğer yorumlar geliyormuş ama ben alamıyormuşum, yorum yazanlara çok teşekkür ederim bu arada.

Efendim, ben fakültede kullandığım mail adresimi outlook hesabımdan okurdum hep. Sunucuda bir kopyasını bırak seçeneğini işaretlemez, böylece outlook'a çektiğim mailler sunucuyu şişirmezdi. Ama geçen yazdan beri outlook hesabımını kullanmadım çünkü hesabımı cep telefonundan rahat görebilmek için gmail hesabıma bağlamıştım ve çok daha rahat olduğu için hep telefonu veya direkt olarak gmail hesabını kullanmaya başlamıştım. Ama gmail ayarlarını yaparken sunucuda bir kopya bırak demişim meğerse, böylece mail sunucum şişmiş de şişmiş. 10 GB kota dolmuş ve bu nedenle hiç mail alamayaya başlamış. Önceleri fark etmedim, haftasonuydu, ev işleri falan derken dikkat etmedim. Ama bloga yorum gelmeyince bir de düşündüm ki beni her sabah kolaçan eden hatta günde birkaç mail yollayarak yoklayıp duran limango, morhipo ve binbir türlü spam mail de ortalarda yok. O zaman fakülte mailini kontrol etmek aklıma geldi. 3-4 ay içinde 8527 mail gelir mi? Gelmiş, kota şişmiş. Tek tek mailleri sildim de ferahladım, sonra da birkaç gün boyunca gelemeyen mailler bir şelale gibi dökülmeye başladı. Sizlerin yorumları da elbette. Kötü bir anne olmadığıma sevindim, çok teşekkür ederim hepinize :

Bu arada denizciğim, yorumlarının yayınlanmaması da benim bir başka kazmalığım, çok yoğun olduğum dönemlerde yorumları yayınlayıp cevap yazmayı unutmuşum, birikmişler hep. Onlarla da ilgileneceğim :)

8 Ekim 2013 Salı

Çok kazmaymışım

Yorum gelmedi demek kötü anneyim diye kendimi yerken meğer yorumlar geliyormuş ama ben göremiyormuşum. Asla teknoloji özürlü olmayan ben resmen teknoloji kazması olmuşum da haberim yokmuş (ya da geç uyanmışım diyelim). Bugünkü dersimin notlarını toparlamam lazım sonra kazmalığımı paylaşıciiim.

5 Ekim 2013 Cumartesi

Hüsran

Dünkü yazımdan sonra yavrularla ne aktivite yapsam diye düşündüm. Makarna boyamak iyi bir fikir gibi geldi. Aslında suluboya olsa daha iyi olurdu ama özellikle Berke'nin elinde bir silaha dönüşeceği için cesaret edemedim. Kurşun boya kalemlerinin ucu sivri, hemen de kırarlar diye keçe kalemlerde karar kıldım. İkisinin önüne de birer küçük tabak fiyonk makarna koydum. çizmeye, boyamaya başladık. Sonuçta babaları ve ben boyama yaptık, bize 1-2 tane boyatıp, oyunu birşeye benzetemedikleri için sıkıldılar. Biraz daha büyüdüklerinde yapalım bari diye kağıt verdim ellerine. Güzelce karaladılar, resim çizmeye çalıştılar, sonra bundan da sıkıldılar. Ama olsun, aktivite aktivitedir.

Gerçi bu aktivite bana ertesi sabah çizilmiş bir koltuk olarak geri döndü, o da ayrı mesele. Tuvalete gitmemden faydalanan oğlum koltukta 3 farklı renkte güzel bir karalama çalışması yapmış. Artistik yeteneğini dünyadan saklamak, dünya çapında muhteşem Berke şeklinde bir infial yaratmamak için hemen sildim tabii, şöhretsiz bir hayatın tadını çıkarsın :)

Bu arada biraz da kırıldım herkese. Dünden sonra "yok canım, çalışan annelerin ortak sorunu bu, kendini kötü hissetme" gibi yorumlar gelir sanıyordum ama gelmedi. Ya gerçekten kötü bir anneyim ya da kötü bir blogger olduğum için kimse artık beni okumuyor. İkincisine inanmayı tercih ediyorum elbette.

Hem iyi bir anne hem de iyi bir blogger olacağım bundan kelli.

:)

4 Ekim 2013 Cuma

Kötü anne

Kötü bir blogger olduğum kesin, baksanıza geliyorum diyip bir türlü gelemiyorum. İşler azalacağına arka arkaya geliyor üstüme üstüme. Bu hengamede bir de oda değiştirdik fakültede. Oda arkadaşımla yan yana odalara geçtik, artık tek başımıza yayıldıkça yayılabiliriz. Kitaplarımız, tezlerimiz vs. şimdi bile bir sürü yer kaplamışken eski odamıza nasıl sığdığımıza şaşıp kalıyoruz sürekli. Hala da tam yerleşmiş değilim, dolapların, çekmecelerin içi ortalık derli toplu görünsün de iyice sinirim bozulmasın diye öylece attığım bir sürü tasnif edilecek belge vs. ile dolu.  Eski odayı apar topar taşıdığımızda durum aşağıdaki gibiydi:



Şimdi gayet güzel oldu. Saatimi henüz takamadım, 1-2 de ufak tefek eksiğim var, onları da halledince foto eklerim yine.

Kötü blogger olma nedenlerimi açıkladıktan sonra gelelim diğer meseleye. Ben galiba kötü bir anneyim. Çalışan anne olmak çok zor ama inanın akademisyen anne olmak daha da zor. Gerçi fakülteyle ilgili işlerimi geceleri kalkıp yapmaya çalışıyorum ama eve geldikten sonra yemek, ortalığı toplama, haftasonu dersen temizlik, yemek, ıvır zıvır derken çocuklarla adam gibi vakit geçirmediğimi farkettim son zamanlarda. Özellikle haftasonlarım iş yapmaya çalışıp arada laf dinlemedikleri için çocuklara bağırmakla geçiyor. Onlarla geçirdiğim yegane adam gibi vakit hafta sonu sabah kahvaltıları. Bu arada kızım iyice sırnaşıyor, oğlum kucağıma çıkıyor, öpüşüp koklaşıyoruz ama sonra ben yine işlere gömülüyorum. Bir de hava güzelse el ele tutuşup Migros'a alışverişe gidiyoruz zaman zaman. Oysa eskiden eve gelip yemek yedikten sonra 1 saat oyun saati yapar odalarına girip oyun oynardık babalarıyla birlikte. Çocuklar bizimle vakit geçirsinler derdik. Ama onlar iyice ayaklanıp odadan açmaya başladıklarından beri yapmıyoruz. Nerde kaldı eğitici-eğlendirici aktiviteler, değişik oyunlar. Hatta daha da kötüsü aklımın bir köşesinde hep yapmak-yetiştirmek zorunda olduğum şeyler olduğundan stresimi onlara da yansıtmaya başladım, toleransım iyice azaldı. Kendimden çok şikayetçiyim ama bir türlü değişemiyorum. Bu aralar havalardan mütevellit soğuk algınlığına yakalandılar, burunları akıyor, geceleri uykuları bölünüp duruyor. Ben de uyuyamıyorum haliyle ve tüm bunlara bir de 3-4 günlük uykusuzluk eklenince iyice coşuyorum. Kötü bir anne oldum çıktım iyice. Değişmem, düzelmem lazım. Bu yıl kreşe vermeyeceğim ama seneye kreşe başlayınca iyice benden kopacaklar artık, öğretmenleri, arkadaşları olacak. Başkalarıyla daha çok vakit geçirecekler, bana bağımlılıkları azalacak ve ben bu durumu kıskanacağım. O zaman kendime çeki düzen verip bu son yılımın tadını çıkarmam lazım, sonra hızla büyüyecekler çünkü.

Bir de kocam geçen gün "bu çocuklar evcil hayvan gibi, hep evdeler, bizim gibi dışarıda hayatları yok, tek arkadaşları biziz, bunu unutma" dedi. Öyle içime dokundu ki bu laf. İlk fırsatta çocukları hızlı trene atıp fakülteye götürdüm birlikte dışarıda vakit geçirelim, onlar için de değişiklik olsun diye. Ama gerisi aynı, akşam oldu mu eve gelip coşan bir anne.

Toparlanmam şart, kötü anne olmak istemiyorum ben  :(

9 Eylül 2013 Pazartesi

Tuvalet eğitimi :)

Biraz değişiklik iyi olur demiştim, şimdilik sadece blogumun renkleriyle oynadım, vaktim olduğunda tasarımdaki farklı şablonları da deneyeceğim.

Gelelim asıl yazacaklarıma.

Yavrular 3 yaşına girecekler 2 ay sonra, tuvalet eğitimi için çok geç kalmadan halledeyim diyordum. Yaz tatili ideal fırsattı benim için. Hem sürekli yanlarında olacaktım hem de annemlerin yazlığına gideceğimiz için bahçede vs. dolanırken işeseler bile temizliği çok kolay olacaktı. Çocuğunuz tuvalet eğitimine hazır mı konulu bir sürü şey okudum, video seyrettim, baktım sayılan herşey benimkilerde var, yani ben ve çocuklar artık hazırdık. Ama sonuçta benim istediğim gibi olmadı maalesef.

Tuvalet eğitimi sezon 1: İlk günümüzde donlarımızı giydik, bezlerimizi attık. Çişleri kakaları gelince bana söylemeyi kabul ettiler ama klozete oturmaya ikna edemedim bir türlü. Oğlan kesinlikle reddetti. Kız beni kırmayıp oturdu ama çişini yapmadı, çişi kakası geldiğinde katıla katıla ağladı, daha fazla tutamadım. İndikten sonra da altına işedi. Oğlan en baştan reddetti. Çişini söylemediği gibi karşıda parkta dolaşırken gözümün önünde yaptı. Kakasını yapacakken yakaladım koşarak klozete oturttum ama ağlamaktan katıldı. Böylece 1.5 günde ben de salya sümük ağladım ve bezlere geri döndük.

Çocuk bezi tercih ediyor, klozete veya lazımlığa oturmayı reddediyorsa yapacak birşey yok. Arkadaşlar sen yap onlar da görsünler dedi. Zaten tuvalete onlar olmadan gidemiyorum ki uzun zamandır, daha ne görecekler. Oğlanı babasıyla bile yolladım çişe ama sonuç sıfıra sıfıra, elde var sıfır.


Nasıl olacak bu iş, ne kötü bir anneyim ben diye düşüne düşüne bugünlere geldik. Çocukları biraz sözlü olarak hazırlayıp 30 Ağustos tatilini fırsat bilip bir gün öncesinde de izin alıp ikinci sezona başlayayım demiştim. Bir hafta kadar önce Dora'nın tuvalet eğitimi sesli kitabını almıştım. Dora'nın ikiz kardeşlerinin eğitimini gördük, sembollere bastık oynadık, biraz daha hazırlanmaya çalıştık. Böylece geldik 2. sezona.

Tuvalet eğitimi sezon 2: 29 Ağustos 2013 Perşembe günü koridorlardaki yollukları, mutfak halısını herhangi bir kazaya karşı önlem olarak kaldırdım. Kahvaltıdan sonra oğluma arabalı, kızıma Hello Kitty'li don giydirdim ve 2. sezona adımımızı attık. Deneme mahiyetinde önce donlarla oturduk klozet aparatının üstüne, gayet hevesli görünüyorlardı. Sonra haydi bir de donlarımızı çıkarıp deneyelim dedim. İkisi de önce diğeri denesin dedi ve oğlan ilk talihlimiz olarak seçilip klozete oturtuldu. İnanılmaz ama çişini yaptı. Alkış kıyamet  coştuk evde resmen. Kız hemen olmasa da bir süre sonra çişini yaptı. Çocukların ilk çişini görünce bu kadar güleceğime, sevineceğime, neredeyse mutluluktan ağlayacağıma inanmazdım. Sonrasında sık sık çiş sordum, onlar da her seferinde gelip zevkle oturdular. Taburesini kapan geldi, klozetin dibine yerleştirip üzerine çıktı, çiş bitince tuvalet kağıdı alıp silinmeye çalıştı. Oğlanın ishal olması nedeniyle o günüm genelde banyoda geçti ama belki de tuvalete bu kadar çabuk alışmasının nedeni de budur.

Öğlen uykusunda alıştırma donlarından giydirdim yavrulara. Kızım 3 gün boyunca kuru kalktı, oğlan tutamadı ama olsun. İlginç ama kaza falan da olmayınca (1-2 ufak don ıslatma hariç) kalkan halılar ertesi gün yerine kondu.

İkinci sezonun bu kadar çabuk final yapacağını rüyamda görsem inanmazdım, çok mutlu oldum. Kocam "tuvalet işini 1 günde çözdün" dedikçe de şişinip durdum.

Şimdi tek sorunum uykuda çiş problemi. Öğlen uykularından kız kuru kalkabiliyor (aldıkları sıvı ve mama miktarına bağlı olarak) ama oğlan kesin yapıyor çünkü en az 3 saat uyuyor, ıslanınca pek uyanmıyor da. Geceleri ise Huggies'in don bezlerinde giydiriyorum ve ısrarla don olduğunu vurguluyorum. Gece çişe kaldırıp alıştırmam gerekiyor biliyorum ama nedense bir türlü 00-01 civarında uyanamıyorum. Bünye 03:30'da mama içmelerine alışmış, ısrarla o saatte kalkıyorum. Bunu da çözersem uykuda da kupkuru günler karşılayacak bizi.

Sonuç olarak, her şeyin belli bir zamanı var, o zaman gelmeden ne yaparsanız yapın olmuyormuş :)


27 Ağustos 2013 Salı

Biraz değişiklik

Selamlar sevgiler. Yine geliyorum dedim ama gelemedim, ama çok yakında cidden buradayım.

Biraz değişiklik iyi gelecek bana da bloguma da diyerek bugün gidip saçlarıma gölge attırdım. En son 7 yıl önce yaptırmıştım, saçım zaten açık kumral, gölgenin rengi iyice açılmıştı, saç uzayınca dipleri kötü görünüyor bir daha yaptırayım demiştim birkaç ay sonra da iyice sarışın olmuştum. Sonra dayanamayıp kendi rengimin azıcık koyusuna boyatıp kurtulmuştum sarışınlıktan. Yedi yıl sonra bir kez daha ama daha seyrek ve daha az belirgin bir gölgeyle karşınızdayım. (Bir foto koysam iyi olacak anlaşılan bir ara). Fakülteden ilk gören arkadaşım saçlarında birşey var ama ne olduğu anlaşılmıyor, çok güzel olmuşsun dedi. Eehehehe işte benim istediğim de aynen buydu. Yıkayınca açılır dedi gerçi kuaförüm, bakalım beni pişman edecek mi. 10 yılda bir perma, 7 yılda bir gölge yaptıran biri olarak yandaki koltukta geçen hafta yaptırdığı röfle pek anlaşılmıyor diye tekrar yaptırıp, kalan yerleri de daha koyuya boyatan 70'lik teyzeyi görünce utanayım mı yoksa saçlarımda hala tek tük beyaz var, boyaya gerek duymuyorum diye gururlanayım mı şaşırdım vallahi.

Değişikliğe blogla devam etmeye karar verdim. Şablonu bir değiştireyim, yavrularımın yeni bir fotosunu ekleyeyim. Çok yakında yapayım bunları :)

22 Ağustos 2013 Perşembe

Az daha

Yazdım yazıyorum derken bir şeyler engel oluyor hep. İşe alışayım yazayım, şu iş bitsin yazayım derken olmadı işte. Oysa başladığımız ve 1.5 gün sonra ağlayarak bırakmak zorunda kaldığım tuvalet eğitiminden, oğlumun artık kesinlikle mama içmediğinden tamamen süte döndüğünden, kızımın nihayet tüm dişlerini tamamladığından falan bahsedecektim. Neyse, bu yazı da bir nevi fragman olsun bari :)

13 Ağustos 2013 Salı

Uzun bir aradan sonra hoşgeldim sanki

Gezi olayları, değişim beklentisi, hafif hayal kırıklığı, iç sıkıntısı, yazma isteğinin olmayışı, isteyip de yazamama, sonrasında da tatil derken çok ara verdim biliyorum. Bundan sonra herhalde buralardayım ama önce evi toparlamam, çocukları eski düzenimize alıştırmam lazım.

Çok yakında geleceğim  :)

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Çok ama yok

Aslında yazacak şey çok, bir sürü şey birikti geçen zaman zarfında ama yazasım yok. Sizi bilemem ama ben son 1 aydır olanları düşünmekten, ne olacak, düzelme olacak mı yoksa eski tas eski hamam mı olacak diye gündemi takip etmekten eski blog günlerime dönemiyorum. Bir türlü elim gitmiyor. Sizler nasılsınız peki?

23 Haziran 2013 Pazar

Bunu yazmam lazım

Hiç yazasım yok ama bunu yazmasam olmaz.

Bebeklerim büyüdükçe ve güçlendikçe yaptıkları şeyler de tehlikeli hale geliyor. İki kişi olunca birbirlerinden güç alıyorlar, ondan sonra coşuyorlar. Mesela bir ara sabah erkenden kalkıp beni uyutmuşlardı. Mutfağa girip lavabonun önüne iki sandalye çekmişler, musluğu açmışlar. Şırıl şırıl sesi duyunca ne oluyor diye kalkmıştım. Meğer delik de bir tabakla tıkanmış mı, sular taşmaya başlarken yetişmişim. Yere fazla akan olmamış ama üstler başlar sırılsıklam tabii. Allah korusun, sandalyeleri pencereye çekip açabilirlerdi de. Düşünmesi bile korkunç.

Dün sabah ben mutfaktayken dolaplarındaki tüm şampuan ve vücut losyonlarını çıkarmışlar, oyuncak bir bebeklerini soyup kreme boğmuşlar. Yarısından fazlasını boşaltmışlar şişenin, her yer krem.

Bu da önemli değil ama.

Bu sabah gördüklerim ise korkunç ötesiydi. Mutfaktaydık hep birlikte. Kızarmış ekmek istediler, ben de 2 dilim koyup kızartmaya başladım. Ekmekler olana kadar da banyoya gidip geleyim dedim. Yanlarından ayrıldığım süre maksimum 3 dakika. Banyodan çıktığımda kızım koridorda bana geliyordu," ben yanmadım anne" dedi. Anlam veremedim. Mutfağa girdiğimde gördüklerim: Oğlum yine bir sandalye çekip mutfak tezgahının dibine kadar girmiş. Ekmek kızartma makinesinden ise alevler çıkıyor. Filmlerdeki sahneler gibiydi resmen. Anlaşılan ekmekler kızarınca benimki bir kez daha çalıştırmış, hatta ayarı da maksimuma getirmiş. Ekmekler de iyice yandıktan sonra alev almışlar. Fişi çekip bir maşayla dilimleri alıp lavabonun içine fırlattım. Oğlan korkmamış işin ilginci :)

Daha kötüsü de olabilirdi. Bazen ekmekleri dışarıya fırlatıyor. Öyle olabilirdi, ben biraz daha oyalanabilirdim banyoda, Allah korumuş resmen. Etrafta çocuk olunca, hele de iki adet aynı yaşta çocuk olunca dikkatli olma  gerekliliğinin haddi hesabı yok :(


12 Haziran 2013 Çarşamba

Yazasım yok

Vaktim var ama yazasım yok.

:(

3 Haziran 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 53

Bugüne başka şarkı olamazdı. Beğenmeyen kusura bakmasın artık


1 Haziran 2013 Cumartesi

Uyanış - bir yaşgünü kutlaması

En unutulmaz yaşgünüm bu oldu, oluyor. Diyecek söz yok, halk tv seyretmek yeterli.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 52 Dalya?

Eğer düzenli girip arada atlama yapmasaydım dalya diyebilirdim belki ama rezil bir haldeyim, kutlama yapmayayım dedim ama yine de ufacık bir kutlamayı hak ediyorum sanki, özellikle bu haftasonu yaşgünümün de olduğunu düşünürsek :)

O zaman bu haftaki şarkımız hem pazartesi şarkılarıma hem de bana gelsin. Benimle aynı gün doğmuş olan Marilyn Monroe söylüyor Happy Birthday (Mr. President)

:)

24 Mayıs 2013 Cuma

Utana sıkıla Pazartesi şarkısı - 51

Cuma oldu ama ben hala pazartesi gününde kaldım gördüğünüz gibi. Yoğunlukların son safhasındayım artık. Dersler bitti, finallere başladık. Bu da bitince artık hep buralardayım. Hatta o kadar ferahlayacağım ki trende gelip giderken roman bile okuyabileceğim belki de yakınlarda :)  Az kaldı dönüyorum.

Eskilerden sevdiğim bir şarkı geliyor yine

Out of touch, Hall and Oates söylüyor ve ben yıllardır severek dinlememe rağmen klibi ilk defa görüyorum. Vakit olduğunda oturup eskilerden ne varsa izlemeli, pek eğlenceli oluyor


13 Mayıs 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı 50 - anneler günü

Geçenlerde kocam dedi ki, "blogunu okuyorum ama pazartesi yazılarını beğenmiyorum, dj misin sen?". Sanıyorum hiç onun için birşeyler eklemediğim için beğenmiyor. O zaman bugünün pazartesi şarkısı kocam için gelsin.

Eminem - Lose yourself. Bu vesileyle Oscar alan bir şarkı da dinlemiş oluyoruz.




Bu arada anneler günümüz kutlu olsun. Dün minik yavrularım bana sarılıp öptüler, "kutlayın annenizi" dendiğinde de "iyikin doğdun" dediler bana (hayır yanlış yazmadım :)   ). Yavrularımın tek bildiği kutlama bu şimdilik. Ama mum üflemeyince bir farklılık olduğunu anladılar sanırım.

Tüm annelerin ve anne adaylarının anneler gününü kutlarım :)

7 Mayıs 2013 Salı

BluRay DVD

BluRay DVD'ler bir süredir piyasada biliyorsunuz. Görüntü kalitesinin daha iyi olduğu söyleniyor, avantajı bu. Ama dezavantajları da var maalesef ki bu da maliyeti oluyor. İzlemek için BluRay DVD oynatıcınızın olması lazım, haydi bunu aldınız diyelim, DVD'leri de normallere kıyasla daha pahalı. Gerçi ilk çıktıkları zamana göre bayağı ucuzlamış durumda. Bakalım BluRay'ler CD'nin Beta ve VHS video kasetlere yaptığını yapabilecek mi?

Bu girişi neden mi yaptım? Bizden bir BluRay DVD örneği göstermek istiyorum size. Sadece bize özel üretilmiş özel bir parça. Görüntü kalitesi mükemmel, izlemesi çok zevkli. Kimin eseri bilmiyorum maalesef, ama bence en yaratıcı çalışma ödülünü havada karada alır :)




 Minik bir kız yavru çorabı ve içi yenmiş Milkinis çikolata ambalajı :)



Bu da yakından görünüşü :)


6 Mayıs 2013 Pazartesi

Pazartesi Şarkısı - 49 ve Doktorlar



Miniklerimin 2.5 yaş kontrolü zamanı geldi. Bu aynı zamanda Hepatit A aşısının da 2. dozunun vurulması demek. Şimdiden yavruları doktor ziyaretine alıştırma çalışıyorum ama hissettiler mi ne "doktora gitmeyelim" demeye başladılar. Doktorun da birşey yaptığı yok onlara (invazif birşey anlamında yazdım) boyları, kiloları ölçülüyor, genel bir vücut kontrolü, kalp, ciğer dinlenmesi, kulak, boğaz, göz kontrolü vs. O kadar ortalığı yıkmalarına gerek yok ama yaygarayı basıyorlar sırayla. Bu yaşlarda böyle olur demişti doktor amcaları zaten. Aşıdan hiç bahsetmiyorum bile, onu duysalar yandık zaten :)

Aylar önceden doktorculuk seti almıştım yavrulara. Bir tane gayet güzel, stetoskopu falan pilli, kalp sesi veren, 2 tane de nispeten dandik. Dandikleri piyasaya çıkardım dün. Stetoskopları taktık, doktor gözlüklerimiz olmazsa olmaz elbette, onlar da gözümüzde. Elimizde değişik aletler kah dizlere vurup reflekslere baktık, kah dilimizi çıkarıp boğazımızı kontrol ettik, kah kulaklarımızın içine baktık. "Siz de bunlarla doktor amcanızı muayene edin" dedim ama kandırabildim mi emin değilim. Göreceğiz bakalım.

Bugünkü pazartesi şarkımız minik doktorlarım için yine eskilerden gelsin o zaman. Mötley Crue söylüyor - Dr Feelgood


30 Nisan 2013 Salı

4. Peron

Bugün ağbimden (ağabey yazmak ne kadar zor geliyor) inciler var.

Dün konuşuyorduk. Dedim ki: "Bugün 4. perondan bindim trene". "Ne var ki bunda" dedi. "Garda sadece 3 peron var" dedim. "Ne yaptın, duvarın içinden mi geçtin? Hogwarts trenine mi bindin yoksa" dedi. Valla biz gülmekten öldük ama galiba orada olup konuşmayı bilfiil duymak lazım, böyle anlatınca komik olmuyor (ya da kocam komik bulmadı en azından)

:)

29 Nisan 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 48

Nihayet bu haftasonu yazlık-kışlık ayrımını yapabildim. Şimdiye kadar ne zaman niyetlensem hava soğumuştu, kaldıracağım kazakları giymek zorunda kalmıştım. Ama bu sefer bahar ve hemen akabinde yaz gerçekten de geliyor galiba.

Cumartesi günü giysilerle uğraştım, pazar günü de ayakkabılarla. Vay canına, ne çok giysisi varmış diye düşünmeyin, çocukların uyuduğu zamanlara denk getirmeye çalıştığım için 2 gün sürdü toplamda. Yazlık giysilerimi "giyilecekler", "giyilmesi umulanlar" ve "bu yıl da muhtemelen giyilmeyecekler" diye ayırdım, seneye bakalım nasıl olacak bu sınıflandırma.

Baharlık-yazlık ayakkabı kutularımı çıkardım, sildim, içlerine kışlık ayakkabı doldurdum. Ama öncesinde hepsini elden geçirip güzelce boyadım. Kış gelmesini pırıl pırıl bekleyecekler, şimdi ve yazın giyileceklerin de façası düzeldi bu arada.

Ah keşke çok büyük bir evim olsaydı da bir odasını tamamen giysi dolabı yapsaydım, yazlıklar da kışlıklar da orada beni bekleselerdi, sadece yıkayıp ütüleyip kaldırsaydım raflara, askılara, ne güzel olurdu. Neyse, daha kendi evimiz bile yokken giysi odalısını istemek ne kadar gerçekçi acaba :)

Bu haftaki şarkımız gelmek üzere olan yaza ait olsun dedim ve aklıma ilk gelen şarkı bu oldu. Bir ara bir deodorant reklamının da müziğiydi belki hatırlayan olur.

Joe Cocker (Unchain My Heart ile tanıyıp sevdiğimiz adam, benim Tom Jones'dan sandığım bu şarkı da onunmuş meğerse) -  Summer in the City


26 Nisan 2013 Cuma

Kedi evi ve bir kez daha

Çocukların uykularının dün gece sapmasından sonra bugün de mi aynı şey olacak diye korkuyordum. Neyse ki 4 gibi uyansalar da mamalarını alıp anne yatakta içtikten sonra kıvrılıp uyudular. Bir ara "anne yatak" durumumuzu da yazayım aslında, elimde hazır fotoğraflar da var ne de olsa ama ne yok? Vakit :)

Saat 6:45 gibi baktım hala uyuyorlar, annem de kalktı, erken çıkayım bari dedim. Çünkü tecrübeyle sabittir, 6:55, 7:00 veya 07:05 gibi oğlum mutlaka uyanıp anne gitme diye ağlamaya başlar. Sabah beni görünce ayrılmamız güç oluyor ama yoksam, terliklerim kenarda duruyorsa "aa, anne gitmiş" diyerek fazla umursamıyorlar yokluğumu. Ben de fırsat bu fırsat diyerek fırladım. Otobüsümün gelmesine yarım saat olunca yürü be kim tutar seni dedim. Ayağımda zaten Reebok easy tone'larım vardı, böyle bir fırsat kolluyormuşum demek ki.

Yolda daha önce görmediğim bir şeyin önünden geçtim, sizin için de foto çektim.


Harika birşey değil mi? Odunpazarı Belediyesi koymuş. Keşke bir de hayvanlar için otomatik su makinelerinden koysalar, o da olur belki. Olmazsa bir dilekçe yazayım belediyeye.

Bu arada sağdaki Lilyslim ticker'ı son kez değiştirdim. Bu sefer vallahi de billahi de kesin kararlıyım. Merdiven çıkarken nefes nefese kalıp, çok yüküm olmamasına rağmen takatim kesilince ve sol dizim de sızlamaya başlayınca ne oluyor böyle dedim ve hamilelik dönemim hariç olmak üzere maksimum kiloma çıkmış olduğumu fazla da şaşırmayarak görmüş oldum. Ne şaşıracağım, herşey ortada zaten, ev hala giyemediğim bir sürü kıyafetle dolu. Ama bu sefer çok pis kararlıyım. Hayatımdan nişasta ve şekeri mümkün mertebe çıkarıp yağlarımı yakmaya karar verdim. Ah bir de su içebilsem. Eğer yapabilirsem biraz da yürüyüş yapmaya çalışacağım, olmadı evde biraz hareket yapmak için vakit bulmaya çalışmalıyım. Bu sefer olacak çünkü istiyorum. İşte işin sırrı da bu: İSTEMEK

:)


25 Nisan 2013 Perşembe

Kabus? - Anne gitme

Az önce uyandık, kocam hariç hepimiz salonda Luli Tv izliyoruz. Çocuklarımda bir sensör olduğundan şüpheleniyorum çünkü kaçta evden çıkarsam çıkayım öncesinde mutlaka uyanıp beni gitmeden yakalıyorlar. 6, 7 hiç farketmiyor, kaçta çıkacağımı mutlaka biliyorlar. Bu aralar da sabaha karşı uyanıp oturmalar başladı nedense. Es kaza kaçırırım korkusuyla herhalde nöbet tutuyor sıpalar resmen.

Ama dün gece ve bugün resmen içim parçalandı. Dün gece çocukların odasında yerde yatıyordum, bu saatlerde oğlum uykusunda konuşup anne gitme dedi, hemen yanına gidip sakinleştirdim. Bugün ise kızım anne gitme diye ağlayarak uyandı, sonrasında da ne istediğini bilmez halde mama, kucak, yastık diye isteklerini sıraladı. Çalışan annenin çocuklarının kabusu da böyle oluyor anlaşılan. Yavrularım benim, keşke sizi de işe götürebilsem arada sırada ama ikiz olunca ve şehirler arası yol yapmak gerekince mümkün değil :(

Aslında bir gün yapmalı belki de, böylece çocuklar anneleri nereye gidiyor görürler de evden çıkarken fazla ağlamazlar. Hayal kurdum galiba :)  

24 Nisan 2013 Çarşamba

Pazartesi şarkısı - 47

Pelin ve sevgili düdüğün istek şarkısını yine gecikmeli olarak girebiliyorum kusura bakmayın.

Madonna'dan geliyor Like a prayer.

Yazılacaklar ve eklenecek fotolar çok birikti hatta artık unutmaya başladım ama az kaldı, şu dönem bir bitsin, komple geliyorum :)


16 Nisan 2013 Salı

Pazartesi şarkısı - 46 - Yavrularımın seçimi

Bu haftaki pazartesi şarkımız Psy'ın yeni şarkısı. Haftasonu bir konserle tanıtacaktı, tanıtmış, fena da olmamış. Gangnam Style'ı az çok andıran, klibinde ondan tiplere de yer veren bir şarkı. Müziği akılda kalıcı sayılır, idare eder işte. Gangnamdan sonra o derece etkili bir şarkı çıkarmak başlı başına bir stres kaynağı olsa gerek. Önceki gibi fenomen olur mu olmaz mı bilemem ama bizim evde hemen arandı, bulundu ve izlendi. Yavrularım sayesinde adamın internette bulunan her şarkısını dinledik ayrıca. Eski albümlerinde de güzel şeyler var, bence çok da iyi bir şovmen. Bir konserinde Beyonce'nin Single Lady şarkısında dans ediyor mesela, biz bayıldık. Onun da ikizleri olduğunu öğrenince daha yakın hissediyorum kendimi adama nedense. Zaten Korelileri severiz ezelden beri, onlar da bizi. Ankara'daki Kore Anıtı bizim fakülteye çok yakındır, önünde sürekli turist otobüsleri görürüm. Bir sürü Koreli inip gururla fotoğraf çektirir.

Sonuç olarak adamı seviyoruz. Güneş gözlüğü takınca "babam gamgam oldu, annem gamgam oldu" diye ortalarda dolanan veya benim yıllar önce Japonya'dan aldığım ve üzerinde sumo güreşçilerinin olduğu bir tişörtü giydiğimde "ben gamgamı çok sevdim" diyerek tişörtü öpüp sarılan iki meleğim var evde. Yani Psy daha çok ekmek yer bizden.

Klibi bulmaya çalışacağım, olmazsa konser kaydını izleriz. Konser de ufak bir şey değil, adam koskoca bir stadyumu doldurmuş helal olsun.

Psy - Gentleman


12 Nisan 2013 Cuma

Hep aynı ve gecikmeli Pazartesi şarkısı - 45

Yine yokum bu aralar. Beni sorarsanız vereceğim cevap: "Hep Aynı".

Yine feci yoğunum. Bekleyen işler bitmediği gibi önüne geçmesi gereken angaryalar çıkıp duruyor. Angarya işlerin kötü tarafı ise virüs gibi çoğalmaları. Birini savuştururken diğeri karşıma çıkıveriyor, sürekli sayıları artıyor, artık başa çıkamıyorum. Sınavlar da başlayınca okunacak yüzlerce kağıt birikti ayrıca. Mecazi anlamda kullanmıyorum, gerçekten de yüzlerce kağıt birikti. Sorumlusu olduğum derste kayıtlı 172 kişi var, Kıbrıs'ta 100'ün biraz üzerinde, diğer 2 dersimde de 180 küsür kişi. 172x14 soru, 100 x 11 soru, bir de diğer iki dersten gelecek sorular derken ne yapacağım inanın bilmiyorum ki kağıt okumak diğer işlerin yanında en basiti.

Kilo durumu deseniz hep aynı. 1-2 gün dikkat edip sonrasında türlü bahanelerle hedefimden ayrılıp başka yönlere sapıyorum.

Geceleri 3-4 saat uykuyla vücudu döndürmeye çalışıyorum, bir  yerde isyan bayrağını çekecek ama haydi hayırlısı.

Yazacak çok şeyim var ama bloga giremiyorum. Millet ne yapmış diye de bakamıyorum Borç para aldığınız bir kişiden ödeyene kadar kaçmanız gibi, yazı yazana kadar sizleri okumaya yüzüm yok resmen.

Sonuç olarak beni sorarsanız bu aralar alacağınız cevap hep aynı :(

Gecikmeli pazartesi şarkısı olarak Youtube arama kutucuğuna "Always the same" yazdım. Karşıma çıkanlardan birini seçtim. Marc Collins'denmiş, bakalım nasıl bir şeymiş.





1 Nisan 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 44

Valla bugün aklımda hiç şarkı falan yok. Gece yine çok az uyudum, sonra da sabahın köründe trene binip 9'da sınava yetiştim, sonrasında derse girdim, ekstra şeyler derken hem uykum var, hem de başım ağrıyor. Bir de yine adamakıllı yediğime içtiğime dikkat edemediğim için kilom bir ileri bir geri olunca radikal bir çözüm almaya karar verdim ve eski diyet günlerime dönmeye çalışıyorum bu sabah itibariyle. Bünye alışmış tabi bin bir bahaneyle çikolata yemeye, başım biraz da kan şekerim düştüğü için ağrıyor ama yok yemiyorum. 2 gün sonra Kıbrıs'a gideceğim, yemek düzenim yine değişecek diye gelince mi başlasam da demedim, zararın neresinden dönersem kardır, 2 gün olsun, yine de dikkat etmeye çalışayım dedim ve başladım bir kez daha. Bu sefer sanki olacak gibi, kendimi ne zamandır bu kadar azimli görmemiştim. Haydi bakalım.

Bu baş ağrısı bende varken pazartesi şarkısı falan düşünecek pek halim yok aslında, o zaman baş ağrıtmayacak yavaş bir şarkı seçeyim bugün için. Böyle düşününce de aklıma şarkı gelmiyor iyi mi. Yine eskilerden olsun,  Scorpions'dan In your Park.

Haftaya daha enerjik dinamik olurum umarım.

Unutmadan öğrenciler bugün bana 1 Nisan şakası yapmaya çalıştı ama başaramadılar, işlerimi biraz kolaylayıp anlatayım yarın falan :)


28 Mart 2013 Perşembe

Şarkı - 43

Perşembe olunca artık utanıp Pazartesi şarkısı yazamadım. Bir ben mi yoğunum, diğer blog yazarları nasıl kuruyor dengeyi bilmiyorum ama bu aralar feci durumdayım. İşlerin, angaryaların biri bitmeden diğeri çıkıp geliyor, yoruldum artık.

Moby, enerji ver bana - Lift me up


20 Mart 2013 Çarşamba

Pazartesi şarkısı - 42

Ohoooo, yine çarşamba olmuş bile. Bu aralar yine hiçbir şeye yetişememeye başladım. Şubat sonu gibi bir proje başvurusu yapmam gerekiyordu. Yumurta ve kapı meselesi, son 3 gün kalaya kadar başka işlerden vakit bulamadım. Nasıl olsa 2 hafta uzatırlar süreyi, Şubat 28 gün bu yıl diye kendimi avutuyordum. 1 hafta uzattılar gerçekten de. İşte o bir hafta vampirlere karıştım diyebilirim. Eve gel, yemek ye, ortalığı toparla, çocuklarla ilgilen, uyut, sen de birazcık sız, gecenin bir yarısı kalk sabaha kadar çalış, fakülteye git derslere gir, ekstra işlerle uğraş derken feci yorulduğum, bunaldığım bir hafta oldu. Sonuçta başvuruyu yetiştirdik. Kendi projem olsa lanet olsun, öbür döneme kalsın diyeceğim ama yüksek lisans öğrencimin projesi. Başvuru yapamamam demek kızcağızın çalışmalarının bir miktar sekteye uğraması demek. Bu sorumluluk da olunca daha fazla bunaldım açıkçası. Ben yüksek lisans ve doktora eğitimim boyunca arazi çalışmalarının çoğunu cepten karşıladım, aynı şey öğrencime de olmasın diye kendimi paraladım. Bakalım başvurumuz olumlu değerlendirilecek mi.

Şu klasik yumurta-kapı durumundan kurtulmam lazım ama bir türlü yetişemiyorum işte, bu aralar hep geriden geliyorum yine. (Neyse ki benim gibi 4 arkadaşım daha aynı şekilde son güne bırakmıştı, böyle diyerek kendimi kandırıyorum işte.)

Bu haftaki şarkımız yine HIM'den gelsin. Çok sevdiğim bir diğer şarkıları - The Sacrament (Youtube nedense klibi vermiyor, bu görüntü ve şarkıyla idare edeceğiz maalesef)

Haydi ben çalışmaya devam edeyim artık.





12 Mart 2013 Salı

Fazla ara vermeden önemli haberi bildireyim

Dün dediğim gibi, bizim için önemli bir haber aslında, sizin için elbette bir önemi olmayacaktır. İşte haberim bu:


Oğlum aylar öncesinde bırakmıştı emziği ama kızım hala vazgeçmemişti. Özellikle uyurken mutlaka emziği ağzında olsun istiyordu. Nasıl bırakır acaba, daha uzamasa keşke derken 3 gün önce çat diye bırakıverdi. 

Evde renk renk emzik bulundururuz, birisi kaybolur veya oğlan kızın ağzından alıp "emzik kaka" diye bir yerlere fırlatır da bulamazsak diye en az 2 yedeğimiz vardır. Ama kızım içlerinden en çok turuncu olanı sever. Geçenlerde iyice parçalamış emziği. Kocamla annem de ben Kıbrıs'ta dersteyken "başka emzik kalmamış, bu iyice kötü olunca atalım, olur mu" diye sormuşlar kızıma. O da atacağına söz vermiş. Gerçekten de cuma günü" atalım artık bunu, iyice parçalanmış" dediğimizde ağzından çıkarıp geri dönüşüm torbasına atıverdi. (Evet çocuklarım normal çöp ve geri dönüştürülecek çöp farkını biliyor gibiler). Biz tabii nolur nolmaz diye o görmeden torbadan aldık ama sakladık görmesin diye. Sen böyle daha güzel oldun, kocaman oldun diye de gaza getirdik minik meleğimizi. Ama gece olunca iş değişti. Uyumak için odalarına girdiğimizde meme diye tutturdu yavrum. Ağlaya ağlaya içimi parçaladı ama vermedim. Verseydim bir daha bırakamayacaktı, ağlamasına göz yumdum, duymamaya çalıştım. Bir süre sonra da uyudu garibim emziksiz olarak. 

Gece bir ara kalktığında "meme bitti" dedi pişman olmuş bir sesle. Ama bir daha da asla ağlamadı. Hala öğlen uykusuna falan yatarken "meme bitti" diyor biz de "bitti, evet" diyerek alkışlıyoruz kızımızı.

Bir devir daha sona erdi bizim için. Darısı bezlere bay bay demeye :)


11 Mart 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 41

Fazlasıyla yoğun geçen 1-2 hafta sonrasında nihayet biraz ferahladım. Ama işler biter mi? Bitmez. Yenileri aynen başladı. Ama bu sefer vampirlerin arasına fazla karışmama gerekmeyecek sanırım. Bir ara biriken yazıları da yazacağım. Önemli haberlerim de var (bizim için, sizin için olmayabilir :) ).


Derse gitmem lazım, şimdilik kısacık şarkımı girip kaçayım müsaadenizle.

HIM'den geliyor bugünkü şarkımız. kendilerine bayılırım, pek çok kişi için HIM In Joy and Sorrow'dur, benim içinse Poison Girl. En sevdiğim şarkılarıdır, üstüne kaç albüm çıkardılar, halen favorim budur. Ancak konser kaydı var kusura bakmayın.


4 Mart 2013 Pazartesi

Pazartesi şarkısı - 40

Evet pazartesi şarkısı takipçileri (yani 4 kişi :)   ), bu haftaki şarkımız geliyor. Hafta içi müzik dinlerken "hah şunu haftaya pazartesi şarkısı yapayım" diyorum ama pazartesi olunca unutuyorum. Bu ara o kadar yoğunum ki hatırlayacak kafa kalmıyor anlayacağınız.

Dersler  feci şekilde başladı, Kıbrıs yine var, bunlar rutin işler. Yumurta ve kapı meselesi kapsamında bir proje başvurusu yetiştirmek zorundayım. Kocam da ayrıca bir proje veriyordu, bitirdi rahatladı, darısı bana umarım. Bunu da yetiştirirsem geceleri vampir modundan çıkıp insan evladı halime dönebilirim.

Şarkımız yine eskilerden, Motley Crue'dan - Too Young to Fall in Love

(Eski kliplerin bu kadar saçma olması süper birşey bence. Bir de rock yıldızları keşke yine böyle dolansa, ne güzel renkli kişilikler. Bon Jovi bile iyice aile babasına bağladı (adamın dört çocuğu var, ondan da olabilir tabii :)  )


1 Mart 2013 Cuma

Bahar geldi gibi

Dün akşam trenden inince nasıl üşüdüm anlatamam. Kar-yağmur arası birşey yağıyordu. Havalar ısınıyor diye  atkımı beremi ve eldivenlerimi evde bırakmıştım ama nasıl pişman oldum anlatamam. Özellikle ellerim feci halde dondu.

O havadan sonra bugünkü havayı ise hiç beklemiyordum. Resmen ilkbahar gelmiş. Tren gara girerken kenarda bir de tomurcuk içinde badem görünce iyice kanaat getirdim buna.

İlkbahar güzelliklerle, iyi haberlerle gelsin hepimize :)

26 Şubat 2013 Salı

Pazartesi şarkısı - 39

Yoğun geçen bir haftadan sonra gecikmeli bir pazartesi şarkısındayız yine. Bu dönem bayağı yoğunum, yazılar biraz aksayabilir bilginiz olsun.

Bu şarkıyı ne zamandır koyacağım ama hep unutuyorum, kısmet bugüneymiş. Ukrayna'nın 2007 yılındaki Eurovision şarkısı. Bu şarkıyla 2. olmuşlardı, biz de kocamla seneye de biz Huysuz Virjin'le katılsak, çastara çastara diye dolansak diye konuşup gülmüştük televizyon karşısında. Keşke öyle yapsaydık. Yer gelmişken yazayım, yıllardır facebook üzerinden Bedük'ü gönderin diye yırtınıp dururum. Geçen seneki hezimetten sonra tavşanlar olarak dağa küsmüşüz, bu yıl yarışmaya katılmayacakmışız. Neymiş, komşular birbirini tutuyormuş, puanlama sistemi kötüymüş falan filan. İşe eğlence, tanıtım olarak bakmayıp "o bana puan vermedi oysa ben ona 12 puan vermiştim, küstüm işte" demenin sonucu buralara geldik. Oysa protesto etmek mi istiyorsun, yolla Huysuz Virjin'i eğlen coş, ne bu kaprisli kadınlar gibi canım. Hem baksanıza bu adam bu şarkı ve performansla 2. oldu, bakarsınız bir birincilik daha alırdık.

Yine de her yılki klasik çağrımı yineliyorum: Eurovision'a Bedük'ü gönderelim.


24 Şubat 2013 Pazar

Beyendim, beyenmedim

Benimkiler bu ara böyle dolaşıyorlar. Bir şey seyrediyorlar, beyendim, birşey yiyorlar, beyenmedim. Herşey için bir fikirleri var artık. Eskiden ne versek yerler, ne açsak seyrederlerdi. Artık kendi tercihleri var. Gangnam açılacak ama onların istedikleri olacak, beyenmezlerse başkası açılacak, hangisi olduğunu da mutlaka kendileri gösterecek.

Yerden bitmelerim benim. Bakalım kullandıkları kelimede aslında yumuşak g olduğunu ne zaman fark edecekler?

İşkence bitti

Evet bitti nihayet. Geçen hafta başında alt katımızdaki kiralık yazısı kalktı önce, dün de taşındılar, sanki bu bir mucize. Genç bir çiftmiş ve galiba çocukları da varmış duyduğumuza göre, nasıl mutluyum anlatamam. Nihayet gönlüme göre bir kiracı geldi sanıyorum (şimdilik tabii ki). Dün eşyaları getirdiler, gece kalmadılar galiba ama olsun, bu bile yeter, ev şimdiden daha sıcak gelmeye başladı bana (plasebo etkisi olsa gerek). Herhalde bu sabah erkenden gelip yerleştirmeye ve evlerinde kalmaya başlarlar. Biz de böylece biraz daha ısınırız.

Yalnız bir kek falan yapıp hoşgeldiniz demeli ve bizim yavrulardan bahsedip peşin peşin özür dilemeli kendilerinden. Ya da daha iyisi yavrularla gidip hoşgeldiniz demeli ki kendi gözleriyle görsünler.

Oley be, mutluluk bu olsa gerek :)

20 Şubat 2013 Çarşamba

Sizin seçiminiz: sonuçlar - ekleme

Hehehe, kendim çalıp kendim mi oynuyorum acaba diye sormuştum, eh, biraz öyle de diyebiliriz. Ama sonuç olarak ben bu blogu günlük niyetine kendim ve çocuklarım için tutmuyor muyum esasen? O zaman buna da şükür demeli değil mi?

Sözkonusu yazım şu an itibariyle 14 kez görüntülenmiş, 3 de yorum almış, demek ki o 11 kişi yanlışlıkla falan gelmiş sayfaya (yorumlar 4 oldu bu arada, bu yazıya gerçi ama olsun). Bir ara uyuzcadı milletin kendi bloguna  ne şekilde geldiğini yazardı, çok eğlenirdim o yazılarında. Nasıl yaptığını da anlayamazdım, istatistikler kısmını kullanıyormuş demek ki. Ben de bu son durum üzerine bir bakayım millet nasıl düşmüş sayfama diye göreyim istedim. İşte sonuçlar:

bir erkek bir de bayanlar: 22 görüntüleme (bir erkek var bir de bir sürü kadın mı? ne yazmış olabilirim ki?)

aaaaaaaaa: 10 görüntüleme (insan neden bunu taratır ki google'da falan?)

ckeky can vampirli filmi: 3 görüntüleme (hehe, bari doğru yazaymış)

abortuslarda duayı çözmüşler: 2 görüntüleme 
(missed abortus geçirdiğimden bahsettiğim yazı olsa gerek, 
duayla olduğunu bilseydim ameliyathaneye girmezdim boş yere)

clearblue monitor ile hamile kalanlar: 1 görüntüleme (neden olmasın, ben 
beceremedim o ayrı, hala bir köşede durur)

favori gelinlik modelleri: 1 görüntüleme (moda blogu gibiyim vesselam)

ferulago: 1 görüntüleme (bilimsel bir ortamdan düşmüş olsa gerek, bitki ararken 
beni bulunca şaşırmıştır herhalde)

gebeyim blog: 1 görüntüleme (sadece 1 kişi mi?)

ikiz bebekler ne zaman yürür: 1 görüntüleme (tek ya da ikiz pek fark etmiyor 
sanırım)

kilo vermek istiyorum ama veremiyorum: 1 görüntüleme (sadece 1 kişi aynı 
dertten mustarip, yandım ben)

Gece gece güldüm eğlendim. Peki izleyici sayımı ve gerçekten takip edenleri 
nasıl artırabilirim?  

Galiba bunun yolu çekiliş yapmak. Çekiliş yapınca bir sürü insan sizden 
haberdar oluyor. Hele bir de facebook'a link koyun, takipçim olun vs 
derseniz sayı hemen katlamaya başlıyor. Hediye biraz dandik olmayan 
bir şeyse eğer fevkalade bir katlama söz konusu olabiliyor. Peki 
umurumda mı? Kesinlikle hayır. Kendim için açtım ben bu blogu, 
takip etmek istemeyeni zorlayamam, bu benim hayatım, istemeyenin sırf bir 
hediye için hayatımda ne işi var? Az sayıdaki takipçim, çekirdek blog 
arkadaşlarım bana yeter. Yoksa facebook'a bir yazsam 800 küsür kişi 
birden hücum eder yaaa : )

Şimdi gelelim sizin seçimlerinize.

Elvan Özen Aerosmith'ten Crazy demiş, Ben de çok severim, müzik 
zevkimiz uyuşuyor.

özii, Rihanna'dan Diamonds demiş, Allah için güzel hatun, güzel bir 
ses, bir ara dağıtıyor, şöhreti kaldıramayacak herhalde diyordum 
ama fevkalade toparladı (kadının da umurunda sanki benim bu fikrim :)  )

Ecz.imis Maroon 5'tan payphone demiş, Maroon 5 Moves Like 
Jagger öncesinde She will be loved idi benim için, bu da bildiğim
4. şarkıları, daha çok dinlemeli ama 

pelin ise müjdeli bir haberle birlikte Mazhar Alanson ve Cem 
Yılmaz'dan bir şarkı istemiş: Bir zamanlar fırtınalar estirirdim. Çok 
güzel bir filmdi, yakın zamanda tekrar seyretmeli (soundtrack'ten 
değil, canlı kayıttan ekliyorum).

İşte sizin seçtikleriniz sırayla geliyor, teşekkürler ve iyi eğlenceler  :)