Geçen akşam eve gitmek üzere her zamanki gibi tren garına yürüyordum. Kulağımda kulaklıklarım, bir elimde her gün getirip götürdüğüm, içinde makalelerimin ve daha pek çok ıvır zıvırın bulunduğu çanta-torbam diğerinde bilgisayar çantam. Peronlara giden alt geçitten geçerken saçlarımı dağıtan rüzgar, kulağımda Robbie Williams'dan She's the One şarkısı. Slow şarkı çalarken ve saçlarım uçuşur, ellerimde bavul olmasa da bir tür bagaj taşırken sanki bir filmin sonunda kadın kahraman herşeyi geride bırakır, 3-5 parça eşyasını yanına alarak yeni bir hayata başlamak üzere trene binmek üzere istasyona gidiyormuş ve o kadın kahraman benmişim gibi hissettim. Sahnenin tek eksiği hareketlerimin slow motion olmamasıydı. Ben yürüyen merdivenlerden çıkıp yolcuların binmekte olduğu trene bakarken kamera yüzüme odaklanacak, sahne donacak ve arka planda yazılar geçmeye başlayacaktı sanki.
Saçma sapan düşünceler işte, kafayı yiyorum galiba yavaş yavaş :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder