30 Eylül 2010 Perşembe

Sabahın köründe uyandım yine

Artık gecenin garip saatlerinde uyanıp durmaya başladım. Önce tuvalet için kalkıyorum, sonra yattığımda uyuyamıyorum çünkü ya karnım acıkıyor ya da hafif boğazım yanıyor (mide yanması gibi). Kalkıp oturuyorum bir süre, birşeyler yiyorum, süt içiyorum, sonra uyumaya çalışıyorum. Bu gece de birkaç kez uyanıp saate baktım ama yine uyumuşum. 5 gibi kalktım ve işte buradayım. Gazete okudum, ona buna baktım ve sıkıldım. Sürekli uykusuzluk çekenlere bir kez daha acıdım.

Evdeki ilk haftam bir işin ucun tutmaya çalışarak ama beceremeyerek geçiyor nedense. Gelir gelmez işlere girişecek, kafamdaki listeyi tamamlayacaktım ama şimdi dinleneyim, nasıl olsa vaktim var, yarın yaparım diye sallayıp duruyorum. En azından bebeklerimin giysilerini yıkadım, ütüledim, bu da iyi bir şey. Artık yerleştirme kısmına geçmem lazım. Bakalım bugün verimli mi geçecek yoksa verimsiz mi.

Televizyonlarda da hiçbir şey bulamıyorum izleyecek. Evhanımı olmak zormuş ama iş yapamayan ev hanımı olmak daha da zormuş. Camlarımı sileyim diyorum mesela (az önce feci yağmur yağdı gerçi) ama yapamıyorum. Orayı burayı toplayayım diyorum ama ağır kaldıramıyorum. Çalıştıktan sonra bir yorgunluk kahvesi içeyim diyorum ama ne yorucu bir şey yapabiliyorum ne de kahve içebiliyorum. Neyse, geçecek bugünler, sonrasında da iş yapacak fırsat bulamamaktan, işlere yetişememekten şikayetçi olacağım sanırım. :)

Dün televizyonda kanal kanal gezerken bir kanaldaki tanıtıma rastladım. Erkekler için performans arttırıcı bir üründen bahsediyorlardı. Sunucu ürünün herhangi bir zararı olup olmadığını sorunca ürün sahibi "piyasada bir sürü sentetik ürün var (ilaç etken maddesini kastediyor herhalde) ama bizimki tamamen bitkisel olduğu için kesinlikle zararsız" dedi. Bir Allahın kulu yok mu bunlara dur diyecek? Bir ürünün tamamen bitkisel olması zararlı olmadığını göstermez ki. Bunun farmakolojisi var, toksikolojisi var, bitkilerdeki etken maddelerin birbirleriyle, kullanılan diğer ilaçlarla hatta yenilip içilen şeylerle etkileşmesi var. Bitkisel olup gayet zararlı olan şeyler de var. Adam hangi bilgisine dayanarak böyle bir genelleme yapıyor anlamıyorum. Sonra bu ülkede bitkisel zayıflama ilacı kullanıp ölenlerin haberlerini okuyoruz gazetelerin 3. sayfalarında. Tarım Bakanlığı'nın nasıl denetlediğini bilmediğim ama satış izni verdiği ürünlerin analizi yapıldığında o tamamen bitkisel dedikleri ürünlerin içine gayet de bol miktarda sentetik ilaç etken maddesi koyduklarını görüyoruz. Bizim fakültede yapılan ve bunun sonucunda bu "tamamen bitkisel ürünlerin" piyasadan çekilmesinin sağlandığı bir sürü analiz var mesela. Ama buna rağmen bir sürü insan kendini otorite görerek bitkiler hakkında atıp tutabiliyor. Kadınlarımız da televizyonlarda ağzı açık dinliyor bunları. Araya 1-2 de kıvrak şarkı koyup göbek attın mı oh, hiç problem kalmıyor hayatta.

27 Eylül 2010 Pazartesi

İlgilenen olursa - Clearblue Hamilelik Monitörü satıyorum

Bilmem biliyor musunuz? Clearblue'nun hamilelik monitörü var. Hamile kalmaya çalışırken ovülasyon günümü belirlemek için ve sonrasında toplam 3-4 menstrüasyon döngüsü boyunca kullanmış, sonra da faydalanması için bir başka arkadaşıma vermiştim. Oldukça pahalı bir aletti çünkü. Monitöre ayrı para, test çubuklarına ayrı para vermeniz gerekiyor, ben de arkadaşım boş yere almasın, benimkini kullansın demiştim. Arkadaşım bazı sağlık problemleri olduğu için bebek işini ikinci plana atmak zorunda kalmıştı, haliyle kullanmaya fırsat bulamamıştı. Geçenlerde bana iade etti. Aradan o kadar zaman geçmiş ki, unutup gitmiştim ben öyle bir cihazım olduğunu. Artık benim işime yaramayacağına göre elden çıkartayım dedim. Eğer ilgilenen varsa satayım diyorum. Gönül isterdi ki isteyen birine öylesine vereyim ama ikiz bebeklerimiz geliyor, masrafları da ona göre olacak. O yüzden kusuruma bakmayın.

Eğer ilgilenen olursa ürünün detaylı bilgilerine şu sayfadan ulaşabilirsiniz http://www.clearblue.web.tr/. Ayıca ürünün fiyatına da bu adresten bakabilir ya da diğer sitelerden bulabilirsiniz. Kendi sitesindeki fiyatı 439 TL. Değişik sitelerde değişen fiyatlar var ama herhalde kendi fiyatları baz alınabilir. Ben 10 Kasım 2008 tarihinde 374 TL'ye almışım. (Vay canına epey para vermişim gerçekten). Satış fişi mevcut. Garanti kapsamı ne kadardı hatırlamıyorum. 2 yılsa eğer 3 aylık bir garantisi kalmış diyebiliriz. Ama endişe etmeyin, cihazda hiçbir sorun yok, az önce kontrol ettim, gayet güzel çalışıyor. Kullanma kılavuzu İngilizce ama web sayfasından Türkçe talimatlara ulaşmak mümkün. İlgilenen olursa eğer 300 TL'ye satayım diyorum. Böylece bebeklerimin 1-2 eksiğini aradan çıkarmış olurum. Eğer ilgilenirseniz yorum yazarak ulaşabilirsiniz bana.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Yeni başlangıçlara doğru...

Artık evimdeyim. Geçen pazartesiden itibaren geçerli olan doğum öncesi iznime nihayet dün 3 itibariyle başlamış bulunuyorum. Herhalde izin aldığı halde işe gidip gelen pek az kişiden biriyimdir. İşlerimi, eşyalarımı toparladım, fakültedeki arkadaşlarımla, odamla, annemlerin eviyle vedalaştım. Bundan sonra hayatım bambaşka olacak. Bebeklerimin gelişiyle zaten tamamen değişecek olan hayatım böyle değişikliklerle birlikte yeni bir hayat sunacak bana. 6 yıl önce evlenmeme rağmen tam olarak çıkamadığım ailemin evinden bebeklerim vesilesiyle çıkmış bulunuyorum. Bizim hayatımızın her anı bir değişik zaten, bu da istisna değildir herhalde.

Sözün kısası, bu sabah yeni hayatımızın ilk gününe uyanmış buluyorum. Gerisini merakla ve heyacanla bekliyorum.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Meğer toparlanmak ne kadar zormuş


Fakültedeki toparlanmam daha zor oldu sanmıştım. Meğer en kolayı oymuş, sadece biraz yorulmuşum. Evdeki toparlanmaymış asıl zor olan ve bol zaman isteyen.
Dün akşam annemle gidecekleri ayırmaya başladık. Tek başıma altından kalkabileceğim bir iş değilmiş, onu da anladım bu arada. Her ne kadar kendi evime daha önceden götürdüğüm pek çok şeyim olsa da aslında onlar buzdağının suyun üstünde kalan kısmıymış. Bu vesileyle pek çok şeyi elden geçirdim, giysilerden acil olarak giyeceklerimi aldım, artık giymediğim ama nedense dolapta yer işgal eden pek çok şeyden kurtuldum, kutular içinde biriktirdiğim ıvır zıvırı elden geçirip bayağı bir ayıklama yaptım. Ama hala bakmam gereken şeyler var. Pek çok şeyi de daha sonra alırım diye geride bıraktım. Sonuç olarak bir çok şeyimi yanıma aldım ama bir o kadarını da, hatta daha fazlasını da geride bıraktım.

Eskiden bir komşumuz vardı, evini her yıl elden geçirir, kullanmadığı herşeyi atardı. Bizse aman şurada lazım olur atmayalım zihniyetine sahip olduğumuz için çoğu kez müsriflik diye bakardık bu işe çünkü yepyeni leğenleri, bulaşıklıkları bile atardı. Bunlar evde olması gereken elzem şeyler olduğu için neden attığını anlamazdık. Herhalde böyle yeniliyordu kendini.

Ama her yıl, ya da en azından 2 yılda bir böyle birşey yapmak lazım. Genelde ne kadar gereksiz ıvır zıvırımız olduğunu ev taşırken farkederiz ve bir daha gereksiz şeyleri biriktirmeme telkininde bulunuruz kendimize. Sonrasında eve iyice yerleşince eski huyumuza geri döner onu saklamaya, bunu bilmem nereye sıkıştırmaya devam eder, evlerimizi yine gereksiz eşya deposu yaparız. Maalesef ben de istisna değilim. Burayı kolaylayıp kendi evimi elden geçirmem gerekecek anlaşılan. Dolapta duran ve sadece yazlık kışlık değişimlerinde göze çarpan ve "zayıflayınca giyerim, balık kavağa çıkınca lazım olur" tarzı bahanelerle yine bir bavula veya hurca tıkıştırılan giysilerle artık vedalaşmalı, belki lazım olur diye çekmecelere tıktığım ama asla lazım olmayan şeyleri bebeklerim gelmeden önce atmalıyım. Ne de olsa evdeki kişi sayımız yakında 4'e çıkacak ve kendileri ne kadar küçük olsalar da bir sürü eşyaları olacak ve zaman geçtikçe daha da artacak. İpin ucunu yine kaçırırsam herhalde bu sefer hiç toparlayamam.

21 Eylül 2010 Salı

31+0

31. haftaya girdik, yoksa 31 bitti de 32'yi mi işlemeye başladık? Kocam benden iyi takip ediyor bunu. Bebeklerim yandaki sticker'da yazdığı üzere 43 cm ve 1.8 kg olmuş. Tek bebek için hazırlanan bir sticker olduğunu düşünürsek gayet iyi durumdayım, maşaallah bebeklerime.

Bebek odası hazırlayıp hazırladığımı soruyorlar. Hayır diyorum. Bebekleri ilk etapta yatak odamızda yatırmayı, bir süre sonra odaları ayırmayı planlıyoruz. Oda olarak da cicili bicili bebek odası yapmayacağız. Konuştuğum herkes bebek odalarının fuzuli masraf olduğundan dem vurdu hep. Dinlediklerim, duyduklarım, okuduklarım sonucunda öncelikle park yatak alıp bebekleri içinde yatırmaya karar vermiştik zaten. Park yatak gördüğüm, anladığım kadarıyla çok kullanılışlı. Tekerlekli, istediğin yere al götür. Demonte edilebildiği için sök götür, gittiğin yerde tekrar monte et, böylece bebekler nerede yatıyoruz diye şaşırmasın. İlk zamanlar birlikte yatıracağım bebeklerimi zaten, bir süre sonra 2. yatağa geçeriz sanıyorum. Uzmanlar da 9 ay aynı karnı paylaştıkları için ilk zamanlarda birlikte yatmalarının daha sağlıklı olacağını söylüyor zaten. Biraz daha büyüdükçe direkt genç odasına geçmekte fayda var, gördüğüm örnekler hep bu yönde.

Aslında bebekler için oda düzenlemesi de yapamıyorum şu etapta. Evde pek çok eşya var, neyi nereye koymalı bilemiyorum. Bebekler bir gelsin de ondan sonra bakarız. Çekmeceli bir giysi dolapları var nasıl olsa, en önemli bileşenler mevcut yani. Daha buradan götüreceklerimi yerleştirmeli, düzenimi kurmalıyım ki bebeklerime de yer ayırabileyim. Çok işim var bu dönemde. Ama bu da iyi bir şey, böylece evde geçireceğim zamanlarda sıkılmamış olurum.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Bugün başladı gidişim

Bugün resmen doğum iznime ayrılmış bulunuyorum. 10 hafta olan iznim 1 hafta gecikmeli olarak başlıyor, hatta bu hafta da fakültede olacağım. İzni mümkün olduğunca kullanıp doğum sonrasına aktarma planı ikiz gebeliklerde pek olası değilmiş onu anladım. İyice ağırlaşmaya başladım çünkü. Bir de artık hemoglobin değerlerim bu ay ilk defa normal seviyenin altına düştü. 31. haftaya kadar yine iyi dayandım galiba. Doktorum demir hapı kullanmamı önerdi. Aneminin de yorgunluk üzerinde etkisi var tabii ki, belki haplarla birlikte enerjim de biraz yerine gelir.
Bugünümü tahliller, rapor işleri ve odamı toparlamakla geçirdim. Evime götüreceğim kitapları ayırdım, sonra çok fazla olduklarını görüp bir elemeden daha geçirdim hepsini. Nasıl olsa hepsini çalışacak vaktim olmaz dedim ama yine de acaba şunu da alsam mı bunu da alsam mı diye kararsız kaldım. Sonuçta masamı, çekmecelerimi güzelce elden geçirdim, atılacakları attım, müsvedde kağıtlarımı ayırdım, gider ayak pırıl pırıl yaptım odamı. Sırada evden gidecekleri ayarlamak var ama hiç enerjim kalmadı bugün. Bu da yarına kalsın artık.


Bu arada daha proje işleriyle uğraşmam, 1-2 analiz daha yapmam ve yöntemin çalıştığını garantilemem ve yavaş yavaş veda turlarına çıkmam lazım. Hepsi yetişir umarım gidene kadar.

19 Eylül 2010 Pazar

Bir devrin sonu

Bu cuma yavrularımızla buluştuk yine. Maşaallah gayet iyiler, toplam 3.5 kg olmuşlar. Yani yaklaşık 9 aylık bir tek gebelik boyutundayım. Tevekkeli yavaş yavaş zorlanmaya başladım. Daha da büyüyeceğimizi düşünürsek herhalde yakında oturmam kalkmam iyice zorlaşacak. Olsun varsın, onlar sağlıklı olsun da. Doktorum 5 hafta kalaya kadar çalışabileceğimi söyledi ama kocam bu hafta ayrılmamı istiyor. İlk zamanlarda ben de iznimi mümkün olduğunca doğum sonrasına aktarmak istiyordum ama artık çabuk yorulmaya başladım, çok ayakta kalmamaya çalışsam da hafta içi fakülteden geldikten sonra erkenden uyuyakalıyorum. Evde oturup dinlensem iyi olacak. Hem bebeklerimi riske atmaya da gerek yok. Oturur son hazırlıklarımı yaparım, yıkanmayan bebek giysilerini yıkar ütülerim. Oyalanacak iş bulurum nasıl olsa.

Bebeklerimin şekerleri bitti. Haftasonu kocam ve annemle beraber oturduk, kutuların içlerini doldurmaya başladık. Kutuların içlrine jelatin almıştım, yerlerinden oynamasınlar diye onları da silikon tabancasıyla kutu diplerine yerleştirdik, içlerine badem şekeri ve çikolata kaplı drajeler yerleştirdim. Kendim yaptığım için bana çok güzel geliyorlar. El emeğim göz nurum diye belki de. Bloga koymuştum resimlerini, bilmem beğenen oldu mu. 3 kişi birden çalışırken seri üretime mi geçsem acaba diye de düşündüm. Kuzguna yavrusu şahin görünür ya, kutularım da bana göre pek güzel.

Haftaya gidecek herşeyimi ayarlamam lazım. Giysiler, kitaplar, ıvır zıvırlar, gidecek pek çok şey var. Bu benim için bir devrin sonu demek. Evlendiğimden beri kadro problemi nedeniyle kendi evim ve ailemin evinde ikili bir hayat sürüyordum, bundan sonra kendi evimde olacağım. O yüzden ilk etapta pek çok şeyin kendi evime gitmesi gerekecek. Bir daha buraya gelmem ancak çocuklarla birlikte annemleri ziyaret etmek için olacak. İşte benim için bir devrin sonu dediğim şey bu. Kocamla çekirdek ailemizi oluşturmuş olacağız. Tüm bunları da düşündükçe çok heyecanlanıyorum. Bizim için çok güzel bir dönem başlıyor.

16 Eylül 2010 Perşembe

12-13 Eylül

Bu iki tarihin kimbilir kimler için ne önemi vardır. İlki herkes için oldukça kötü bir döneme ait, sonrasında da referandum yapılan zaman olarak tarihtekini yerini alacak mutlaka. Benim içinse bu iki tarihin bambaşka bir önemi var.

12 Eylül doktoramı verdiğim tarih. 13 Eylül ise doktoramın ertesi akşamı kafam rahat halde gittiğim Tarkan konserinin tarihi. Biletini hala fakültedeki odamda saklarım hatta. Ama artık bir anlamı daha var benim için 13 Eylül'ün, o da yardımcı doçentliğe atanma tarihim. Doktoramdan tam 7 yıl ve 1 gün sonra atamam yapıldı nihayet. Bebeklerim annelerine şans getirdi, bunun başka açıklaması yok. İnşallah babalarına da şans getirirler de o da benim gibi 7 yıl beklemek zorunda kalmaz.

(GeCeciğim, darısı sana aynı zamanda).

15 Eylül 2010 Çarşamba

30+1

30 haftalık hamileyim, inanasım gelmiyor bazen ama kocaman karnıma bakınca hemen inanıyorum. İyice büyüdüm artık. Fazla kilo almadığım için henüz burnum, yüzüm, kollarım şiş değil. Hala iyi göründüğümü söylüyor arkadaşlarım ama karnım aldı başını gidiyor.

Bebeklerim artık iyice hareketli oldular. Eskiden minik minik hissettiğimiz hareketleri kendilerinin de büyüyüp ağırlaşmaları nedeniyle daha şiddetli olmaya başladı. Ara sıra iç organlarıma bastırıyorlar, ay uy derken buluyorum kendimi. Çok güzel bir his ama, dileyen herkes yaşasın, tadını çıkarsın :)

Artık ağırlaşmaya başladım. Zaten dün itibariyle doğum iznine de hak kazandım. Eskişehir'deki doktorum hemen ayıracak beni, bakalım buradaki ne diyecek. Bu haftasonu öğreniriz herhalde. 1.5 hafta sürem var kendime ayırdığım, işlerimi toparlamam lazım kafamın rahat olması için. Maalesef iş açısından biraz sorunum var. Güzel giden bir projemiz vardı ancak bursiyer öğrencimiz yüksek lisansı bırakmaya karar verdi. Kalan 1.5 haftada yeni öğrenci bulup işi öğretmem lazım. Bakalım nasıl olacak.

Ne olursa olsun şu anda en önemli şey bebeklerim, öncelik onlara ait.

Bebeklerim artık sesleri iyice duyuyorlarmış. Klasik müzik, özellikle Mozart dinletmenin IQ üzerinde etkisi olduğundan bahsediliyor uzun zamandan beri. Ancak buna karşı anti-tez de var. Okuduğum bir kaç makalede Mozart etkisi diye birşey olmadığından bahsediliyordu. Hiç olmadı bebeği sakinleştirir klasik müzik diyorlar. O yüzden zorla dinlemeye çalışıyorum ama bir yandan da annelerinin daha mutlu olduğu müziği dinlemesinin bebekler üzerinde daha iyi etki oluşturacağını düşünüyorum. Nitekim bir doktorun görüşünü dinledim geçenlerde. "Klasik müziğin öyle bir etkisi yoktur" diyordu adam. "Suya dalın, dışarıdan size müzik dinletsinler, siz ne ne duyarsanız bebekler de amniyon sıvısı içinde ancak onu duyabilir" dedi. Benim de içim rahatladı böylece. Artık istediğim kadar rock, metal dinleyebilirim. Sonuçta bebeğin glob glob gibi anlaşılmaz şeyler duymasından ziyade annenin mutlu olması ve ona göre hormon salgılaması amniyon sıvısı bileşiminde daha etkili bence de. İlle de klasik müzik mi diyorsunuz? O zaman ben de Apocalyptica diyerek karşılık veriyorum. Yapabileceğimin en iyisi bu :)

12 Eylül 2010 Pazar

12 Dev Adam


Bizimkiler gerçekten de devleşti bu turnuvada. Reklamlar ilk çıkmaya başladığında "yine şişiniyoruz, havamızı almasak bari" diye konuşmuştuk kocamla. NTV reklamlarındaki oyuncuların konuşmalarından yapılan ama maalesef NBA'dan aparma olan şarkıya da gıcık olmuştuk ama zamanla ona bile kulağımız alıştı. İlk maçtan itibaren her maçı seyrettik ama bu geceki gibi bir heyecan hiç yaşamamıştık. Aradaki fark 8 olunca bu iş bitti, buraya kadarmış diye üzüldük, bizimkiler arayı kapadığında haydi aslanlar diye yerimizde duramadık. Son dakikaları Sırp takımı atak yaptığında bakamayıp kanalı değiştirerek geçirdik. Kanalı değiştirdik ama dayanamadık hemen sonra yine açtık. Hele o son 4 saniye yok mu? Kimsenin oturarak seyredebildiğini sanmıyorum. Bebeklerime zarar verecek olmasam yerimde duramayıp zıp zıp zıplayacaktım. 4 saniye bitip de hakemler son 0.50 saniye da oynatınca korktuk, maç bitip de finale çıkınca resmen ağladık. Herhalde fazla heyecandan bunum kanadı. Bu durumda yarınki maçı nasıl seyredeceğim hiç bilmiyorum. Şu anda dünyanın en iyi 2 takımından biriyiz, inanıyorum ki yarın da en iyi takımı olacağız. Olamasak bile sorun değil, yurtdışındaki yankılarımız yeter.

Diyorum ki, "Macera dolu Amerikaaaaaaaaaaa, Amerikaaaaa, maceraaaaaaaaaaaaaaaaaa".

10 Eylül 2010 Cuma

Bayram, kocam ve bebeklerim

Konu başlığındaki kelimeler birbiriyle alakasız gibi görünse de hepsini birbirine bağlayacağım merak etmeyin. Hatta ufak bir DIY bile olacak içinde.

Bayram kutlaması için biraz geç kaldım biliyorum. Biraz gecikmeli olsa da herkesin bayramının şeker gibi geçmesini diliyorum. Sonrasındaki referandumu da lütfen unutmayalım.

Bayram denince öncelikle akla gelen şeyler bayram temizliği ve bayramlık elbette. Bu sene bayramlık hususunda ne giyeyim derdim olmadı, giyebileceklerim sınırlı olduğu ve hamileliğimin son 2 ayını yaşadığım için yeni kıyafet almayı düşünmedim bile. Elbiselerimden birini giymeyi ve ve etrafta yürüyen çadır gibi dolanmayı planladım.

Giysi hususunu hallettik, sıra geldi temizliğe. İşte burada kocam devreye giriyor. Ben prensesler gibi otururken, sadece getir götür işlerini yaparken kocam bütün evi temizledi, sildi, süpürdü, inanmazsınız ama mutfak halısını bile sildi. O çalıştı ben yoruldum, o çalıştı benim uykum geldi resmen. Bu hamilelik döneminde bir kez daha aşık oldum kocama. Bu kadar şanslı bir kadın olduğum için bir kez daha şükrettim. Daha önce de yazdım ama bir kez daha yazacağım. Kocanın karısına ne kadar aşık olduğu hiç önemli değil, eğer içinden gelmezse yapmıyor kardeşim. Pek çok arkadaşım var hamile kaldıklarında kendilerine körkütük aşık olan kocaları hiçbir işin ucundan tutmayan.
Evlenmeden önce hiç iş yapmayan, yapsa da bir miktar söylenen kocam zamanla alıştı bu duruma ve hamileliğim süresince (önceki de dahil) prensesler gibi elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmadı desem yeridir. Kullanmayı pek sevdiğim "hayat müşterektir" lafını o kullanır oldu artık. Market dönüşü torbaların bir kısmını taşımak istesem "senin taşıdığın yük daha fazla ve önemli" diyor, evde gizli gizli ütü yapmaya vs. kalkışsam "senin yaptığın iş daha yorucu ve önemli, dinlen" diyor. Ben bu adama bir kez daha aşık olmayayım da ne yapayım. Bebeklerim de çok şanslı böyle bir babaları olduğu için. Şimdiden onları birlikte oyunlar oynarken, bebeklere mama yedirirken, altlarını temizlerken, banyo yaptırırken görür gibiyim. İlgili bir koca ve ilgili bir baba herkesin başına diyorum.

Bebeklerimizin hareketlerini hergün hayranlıkla ve şaşkınlıkla izliyoruz, karnımın üzerindeki dalgalanmaların, çıkıntıların ellere mi ayaklara mı ait olduğunu tahmin etmeye çalışıyoruz. Bebeklerimiz hareketlenmeye başladıktan sonra mümkün mertebe birlikte olabildik, böylece kocam da bu güzelliklerden mahrum kalmadı. Artık izin alma dönemim yaklaşıyor, ilk zamanlarda mümkün olduğunca çalışmaya devam edip iznimin büyük kısmını doğum sonrasına aktarmak istiyordum ama kocamın yanında olup dinlenmek daha iyi olacak galiba. Bebeklerimizi riske atamam.

Artık bebeklerin son hazırlıklarını yapmamız lazım. Çoğu şeyi tamamladık zaten, birkaç parça birşey kaldı sayılır. Bir de bebek şekeri var tabii. İşte tatlı kocamla anlaşamadığımız yegane husus bu. Şekerlerimizi kendim hazırlamak, bebeklerimiz için birşeyler yapmak istemiştim. Ne bileyim, anneniz sizi çok seviyor demenin bir yolu olarak görüyorum bunu sanırım. Kocam ise hem uğraşmamı istemiyor hem de "bebeklerimize cicili bicili şeker alamayacak mıyız ne yani" diye bana sitem ediyor. İkimizin de hayalleri ve istekleri bu konuda farklı anlayacağınız. Bebekleri ben taşıyorum diye herşey benim istediğim gibi olacak diye düşünüp prenseslik işini biraz abartttım, onun bu konuda bir fikri olabileceğini düşünmemiştim. Hepinizin huzurunda özür diliyorum kocamdan.

Sorunu şimdilik şöyle çözdük. Biliyorsunuz Eskişehir-Ankara arasında süren bir yaşamımız var. Ben Ankara ayağı için istediğim şekerleri hazırlayacağım, Eskişehir ayağında ise kocamın istediği olacak. Güzel bir anlaşma değil mi. Böylece işe koyuldum.

Önce organze kumaştan veya tülden minik keseler ya da kare kumaştan kurdeleyle büzülen bohçalar yapayım, içine şeker, çikolatalı drajeler koyayım, üstüne de silikon tabancasıyla aldığım minik pembe ve mavi şemsiyeleri yapıştırayım diye düşünmüştüm. Sonra çok basit geldi gözüme. Sonra aklıma geçen yıl bir blogda gördüğü DIY kutular geldi. Kimin yazdığını hatırlayamadığım için internetten araştırmaya başladım ve bir sürü kutu şablonu buldum. Ne değişik şekiller var inanmazsınız. Kapaklı bir kutu yapmaya karar verip malzemelerimi aldım. Malzemelerim resimde gördüğünüz gibi pembenin ve mavinin değişik tonlarındaki kartonlar, yine aynı şekilde ama desenli defter kapları, pembe ve mavi kurdela, makas, uhu idi. Önce denemeler yaparak uygun boyutları tespit ettim ve kapaklar 10 cm'lik, kutu tabanları 9 cm'lik kareler olacak şekilde kartonlarımı kestim ve minik kutularımı hazırladım. Üzerlerine kartonun tonuna uygun defter kaplarından ince şeritler kesip yapıştırdım. Böylece kutularım hazır oldu.






Kutuları organze kumaştan kestiğim karelerin içine koyayım, kurdeleyle büzeyim dedim ama olmadı. Kumaşın kenarları çok kötü tirfillendi, kenarlarına sürfile yapsam çirkin duracaktı, ayrıca ne kadar ince kumaş olsa da içindeki kutular pek iyi görünmüyordu. Kumaşları bebekler için başka yerlerde kullanılmak üzere kaldırım ve kutuları kurdeleyle bağlamaya karar verdim. Oldu olacak isimlerini de yazayım üstlerine dedim ve minik kartonlara isimlerini bastırıp delgeçle uçlarından delik açıp kurdeleye geçirdim. Sonuçta ortaya çıkan şey şunlar oldu (İsimleri karaladım, kusura bakmayın, sadece baş harfleri bıraktım :) ). Yaklaşık 100 tane kutum hazır. İçlerine koymak için şeffaf jelatin de aldım ki çikolatalar kutuyla temas etmesin. Döndüğümde drajeleri içlerine yerleştirip kurdelelerle bağlayacağım.
Sadece akşamları yapabildiğim için tamamlanmaları biraz uzun sürdü ama büyük zevk alarak yaptım. Tek başlarına birşeye benzetemezseniz de bir sepet içine koyduğumda bir arada çok hoş duracaklarına inanıyorum. Bana ilham veren blogger arkadaşıma çok teşekkür ederim bu vesileyle. İsimlerinin altında doğum tarihlerini de yazmak isterdim (nikah şekerlerinde olduğu gibi) ama bilemediğim için yazamadım, sadece Ekim 2010 veya Kasım 2010 yazmak da saçma olacaktı. Olmazsa kendime birer tane ayırır, onların altına yazarım tarihleri bebeklerim doğduktan sonra.
Çok uzun bir post oldu, sabredip okuyan herkese teşekkür ederim.

7 Eylül 2010 Salı

Ücretsiz mi? Peh

Televizyonlarda bir süredir Gülse Birsel'li Turkcell reklamları var biliyorsunuz. Biz kocamla pek hoşlanmadık, tiplemelerini itici bulduk herhalde ondandır. En son reklamında ücretsiz servislerden bahsediliyordu. Herhalde diğer operatörlerle yarışabilmek için Turkcell böyle bir ücretsiz servis koymuş dedik (yoksa hayatta yapmaz biliyoruz). Hamileler için olan bebek paketini görünce abone olmak istedim.

Önce eşim abone oldu, ona hitap eden yegane paket NTV Haber paketiydi. Mesaj atıldı, gelen mesaja cevap olarak istenen paket seçildi ve beklenmeye başlandı. Ben sanıyorum ki sms olarak o günkü önemli haberler konu başlıkları olarak gelecek. İlk mesaj U2'nun konseriyle ilgiliydi ama haber vermekten ziyade bir link veriyordu. Linke tıkladığımızda internet aracılığıyla video haber içeren siteye bağlanmaya başladı telefon. Kocamın telefonu wi-fi ile de bağlanabildiği için sorun değil dedik ama kısa bir süre sonra wi-fi ile bağlanamadığımızı, 3G ile Turkcell internet üzerinden bağlanmamızın gerektiğini belirten bir mesaj aldık. Diğer paketler de böyle midir bilmiyorum ama muhtemelen öyledir diye kendi aboneliğimi başlatmaktan vazgeçtim. Yani Turkcell ücretsiz servis sunduğunu söyleyerek bir kez daha insanları kandırıyor. Ücretsiz olan bu hizmete ancak internet bağlantısı için çatır çatır para vererek ulaşabiliyorsunuz. Ne diyeyim bravo.

En komiğime giden de şu. Turkcell'de indirimli 30 mesaj paketine üyeyim. 3 liraya ayda 30 mesaj atıyoum. Çok mesaj atmadığım için bana yetiyor. Bir süredir bana "bu paket yerine 11 liraya 300 mesaja geçin" diye mesajlar yolluyor Turkcell. Avea'nın ayda 9 liraya Avea içi 10000, Avea dışı 1000 mesaj verdiği bir paket varken bunlar benimle dalga mı geçiyor, salak yerine mi koyuyor? İnsan hiç mi diğer operatörler ne yapıyor diye bakmaz, kendi paketini hiç mi diğerlerine göre ayarlamaz? Halen müşterimizken kazıklayalım zihniyeti herhalde.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Eylül'e de girdik

Sonbahara resmen girmiş bulunuyoruz. Yapraklar sararmaya ve dökülmeye başladı. Kısa süre sonra havalar iyice serinleyecek. Havanın serinlemesini sıcaktan bunalıp geceleri uyuyamadığım dönemlerde herkes gibi ben de çok istiyordum ama gerçekleşmeye başlayınca o kadar da iyi bir şey olmadığını farkettim. Ayaklarımın şişlikleri biraz ineceği için memnunum, kendimi Shrek'in karısı Fiona gibi hissediyorum resmen Ama havanın soğumasıyla birlikte tüm yaz boyunca hayatımı kurtaran terliklerimi giyememeye başlayacağım. Giymeye devam etsem ayaklarım üşüyecek, yağmurda ıslanacak. Yerlerine ne giyeceğim diye kara kara düşünmeye başladım şimdiden. Eski ayakkabılarım kesinlikle olmaz. Yeni bir şey alsam ne alacağım? Rahat giyilebilen ve çıkartılabilen birşey olmalı. Babet türü bir şey kesinlikle giymem, giyemem, nefret ediyorum babetten. Belki bağcıklarını çözmeden spor ayakkabısı giyip çıkartabilirim. Bir ara deneyeyim.

Sonbaharın gelmesi fakültenin de açılması demek. Ben ortalarda olmayacağım bir süre ama yine de yeni öğrenciler, yeni heyecanlar demek. Gerçi bu sene üniversite sınavı sonuçlarının da sms aracılığıyla dağıtıldığı ortaya çıkmış. İyice laçkalaştı bu işler, kimse hakkına razı değil. Bakalım daha neler göreceğiz.

Sonbaharın gelmesi ayrıca saatlerle ileri geri oynama vaktinin de gelmesi demek benim için. Hava yine erkenden kararak ruhumu karartacak. Öff.

Ama sonbaharın gelişinin bir de güzel yanı var ki, o da bebeklerimi kucağıma alacak olmam. O yüzden bu sonbaharı diğerlerinden daha çok seviyorum :)

4 Eylül 2010 Cumartesi

U2 da kimmiş?

Bugünkü Milliyet gazetesinde U2 hakkında bir haber vardı, belki okuyanlarınız olmuştur. Konserin yapılacağı stadın çevresindeki esnafla konuşup görüşlerini alalım demişler. Görülen o ki milletin haberi yok. Haydi diyelim ilgilenmiyorlar bu tarz bir müzikle, yine de insan böyle büyük bir organizasyonun oradan yapılacağından haberdar olmaz mı? İlgi ve zevk meselesi diye çok fazla yorum yapmayarak gazetedeki görüşleri sizlerle paylaşıyorum.

Sokak Pilavcısı: Ben böyle bir konser duymadım ama madem çok kişi gelecek 6 Eylül'de oradayım. İyi ki söylediniz, üç kilo daha pirinç alayım öyleyse.

Telefon bayii: 6 Eylül'de büyük bir konser olacak burada. Duyduğuma göre Shakira gelecekmiş. Uzun zamandır burada bir konser verileceği konuşuluyordu. U2 diye bir isim duymadım. Ben Shakira'yı bilirim. Konsere gidenlerin bize bir faydası yok. (En azından birşey olacağından haberi var. Kıllı kıllı adamları ne yapsın, Sharika'yı bekliyor).

Emlakçı kadın: Belediyenin düzenlediği bir etkinlik diye tahmin ediyorum. Statta toplu iftar yemeği var sanırım Ben hiç U2 diye bir isim duymadım. Büyük bir konser olsaydı mutlaka haberimiz olurdu. (Ay dayanamayacağım, daha büyük ne olabilir merak ettim şimdi.)

Tekel bayii: Konserden filan anlamam. Ben ahiret işleriyle uğraşıyorum. Ayrıca ben şimdi konser günü birşeyler satmak için stada girsem beni orada barındırmazlar. Artık her taaf mafyalaşmış. Hiçbir şey satamam orada. O yüzden konserin bana hiçbir yararı yok. (Bu amca Tekel bayii olarak nasıl ahiret işleriyle uğraşıyor merak ettim. Bira, rakı alan cehenneme gidecek, benim de bu işe katkım var mı demek istiyor, çözemedim bir türlü).

Dediğim gibi herkesin ilgi konusu farklıdır, herkes benim gibi konsere gidemediği için üzülecek değil ya.

2 Eylül 2010 Perşembe

Söylemeyi unuttum

Muhteşem diyetisyenim ve arkadaşım Banu (Topalakçı) her çarşamba Ankara'daki Max FM'de radyo programına başladı. Ankara'dakiler 98.5 frekansından takip edebilir, Ankara'da değilim diye üzülenler www.maxfm.com.tr adresine girerek internet üzerinden dinleyebilir. Her çarşamba 8:30-9 arasında radyo-internet başına.

Gerçi ilk programı saati yanlış hatırlayarak kaçırmış bulunan bir kişi olarak utanç içindeyim şu anda. O saatte fakültede olmama rağmen lab.a git gel derken odama geçip internet radyosunu 9'da açınca progamı kaçırmış oldum.

Ben unuttum siz unutmayın!

1 Eylül 2010 Çarşamba

Geçen günden kalan konu başlıkları

Geçen günden kalan konu başlıklarına geri dönelim. Balkondaki çirkin şeyler büyümüş, uçmayı ne arada öğrendilerse öğrenmiş ve anne-babalarıyla beraber uçup gitmişler. Kocam gitmeden önce son 1-2 fotoğraflarını çekmiş. Gördüğünüz gibi gayet güzel genç birer güvercin olmuşlar. Anneye benzediklerini de eklemeliyim, baba alacalı, koyu renkliydi, bunlar benden değil dese yeridir yani. :)

Haftasonu eve gittiğimde belki gelmişlerdir diye bakındım ama pazar gününe kadar gelen giden olmadı. Pazar günü balkonda dolanan 1-2 kuş gördüm. O zaman fotoğraflarını görmemiştim, yumurtlamak için yer bakan başka kuşlar diye düşündüm, kovaladım. Az sonra babalarını yanlarında görünce tamam dedim, bizimkiler el öpmeye gelmişler. Bir daha da görüşmedik zaten. Hemen balkonu toparlamaya giriştim. Mahvolmuş durumdaki saksıları direkt çöpe yolladım. Kurtarma ihtimalim yoktu çünkü, bunların pisliklerinden midir nedir saksılar minik minik böceklerle kaynıyordu resmen. Hemen çöpe yolladım, kendimi fazla zorlamadan kaba pislikleri attım ve gerisini kocama bıraktım. O da önce neden uğraştın diye bana fırça attıktan sonra güzelce bir yıkadı balkonu, tertemiz, pırıl pırıl, oturulacak hale getirdi. Bir güvercin maceramız daha böyle sona erdi. Bir daha olmasın ama lütfen, yeterince hevesimizi aldık.


Gelelim Ankara Arena'ya. Yolumun üzerinde olduğu için inşaatın her aşamasını görmüştüm, yetişeceğinden pek emin değildim ama yaptılar, yetiştirdiler. Fotoğraf pek iyi değil, trene giderken etrafa çaktırmamaya çalışarak çektim, bir de gelen geçen arabaların engel olması derken ancak bu görüntü çıktı ortaya. Elektrik direklerine ellerinde top olan oyuncu maketleri yerleştirmişler. Kızılay'da bile var hatta. Hoşuma gitti benim. Yakından da çekmiştim ama bulanık olmuş, kusura bakmayın. Ayrıca ana güzergahlarda 3 yüzü olan panolar hazırlamışlar. Aşağıdaki fotoda panoların bir yüzündeki maskotumuz "Bascat"i görüyorsunuz. Pek yaratıcı bir isim değil ama uymuş işte bir şekilde. İlk maçta bomboş salonu görünce diğer illere oranla Ankara seyircisi adına utanmıştım, neyse ki sonraki maçlarda tam olarak dolunca milletin Fildişi Sahili maçına önem vermediği için gitmediğini anlamış bulundum. Dün akşamki Yunanistan galibiyeti için helal olsun çocuklara. Darısı Porto Riko maçına.


Son başlığımıza gelelim: U2

5 gün sonra konserleri var İstanbul'da, gidebilecekleri öyle kıskanıyorum ki. Yıllardır severek izlediğim bir grup taa buralara kadar geliyor da ben gidemiyorum, kötü bir durum aslında ama çok önemli mazeretlerim var ne de olsa. Gelecekleri haberi ilk çıktığında hamile değildim, ama umudum vardı. Biletler satışa sunuldu dendiğinde "hamile olurum belki o zaman, bilet almamalı" diye düşünmüştüm. İleride çocuklarıma "onlar konsere geldiğinde ben size 7 aylık hamileydim" diye anlatırım artık. 3D konserlerini seyretmiştim sinemada, onunla idare edeyim artık.