Uzun zamandır kocamın başının etini yiyordum gidelim de gidelim diye. Çiftlik kavşağı ve civarından her geçişimizde talepte bulunmama rağmen bir türlü gidememiştik. Bir seferinde yağmur yağıyordu, diğer bir seferinde gerçekten niyetlenmiştik ama cumartesi olması sebebiyle feci halde kalabalıktı, park yeri doluydu, bir seferinde ise vaktimiz yoktu. Kocamın Ankara'da olduğu bir zamanla denk getirmek o kadar da kolay olmuyordu ama sonunda oldu. Tatil öncesi arabayı yıllık bakıma soktuğumuz bir haftasonunda servisimizin çiftliğe çok yakın olması sayesinde emelime ulaştım. Arabayı verdiğimizde 4-5 saat sonra alabilirsiniz dediler. O kadar zaman ne yapalım, Acity'ye yeni gittik, başka birşey yapalım derken kocam artık ısrarıma daha fazla dayanamadı ve Hayvanat Bahçesi'ne doğru yollandık. En son ne zaman gittiğimi hatırlamıyorum. Çocukken gitmiştim herhalde, o zamanlar emektar fil henüz yaşıyordu, şimdi ise boş, yerine yenisi alınmamış. Gelen çocuklar canlı bir fil göremeyecekler ne kötü aslında. Çocuklarını getirmiş bir çok aile vardı, hoşuma gitti ama keşke hayvanlara yiyecek vermeyin yazısına da uysalardı. Maymunlar, goriller, kuşlar, irili ufaklı hayvanlar derken pek çok hayvan gördük. Bir çocuk için muhteşem bir yer ama keşke biraz daha açıklayıcı bilgiler koysalar, ne bileyim, resimli kitapçıklar olsa, satılsa (hediyelik eşya yeri açık olsa hatta), müzelerde verilen kulaklılardan verseler de hayvanlar hakkında ilginç bilgiler, hikayeler de anlatılsa. Beni oranın müdürü yapsalar çok değiştirirdim sanıyorum.
En çok ilgi göre kısım aslanların ve Kaplanların güneşlendiği kafeslerdi. Bir kafeste 2 dişi ve 1 erkek kaplan vardı, hemen yanlarındaki kafeste bir erkek aslan uzanmış yatıyordu. Erkek aslanlar için ne derler bilirsiniz, herhalde o yüzden dişi aslanları ayrı bir kafese koymuşlardı (çocukların ahlakı bozulmasın). Erkek kaplan dişilerin yanına gidemedi bir türlü, kovdular hep garibimi, o da kükreyeyim de aslana karşı şu dişilere hava atayım dedi herhalde. Kükremeler dinmeyince herkes kafese doğru koşturdu. Meğer miskin aslan kalkıp ben de biraz bağırayım şuna da haddini bilsin demiş, 1-2 kükreyip etrafta salındı, kaplanları sindirdi de sonra yine serildi yere, uykusuna kaldığı yerden devam etti.
Bu kuşların adını hatırlamıyorum ama çok şeker şeyler. Bunlar da Ankara'daki filamingolar. Hala da o incecik bacaklarla koskoca gövdelerini nasıl taşıdıklarına akıl erdiremem, hep kırılacakmış gibi gelir bana.
Böylece Temmuz ayının kavurucu bir gününü kocamla birlikte Hayvanat Bahçesi'nde geçirmiş oldum. Mutluyum ama bir yandan da böylesine güzel bir yeri iyi işletemedikleri için kızgınım. Oda arkadaşım oradaki hayvanlara acıdığı için gitmek istemediğini söyler. Oda haklı bir nevi, hayvanların esaret altında yaşaması kötü, ama biz insanlar için muhteşem bir fırsat. Çocuklarımız için televizyonda belgesellerde gördükleri hayvanları kanlı canlı görmeleri için bir fırsat (tabii dizilerden fırsat bulup hala seyreden aileler varsa). Hayvanlar için daha iyi koşullar ve daha iyi bir işletme zihniyetiyle çok daha güzelleşeceğini düşünüyorum, dediğim gibi, müdür ben olmalıyım :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder