5 Temmuz 2008 Cumartesi

Yüzüklerin efendisi

Bu elbetteki yeni olan birşey değil, ama yaz tatilinin yaklaşmasıyla aklıma geliverdi, ben de yazayım dedim. Aslında çoğu kişinin bildiği, tecrübe ettiği birşey: evlendikten sonra yüzüğü denizde düşürmek. Bizim de başımıza geldi ama çoğu kişinin hikayesinin aksine mutlu sonla bitti.

Yüzüğe manevi olarak çok anlam yükleyen biri değilim. Belki de nişan yüzüklerimizi aldıktan 15 gün sonra değiştirmemizin bunda etkisi vardır. İlk yüzüğümüzün sarı ve beyaz altın karışımı olmasını istemiştim. Böylelikle altın (sarı ve beyaz) ve gümüş takılarla rahatlıkla takabilecektim. Aldığımız model sarı beyaz çizgili bir modeldi. Sarı kısımlar dışta ortalarında beyazlar olmak üzere 3 sarı-2 beyaz sıralı. Ancak beyazlar mattı. Parlak olmalarını istediğimde parlatabileceklerini döylemişlerdi ama berbat olacağını söylememişlerdi. Parlattığımız yüzükler sarımsı garip bir renk almıştı, daha sonra tekrar yaptırdık ama iyice matlaştı garip bir şey oldu. Sonraki 15 günü elimizde gözlük silme bezi yüzükleri parlatmaya çalışmakla geçirdik, en sonunda da dayanamayıp el yapımı, klasik sarı (yeşil altın yani) yüzüklerle değiştirdik. Bunun problemi de biraz geniş olması nedeniyle çizilmeme ihtimalinin olmamasıydı. Bu yüzüklerle balayına gittik. Otelde bizden başka 75 balayı çiftinin daha olduğunu söylediler. Kimler olduğunu bulmak pek zor değildi, yalnız kaldığı an yüzüğünü incelemeye, parlatmaya başlayan birini görünce (biz asla herkesin ortasında yapmadık) ya da başkasının elindeki yüzüğe dikkatli dikkatli bakan birini görünce hemen anlıyorduk. Balayı ve sonrasındaki tatilimiz boyunca denize, havuza girdik hiçbir şey olmadı. Ama ertesi yıl annemlerin yanına yazlığa gidince olanlar oldu. Kocamın yüzüğü denizde kayboldu, hem de tatilin ilk gününde. Bizi uyarmışlardı yüzüklerinizi çıkarın diye, ama daha önce yüzüklerin çıkmaması, hatta balayındaki açık büfe nedeniyle alınan kiloların hala atılamaması (bu yüzden parmakların dolma gibi oluşu) nedeniyle yüzükler nasıl olsa çıkmaz diye elimizden çıkarmamıştık. Ama deniz kıyısında oturanlara denize girerken çıkarıp veriyorduk yine de ne olur ne olmaz diye. Demek ki kulağımıza küpe olmuş. Dayım-yengem ve iki kızıyla birlikteydik. Denizde eğlendik coştuk, ben hala denizdeydim, kocam ise dışarıda ve karada olmanın verdiği güvenle yüzüğünü takmış haldeydi. Artık çıkalım eve gidelim, dayımı da denizden kıyıya taşıyalım derken kocam denize son bir kez girerek bize yardımcı olmaya çalıştı ve olanlar oldu, yüzük kayboldu. Dizi biraz geçen bir yerde kaybolan yüzüğü bulmak kolay olmalı aslında, özellikle de 6 kişi birden arıyorsanız. Ancak öyle olmadı. Hafif dalganın ve yüzük arayacağız diye etrafta dolaşan bizlerin ayaklarının havalandırdığı kumlar herşeyi gayet güzel örtmüştü. Görüş problemi de var tabii, su altında gözlerinizi açtığınız zaman herşey sarı sarı parlıyor, hah işte bu olmalı diye elinizi attığınızda da güzel parlayan bir taş olduğunu görüyorsunuz. Ara ara bir türlü bulamadık. 1 saatin sonunda eşim umudunu kaybedip kıyıya çıktı. Yavaş yavaş herkes bulunamayacak bir yüzüğü aramayı bırakıp denizi terketmeye başladı. Sadece ben ve kuzenim Pınar kaldık. Kızlar sağolsun, yakındaki bir marketten 2 tane yüzücü gözlüğü kapıp geldiler, aramaya onlarla devam ettik. Ancak yüzücü gözlükleri adı üstünde yüzücü gözlüğü, dalmaya uygun değil. Suya daldıkça elbette ki su almaya başladı. Halim çok komikti, tek göz iyi oturmuş, geç su alıyor, diğeri hemen doluyor. Tek gözle dalıp aramaya devam ettim, diğeri de dolunca çıkıp boşalttım ve aynen devam. Bu arada kıyıda oturanlarda bir ümitsizlik ifadesi. Kocam feci üzgün. Hem ilk faciadan sonra çok severek aldığımız bir yüzük olması hem de söylemesi ayıp ama bayağı kalın ve ağır olması nedeniyle suratını asmış oturuyor. Aramaya devam de edemiyor çünkü çok açık tenli, omuzları kavruldu bile. Zaten Pınar ve benden başka herkes aynı durumdaydı. Kocamın tabiriyle "mum ışığında bile hemen yanıp karardığım" için ben biraz geç etkilendim. Neyse, aramaya devam ettim. Suda iki büklüm olmuş, kafalar su içinde, fazla kum havalandırmamaya gayret ederek arıyoruz. Artık boşver diyor kocam, bulamayacağız, gitti o. Ama ben sudan çıkamıyorum. Yüzündeki mutsuz ifadeyi gördükçe nasıl çıkayım. Önemli değil, alırız yenisini diyoruz ama tatilimizin ilk günü bu, canımız sağolsun ama yüzüğün kaybolması tatilin gerisine de damga vuracak, üzecek kocamı, o yüzden sabah uyanmaya çalışırken "5 dakika daha uyuyayım anne" diyen çocuk misali aramaya biraz daha devam ediyorum. 2. saatin sonuna doğru biraz derinlere gitmiş ararken bir an gözüme sarı bir şey çarptı. İşte bizim yüzük. Yüzüğün yarısından çoğu tamamen kuma batmış sadece kenarının bir kısmı görülüyordu. Buldum diye bağırdığımı hatırlıyorum. Tekrar baktığımda tam olarak göremedim ama dalıp elimi kumlara attım ve işte yüzük avcumdaydı. 1-2 dakika daha geciksem üstü tamamen kumlarla örtülecekmiş demek ki. Yüzük o an avcumdayken LOTR filmindeki Gollum kadar mutluydum (my precioussssssss). Kocamın yüzündeki inanmazlıkla karışık mutluluk ifadesini hiçbir şeye değişmem. Bu 2 saatin sonunda benim bile omuzlarım kıpkırmızı olmuştu, ben 1-2 günde atlattım gerçi ama geri kalan fellowship of the ring üyeleri benim kadar şanslı değildi. Sonrasında eşim bu hikayeyi "yüzüğü denize fırlattım ama gidip buldu, ondan kurtuluşum yok" diye anlattı, hepimiz güldük. Tatil dönüşü anlattığımız arkadaşlarımızın çoğunun da bu şekilde bir yüzük kaybetme hikayesi varmış. Ama nedeni azim midir yoksa şans mı bilmem, hikayesi mutlu sonla biten bir tek biz vardık. O yüzüklere ne mi oldu? Mordor'da lavlara attık erittik ikisini de, şu anda başka bir çifti takıyoruz.

4 yorum:

İLKAY dedi ki...

:))))
kıymetlimisss
taktir etmek gerek azmini, bulamasan sen 2 saat daha arardın desene:)))

ferulago dedi ki...

En azından hava kararana kadar :)

Adsız dedi ki...

yüzüğü bulan açısından olayı dinledik. şimdi kaybetmekle yetinmeyen üstüne üstlük kıçım başım kavruldu bahanesiyle kıyıda oturan "ben"im bakış açımdan yüzüğün denizden çıkış anını bir kez daha yaşayalım:

LOTR serinin sonuncusunda Gallum'un avucunun içinde sarı at nalı gibi yüzük ile Mordor'da lavlara gömülmesini hatırlayın, hani zaman duracakmış gibi yavaş yavaş... işte tam bu sahnenin tersini hayal edin. gözlerimiz denizde, umutsuzca bakarken boşluğa, önce bir el beliriyor yumruk olmuş halde yavaş yavaş denizden çıkıyor ardından bilek ve kol ama yavaş yavaş yine zaman duracakmışcasına.sonra yumruk açılıyor ve önce parmakların kenarlarından kumlar süzülüyor işte o anda gözlerimiz büyüyor şaşkınlık yerini sevince bırakmak üzereyken fonda kulaklarımızı delercesine bir müzik "hallelujah". o anda eşimin avucunda kıymetlimis kendisini gösteriyor güneşte parıldayarak, yavaş çekimde dayım ve ben kucaklaşıyor sarılıyoruz birbirimize, kumların üzerinde, çıplak ayaklarımızla tam anlamıyla "meri ve pippin" misali.:))

o an anlamıştım bu kızdan kurtuluş yok... :))

İLKAY dedi ki...

tabi bu da başka bir bakış açısı:)))