25 Haziran 2008 Çarşamba

Kısa bir İstanbul gezisi

Aslında buna pek gezi denemez. Daha önce bahsettiğim NGBB ile ilgili bir çalışma için İstanbul'a gitmem gerekti diyelim. Yine de güzel bir haftasonu oldu. Biraz değişiklik de diyebiliriz. Aslında her hafta Ankara-Eskişehir arasında mekik dokuyan benim için değişiklikten bahsetmek biraz abes oldu ama rutin değişiklik haricindeki bir değişiklik diyerek cümleyi iyice karmaşıklaştırayım. Bu sefer eşim de benimle birlikte geldi. Uzun zamandır bahçeyi görmesini istiyordum, asıl onun için değişiklik oldu diyebilirim. Önce Ankara'da veya Eskişehir'de buluşup otobüsle gitmeyi düşündük ama sonra treni tercih ettik. Böylece romantik bir kaçamak gibi oldu hatta. Önce ben Ankara'dan bindim, 3 saat kadar sonra eşim Eskişehir'den bindi ve yolumuza devam ettik. Tren yolculuklarını her zaman sevmişimdir, sürekli tek başına gidip geldiğim için eşimle birlikte olunca daha da güzel geldi bana. Akşam üstü (az bir rötarla) Bostancı garında inip taksiyle bahçeye doğru yola çıktık. Bahçenin çalışmak için gelip İstanbul'da kalacak yeri olmayanlar veya işten uzak kalmamak için orada kalmayı tercih edenler için 10 kişilik bir misafirhanesi var. Hem böylece İstanbul trafiğinden de kurtulmuş oluyorsunuz. Sağolsunlar, bizim için bir oda ayırmışlar. Oda dediğim de karayolu şantiyelerinde minik barakalar olur hani, onlardan. Ama son derece lüks, banyolu, her daim sıcak sulu ve klimalı. Bir baraka da ortak kullanılan mutfak olarak düzenlenmiş. Otoyolun gürültüsü sanki deniz kenarındaymışsınız da dalgalar kıyıya vuruyormuş gibi geliyor bana. Şimdiye kadar hiç rahatsız olmadım ama bu sefer apayrı bir gürültü daha vardı. Maalesef bu aralar o civarda çok fazla elektrik kesiliyormuş. O yüzden gecenin bir yarısında hemen yanda bulunan jeneratör devreye giriyor. Ben bile duyduğuma göre (gerçi sonrasında tekrar uykuya dalıyordum) oldukça gürültülü demektir. Eşim uyuyamadı zaten perişan oldu benim yüzümden, yine de şikayet etmedi halinden.

Cumartesi gününü çalışarak geçirdik, normalde pazar günü öğleden sonra işleri tamamlayıp İlkay'ları ziyarete gidecektik ancak pazar günü öğleye doğru Ankara'ya dönmemiz gerektiği için planları biraz değiştirmek zorunda kaldık. İlkay ve Şenol çok kibarlar (cumartesi akşamı için başka planları var mıydı bilmiyorum, umarım yoktur ve bozmamışızdır), hemen planlarını bize göre ayarlayıp bir de üstüne güzel bir yemek hazırlamışlar sağolsunlar. Detaylar az sonra.

Bahçe her gidişimde daha da güzelleşiyor sanki. Bunda dinamik bir bahçe olmasının etkisi büyük. Zaten botanik bahçelerinin misyonu bu, farklı dönemlerde farklı bitkileri halka tanıtabilmeliler. Arkadaşlar bahçedeki bitkileri büyütmek, geliştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Limonluk'ta (sera) çimlendirme, aşılama faaliyetlerinde bulunuyorlar. Başarıyla çimlendirilen bitkiler de bahçede ilgili bölümlere dikiliyor. Bu faaliyetleri hakkındaki detayları zaman zaman NGBB'nin yayını olan Bağbahçe dergisinde bulmak mümkün. Burası biraz reklama giriyor galiba ama yine de yazayım. Dergi 2 ayda bir çıkıyor. Abonelik ücreti 18 YTL ve direkt kapınıza geliyor, ekstra bir kargo veya ulaşım ücreti vermiyorsunuz. Bitkilerle ilgileniyorsanız okumanızı tavsiye ederim. Özellikle İstanbul'da oturanlar bahçenin faaliyetleri hakkında bilgi de alabilirler. http://www.ngbb.gen.tr/bagbahce/

Bahçeye en son Şubat ayında gelmiştim. Havalar soğuk olduğu için ziyaretçi sayısı bu kadar fazla değildi. Bu haftasonu ise nasıl kalabalıktı anlatamam. Gelenlerin çoğunun amacı piknik yapmak. Böyle nezih ve temiz bir ortamı ben de kaçırmak istemezdim doğrusu. Mangal yapmadığınız, kendiniz sandalye, masa veya şemsiye getirmediğiniz sürece rahatlıkla pikniğinizi yapabilirsiniz. Eh, 1-2 bitkiye bakıp da adını öğrenip hakkındaki bilgileri okursanız bu da bizim kazancımız olacaktır. Pazar günü daha da kalabalıktı, hatta idare binasındaki masalara bile göz koyanlar oldu. ÖSS bitip yazlıklara gidildiği için eskisi kadar kalabalık olmadığını söylediler ama biz 12'ye doğru çıkarken ana giriş kapısında araç kuyruğu vardı, gözlerime inanamadım.
Gelelim cumartesi akşamına. İşim biraz geç bittiği için maalesef geciktik, bir de üstüne adres arayınca gecikme biraz da arttı. Elimiz boş gitmeyelim, pasta alalım diye bir yerde taksiden indik. Şoför gideceğimiz yerin yakın olduğunu söylemişti ancak herhalde yanlış tarif etti, hemen şuradaymış, yürüyelim derken kan ter içinde kaldık. Pasta aldığımız yer (adını unuttum ama Divan Pastanesi'nin bir koluymuş galiba) o gün için kampanya yapmış, 1 pasta alana 1 tane daha veriyorlarmış. Almayalım bize bu yeter dedik ama zorla verdiler. Arkadaşlarımın kısmeti, evleri bereket bolluk içinde olsun her zaman. Ellerimizde pastalar, dediğim gibi kan ter içinde biraz yanlış yollara saparak nihayet evi bulduk. 1 saat gecikerek feci halde mahcup olduk ama hazırladıkları muhteşem masayı görünce hemen unutup yiyeceklere yumulduk. Geç haber verdiğimiz için elmalı kurabiye yapamamış İlkay ama diğer şeyleri hangi arada derede hazırlamış anlamadım. Dereotlu, reyhanlı (fesleğen), taze soğanlı kuskus mu, tabağımda yatan harikulade pişmiş balık mı, roka, tere gibi ıtırlı otları sevmememe rağmen bayılarak yediğim salatayı mı, hangi birini anlatayım. Hepsi nefisti. Güzel sohbetleri de cabası. Tatlı kızlarını da nihayet görebildim. Uzakta olmanın dezavantajları işte. Bir türlü İstanbul'a gidip ziyaret edemedim, onlar Ankara'ya geldiklerinde de hep Eskişehir'deydim. Kısmet geçen haftasonunaymış ne yapalım. Yemek sırasında bir ara havai fişek atılmaya başlandı, canım arkadaşlarım herşeyi düşünmüşler bizim için. Yemek sonrasında maç eşliğinde çay içip pastalardan birini yemeye geçtik. Kalmamız için çok ısrar ettiler sağolsunlar ve ben bir dahaki sefere dediğim için çok kızdılar. Ama zaten çok geç gelebildiğim için mahcuptum, daha önce gelmiş olsam tamam ama iş gereği gidip pansiyonda kalır gibi kalmayı da istemedim. Ne bileyim cinslik belki de ama İlkay'ın blogunda yazdığı İstanbul turunda aklım kaldı, ben de ondan istiyorum. O yüzden iş güç olmadan sadece onlar için gelmeye söz verdik. Eee, aradan geçen kaç yıl var, sohbete ancak haftasonu yeter. Aklım hala o kuskusta kaldı bu arada ki kuskus yemekten hiç hoşlanmam, ısıramazsın edemezsin, dişinin kenarından mutlaka kayar ama o kuskus harikaydı, utanmasam daha da yiyecektim. Ellerine sağlık İlkaycığım, yeni tariflerini hasretle bekliyorum bu arada :)

Pazar günü tekrar yollara düşerek Ankara'ya döndük. Eşim çok kızacak okuyunca ama yazmak zorundayım: İnsanoğlu kuş misali :)

3 yorum:

İLKAY dedi ki...

Yine bekleriz ne demek. İstanbul gezisi için rezervasyon yaptırmayı unutmayın:))
Öptüm

Ebruli dedi ki...

Siz İlkaycığımla hasret gidermişsiniz ne güzel, çok sevindim adınıza. Bir de ben giderebilsem arkadaşımla şu hasretimizi!..
En son 4 yıl önce görmüştüm İlkay'ı. Çok olmuş çok!..

ferulago dedi ki...

Çok uzun zaman olmuş cidden. Gerçi ben de en son 2005'te uğramıştım, benim de pek farkım yokmuş