26 Kasım 2012 Pazartesi

Olaylı yurtdışı kongremiz - 3 ve Pazartesi şarkısı 27

Haftasonu ev işleri açısından oldukça verimli geçti. Kocamla uzun süredir yapmamız gereken işleri hallettik, eski eşyaları elden geçirdik, yazlık kışlık ayrımı yaptık, yine bir sürü giysiyi birilerine verilmek üzere ayırdık. Bebeklerimizin küçülenlerini de tekrar elden geçirdik (daha önce Van'a da göndermiştik ama ikiz olunca çok birikiyor nasıl olsa), yetiştirme yurdundaki kardeşlere götürmek üzere güzelce tasnifledik.

Blogumdaki biriken yorumları da yayınladım, cevapladım, takip ettiklerim listeme eklemeler yaptım. Akademik açıdan verimsiz geçti ama olur öyle, hafta içi açığı kapatırım.

Gelelim yazımızın son bölümüne.

Budapeşte uçağındaydık en son. En son bilet karmaşasından sonra "demek ki Macaristan'a gelmemiz, Budapeşte'yi görmemiz gerekiyormuş" diyorduk. Hala da aynı fikirdeyim. Daha önce buraya gelen bir arkadaşımdan bir gün içinde nerelere gidebileceğimiz hakkında bilgi de almıştım ama pek olmadı, neyse.

Uçaktan indik, bavulumuzu beklemeye başladık. Bavulunu alan gitti, bant durdu. Biz aval aval etrafa bakınırken bant tekrar çalışmaya başladı. Oh neyse ki dedik ama bizim bavul yine gelmedi. Bizim gibi bekleyen birkaç kişiyle birlikte öylece kalakaldık. Çelebi Yer Hizmetlerine gidip bavulumuzun gelmediğini bildirdik. Çok sık olan birşeymiş meğerse, İstanbul'da kalmıştır, yarın sabahki uçakla yollarlar merak etmeyin dediler. Form doldurduk, kaldığımız otelin adresini yazdık ve elimizi kolumuzu sallayarak havaalanından çıkıp otelimizin yolunu tuttuk. Yapacağımız başka birşey de yoktu zaten. İnternetten takip edebileceğimiz bir adres ve numara verdiler. 

Otelimize gidip onlara da durumu anlattık. Meğer onlar da duruma aşinaymış, "gece 3'te bile geldiği oluyor, gelince sizi uyandıralım mı" diye sordular. Bunu da duyunca içimiz daha da rahatladı, bavul için endişelenmeyi bırakıp kendimizi Budapeşte gece hayatına attık.

Ertesi sabah uçağın geliş saatinden itibaren hem telefonla Çelebi yer hizmetlerini aramaya hem de internetten bakmaya başladık duruma. Ama bavulumuz sabah uçağından çıkmadı. İnternette bavulun yeri henüz bilinmemektedir gibi bir ifade de görünce iyice telaşlandık. Telaşla Budapeşte havalimanını, Türkiye'de İzmir ve İstanbul kayıp bagajı, orayı burayı ara derken bir sürü telefon görüşmesi yapmak zorunda kaldım. Nasıl olsa kart alır telefon ederiz diye yurtdışı konuşma paketi de almamıştım işin kötüsü. Bavul belki akşam uçağıyla gelir diye kendimizi avutalım dedik ama internetteki "bavulun nerede olduğu hala araştırılıyor" yazısı yüzünden midemiz bulanmaya başlamıştı. İşin kötüsü ertesi gün Graz'a gitmek üzere trene binmemiz gerekiyordu. Biz yola çıkana kadar gelmesini umut ederek kendimizi yine dışarıya attık ama kafanız başka yerdeyken bir yerleri gezip görmeye çalışmak da pek verimli olmuyor. Üstelik bir dımdızlak ortada kalma durumu vardı. Herşeyimiz bavulda kaldığı için iç çamaşırından diş macununa kadar aklınıza gelen herşeye ihtiyacımız vardı, üzerimizdeki giysiler de kirlenmeye başlamıştı. Çaresiz tarihi yerleri gezmek yerine kendimizi alışveriş yapmak için mağazalara attık. İnsan bavul gelir umudu taşıdığı için fazla birşey de almak istemiyor ama almanız da gerekiyor, çok değişik bir durum. 

Bir de süpermarket gibi birşey bulamadık Budapeşte'de. Zor bela bir yerde bulduk da akşamüstü diş macunu, diş fırçası falan alabildik. Serinleyen gece için hırka, kirlenen tişörtlerimizin yerine idare eder tişört falan derken akşamı bulduk. Bavul hala gelmemişti. Yine bir sürü telefon görüşmesi yaparak yeni adresimizi bildirip bavulumuzun Graz'a geleceğini ümit etmeye başladık.

Budapeşte kısmı neyse de Graz'da kongreye katılmam, bunun için de biraz daha turist gibi görünmeyen şeyler giymem  gerekecekti. Ama bavul akşam uçağıyla da gelmedi ve biz ertesi gün yine elimizi kolumuzu sallayarak bizi Graz, Avusturya'ya götürecek trene bindik. Durumun  tek güzelliği bizi yavaşlatacak bir bavulumuzun olmamasıydı. Graz'daki otelimizi bavul taşımak sorun olmasın diye istasyon yakınından seçmiştik, gerek yokmuş bu durumda :)

Sonuç olarak bavul Graz'a gelmeyince biz artık deodoranttan yüz kremine, iç çamaşırından kazağa, makyaj malzemesinden tıraş malzemesine, pantolondan aklınıza gelecek her türlü ıvır zıvıra kadar pek çok şey almak zorunda kaldık. En kötüsü de yanımızda reçete falan olmadığı için kocama tansiyon hapı alamadık, sadece ağrı kesici alabildik eczaneden.

5. güne girmiştik ki müjdeli haber geldi, bavulumuzu bulmuşlardı. Bir öğleden sonra otelimizde bulduk kendisini. Bu arada biz ekstra aldığımız giysiler vs için küçük bir bavul daha almıştık zaten. Graz'dan Viyana'ya iki bavulla döndük ve oradan da Türkiye'ye. (Gezip gördüklerimizi bilahare yazarım, bu yazıyı şişirmeyelim). 

Sonuç olarak alışveriş yapacaksanız engin bilgimle yardımcı olabilirim sizlere. :)

Zaten bir uçak bileti zarardaydık, bir de bunlar tuz biber oldu. Kimle konuşsak THY'nin bunu hep yaptığını, bavulumuz bulunduğu için şanslı olduğumuz söylendi. Sonuçta kabaran kredi kartı ekstresi, 370 TL gelen cep telefonu faturası ile atlatmış olduk. THY'den tazminat isteyin diye akıl verdi pek çok kişi. Zaten görüştüğüm yetkililer günlük 50  dolar verebileceklerini söylemişti ama benim yaptığım harcamayı karşılamıyordu tabii (iç çamaşırından kazağa kadar aklınıza gelecek herşeyin masrafını (üstelik yurtdışında oldukça da pahalı) 2 kişilik olarak siz hesaplayın.

Neyse ki aklıma kredi kartımın sigorta özelliği gelmişti. Miles and Smiles kartım yenilendiğinde ekinde bir kitapçık gelmişti, üşenmemiş okumuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla bir gecikme sigortası mı ne olacaktı. Web sayfalarına girip kontrol etmiştim, platinum  kartım olduğu için (aidatı daha yüksek diye platinum'a çevirdiler diye hayıflanmıştım ben de) bagaj gecikme sigortam varmış meğerse. Saat başı 80 Euro olmak üzere en fazla 12 saate kadar ödeme yapıyorlarmış. Bu durumda 960 Euro almaya hak kazanmış oluyordum. Ama uçak biletlerinin veya otel konaklamalarının tamamının Miles and Smiles kartıyla ödenmesi gerekiyormuş. Hemen İstanbul'u arayıp durumu teyit ettirdim, ama görüştüğüm hanım bagajın mutlaka gelmesi gerektiğini ve buna ilişkin yazılı bir belge almam gerektiğin, bavul kaybolursa sigorta kapsamına girmeyeceğini ısrarla vurguladı. O yüzden bavulumun 5. gün gelişine pek sevindik. 

Türkiye'ye dönünce hemen gerekli evrakları toparlayıp sigorta şirketine yolladım, sonrasında durumu takip ettim ve en nihayetinde geçen hafta belirtilen paraya kavuştum. Şişen kredi kartımızı bir nebze olsun ferahlatabildik böylece. 

Sonuç olarak çok süründük, sefil olduk, moralimiz bozuldu ama hayır görünende şer, şer görünende hayır vardır dedik. 

Bundan sonra ne yapacağız? Bavul yine bir yerlerde kalsın da geciksin diye dua edeceğiz ve tansiyon ilaçlarımızı vs. yanımızdaki çantaya alacağız.

Siz de kredi kartınızın kapsadıklarını bir elden geçirin bence, haklarınızı vs. öğrenin.  Ne zaman nerede gerekeceği hiç belli olmaz değil mi?

Pazartesi şarkımız mutlulukla ilgili birşey olsun. REM'den Shiny Happy People 



23 Kasım 2012 Cuma

Ortaya karışık

Bugünü ve haftasonumu blogumun bitmeyen işlerine ayırdım. Kongre yazımın devamı ve sonu için pazartesini beklemeniz gerekecek yani. Bu aralar resmen aylardır bekleyen yorumlarınızı yayınlayıp cevap yazacağım. Yani eğer yorumlarınız için "bana mail ile bildir" gibi birşey işaretlediyseniz ve birden bire posta kutunuza aylar önce yazdığınız hatta yayınlanmadığı için yazdığınızı bile unuttuğunuz yorumlar ve cevapları gelirse şaşırmayınız, ferulago nihayet çalışmaya başladı.

Dün tartım geldi, moralim bozuldu. Meğer benim eski tartım yarım kilo eksik tartıyormuş (belki de daha fazla). Bu tartım süper, yaş, cinsiyet ve boyunuzu giriyorsunuz, size yağ, kas, su oranını ve günlük almanız gereken kalori miktarını veriyor. Diğer dandik tartılar gibi mi acaba diye düşünmüştük ama tartı üzerinde hamilelerin ve kalp pili olanların kullanmaması gerektiği şeklinde bir uyarı var, gerçekten de bir elektrik akımı veriyor demek ki vücuda. İlgilenenler için kendisi Fakit Terro. Ben hizlial.com'dan 67 liraya almıştım, şu anda aynı yerdeki fiyatı 76 olmuş, hepsiburada.com'da ise 89 lira. Belki daha ucuza da bulabilirsiniz.

Tartı ararken bir de bluetooth bağlantılı bir tartı görmüştüm. Bluetooth sayesinde kilonuzu ve diğer bilgilerinizi direkt olarak bilgisayara gönderip oradaki programda size kilo verme programı vs. falan yapıyormuş. Gereksiz buldum kendisini, çok da pahalıydı, benim yavrular ortalarda kıracak eşya ararken almaya da gerek duymadım.

Bu nedenle kilo girişimi yine pazartesiye bıraktım. Dikkat ettiğini sanıp sonrasında kilo verememiş olduğunu görmek çok sinir bozucu, 2 gün daha izin verin bana (belki bu arada veririm 1-2 gram daha ) :)

Cuma gününü slow bir şarkıyla kapatalım, haftanın yorgunluğuna ve rehavetine uygun olsun. Yine eskilerden geliyor.  Dokken - In my dreams





22 Kasım 2012 Perşembe

Olaylı yurtdışı kongremiz -2

Kilom hakkında hiçbir güncelleme yapamadım biliyorum. Dikkat etmediğimden değil, tartılamadığımdan. Evdeki dijital tartıma bir haller oldu. Her çıktığımda farklı birşey söylüyor, 5-10 kez çıkıp ortalama almam gerekiyor neredeyse saçma sapan şekilde. Pili bitiyor olabilir ya da çocuklar oradan oraya taşıyıp çat çut yerlere vurdukları için kafayı yemiş olabilir. Neyse, sonuç olarak yeni bir tartı aldık internetten. Yağ-su-kas oranını söyleyenlerden ve kalori hesabı yapanlardan. Ama tedarik süreci çok uzun sürdü, ben de bu yüzden aksattım. Bu aralar gelir ben de kendimi bilmeye başlarım sanıyorum.

Gelelim yazı dizimin ikincisine. En son aklımıza birşey geldi demiştim. Madem Viyana'ya birlikte gidemiyoruz, o zaman birlikte gidebileceğimiz ve Viyana'ya yakın olan bir yere gidelim, oradan trenle geçelim dedik. Bratislava en yakın yerdi ama THY uçuşu yoktu. Biz de Budapeşte'de karar kılıp hemen bilet araştırmaya başladık. Hatta ben diyordum ki nasıl olsa benim biletim var, İzmir'den İstanbul'a giderim bu biletle. İstanbul'dan Viyana uçağına binmem, onun yerine Budapeşte'ye tek bilet alırım, dönüşte de normal planımızda olduğu gibi Viyana'dan binerim. Hem o biletim tamamen yanmayacaktı, hem de daha az zararla kapatabilecektim. Öncesinde dilim yandığı için bu sefer müşteri temsilcisine danışayım dedim - iyi ki de demişim. Eğer biletimle Viyana'ya gitmezsem off-load durumuna düşüyormuşum, sistem Viyana'ya giden uçakta olmadığım için dönüş uçağına binmeme izin vermiyormuş. Viyana'ya başka şekilde ulaşmam önemli değilmiş, bilet kuralları gereği durum böyleyken böyleymiş. Elim bir kez daha böğrümde kaldı resmen. Kocam da "eehhhh, yeter ama, yak o bileti boşver gitsin, al yeni bilet Budapeş'te üzerinden" dedi. Bu sefer de kocama refakatçi bileti bulamadım yine. Artık iyice içim şişmişken bari kendime ücretsiz bilet almaya çalışayım dedim. Son durum itibariyle yaktığım biletin İzmir-İstanbul bağlantısını kullandım, gerisini boşverdik, İst-Budapeşte için yeni bir bilet aldım, dönüşümü de Viyana'dan ücretsiz biletle (vergi ödeyerek) ayarladım. Neyse ki Budapeşte biletleri daha ucuzdu ve dönüşte de kampanya vardı (yine iade edilemeyen bilet olarak). Bu sefer kesin gideceğiz diye aldım iadesiz bileti, olsun varsın artık dedim. Yine de olabilecek en az zararla kapatırız belki durumu diye sevindim. Budapeşte'den Graz'a tren bileti aldım. Hayatım hızlı trende geçiyor zaten, burada da hızlı trene binecektik, ne güzeldi. Artık gitmeye hazırdık.

Arabaya atlayıp çocukları Dikili'ye annemlere bıraktık. Denize gireceğiz diye kafaya koymuştuk, şansımıza çok soğuktu ama yine de girdik. Ertesi gün ağbim bizi Aliağa metro durağına bıraktı, oradan havaalanına geçtik, yurtdışı çıkış harçlarımızı yatırıp biletlerimizi bastırdık. Benim Viyana uçuşunu iptal edip Budapeşte'ye çevirdiler. Bavulumuzu yollayıp yanımıza sadece fotoğraf makinesi çantamızı ve posterlerimizin olduğu bazukayı alıp uçağa bindik. 

Atatürk Havalimanındaki free shop'u bilirsiniz, Ankara'nın esamesi okunmaz onun yanında. Oh oh oh, uçak saatine kadar gezer dolaşırız, kocama yıllardır ballandıra ballandıra anlatırdım, nihayet gösterme imkanım da olacak derken bir türlü İstanbul'a inemedik. Tören uçuşları varmış (ne töreniyse artık, 30 Ağustos olsa anlarım), iniş için sıra bekliyormuşuz. Tekirdağ taraflarında tur ata ata bir hal olduk, nihayet Budapeşte uçağının kalkışına kısa bir süre kala inebildik. Free shop gezintisi de yalan oldu tabii. Uçağa binmek üzere otobüse bindiğimizde hala vaktimizi harcadıkları, bizi free shop'tan mahrum ettikleri için somurtuyordum.

Keşke tek derdimiz bu olsaydı. Daha çekeceğimiz varmış :)

3. ve son yazıda buluşalım

18 Kasım 2012 Pazar

Çamaşırcı geldi hanıııımmmmm ve Pazartesi şarkısı 26

Pek heyecanlıyım bugün. Sabahtan KPDS sınavına girdim ama heyecanımın nedeni bu değil. Sınavdan sonra çocukları anneme emanet edip Espark'a gitmeye karar vermiştik kocamla. Çamaşır makinemi artık değiştirmek istiyordum, bir miktar araştırma yapmıştım zaten ama bir de gidip MediaMarkt'a bakalım demiştik. Şu anda kullandığım makinem Vestel. Evlenirken almıştık, en alt modelin bir üstüydü yanlış hatırlamıyorsam. Çok uçmayalım, ihtiyacımızı görsün yeter demiştik ama zaman içinde ihtiyaçlar değişiyor elbette. Makinem dijital ekranlı değil, bu nedenle kalan süreyi falan göremiyorum, özellikle evden çıkmamız gerektiğinde ne kadar beklememiz gerektiğini bilmemek gıcık ediyordu insanı. Ama bu çok da önemli bir sorun değil tabii. Çalışacağı saati ayarlayabildiğim, böylece işten geldiğimde çamaşır yıkamak yerine ben yokken yıkanan çamaşırları asabilmek isterdim mesela, ama bu da çok önemli bir eksiklik değildi, idare ediyordum.

Asıl sorunlardan biri makinede çocuk kilidi olmamasıydı. Özellikle oğlum vııınnn makinesine pek meraklı, tuşlara basmak düğmeyi çevirmek çok hoşuna gidiyor. (Bulaşık makinesi ise her ikisinin ilgi alanı, onu da değiştirmek gerekecek anlaşılan). Bundan başka asıl önemli olan husus elektrik faturasının oldukça yüklü gelmesiydi. Çocuklar büyüdükçe kirlenen çamaşır, örtü, çarşaf, giysi vs. de doğru orantılı olarak artıyor. Haftasonları en az 3 posta çamaşır yıkıyorum. Bu durumda makineyi tasarruflu bir modelle değiştirmekten başka şansımız da yok gibiydi. Tabii bir de bu çamaşırların vs. ütülenmesi var. Ütümden de memnun değildim. Tefal almıştım evlenirken, bir kere bozuldu, tamire gitti. Çok fazla su tüketen, çok iyi ütülemeyen bir üründü maalesef. Önce onu değiştirdim, Braun Texstyle aldım. Gönlümde buhar kazanlılar vardı ama çocuklardan kurtaramam diye normal bir model olsun bari dedim. Neyse, gidip makineleri inceleyelim dedik. Aklımda Samsung'un ecobubble özellikli modeli vardı. %70 tasarruflu, seramik rezistanslı, elmas kazanlı bir model beğenmiştim. Fiyatı da oldukça uygundu. Gittik görüştük, özelliklerini dinledik, diğer Samsung modelleri ve diğer markalarla karşılaştırdık, yine de şimdi almayalım, biraz daha sonra alalım derken 3 ay ertelemeli 10 ay taksit yaptıklarını duyunca haydi alalım da tasarrufa bir an önce başlayalım dedik. Sonuç olarak makinem yarın gelecek. Kurulumu da herhalde öbür gün falan olacak. Haftasonu 3 posta yıkamıştım zaten, bir de bugün eve dönünce yıkayayım diyordum ki yeni makinemi beklemeye karar verdim. Bakalım nasıl yıkayacak. Çok heyecanlıyım :)

Bugünün şerefine pazartesi şarkısı erken gelsin bari. Geçen haftayı Marilyn Manson ile açmıştık, yine ondan devam edelim diyorum. Depeche Mode'un pek sevdiğim bir şarkısını cover yapmışlar, bakalım siz nasıl bulacaksınız. Personel Jesus.



15 Kasım 2012 Perşembe

Olaylı yurtdışı kongremiz 1 - bir de perşembe şarkısı olsun haydi

Hayır görünende şer, şer görünende hayır var derler ya, çok inanırım bu lafa. Umarım hep iyilerle, iyiliklerle karşılaşırız derim hep. Bugünkü yazım tam da bununla ilgili.

Geçen Eylül ayında Graz, Avusturya'da yapılacak bir kongreye katılacaktık, yazmıştım daha önce belki hatırlarsınız. Yine aynı yere 2007 yılında kocamla gitmiş ve pek beğenmiştik. Çok sakin, düzenli, Viyana'nın keşmekeşine ve turist kalabalığına sahip olmayan çok güzel bir şehirdi. Viyana'ya kadar uçakla gidip orada trenle Graz'a geçmiş, tren yolculuğunun tadını çıkarmış, dağlarda Heidi'yi aramıştık gözlerimizle.

Aynı yerde bir toplantı daha yapılacağını öğrenince katılım paramızı yatırdık, sunumlarımızı hazırladık ve geçen sefer çok vakit ayıramadığımız ve yağmur-soğuk nedeniyle donduğumuz Viyana'da biraz daha vakit geçirebilmek için ayarlamalarımızı yapıp uçak bileti almaya giriştik. Gerçi çok önemli bir değişiklik vardı artık, 2007'de kocamla elimizi kolumuzu sallayarak gitmiştik, ama bu sefer dünya tatlısı miniklerimiz vardı. Çocukları annemlerin yazlığına bırakmaya karar verdik, zaten başka çaremiz de yoktu. Arabayla yavrularımızı bırakıp geri dönecek ve Ankara üzerinden Viyana'ya gidecek, dönüşte yine çocukları almaya gidecektik. Nasıl yapsak etsek derken ağbim dedi ki "niye gel git yapacaksınız, hem yorgunluk hem de boşuna benzin parası, Viyana'ya İzmir'den gitsenize". Çok mantıklı geldi bize, Dikili'den bizi Aliağa'ya metroya bırakacaklar, biz de Adnan Menderes havalimanına kadar paşalar gibi gidecektik. Böylece hem vakit kaybı az olacak, hem yavrularımızı daha az süre bırakmış olacaktık, benzin tasarrufu da cabası tabii.

Hemen uçak bileti ve otel ayarlamaya giriştim (Temmuz sonu oluyor bütün bunlar). Miles and Smiles kredi kartım var, topladığım puanlarla ya kendime ücretsiz bilet alırım ya da eşime refakatçi bileti, sadece vergiyi cepten karşılar uçarım (uçardım). Bu sefer de böyle yaptım, puanım ancak refakatçi biletine yettiği için önce kendime bilet aldım. Ve işte aksilikler silsilesi başladı. Çok masrafımız olacak, ucuz olsun bari diye ekonomi bileti aldım kendime, yani şu değiştirilemeyen, iade edilemeyenlerden. Sorun olmayacağından eminim ya nasıl olsa. Hemen akabinde kocama bilet almaya çalıştım ama öğrendim ki bilet yok. (Bilmeyenler için Miles&Smiles uygulaması şöyledir: Diyelim Ankara-Viyana uçuşu yapmak istiyorsunuz. Sınırlı sayıda düşük puanlı bilet ayırırlar, mesela 18000 puan. Bu koltuklar bitmişse ancak yer garantili koltuk alabilirsiniz, bunun için de 32000 puan gibi daha yüksek bir puan harcamanız gerekir.) Sınırlı sayıdaki koltuk bittiği için diğerinden almak zorundaydım, puanım yoktu ama sorun değildi, nasıl olsa avans puan veya puan satın alma uygulaması vardı. Müşteri temsilcisiyle konuşurken 2. aksilik suratıma tokat gibi çarptı: Son 12 ay içinde parasını ödediğim bir uçuş yapmadığım için ne avans puan kullanabiliyordum, ne de puan satın alabiliyordum. Kıbrıs'a giderken yaptığım uçuşlar da promosyon-ekonomi sınıfı olduğu için kabul edilmiyordu. Yani kocama bilet alamıyordum. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Dokuz yıllık Garanti Bankası müşterisiyim, kolaylık göstermez misiniz kapsamlı telefon görüşmeleri yaptım, mailler attım oraya buraya ama sonuç yok. Çaresiz yedek sırasına yazılıp koltuk boşalmasını bekledim. Gurbetçi vatandaşlarımızın tatil dönüşüne denk geldiği için pek de şans yoktu. Bekledik, bekledik, rezervasyonumuzu sürekli yeniledik, her an aranabilirim diye tuvalete bile elimde telefonla gittim ama olmadı. Bu arada kongre tarihi yaklaştı, 250 Euro katılım ücretini yatırmıştım, gitmesem bile posterimi hazırlayıp giden birisiyle göndermem gerekiyordu. Oysa kocamla tekrar Graz'a gitmeyi, geçen sefer Viyana'da göremediğimiz yerleri görmeyi de çok istiyordum. Bir yandan da acaba bir hayır yok da gidişimizde bu kadar aksilik çıkıyor, zorlamasam mı acaba diye korkuyordum.

Kocam benim üzülmeme dayanamadı, "çok masrafımız olacak ama olsun sana kıyamam, paramızla alalım biletimizi" dedi. Dünyalar benim oldu, herhalde hayır var ki işler bu şekle döndü diye hemen internete girip bilet almaya çalıştım ancak bir diğer aksilik de burada çıktı karşımıza: aynı uçuşa yer bulamadım. Müşteri hizmetleri de yardımcı olamadı, ancak yedek listeye yazılabileceğimiz söylendi. Ya kocama farklı bir uçuş için bilet alacaktım (saçma birşey olacaktı, birbirimizi havaalanında bekleyecektik), ya da kendi biletimi (daha ucuz olsun diye değişiklik yapamadığım, iade edemediğim) yakıp ikimize de başka bilet alacaktım. Ki bu da oldukça masraflı olacaktı, gitmesek daha iyiydi. Tek başına gitmek de istemiyordum ama şartlar artık bunu gösteriyordu. Ya tek gidecektim ya da hiç. Hiç gitmemeyi tercih ettik ama bir yandan da yine yedek listeye yazıldık, havayolunda tanıdık pilot arkadaş var mı, yardımcı olabilirler mi diye düşünmeye başladık. Olmadı olamadı.

Sonra aklımıza başka birşey geldi. Ama elbette bunda da aksilikler çıkacaktı.

İlgilenenler için devamı yarına :)

O kadar Avusturya dedik durduk, perşembe şarkımız rahmetli Falco'dan olsun bari, Rock me Amadeus.


13 Kasım 2012 Salı

40 olana kadar aklım nerdeydi?

Çocukken yumuşacık saçlarım vardı. Tüm çocukların öyle değil mi zaten. Saç kremi nedir bilmezdim, ipek gibi saçlarımı savura savura koşturup dururdum. Bir süredir saçlarım iyice kurudu, saç kremi sürmezsem hatır hutur olmaya başladılar. Hele doğum sonrasında cildim de saçlarım da biraz değişti. Ama hangi kremi, saç maskesini kullanırsam kullanayım bir türlü istediğim gibi olmuyorlardı. Televizyondaki şampuan-saç kremi reklamlarına imrenek bakar, her ürünü dener, ama bir türlü beğenmez olmuştum.

Taa ki geçen Eylül'e kadar. Ne değişti? Bavulum kayboldu. Alakasız gibi görünüyor ama değil. Geçen Eylül ayında yurtdışına kongreye gideceğimi yazmıştım burada  ama başımıza gelenleri hala yazmadım, onu da bilahare yazarım. Sonuç itibariyle THY bavulumuzu kaybetti, neyse ki şanslıymışız da 5 gün sonra kavuştuk. Bu süre zarfında yanımda getirdiğim saç kremi ve şampuan bavulda kalıp kimbilir nereleri dolaşmakta olduğundan Budapeşte ve Graz'da kaldığımız otellerin dandik şampuanlarını kullanmak zorunda kaldım. İyi ki de böyle olmuş ama. Saçlarım mucizevi bir şekilde yumuşacık oldu hem de saç kremi kullanmadan.

Özellikle Avusturya'daki musluk suyu içme suyu kalitesindeymiş, yani kireçsiz. Benim Ankara ve Eskişehir'in feci kireçli suyuna alışkın olan saçlarım eridiler resmen bu suyun karşısında. Yine de neyi hatalı yaptığımı anlamamıştım. 2'si bir arada şampuan kullanıyor, sonrasında saçlarıma saç kremi sürüp 5 dakika falan iyice işlesin diye bekletip sonra duruluyordum, yine de istediğim gibi olmuyordu. Oradaki suyu getirme imkanım olmayınca haliyle o şartlara ne yakın ne yapabilirim diye düşündüm ve aklıma saçlarımı kireçli suyla mümkün olduğunca az temas ettirmek geldi. Ben kafamda saç kremiyle beklerken o beş dakika içinde krem bir miktar akıyor, durulamak için de bol miktarda su kullanıyordum (durulanmayan ürünleri nedense sevemedim ama bundan sonra bir şans daha veririm belki). Ben de tam tersini yapıp saçlarımı banyodan çıkmadan hemen önce kremlemeye karar verdim. Artık çıkmaya yakın saçlarıma sürüyor, neredeyse hiç beklemeden duruluyorum. Böyle yapmaya başladığımdan beri saçlarım istediğim yumuşaklıkta. Hem kimyasallarla daha az temas ediyor hem de kireçli suyla. Ve ben bunu 40 yaşımda farkediyorum, yuh bana.

Saçma bir yazı gibi gelmiş olabilir (özellikle kocam "manyak mısın" diye soracaktır mutlaka) ama belki aynı durumda olan başkaları da vardır diye yazayım dedim.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Yaşgünü kutlamamız, Pazartesi şarkısı - 25, Dönüm noktası

Yaşgünü partimiz bitti. Güzel bir kutlama oldu ama az kalsın olmayacaktı. En son yazdığım yazıda pastamızın internetteki resmini eklemiştim hatırlarsanız. Cuma akşam teslim edilecekti pastamız ama saat kaçta teslimat istediğimi unutmuşum. Pastamızı www.dogumgunupastasi.com 'dan sipariş etmiştik. Siz pastanızı beğeniyorsunuz, onlar şehrinizdeki anlaşmalı oldukları yere yaptırıp size teslim ettiriyorlar. Kocam pimpiriklidir, ara sor dedi, iyi ki de demiş. Anlaşıldı ki ben pasta teslimatını yaparken 9 Kasım yerine 16 Kasım'ı işaretlemişim. Fareyi kaydırmışım sanıyorum, ortada pasta falan yok. Başımdan kaynar sular döküldü resmen. Ama telefondaki bey (salaklık işte adını almadım) sağolsun çok yardımcı oldu, üretim yeriyle temasa geçip beni aradılar ve ertesi güne yetiştirme sözü verdiler. Normalde 2 gün önce sipariş vermek gerekiyor 24 saatten kısa süre kalınca çok endişelendik. Hatta kocam bu kadar kısa sürede aynı şekilde olamayabileceğini bile söyledi ama yapacak birşey yoktu. Parti saatimizi biraz kaydırıp hazırlıklara devam ettik.
Palyaço balon almıştım, 30 tane balon birbirine bağlanıyor, tepedeki balona şapka takılıp çıkartmayla yüz yapılıyor, 1.5 metre boyunda balondan bir palyaço çıkıyor ortaya. Dayımız sağolsun 2 tane hazırladı (herhalde seneye yaşgününe balon olursa gelmez). Kocamla ben de evi toparladık, süsledik, kocam böreklerimizi vs. almaya gitti derken pastanın teslim saati yaklaştı.Gelecek mi gelmeyecek mi nasıl olur derken işte şu güzellik geldi.



İnternetten sipariş verdiğimizin aynısı, hatta inekler belki de daha sevimliydi. Yazıya bakarsanız sadece teslimat gününde hata yapmadığımı göreceksiniz. Bebeklerimin isimlerini de yanlış yazmışım bravo bana. Belit olmuş Belitr (R harfini sildik), Berke olmuş Beerke. Yazarken ya "ne biçim isim bunlar" demişlerdir, ya da bizi yabancı sanmışlardır. Arkada gördükleriniz de www.bonnyfood.com'dan şeker çiçeklerimiz.

Parti sonunda pastamız şu hale gelmişti.



Bütün sabah bebeklerimizi salona sokmadık, hazırlıklar bitip de görünce bayıldılar resmen. Seneye çok daha anlar olacaklar ve umarım daha güzel bir kutlama yapacağız. Yaşgünü partimizden bazı kareler ekliyorum aşağıya. Parti sonunda yorgunluktan bayılanlar, çılgınca oynamaya devam edenler, çocuklardan daha çok eğlenenler... Buyrun yaşgünü partimize:









Geçen senenin fotolarını artık bir ara eklerim (umarım).

Gelelim dönüm noktamıza. Zayıflama işini parti sonrasına ertelemeye karar vermiştim. İyi de etmişim, o pastaya yutkunarak bakamazdım açıkçası. Pastadan bol bol yedim, şeker çiçeklerden bir miktar götürdüm (çocukların ısırıp yarım bıraktıklarını), kah su böreği, kah kestaneli kurabiye, ertesi sabah pancake, akşam üstü Siirt fıstığı derken altın vuruş yaptım. Bu sabah itibariyle az yemeye başlamış bulunuyorum. Katı bir diyet yapmayacağım aslında, sadece doktorumun hamileliğimde önerdiklerini yapmam yetecek. Hamur işi, şeker ve kızartmadan uzak dur demişti. "Pilav yerine bulgur ye, sabah kahvaltıyı atlayıp da poğaça alma, çavdar ekmeğine falan sandviç yap en kötü ihtimalle" demişti. 3 beyazı kesip biraz da hareketli olunca iş biter zaten. Sebze yiyip eti sütü yağlısından tüketmezsem oldu bitti. Böyle dengeli beslenerek hamilelik boyunca 15 kilo almıştım ben, yediklerim bebeklerime yaramıştı. 

İşte şimdi zamanı geldi diyerek lilyslim sticker'ımı yeniliyorum.  Ama hedefimi biraz da ulaşılabilir olsun diye 55 yerine 60'a çevirdim, 60'a düşeyim de gerisi gelir nasıl olsa. Haydi bakalım.

Gelelim pazartesi şarkımıza. Bugünkü şarkımız Marilyn Manson'dan. Korkutucu görünümü var ama ben severim kendisini. Şarkımız ise Eurythmix ile tanıyıp sevdiğimiz Sweet Dreams. Ben ortaokul hazırlıktaydım bu şarkı çıktığında, peheeyyyy, yaşlandık iyice de mamografi bile çektirmeye başladık. Ama ne yalan söyleyeyim, şarkı böyle daha iyi olmuş gibi geldi bana.

Bakalım siz nasıl bulacaksınız.




9 Kasım 2012 Cuma

Bugün hayatımızın en güzel günü

Bugün saat 11:03 ve 11:05'te minik meleklerim doğdu. Kocamla birlikte hayatımızın en mutlu günüydü. Bebeklerim artık kocaman 2 yaşında çocuk oldular. Darısı her isteyene :)


Bu arada aşağıdaki pasta sipariş ettiğimiz doğumgünü pastası, umarım aynen böyle gelir.



8 Kasım 2012 Perşembe

2. saç kesimimiz

Oğlumun saçları yine uzayıp kahkülleri gözüne girmeye başlayınca soğuklar bastırmadan yine kestirelim dedik. Daha önce saçını kesen ağbiye geleceğimizi  haber verip yine Espark'taki kadın-erkek kuaförünün yolunu tuttuk. Geçen sefer sanırım ne olduğun anlamadığı için koltuğa oturmayı kabul eden oğlum bu sefer oturmayı reddettiği annesinin kucağında kestirdi saçları. Daha zor oldu, hatta çok hareket ettiği için kahküller hafif yamuk gibi oldu ama olsun, ferahladı yavrum. Aşağıda kuafördeki halimizi görebilirsiniz. Böylece bir ilke imza atarak  ilk defa kendi fotoğrafımı da koymuş oluyorum.


Kızım ise o sırada minik lülelerini sallaya sallaya babasıyla dolaşıyordu. Nasıl olsa kesilen saç onunki değil, dil çıkarıyor sanki kardeşine utanmadan :)





7 Kasım 2012 Çarşamba

Bebek arabamız (dışarıda) kullanmadan eskidi

Kullanmadan derken dışarı çıkarmadan demek istedim aslında, yoksa evin içinde hala kullanıyoruz kendisini. Çocuklar hala kendi başlarına yatmıyorlar, biraz sallamaya ihtiyaç duyuyorlar. Gerçi çok yorulduklarında sallamaya gerek kalmadan uykuya dalıyorlar ama henüz bu işi yataklarımızda yapamadık. Arkadaşlarım akşam uyku vakti gelince bebeğin yatağına birlikte yattıklarını ve uyumasını beklediklerini söylüyorlar. Bu bana uymuyor maalesef çünkü bir değil iki bebeğim var, aynı anda ikisinin yatağında da olamam ve daha da önemlisi bebeklerimden önce uyuma potansiyeline sahibim. Ben uyuyunca fır dönerler etrafta (ki olmayan şey değil). Bir süre daha arabada sallar gibi yapıp sonra bir şekilde doğru yolu bulacağız elbet. Kimse sonsuza kadar arabada yatmıyor ne de olsa :)

Süper bir araba almıştık kocamla. İstediğimizi özellikleri vardı vs., en güzeli de kapılardan geçecek boyuttaydı. Asansör kapısını bile dikkate almıştık ama deprem yönetmeliği gereğince konulan içteki kapıyı hesaba katmamışız. Asansöre giremeyen arabamızı yine de birkaç kez kahramanca içinde  kan ter içinde aşağıya indirdik. O zaman bebeklerimiz yürüyemiyordu, o yüzden önce arabayı indirip/çıkarıp prens ve prensesimizi sonra bindirip/indiriyorduk. Sonrasında havalar kötüledi, arabayı çıkarmaya üşendik, evde kullanır olduk, bebekler yürümeye başladı, kah kucakta kah ellerinden tutarak dolaşmaya başladık. Ama bu arada araba da eskidi. Üzerine dökülen mamaları mı sayayım oğlumun hasta olunca kusmalarını mı, üzerinde zıplarken kırdıkları ama hala bir şekilde fonksiyon yapan yattıkları kısmı mı. En iyisi fotoğraf koyayım. Aşağıda arabamızın "öncesi" hali var. Gördüğünüz gibi cillop gibi, bebekler anneye-babaya da bakabilsin diye ayarlanabilen bir modeldi.




Bu da garibimin son hali. Oraya buraya devirdikleri, üzerinde tepindikleri, vın vın diye sürdükleri bir oyuncak oldu artık. Ben de ağbimle garip metal sandalyelerden uzay gemisi yapar oynardım küçükken, kocam da benzerini yaparmış, çocuklarımız da bize çekecek elbette :)




6 Kasım 2012 Salı

Evimde yaşayan bir minik var

Geçenlerde kocam minik bir uğur böceği buldu odaların birinde. Zavallı evde kapalı kalmasın, otlara bitkilere konup hayatını devam ettirsin diye elime alıp mutfak penceresinden dışarı uçurayım derken mutfağa girer girmez uçtu gitti bir yerlere. Herhalde evden ayrılmak istemiyordu, ne bileyim. Bir süredir ortalarda yoktu, derken dün mutfak penceremdeki minik saksıda gördüm kendisini. Fotoğrafını çektim, sonra alıp yine dışarı yollayayım hazır havalar güzel giderken dedim ancak yine bulamadım. Demek o bizim evimizin uğuru ve gitmek istemiyor. Uğur getirir umarım o zaman, buyursun evimizin 5. bireyi ve 3. miniği olsun :)



5 Kasım 2012 Pazartesi

Pazartesi şarkısı 24 ve yeni cicilerim

İnsan kendi blogundan bu kadar bihaber olur mu? Oluyormuş. Pazartesi şarkılarımı yazarken 13 sayısını (yanlış hatırlamıyorsam) 2 kez kullanmışım. Tek tek geriye dönmektense bir rakam ekleyerek 24'e geçmiş bulunuyorum.

Bugünkü şarkımız enerji verici değil, yeterince enerjim vardı bugün, o yüzden fazlasına ihtiyaç duymadım. Şarkımız Sugababes grubundan Too lost in you. Çok sevdiğim bir şarkıdır. 3'lü 5'li kız gruplarının söylediği ama tek bir kişi söylermiş gibi koordineli ender güzel şarkılardan biri bence. Naçizane benim fikrim elbette bir müzik üstadı değilim sonuçta. Şarkı aynı zamanda bir filmin de soundtrack albümünden ki o filmi de pek severim (Bol artistli ama fevkalade bir film olan -bu da naçizane benim fikrim, film eleştirmeni değilim sonuçta): Love Actually. Bu şarkıyı kocama ithaf etmek istiyorum ayrıca, belki de bundan sonra bizim şarkımız olur :)


Gelelim şu zayıflama işine. Üşenmeyip her gün sticker için kilomu yazıp tekrar tekrar html kodu ekliyorum ama çizelgede dramatik bir oynama olmuyor haliyle. Ben de haftalık girmeye karar verdim. 400 gram ver 100 gram al derken moralim bozuluyor, en iyisi haftalık yapmak, böylece daha güzel motive olurum. Bir de bu işe haftaya başlamaya karar verdim. Yoo, pazartesi rejimleri gibi olmayacak, sadece çocuklarımın yaşgününü atlatayım da onlar için sipariş verdiğimiz harikulade iki katlı, şeker hamuru kaplı pastaya yutkunarak bakmayayım dedim. Bir de kocam beni yeni Bond filmine götürecek, uzun zamandır mısır yemedim, mısır yemek istiyorum. Anlayacağınız haftaya altın vuruş yapacak ve ondan sonra zayıflamaya başlayacağım (umarım). 

Bir de yeni spor ayakkabı aldım kendime. Evde iki tane çok severek ve çok da uygun fiyata aldığım Nike ayakkabım var. (Hatta o kadar sevmişim ki ikisi de aynı model, sadece yazı ve Nike logosu birinde mavi, diğerinde altın sarısı). Ama doğumdan sonra ayaklarım resmen bir numara büyüdü. Tabii kilodan da olabilir, 10-12 kilo versem belki rahat giyebilirim o yüzden de atmaya kıyamıyorum. Ama uzun süre yürüdüğümde ayaklarımı feci acıttıkları için kocam bana bir Reebok easytone aldı. Hani şu yürüdükçe kalçayı falan şekillendirdiği iddia edilenlerden. Sabah gara giderken ve akşamları dönüşte (çok yorgun olmazsam ve çok yüküm çok ağır olmazsa) yürüyorum, "bari bu ayakkabıyla yürü de faydasını gör, fakülteye gidince normal ayakkabı giyersin" dedi kocam. Çok mutlu oldum. Şimdi şu resimde gördüğünüz bebeklerden var ayağımda, ama benimkinin renkli kısımları biraz daha morumsu.

O zaman stickerımı şimdilik donduruyorum, 12 Kasım'da başlamak üzere... 

4 Kasım 2012 Pazar

Kocamla şarkımız - piyango bileti

Bir ara bahsetmiştim, evlilik yıldönümümüzde piyango bileti alıyorum, arşiv  oluşturuyorum diye. Hatta bebeklerimin doğum tarihi 9 Kasım olunca onlar için de 2'şer bilet alarak arşiv oluşturmaya başlamıştım. Yazının biri burada, diğerini nedense bulamadım.

Bu yıl maalesef bilet almayı unuttum. Çok yoğun bir döneme denk geldi, düzenlediğimiz ulusal kongrenin hazırlıkları yüzünden kafamı kaşıyacak vaktim yoktu, yıldönümümüzde de ertesi sabah yola çıkacağımız için hazırlık yapıyorduk. Gerçi kongre sırasında arkadaşlarım, hocalarım çok güzel bir şekilde kutladılar ama (inşallah yazarım bir ara) ben milli piyango bileti almayı unuttum :( Neyse ki arkadaşlarım yine imdadıma yetişti de 9 Ekim biletini henüz atmayan bir arkadaşım biletini bana verdi. Böylece arşivim kesintisiz olacak. Teşekkürler Sinemciğim :)

Gelelim kocamla şarkımıza. Bizim bir şarkımız yok. Hani bir yarışma programına çıksak da "sizin şarkınız nedir?" diye sorsalar boş boş sunucunun yüzüne bakacağız. Bir ara bir şarkı var gibiydi sanki ama ne olduğunu ikimiz de hatırlamıyoruz. Haydi şu şarkı olsun diyoruz ama sonradan olmuyor bu işler. Yine de kocamın bir önerisi var. İkimizi çok iyi anlattığını düşündüğü bir şarkı. Aşağıya ekliyorum, bakalım siz nasıl bulacaksınız.




Dağınığın kim olduğunu söylememe gerek yok herhalde değil mi ?

:)

2 Kasım 2012 Cuma

Aykırıyım ben




Fotoğraf çok iyi olmadı aslında, sağ tarafta daha pek çok beyaz çiçek vardı ama etrafta insanlar olunca ("manyak mı nedir, eli kolu dolu halde şekilden şekle girdi resim çekmek için" der gibi bakıyorlardı) bu kadarını çekebildim. Onlarca beyaz gül arasında bir tane pembe, aykırı ve farklı, sıradan değil. (Kendimi Ağaoğlu reklamında gibi hissettim amanın).

İyi haftasonları hepinize. 

1 Kasım 2012 Perşembe

Bu böyle olmayacak

Artık cidden zayıflamam lazım. Kilom 1-2 kilo oynayıp duruyor ne zamandır. Yağdan yakıyorum, kilom oynamasa da giydiklerimden farketmeye başlarken birşey oluyor ve ben kendimi yine yağlanmış buluyorum (birşeye abur cubur yemek veya dengesiz beslenmek deniyor benim literatürümde). Artık buna bir son vermeye kesin kararlıyım. Bayramı da atlattık, kalan tatlıları silip süpürdük, artık zamanı geldi. Kendimi hergün kontrol etmek ve bu vesileyle bloguma da uğramak için bir lilyslim sticker'ı ekledim sağ kolona. Bu vesileyle herkes kilomdaki iniş çıkışları da görecek. Belki bu sayede kendime dikkat ederim de zayıflamayı başarırım. Dolabım bir sürü giyemediğim kıyafetle dolu, birilerine verirsem bu kilolar iyice yapışacak biliyorum. "Ama sen ikiz doğurdun" diye beni avutmak isteyenlere şimdiden teşekkür ederim ama bebeklerim artık 2 yaşına giriyor, bu bahaneye sığınacak halim kalmadı artık, utanıyorum resmen :)

İstikamet 55 kilo :)