30 Ocak 2009 Cuma
Diyet hikayemin başlangıcı
Tipik bir Türk kadınıyım, bel ince, basenler geniş. Bel ince derken aşırı ince bu arada. Belimin 59 cm olduğu günleri hatırlarım. Tadilat yaptırmadan giydiğim pantalonum veya eteğimin sayısı 2-3 tanedir ancak, kalçama göre aldığım belime bol gelir, belime göre aldığım basenlerden geçmez, böyle sorunlu bir yapım var. Yine de idare ediyordum, aşırı kilolu, göbekli olmamıştım hiç. (Artık kilo bilgisi de vermem lazım.) Kilom hep 52-55 arasında olmuştu. 2003'te doktora tezinin sıkıntısıyla 58'e çıkmıştım. Yediklerime dikkat ederek, abur cuburu keserek, akşamları hafif yiyerek, bol su içerek ve biraz da spor yaparak 1 ayda 6 kilo verip 52'ye düşmüştüm. Çok yanlış olduğunu sonra gördüm tabii. Kocamla tanışmam da kilo verdikten sonraya rastlar. (Garibimin gözünü boyadım, sonra da çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bi tane durumu oldu.) Neyse, devam edeyim. O bir aydan sonra eski yeme-içme düzenime geri döndüm, spor ve su kesildi ve kilolar yavaş yavaş geri gelmeye başladı. Evlenirken 57 kilo olmuştum. Hazırlıklar sırasında her gelin kilo verir değil mi, ben vermedim nedense. İlaç kullanma, balayında açık büfeden uzak duramama derken her ay biraz biraz kilo almaya başladım. Hareketsizlik ve düzensiz beslenme beni iyice ağına düşürmüştü. İş gereği kocamla sadece haftasonları evimizde oturabildiğimiz için hafta içi ne kadar az yemeye çalışsam da haftasonları haydi pasta yapalım, haydi pizza isteyelim, onu yiyelim bunu içelim derken kilolar iyice artmaya başladı. Erkek metabolizmasıyla kadınınki aynı değil, kocam yediklerini kas dokusunun daha fazla olması sebebiyle kolayca eritirken (uyurken bile kilo verebilen bir insandır, çok kıskanıyorum bazen) bende birikmeye başladılar. Bir ara spora gideyim dedim, 1 ay kadar gittim, kış, soğuk vs bahanelerle onu da bıraktım, o da kilo almama yardımcı oldu ve ben Ağustos 2008 itibariyle tartıda 70 kiloyu gördüm. 1.62 boyunda olan biri için çok fazla bir kilo ve dediğim gibi dağılım düzgün değil. İnce olan belim bile kendi çapında kalınlaştı, göbek oluştu, yanaklar tombullaştı, korkunç hissediyordum kendimi. Kocam bir şey demiyor garibim, aşk var ya ne de olsa, öyle de seviyor beni ama sağlığıma birşey olacak diye de endişeleniyor.
Sağlığım da kötülemeye başladı tabii. Sol dizimde eskiden beri olan problem fazla kiloların verdiği gereksiz yükle iyice kötüleşti, sağ dizimden de merdiven çıkarken kıtır kıtır ses gelmeye başladı, düz yolda yürürken cep telefonuyla konuştuğumda nefes nefese kaldığımı farkettim. Yokuş bile değil, düz yol, pes. Bel ağrısı da başladı ve ben hamile kalırsam ne hale geleceğim diye iyice korkmaya başladım. Bu arada kocam düzenli spora başladı ve 13 kilo kadar verip incecik oldu, ben ise yanında domuzcuk gibi, hiç hoş değildi.
En sonunda yardım almaya karar verdim. İlkay burada devreye girerek aklıma diyetisyen fikrini soktu. (Aslında kocam daha önceleri de demişti, hakkını yememem lazım ama her seferinde "kendim veririm, diyetle veremiyorum" şeklindeki savunma kalkanımla püskürttüm kendisini.) llkay'la konuştuktan sonra diyetisyene gitme fikri iyice kafama yattı ve kime gitsem diye araştırmaya başladım. Eski bir arkadaşımı aradım önce, 1 ay önce merkezini kapattığını öğrendim. Piyasadakileri araştırdım, derken Güven Hastanesi'ne gitmeye karar verdim.
Ağustos 2008'den beri olan değişiklikleri biliyorsunuz. Her hafta gram gram yazdığım kilo kaybım çarşamba günkü tartıma göre toplamda 7.8 kg. Şu anda 62.9 kiloyum (kıyafetli olarak). Kendi evimdeki tartıda ise şimdiye kadar gördüğüm en fazla kiloya göre 9 kg fark var. Yağ dağılımım artık daha düzenli. Öyle ki eski bir elbisemi giydiğimde (ki o elbiseyi 55 kiloyken giymiştim) kocam şu anda üzerimde daha düzgün durduğunu söyledi. Geçen Temmuz ayında bir arkadaşın düğününde giydiğim mini etek üzerimde dırın dırın dururken ve sürekli yukarıya çıkarken geçen hafta giydiğimde midi etek formuna gelmişti ve pot pot duruyordu, giyemedim.
Eski kıyafetlerime girmek motivasyon sağlıyor ama asıl ödül sağlığımın düzelmeye başlaması. Diz ağrılarım tamemen geçti, aynı anda yürür ve konuşurken nefes nefese kalmıyorum artık, çabuk yorulmuyorum, kalbimdeki yükü azalttım sanıyorum. Bel ağrım da aynı şekilde. Yani anlayacağınız hem sağlığım düzeliyor hem de moralim. Sağlıklı bir beslenme şekli benimsemeye başladım iyice. Eskiden hapur hupur yediğim şeylere artık mesafeliyim. Yiyenlere de yapmayın, etmeyin, kıymayın kendinize diye acır gözlerle bakıyorum.
Herşeyden önce de bunun yapılabileceğini öğrendim. İstenirse ve hormonal bir bozukluk yoksa kilo veriliyor arkadaş. Su içsem yarıyor lafının arkasına sığınmayalım. Kendimizi salmayalım. Kilo kimseye yakışmaz ama kilo vereceğim diye sağlığımızdan da olmayalım tabii. 50'li rakamları tekrar göreceğim günleri dört gözle bekliyorum :)
29 Ocak 2009 Perşembe
Ne zaman anne olunur?
Peki o zaman annelik hissi ne zaman oluşur? Birkaç görüş aldım, bir arkadaşım dedi ki "bana 4. ayda geldi o his". Sorumluluk hissinden bahsetti daha ziyade. 3. aya kadar (Allah korusun ama) düşük riski olduğundan, risk azalmaya başladığında iyice hissetmeye başladığını söyledi.
Şu anda 4 aylık hamile olan bir arkadaşım ana rahmine düşünce anne olunur dedi.
Bir başkası hamile kalındığında anne olunur, doğum yapılınca baba olunur dedi.
Anlaşılan herkesin annelik hissi kendine özel. Ben kadınların doğum yapınca değil de hamilelikteki bir zamanda anne olduğunu düşünüyorum ama dediğim gibi hangi zaman bilmiyorum. Umarım bunun cevabını daha fazla geç kalmadan bulabilirim.
:)
27 Ocak 2009 Salı
Bugün ben...-2
Not: Neyse ki açık renk sürmüştüm, fazla farkedilmiyor :)
26 Ocak 2009 Pazartesi
Bugün ben...
24 Ocak 2009 Cumartesi
Sizin favoriniz hangisi?
Sizlere sormak istediğim şu. Az önce telefonla bağlanan bir seyirciye en sevdiği Mazhar Alanson veya MFÖ şarkısının hangisi olduğu soruldu. Kız söyledi, konuşuldu, şaşırıldı vs. Ben de kocama sordum, o da bana. Kocam "Bu sabah yağmur var İstanbul'da"yı seçti ben ise "New York Sokaklarında"yı. Ben de size soruyorum. Sizin favori Mazhar Alanson veya MFÖ şarkınız hangisi?
Ya benim karşıma çıkan fırsatlar?
Film için Jim Carrey'nin geri dönüş filmi diye yazıyorlar. İyi de nereye gitti ki? En son 23'te oynamıştı, komedi olmadığı için adamın üstüne bu kadar gitmenin anlamı var mı? Tamam çok iyi bir komedi oyuncusu ama başka tarzlarda oynayamaz mı? Ben 23'ü de beğenmiştim, çok ilginç bir filmdi, hatta filmden sonra kendimi hayatımda önemli tarihleri toplarken bulmuştum da hepsi ayrı telden çalınca rahatlamıştım. Hayır efendim, Jim Carrey'nin geri dönüş filmi olduğunu düşünmüyorum.
Siz Jim Carrey'i ilk nerde görmüştünüzü? The Mask filminde mi? Yoksa daha önceki filmlerinde mi? The Mask ile patlama yaptığı inkar edilemez tabii ama benim onu ilk gördüğüm yer bir TV programıydı. Yaşı müsait olanlar hatırlar, HBB diye bir televizyon kanalı vardı bir zamanlar. Test yayını sırasında sürekli Amerikan Futbolu maçları gösterirdi hani. O kanalda "In Living Color" diye bir komedi skeçleri programı vardı. Orada muhteşem bir İtfaiye Müdürü tiplemesi vardı. Adam kendini nasıl böyle şekilden şekile sokuyor diye hayret ve hayranlıkla seyrederdim. Vay canına diyesi geliyor insanın. O günden beri hep izledim ve beğendim kendisini. Adam komedinin dışına çıkıp sadece mimiklerimi değil, oyunculuğumu da konuşturayım dedi ve 23'ü yaptı bu yüzden başarısız oldu da şimdi bu filmle geri dönüyor ha? Tebrik ediyorum bu yorumu yapanı. Bravo.
Film hakkında bilginiz vardır. Herşeye evet diyen ve her bir evet kelimesinin sonunda karşısına değişik fırsatlar çıkan bir adamın hikayesi. Bir kerecik Hayır dese tüm olayın kurgusu bozulacak ve hayatı eskisi gibi tekdüze devam edecek. Basit bir konu, hoş bir anlatım ve usta bir oyuncu. Güzel vakit geçirebileceğiniz bir film. Karikatürlerin güldürürken düşündürmesi geyiği vardır ya hep, isterseniz bundan sonra da düşünebilirsiniz tabii, o size kalmış. Ben bu sabah biraz düşündüm aslında (neden filmden çıkınca değil bilmiyorum). Hepimiz hayatımız boyunca bir sürü fırsatla karşılaşıyoruz, değerlendiriyoruz veya değerlendirmiyoruz, sonucunda hayatımız buna göre şekilleniyor. Şu anki hayatımı derinden etkileyen 2 fırsatım oldu benim de. İlki bundan 5 yıl kadar önce bu zamanlarda bana verilen bir görevdi. Elbette bir angaryaydı, bahane bulup reddebilirdim ama etmedim, değişiklik olsun istedim. Sonrasında angaryanın durumu değişti, az kalsın benim üstümde kalmayacaktı ama burada da kader devreye girip dedi ki "sen ilk adımı attın, gerisini de ben getireyim o zaman". 2. fırsat ise gecenin bir yarısında (hatta bir yarısından da sonra) cep telefonuma gelen bir mesaja cevap vermemdi. Bu 2 fırsatı değerlendirmeseydim, hatta ilkini değerlendirip ikincisini es geçseydim hayatım şimdi nasıl olurdu bilmiyorum. Hayatta en nefret ettiğim şey keşke lafını cümle içinde kullanmak zorunda kalmaktır. Ama belki yine de kullanmayacaktım bu lafı. Çünkü ilk fırsatı tepince 2. zaten oluşmayacaktı, ben de neler kaçırdığımı asla bilemeyecektim. Kocamla o ilk fırsatta kesişen yollarımız birbirine hiç değmeden ayrı yerlere doğru gidecekti.
Kıssadan hisse, fırsatları değerlendirelim. Neyin ne getireceği asla belli olmaz :)
23 Ocak 2009 Cuma
Hayvanat bahçesinde bir gün





22 Ocak 2009 Perşembe
Müziksiz olmuyor
Müziğin hep hayatınızda olması dileğiyle...
21 Ocak 2009 Çarşamba
Pembeli bebek
Konuyu dağıttım yine. Arkadaşımın daha doğrusu arkadaşlarımın bebeğine mutlu, sağlıklı ve uzun bir ömür dilemek için başlamıştım yazmaya. Hayatında hep iyilik olsun, Allah iyilerle karşılaştırsın onu, anne ve babasından ayırmasın, ağbisi hep yanında olsun onu korusun kollasın. Erkek bebekler için de geçerli gerçi ama özellikle kız bebeklerin kaderi hep güzel olsun. :)
20 Ocak 2009 Salı
Ondan bundan
Obama'nın yemin törenini seyrettim. Bir internet sitesinde Legolardan yapılmış tören sahneleri görmüştüm geçenlerde, o aklıma geldi. California'da bulunan Legoland'de yemin töreni önceden canlandırılmış. Aşağıda törenden bir fotoğraf görebilirsiniz. Sahnenin tamamı için kimbilir kaç parça kullandılar.

Yarın sabah diyetisyenimle randevum var. Bakalım neler oldu. Bu sefer de pek umudum yok ama eski bir kotuma daha girebildiğime göre herhalde çok da kötü durumda değilim. Sabaha görürüz artık.
cnbc-e dizilerinin yeni sezonları başlıyor. Yaşasın. (internetten seyretmemeye çalışıyorum da ısrarla).
Yemekteyiz yarışmasının Trabzon fragmanını seyrettim. Avrupa Yakası'ndaki Dursun'dan vardı bir tane. Haftaya çok eğlenceli olacak sanıyorum. İlla ki.
19 Ocak 2009 Pazartesi
İşte geldim buradayım
Neyse, haftasonu izlenimlerime geçeyim. Kriz nedeniyle olsa gerek heryerde feci indirim var. Çok iyi markaların ürünlerini inanılmayacak paralara bulabiliyorsunuz, kıyafet almaya ihtiyacınız varsa (her zaman!) mutlaka değerlendirin.
Ne zamandır bol geldiği için takamadığım alyansımı küçülttürme zamanının geldiğine karar verdik. 2 numara küçülmüş parmaklarım. Hatta hala biraz büyük gibi ama maksimum küçülebilir hali buymuş. Çok mutlu oldum yine.
C.tesi günü bir akrabamızın düğününe gittik. Ortalarda dolaşan beyaz giymiş bir kız vardı ama kıyafet aynen dar bir gelinlik gibi, saç baş da öyle, bir duvak eksik. Benim bildiğim kadarıyla düğüne saygıdan siyah, geline saygıdan beyaz giyilmez. (Gerçi Türk tipi kadınlar olarak genelde siyah giymeyi tercih ediyoruz ama aslında adet bu olmalı.) O yüzden kız ilgimi çekti ve ayıpladım kendisini. Meğer görümceymiş. İşte o an pes dedim :) Başka ne denir ki? Ben de görümce oldum ama beyaz giymeyi asla düşünmedim. Kimse de yapma, etme kızım demedi mi acaba? Pes.
17 Ocak 2009 Cumartesi
Ciğerlerim ve yapma ciğerim
Şu yemekteyiz yarışmasına takıldım. İlk başladığında seyretmiyordum, fakülteden çıkmamış oluyordum başladığında, şimdi akşam saatlerine çekilince seyreder oldum. Milletin iki yüzlülüğü, mutfakta laf edip yüzüne karşı abiciğim, ablacığım demeleri (etrafımda bu insanlardan çok var aslında, şaşılacak birşey değil), kazanma hırsıyla (para kazanmak için olmasa gerek, son zamanlardakiler oldukça hali vakti yerinde insanlar gibi geldi bana) herşeye kusur bulmaya çalışmaları, burun kıvırıp damak zevkime uygun değil diye ucundan bir çatal alıp yüzünü buruşturmalar falan çekilecek gibi değil aslında. Yarışmacıların arasında da karşısındakinin suratına bir tane çakmak geliyordur herhalde, ben televizyon karşısında böyle hissettiğime göre. Ama en gıcık olduğum şey o canım yemeklerin dökülmesi. Geçenlerde birisi kuzu incik yaptı.Yok kemiği yokmuş, yok çok kuruymuş diye tadına bakıp geri yolladılar. Benim içim gitti. Nerede yaşıyorunuz be insanlar, asgari ücretlinin sadece az miktarda kıyma olarak görebildiği löp löp etleri sudan bahanelerle çöpe gönderiyorsunuz. Seyreden insanlara ayıp olmuyor mu? Ben "tabağa konan herşey bitmeli" mantığıyla yetiştirildim, pilavımın bir tane pirincini bile ziyan etmem, onu bulamayan aç insanların olduğunu düşünürüm hep ama bunlar ne kadar rahat: "Damak tadıma uygun değil" ve hooop çöpe. Ağızlarına ağızlarına vurasım geliyor utanın kendinizden diye. Neyse sakinleşeyim biraz.
15 Ocak 2009 Perşembe
Çok geciken bir mim
14 Ocak 2009 Çarşamba
Diyet haberlerine devam
Son durum:
Tartıda görülen net kayıp: 7.5 kg. Yağ oranına göre bakarsanız çok daha fazla.
İçine girilen eski kot sayısı: 2
Mutlu mesut zayıflayan kişi sayısı: 1
Mutlu koca sayısı: 1
Bu arada diyetisyenimi çok seviyorum. Çok tatlı bir kadın. Arkadaş olmak isteyeceğim biri hatta. Belki de başarılı olmamızın bir nedeni de bu.
Yavru köpek
Hayvanlarla ilgili haberlere dayanamıyorum. Kocamla evimiz müsait olsa ve biz de birlikte olabilsek muhabbet kuşlarımız ve cüce hamsterimizin yanına köpek, kedi, artık Allah ne verdiyse almak istediğimizden bahsetmiştim sanıyorum. Kendimize ait bahçeli bir evimiz olsa da bu dileiğimizi gerçekleştirebilsek keşke. Bazen sokaklarda yavru köpekler görüyoruz da birbirimize bakıp keşke evimiz müsait olsaydı bunları alır giderdik hemen diyoruz. Ahh ah.


13 Ocak 2009 Salı
Gittikçe kokoş oluyorum

Not: Hala savunduğum bir kalem var, ayaklarıma da kırmızı sürdüğümde artık tüm kalelerim yıkılmış ve dönüşümüm tamamlanmış olacak. Ama bu gidişle o da yakındır artık.
12 Ocak 2009 Pazartesi
Scrabble'da uyduruk kelimeler

11 Ocak 2009 Pazar
Takdir ettiğim bir servis
Şimdi sevdiklerinizin nerede olduğunu öğrenmek çok kolay! İster cepten, ister internetten bilginiz olsun, içiniz rahat olsun!Üstelik 28 Şubat'a kadar ücretsiz.Detaylar için tıklayın. Avea KimNerede? servisiyle sevdiklerinizin, arkadaşlarınızın nerede olduğunu internette harita üzerinde görebilir, isterseniz SMS ile öğrenebilirsiniz. Tek yapmanız gereken http://www.bulten.avea.com.tr/SmartMessage/4.2/M/SM.Router/e7d2c000-d5a3-4c85-9b99-b05c8041fd95/06d84366-a716-4871-b5bf-50afff6fa9f4/LinkTrack.aspx'ye tıklamak, aile üyelerinizi, arkadaşlarınızı eklemek ve izinleri almak. KimNerede'ye, Avea online işlemler şifrenizle giriş yapabilirsiniz, eğer şifreniz yoksa ya da unuttuysanız, cep telefonunuzun mesaj menüsünden SIFRE yazıp 9520 kısa numarasına göndererek şifre alabilirsiniz. 9520'ye gönderilen tüm mesajlar ücretsizdir.
Hemen tıkladık ve kaydolduk. Sistem henüz tam çalışmıyor gibi, birbirimizi listelerimize ekleyemedik, herhalde düzeltirler. Bir kişiyi listene eklemek için o kişiye sms yollarak izin istiyor, öyle kafana esen kişiyi ekleyemiyorsun. Dediğim gibi birbirimiz, ekleyemedik ama kendimizi nerede gösteriyor diye baktık. Google maps gibi bir sistem. Şu kişiyi bul diyorsun ve hoooop haritada yerini gösteriveriyor. Bu kadar detaylı olabileceğini düşünmüyordum açıkçası ama kendimi bulmak istediğimde önce Türkiye haritasında Eskişehir'e ilerledi sonra da evimizin olduğu sokağa kadar girdi. Gözlerimize inanamadık. Bu sayede artık şuradayım buradayım diye uydurmak mümkün olmayacak. "Hayatım fakültedeyim" dediğimde kocam bir de bakacak ki ben Ankamall'de fink atıyorum. Aynısı onun için de geçerli tabii. Dünkü yazımla bağlantılı olarak özellikle kıskanç eşlerin kullanmak isteyeceği bir servis diye düşünüyorum.
Anne babalar için de süper bir servis aslında. Çocuğunuz nerelerde, okulu asıp sinemaya mı gitmiş, ne yapmış görebilirsiniz. Gerçi Türk haklı cin gibidir, mutlaka bir kılıf uydurur ama ben beğendim servisi. Cep telefonunuz çalındığında eğer açık tutuluyorsa nerede olduğunu görüp polis baskını bile yapabilirsiniz, o derece yani. Avea'ya bu aralar çok sinir oluyordum ama kalbimi kazandı bu servisiyle. Herhalde diğerleri de yapmaya başlar.
10 Ocak 2009 Cumartesi
Fingir fingir

Kocamın hocalık karizması ve espirili kişiliği nedeniyle olsa gerek marketteki kasiyerler, hastanedeki hemşireler ve bilimum hatun kişi üzerinde kikirdetici bir etkisi vardır (aynısını ben yapsam "elalemin adamıyla ne laubali oluyorsun" olur ki o ayrı). Bir ara şöyle birşey olmuştu hatta, önce onu yazayım, bundan 2 yıl kadar önce markette kasadayız, sıra bekliyoruz, bizden önceki kişi sigara istemişti galiba, kızcağız da kasanın üstünde bulunan dolabı açıp sigara almaya kalkıştığında kapak birden düşüp kızın kafasına çarpmıştı. Kocam müdahale etmeye çalıştı ama olmadı, "geçmiş olsun canınız çok yandı mı" tarzında konuşmalar geçti aramızda. Kız sağolsun kocamı unutmamış, kasalara her geldiğimizde başka bir kasada olsa bile kocama selam verdi hep. Kocam bu selamın ikimize birden verildiği konusunda ısrarcı olsa da örümcek hisleri alarm veren ben böyle olmadığından emindim. "Küçücük kız, o zaman ilgilendik, minnettar kalmış" demelerine pabuç bırakmadım tabii, zaten bir süre sonra kız beni tamamen es geçip (beni görmedi galiba), alışverişimizi bir başka kasada yapmış halde marketten çıkarken kendi kasasındaki işini bırakıp yüzünde kulaklara kadar yayılan bir gülümsemeyle kocamın arkasından iyi günler diye bağırdığında o da durumda bir gariplik olduğunu anladı. Ben kıza aynen sinir oldum tabii. Neyse ki bir süre sonra kız ortalardan kayboldu, nereye gitti bilemem, benim konuyla bir ilgim yok :)
Dün de kocamın göz muayenesi için yakınlardaki özel bir hastaneye gittik. Giriş işlemlerini yapan kızla kocam kikirdemeyle sonuçlanan esprili konuşmalar yaptılar, ben de dahil oldum ama odak kocada tabi ki. Sonra kız kocamın çalıştığı kurumu görüp hangi bölümde olduğunu sorup cevabını aldıktan sonra kardeşinin de aynı bölümde 1. sınıf öğrencisi olduğunu, Afyon'da okumakta olduğunu ve buraya yatay geçiş yapmak istediğini söyledi. Kocam da yardımsever bir kişilik olarak hemen cep telefonunu ve iş telefonunu verdi, kızınkini de aldı, erkek sandığımız öğrenci gencin kız olduğu ortaya çıktı ve ben bunlar olurken mal mal baktım. Gerçi burda başlıkta yazdığım gibi fingirdeme durumu yok. Kocama sonsuz güvenim var ayrıca ve eşimin beğenilmesi hoşuma da gitmiyor değil ama fazla da beğenmesinler canım, adam benim, parçalarım valla yan gözle bakanı.
9 Ocak 2009 Cuma
Yazmaya değer mi bilmem ama yazdım işte
Neyse.
Yazmak istediğim şey şu. Biliyorsunuz ben rutin olarak seyahat yapıyorum. Aşti ve Gar Ankara'daki favori mekanlarım. Dün yine Aşti'yle hasret giderirken (erken kaçtım yine) hoşuma giden birşeyi annemle paylaştım. Daha önce kocama da anlatmıştım. Sizleri neden mahrum edeyim peki? (tekrar olmuyordur umarım, oluyorsa kusura bakmayın).
Terminallerde otobüsler genellikle yarım saatte bir kalkar bilirsiniz. Yolcusunu alan zamanı geldi mi gider, yerini diğer yarım saatin otobüsüne bırakır. Biraz gecikme olursa anonslar başlar "Hareket saati 17:30 olan otobüs şoförleri, lütfen peronları boşaltınız". Bu arada ortalık iyice karışmasın diye bir sonraki otobüslerin peronlara girmesine izin verilmez. Onlar da peronun ucunda dizilirler. İşte bu görüntüyü çok seviyorum ben. Göz alabildiğine otobüs sıra bekliyor, sanki hepsi yarışta. Start verilince hızla harekete geçip perondaki yerlerini kapmaya başlıyorlar. Sanki sona kalan açıkta kalacak gibi. Hatta eski Amerikan filmlerinde olduğu gibi mini etekli bir kız ortada dikilsin, start bayrağını o indirsin istiyorum, olmuyor tabii. Sonuç olarak, o start anını çok seviyorum ben. Biraz manyaklık da var tabii, normal bir insan evladı neden bu detaya takılsın ki :)
7 Ocak 2009 Çarşamba
Van'dan resimler
Adanın adının Ah Tamara'dan geldiği söylenir. Hikayeyi bilirsiniz, papazın kızına bir genç aşıktır, geceleri göl kıyısında buluşurlar. Genç karşı kıyıdan sevgilisinin tuttuğu ışığa doğru yüzerek gelir. Papaz bunu anladığında bir gece feci bir fırtına varken göl kıyısına elinde lambayla gelir. Karşı kıyıdaki sevgilisi ışığı görünce fırtınaya rağmen sevgilisini görebilmek için kendini göle atıp yüzmeye başlar ancak boğulur gider. Tamara da kendisini kayalıklardan atar, o da boğulur. Başka yerler için de anlatılıyor olabilir, ama bize burası için anlattılar.
Bu resimde de Akdamar Kilisesi görülüyor. Birkaç yıl sonra restorasyon başlamıştı, geçen senelerde de bittiği hakkında gazetede haberler çıkmıştı hatırlıyorum. Son hali nasıldır bilmiyorum, yine gidip görmek lazım.
Bu da kilisenin duvarından.
Bu da bahçeden bir görünüm. Kayaların üzerindeki haçları görebilirsiniz sanıyorum. Daha bir sürü resim olmalı aslında ama dediğim gibi kimbilir neredeler. Aynı gezi sırasında Doğubeyazıt'a İshak Paşa Sarayına, Van Kalesi'ne, Muradiye'ye de gitmiştik. O fotoğrafları da bulayım da eğer görmeyen varsa yurdumuzda ne güzel yerler olduğunu görebilsin. Umarım sıkılmazsınız.
6 Ocak 2009 Salı
Kıtır yılbaşı çamına karşı
Yılbaşı gününde hazırlık yaparken Kıtır'ın kafesine de minik bir çam koymuştuk. Çam dediğim de zamanında worldcard kredi kartı harcamalarına puan karşılığında hediye verirken paketin birinin içinden çıkan minik bir çam, ucunda da bu nedenle worldcard yazıyor yoksa reklam almış değilim. Kıtır'ın kemirececeğini bildiğimiz için kocam elinde almak üzere hazır bekliyordu, ne de olsa plastik temelli şey, hayvancağız telef olmasın. Aslında bunu o gün eklemeye çalıştım ama evdeki bağlantı mı izin vermedi ne oldu anlamadım, fakülteden ekleyebiliyorum ancak. Bakalım Kıtır'ımızı sevecek misiniz.
Not: Dün sonlarda kocamın sesi duyulduğu için kaldırmak zorunda kaldım, düzeltip tekrar koyuyorum.
Diyet haberleri, 2009 için bir karar ve kısa kısa
2009 için aldığım bir karar yok demiştim ama almam gereken çok önemli bir karar var aslında. Biraz daha derli toplu olmalıyım. Evi, fakültedeki odamı, bilgisayarımı ve kafamın içindekileri derli toplu tutmalıyım. Kocam benden daha düzenli, utanmalıyım aslında. Bugünden uygulamaya başlamalı, fakülteye gidince önce masamı toparlamalıyım. Gerisi de gelir diye ummamalı, gerisinin gelmesi için de çaba göstermeli. Kendime not olsun bu, hatta taahhüt etmiş olayım bu yazı vesilesiyle, geri dönüp bu yazıya baktıkça ne durumdayım bakıp kendime çekidüzen vereyim.
Bu sabah meripoint ile ortak bir arkadaşımız doğum yaptı. En kısa sürede bebeği görmeye gitmeyi planlıyorum. Düşünülen isimler arasında benim adım da varmış ama tanıdık biri olmasın diye taş koymuş baba. Hemen sitem ettim kendisine, ben adıma kefilim. ... adındakiler zeki, güzel, iyi insanlar olur, kilo da verdim bak, şişko olmaz kızınız, bir istisna yapın dedim ama karar onların tabii ki. Bir arkadaşım da kızına benim adımı koysa dişimi kıracağım zaten. Gerçi ben de tanıdık kimsenin adını koymayı düşünmüyorum, haklılar bu konuda ama benim iki adım var, bari az kullandığımı koyun ya :)
5 Ocak 2009 Pazartesi
Sobanınkiler bitmeden kombininkiler başladı
Okumuşsunuzdur, gençlerin apartmanında aspiratör ve kombi ortak bacaya açılıyormuş ve bu tamamen yanlışmış. Aspiratörden gelen yağlar, yemek buharları bacayı tıkayabilir ve böyle bir faciaya sebep olabilirmiş ve olmuş da. Bu olaydan sonra bizim eve baktık ve aynı şeyi gördük, iki baca da ortakmış. Gerçi kombinin hemen yanında alarmımız var, ilk kaçak varlığında bizi uyarıp ortalığı inletiyor (sağolsun yanında deodorant bile sıkılsa avaz avaz) ama nolur nolmaz, bir kaçak olması durumunda ortak baca aracılığıyla bizim tarafın tümü gider. 9 katlı binada her katta 3 daire var, varın siz hesaplayın etkilenen kişi sayısını (ölü demeye dilim varmıyor). Kocamla inşallah bize bir şey olmaz diyebildik sadece, kaç yıldır bu apartmanda oturuyoruz, haydi hayırlısı.
Dün 12 gibi markete alışverişe gitmiştik. Evden çıkarkan kapıda ESGAZ'ın 2 tane doğalgaz acil arabasını gördük. Herhalde birileri olaydan etkilendi, kontrol ettirmek istiyor, ya da ESGAZ evleri rutin olarak kontrole başladı dedik. döndüğümüzde apartmandan bir sürü insan aşağıdaydı ve birşeyler tartışıyordu. Karşı komşumuz olan amcaya sorup durumu öğrendik. Bizim baca sisteminde hatalar bulmuşlar. Öncelikle mutfak camlarına konan havalandırma deliklerinin kapatılmaması gerekirken şöyle bir baktığınızda çoğunluk bir şekilde kapamış (ama kapamayınca da öyle bir soğuk giriyor ki eve inanılmaz, millet ne yapsın), sonra aspiratör çıkışlarının kapatılması ve kombilerdeki alüminyum boruların çelik borularla değiştirilmesi gerekiyormuş. Ekip doğalgazı kesmiş. Bunları düzeltmezseniz açmam gazınızı diyor adam haklı olarak. Ama hava soğuk (neyse ki cumartesi kadar soğuk değildi) ayrıca pazar günü, nasıl yaptırılsın. Apartman sakinleri etme eyleme, pazartesi yaptıralım diyor ama ekip şefi diyor ki "haydi ben açtım gazı gittim, bir ihbar olursa ya da gaz kaçağı olursa beni kim kurtaracak?" Adam haklı. Ama sonuç ne? Haydi yaptırıldı diyelim, evde olmayan insanlar, boş daireler var, onlar ne olacak? "Ben gelir kontrolümü yapar gazı açarım, uygun olmayan daireleri mühürlerim diyor adam." Aldı mı bizi kara kara düşünce. Bu iş bugün olmaz da yarına kalırsa ne yapacağız, elektrik sobasıyla ısınmaya çalışırız, yemeği de fırında yaparız tamam ama ya yarın ne olacak? Ben Ankara'ya dönüyorum, kocamın fakültede feci işi var, final dönemi başladı. Eve zamanında yetişemezse bir de mühür açtırmak için mi telef olacağız? Oturup kara kara düşünürken 1 saat kadar sonra Lider havalandırma diye bir şirket geldi. Ne olup ne bitiyor acaba diye anlamaya çalışırken de karşı komşumuz amca geldi sağolsun. Aspiratör bağlantılarını iptal ediyorlarmış, elinde 2 parça fayans, "ben bizimkini hallettim, sizinkini de kapatayım dedi". Sonra da sağolsun bize bilgi verdi. Firma bulunmuş neyse ki, öncelikle baca bağlantıları çelik boruyla değişecekmiş. Değişiklik yapıldıktan sonra ESGAZ ekipleri gelip kontrol edecek, ondan sonra da gazı açacakmış. Hemen biz de çelik boru isteyenlere adımızı yazdırdık ve beklemeye başladık. Bu arada amca bu işin kimin başının altından çıktığını anlatıyor. Biz haberlerden etkilenen birisi ihbar etti sanmıştık ama meğerse bu işi yapan kişi tam karşımızdaymış ve durum önce tedbir sonra tevekkül durumu değilmiş. Geçen hafta amcanın eşi yaşlı teyze kusmaya başlamış. Sürekli kusuyormuş kadıncağız, acile kaldırıp tüm tetkikleri yapmışlar, sonunda doğalgaz zehirlenmesi olduğu ortaya çıkmış. Amca "bana birşey olmadı o yüzden doğalgazın yaptığına ihtimal vermemiştik ama ESGAZ ekiplerini çağırınca kaçak olduğunu buldular" dedi. Mazallah, karşı katın tümü gidebilirdi, Allah korumuş. Hemen ekip çağırılmış ve gerisi yazdığım gibi. Sonrasında aspiratör bağlantımız söküldü, alüminyum borular çelik borularla değiştirildi (alüminyumu cart diye öyle bir yırtışları vardı ki yaşadığımıza şükrettik), çelik borunun duvara giren kısmı alçıyla kapatıldı ve ESGAZ ekibi onay verdikten sonra saat altıdan sonra doğalgazımız açıldı.

Aslında en güvenli olanlar hermetik kombilermiş, camdan çıkan ikili baca sistemleri var (her iki an

Size tavsiyem eğer baca sisteminiz bizimki gibiyse belirttiğim değişiklikleri yapmanız. Firma çalışanları 1.5 metrelik çelik boru takılması için bizden 60 lira aldılar. Rayiç bu muydu yoksa hem pazar olması hem de durumun aciliyeti nedeniyle mi fiyat buydu bilemiyorum ama aklınızda soru işareti kalmasından iyidir.
Bu olay bize nezle-grip olarak geri dönecek sanıyorum ama çok şükür ki hayattayız, ya o gençler ne yapsın.
Hepinize sağlıklı ve doğalgaz kaçaksız günler diliyorum.
3 Ocak 2009 Cumartesi
Öyle bir kar yağdı ki...


1 Ocak 2009 Perşembe
Yeni yılın ilk yazısı
Yeni yıl için şimdilik hiçbir kararım yok (new year's resolutions). Sadece zayıflamaya devam etmek istiyorum. 4 aylık performansımdan çok memnunum. Hatta dün gelinliğime girmeyi tekrar denedim ve bu sefer başarılı oldum. 3-4 kilo daha verirsem hedefime ulaşmış olacağım ve kocamla tasarladığımız tekrar gelinlik-damatlıkla fotoğraf çektirme planımıza gerçekleştirebileceğiz :)
2009'a güzel başladım ve umuyorum böyle de devam edecek ve yanında daha pek çok güzellik getirecek