31 Aralık 2008 Çarşamba
Mutlu yıllar
Olağan ama aslında olağandışı bir tren yolculuğu
ümü çok güzeldi. Bayıla bayıla giderken hava üssünün yakınında biz garda beklerken eğitim uçuşu yapmakta olan jetlerin pistlere inmeye başladığını gördük. Uçaklar birbiri ardına yanaşıyor, sırası gelen piste iniyor, gelmeyenler üstümüzden bir tur daha atarak pas geçiyor, manevra yapıyordu. Jetlere olan ilgimden, sevgimden bahsetmiştik. Keşke üssün içinde olsam da iniş ve kalkışlarını görebilsem diye hayıflandım yine. 1-2 uçağın inişini çekmeye çalıştım ama biraz bulanık çıktı haliyle. Aşağıdakiler en iyi fotoğraflarım.
Bir tane de ikili olarak bir yerlere giden jetler var, herhalde eğitmenlerdi onlar.29 Aralık 2008 Pazartesi
Kar fotoğraflarına devam
Doğa olaylarına devam-2
, bu sabah kalktığımda ise durmuştu. Pazar sabah erkenden fotoğrafını çektim çünkü çocuklar uyanıp dışarı çıktıklarında basılmamış tek bir yer bile kalmayacaktı biliyordum. Eviminiz önündeki çocuk parkının minik tepeleri gündüz vakti çocuklar, akşam üstü de büyükler için harika bir kayak pisti oldu. Torbasını, kızağını kapan geldi. Benim bile içim gitti aslında ama yılbaşı gecesi kayarız belki. Yukarıdaki fotoğraf klasik doğa olayları resimlerimin devamı. Diğerleri de bahsettiğim çocuk parkından. En sondaki ise kar kalınlığını gösteren fotoğraf (ki kar bundan sonra da yağmaya devam etti). Bu kadar güzel yağan karın bazı muzırlıkları da yok değil tabii. Yollar berbat herşeyden önce. Hatta arabalar geçtikçe hafif eriyenler yerler de gecenin buz gibi havasında donmuş durumda, yollar buz pisti gibi. Gelen geçen araba fazla değil. Şehirlerarası yollar açıktır mutlaka ama yine de riske atmayıp trenle gitmeye karar verdik. Bugün kocam da benimle birlikte Ankara'ya geliyor, yarın da tekrar evimize dönüyoruz. Kar çarşamba günü de yağsın da nihayet karlı bir yılbaşı geçirelim. Hepinize iyi haftalar. 

25 Aralık 2008 Perşembe
Kısa kısa (kolyeler, kitap, Anna Karenina)
Takı kutumdan ve kolyelerim için de askı gibi bir çözüm aradığımdan geçenlerde bahsetmiştim size. Kolyelerim için pratik zekalı annemden pratik bir çözüm geldi. Askı sistemi oluşturana kadar idare eder. Ortalarda dağılmalarından bıkarak bir fotoğraf albümünün içine koyuvermiş. Hani fotoğraf b
astırdığınızda stüdyonun verdiği dandik albümlerden. Her sayfasına bir kolye yerleştirmiş, derli toplu olmuşlar. Bükülüp şekilleri bozulmadığı sürece fena bir çözüm değil aslında, en azından dediğim gibi askı bulana kadar. 
adında bir çocuk. Hatta 2. kitabının arka kapağındaki yazı da şu adreste var ne olur okuyun, beğenmezseniz kitabı boşverin. Hatta İstanbul hakkındaki aşağıda resmi görülen şu kitabı da sırf onun da bir
hikayesi var diye almıştım. Sürekli kitapçılara, internet sitelerine bakar, yeni kitabı çıkmış mı diye sorarım. Nihayet dün baktığımda yenisinin de çıkmış olduğunu gördüm, hemen gidip alacağım çok sevindim. Adı Gizli Ajans. Bu seferki hikayesi bir reklam şirketinde geçiyormuş, belki reklamcı arkadaşların ilgisini çekebilir :) En kısa zamanda bunu sonra da diğerleri tekrar okuyacağım.Gelelim son başlığımıza, Anna Karenina. Bir solukta okuduğum bir kitaptı. İngilizce olarak satılan klasikler serisinden almıştım, içim burkularak da okumuştum. Sonra da filmini seyretmiştim. Şimdi Ankara Devlet Opera ve Balesi bale olarak sergiliyor. Yarım saat kadar önce 8 Ocak temsilinin biletlerinin satışa çıktığını belirten bir mail aldım. Hemen online bilet satış sistemine girdim ki ne göreyim bilet kalmamış. Yuh. Sistemin şöyle bir güzelliği var, koltuklar doldukça insan şeklini alıyor, size bunların üzerine imleci götürerek hangi bilet internetten alınmış, hangisi gişeden satılmış, hangi koltuklar protokole, çalışanların akrabalarına falan ayrılmış görebiliyorsunuz. Her temsilde genelde en öndeki sıradan 6-8 koltuk ayırırlar, bunun biliyorum. Ama bu sefer salonda ilk 9 sıra, balkondan ilk 3 sıra direkt olarak ayrılmış. Kalanlar da hemen satılmış. Bu pazartesi olacak temsile baktım, onda da aynı şekilde. Tamam anlıyorum, ilk temsiller bunlar, balerinlerin baletlerin eş dostları, aileleri gelecek seyredecek ama bu kadar da yer ayrılır mı? Madem öyle yap onlara ayrı 1-2 özel temsil, herkes gelsin yavrusunu alkışlasın, o temslleri satışa sunma, sonra biz sıradan insanlar için de biletlerin tamamen satıldığı temsil sun. Çok sinirlendim sabah sabah. Kimbilir ne zamana bilet alabilirim.
24 Aralık 2008 Çarşamba
Şu reklamdan içim bayıldı
Bir kez de sabah kargalarla birlikte kalkıp çalışayım demiştim. Ses olsun diye televizyonu açmıştım, açmaz olaydım. Arçelik'in ayaklı ütüsünün reklamını arka arkaya 8 kez falan göstermişti bir kanal. O küçük çocuğun Çelik ağbi, ayda kimse var mıdır şeklinde başlayan reklamı da beynime kazındı ve Arçelik'in ayaklı ütüsü asla alınmayacak ürünler listesine eklendi.
En iyisi diziyi video, dvd recorder artık ne olursa kaydedip sonra da reklamları geçe geçe seyretmek. Hem belki böylece makul bir süreye de iner.
Diyet haberleri- Aralık sonu
Yılbaşı için de herşeyden azar azar yeme iznini kopardım. 2009'da en azından kilo açısından harika bir başlangıç yapacağım, umarım gerisi de gelir.
22 Aralık 2008 Pazartesi
Bir haftasonu daha geçti, yeni yıl yaklaşıyor
Bugün diyetim ve ben pek anlaşamadık. Her zamankinden çok daha geç bir saatte çıktım yola. Öğle yemeği olarak sebzem vardı. Sandviçle geçiştirme hakkım bitmişti maalesef (bu hafta sadece 1 kez sandviç hakkım vardı onu da harcamıştım). Karnabahar yemeği de otobüste yemek için iyi bir seçim değil. Ben de 10:30 öğünümde biraz karnabahar yemeği yedim, öğle yemeğini çay ve meyveyle geçiştirdim, arada bir de eti cin kaçırdım, değişik bir şey oldu. Bakalım bunun etkisini çarşamba günü nasıl göreceğim.
Kocam haftaiçi kar yağacak haberini sevinçle karşıladı. Belki bu yılbaşı kar görürüz biraz diye ümitlendik. Yılbaşları genelde California Dreaming şeklinde geçiyor kaç yıldır. Geceyarısından sonra çıkıp kartopu oynamak kimbilir ne kadar güzel olur, belki bu sayede geçen senelerde olduğu gibi sızıp kalmam da. :)
Bazı bloglarda yılbaşı ağacının hıristiyanlık adeti olduğundan, kültürümüzde olmadığından bahsediliyor. Hatta dün gece Sex and the City'nin eski bir bölümünde Charlotte musevi olmaya karar verince haham artık yılbaşı kutlaması, yılbaşı ağacının olmayacağını söylemişti. Nişanlısı ise artık bir çok Musevi yılbaşın
da çam kuruyor demişti. Sadece bizde yok anlaşılan. Yılbaşı ağaçlarını seviyorum. Yeni bir yılın gelişini kutlamak için plastik ağacımı ışıl ışıl yanan ampuller ve süslerle donatıp yanıp sönüşünü seyretmeye bayılıyorum, alışveriş merkezlerinin süslenmesini dört gözle bekliyorum, seviyorum işte ne bileyim. Dini veya diğer herhangi bir anlam yüklemiyorum. Yılbaşı ağacı kurmanın beni kendi kültürüme yabancılaştırdığını da düşünmüyorum, ona gelene kadar neler neler var hergün karşılaştığımız. Seviyorum işte :)
20 Aralık 2008 Cumartesi
Pes artık
Neyse, üst kattakiler taşınınca çok sevinmiştik ama gelen gideni aratır derlerdi, doğruymuş. Bu sefer de 3 çocuklu bir aile taşındı. Hepsi de ilkokula giden, sanırım 1'er yaş araları olan 2 kız ve bir oğlan. Oğlanı bulmak için 3 tane çocuk yapmışlar sanıyorum, herhalde boncuk var feçesinde. Evin prensi tabii bu velet, sürekli onun bağırtısı, kızların gıkı nadiren çıkıyor. Bu çocuk sürekli koşturma halinde. Daha kötüsü de çocukların odası (ya da bu prensin tek başına kaldığı oda) bizim oturma odamızın üzerinde. Sürekli zıplıyor, atlıyor, nasıl bir gürültü anlatamam. O sesi bastırsın diye televizyonun sesini açıyoruz ama derinden gelen güm güm şeklindeki darbe seslerini kesemiyor, yine de duyuyoruz. Saat 10:30 olmuş çocuklar hala ayakta, çoğu zaman 12'ye kadar böyle. Anne baba da dur oğlum aşağıda insan var demiyor (pardon baba ara sıra bağırıyor çocuğa ama neden bilmiyorum, zaten etkisi de olmuyor, gene gümbür gümbür.) Bu nedenle evden taşınmayı bile düşünüyoruz, tahammül edilecek gibi değil. Bir ara salondaki avizeler sallanıyordu, o derece.
Anne babalara bir sorum daha var. Biz küçükken annemiz babamız bizi evde hoplama, zıplama koşma, alt kattakilere ayıp olur diye sürekli uyarırdı. Zamane ebeveynleri çocuğun özgür iradesini etkilememek için mi gıklarını çıkarmıyor acaba? Bu ne terbiyesizliktir anlayan bana da anlatsın lütfen. Sinir hastası olup çıkacağız yoksa.
19 Aralık 2008 Cuma
Ondan bundan (devam)
Takı kutumu temizledim, doldurdum, çok mutluyum. Hayatımda bir şeyleri düzene koymaya başladım, umarım gerisi de gelir. Sırada kolyelerim için bir askı sistemi ayarlamak var. Böylece hiçbiri karışmadan güzelce saklayabilirim.Sırada bilgisayarımdaki bilgileri toparlamak var. Her yerde bir sürü foto, bir sürü dosya, hangileri yedeklendi hangileri yedeklenmedi karıştı gitti. Bunları yaptıkça kafamdaki dosyaları da düzenleyebilirim sanıyorum. Bana bir şeyler oldu, düzen manyağı olacağım galiba yakında (ama nereye kadar :) genelde 1 hafta geçmeden her şeyi eski haline döndürebilme kabiliyetim var).
18 Aralık 2008 Perşembe
Ondan bundan
kurtaracak gibi değil çünkü taa ne zamanlara dayanan bir sürü gümüş takı, ıvır zıvırım ve sayıları her geçen gün artan boncuklu ıvır zıvırım var. Aradığım takıları da bulamıyorum, bu da ayrı bir şey. Geçen toparlayayım dedim de, bir baktım ki orada minik bir sandık, burada cam kutu, şurada üzeri sedef kakmalı bir kutu daha, vs. derken ay fenalık bastı bana. Dün gece itibariyle kendime herşeyi toplayabileceğim bir kutu almaya karar verd
im ve şansıma istediğim kutuyu bugün bulabildim. 16 x 16 cm boyutlarındaydı. Yanında 25 x 25 cm olan (içi 9 bölmeye ayrılmış) bir başka kutu daha vardı ama bana çok büyük geldi. İstediğimin içinde bölme olmaması dezavantajdı. Önce tereddüt ettim ama sonra küçük olanı alıp içine mukavvadan bölme yapmaya karar verdim. Fakülteye geldiğimde ise marangozhanenin olduğu aklıma geldi, şansımı deneyip bana kontrplak vs.den bölme keserler mi diye sormaya karar verdim. Arkadaşlar sağolsunlar beni kırmayıp hazırladılar. Renk uyumu yok ama olsun, önemli olan derli toplu olması. Ellerine sağlık. Bölmeleri çıkartıp kağıt, kumaş vs ile kaplayabilirim ama böyle de idare eder bence. Artık yüzükler bir yerde, taşlı küpeler, boncuklu küpeler, gümüş küpeler vs başka yere derken derli toplu hanım hanımcık bir insan olacağım.16 Aralık 2008 Salı
Bugün
15 Aralık 2008 Pazartesi
Kocama sürpriz yapmam lazım
Yola çıkma vakti geldi + AROG
Koskoca 9 günlük Bayram tatilini de yedik. Bu kadar uzun tatil sonrasında işe dönmek çok zor. Hele fakültede 9 gün boyunca kalorifer yanmadığını da düşünürseniz geri dönmek çok daha acı. Ama fiziksel acı o kadar da önemli değil, geçer gider. Ama yine geri dönmek, kocamdan, evimden ayrılmak zorunda olmanın acısı geçmiyor. 2 günlük haftasonundan sonra nispeten kolay (ne kadar olabilirse) ama 9 günü birlikte geçirdikten sonra çok zor. Bir tesellim kocamın erkenden fakülteye gitmek zorunda kalması ve beni terminalden uğurlayamayacak olması. Böylece otobüs hareket ederken kah ona el sallayıp kah makyajım akmasın diye gözlerimi silmek zorunda kalmayacağım, 2 elim de müsait olacak.14 Aralık 2008 Pazar
Doğa olaylarına devam
a da koyuyorum.Cuma günü AROG'a gittik. Onun hakkında da yazacağım ama önce şu sisli sabahın tadını çıkarayım.
12 Aralık 2008 Cuma
Bayram sonrası sabahı
Bulutlar pembe pamuk helva gibi, gökyüzünden kopar da ye misali. Ya da bulutların rengiyle fotoshop ile oynanmış gibi. Bayıldım ben. Şimdi pencereden tekrar baktım da, aradan 5 dakika geçti ancak ama o güzelim renk kaybolmuş. Az sonra güneş sarı sarı ortaya çıkıp ısıtır gibi yapacak. Olsun, plasebo etkisi yapar belki.
7 Aralık 2008 Pazar
Su kuyruğu
Eskişehir'de su sayaçları genellikle kartlıdır. Ankara'daki bazı doğalgaz sayaçlarında olduğu gibi. Bunun iki avantajı var tabii, birincisi sular idaresinin su paralarını önceden tahsil etmesi, diğeri de evsahiplerinin evden çıkan kiracılarının su parasını ödemek zorunda kalmaması. Bu açıdan yararlı bir uygulama. Ama suyun bitmek üzere olduğu tatil öncesinde bir miktar güçlük çıkarmıyor da değil. Ben genelde tedbirli bir insanım, garipliklerimizin mimlendiği yazımda herşeyin yedeğinden olmalı takıntımdan bahsetmiştim. Su için de geçerli bu. Kart sayaca takılıp su miktarı aktarıldıktan sonra mutlak doldurulmalı. Buraya ilk taşındığımızda su bitip de açıkta kaldığımızdan beri bu durum böyle benim için (gerçi kartta yedek bir miktar su oluyormuş ama o zamanlar bunu bilmiyorduk tabii). Karttaki suyu sayaca aktarınca yenisini alalım dedik. Ne de olsa bayram geliyor, bu sefer tam açıkta kalırız mazallah diyerek evin yakınında bulunan su satış yerine doğru ilerledim. Cumartesi günleri 12'ye kadar açık oluyor sonra kapanıyor, bunu biliyordum ama evden 11:10'a kadar çıkamadım. 40-45 dakikada nasıl olsa işimi hallederim diye tıngır mıngır yola düştüm. Yaklaştığımda bir de baktım ki feci bir sıra. Herkes bayram öncesi su yedeklemeye gelmiş, ya da herkesin suyu aynı anda bitmiş, anlamadım. Ama önümde 50-60 kişi kesin vardı ve ben geldikten sonra ar
kamdaki sıra da uzamaya başladı. Resimdeki küçük mavi bina su satış yeri, öndekiler de kuyruğun bir kısmını oluşturan insanlar. Minik binanın içinde de 10 kişi kadar oluyor, durum vahim anlayacağınız. Keşke daha erken gelseydimdiye hayıflanarak çantamdan mp3 player'ımı çıkarıp müzik dinlemeye başladım. Arada kuyruktakilerin konuşmalarını da kaçırmamaya çalışıyorum tabii ki. Arkalardan yaşlı bir amca sinirlenerek söylene söylene gitti. Biz sabırla beklemeye devam ettik. Pembeli minik kızın oturduğu bankın 10-15 metre ilerisinde bir bank daha var. Oraya kadar 20 dakikada ilerledik. 11:40'da görevli içeriden çıkıp bizlere 12'de kapanacağını söyledi. Herkes hesaplamaya başladı tabii, her kişi için işlem kaç saniye sürer, kuyruktaki kişi sayısıyla çarparsak bana sıra gelir mi? Ama buna rağmen arkam dönüp baktığımda sıranın aynen durduğunu gördüm, ümitsizliğe kapılıp giden olmamıştı.Önümdeki 4-5 kişi su konulu sohbetlerini sürdürür ve hepimiz binadan elinde makbuzuyla çıkan şanslı insanlara imrenerek bakarken çalışma süresinin uzatılabileceği haberiyle umutlandık. Saat 11:57'de binaya girmeme 2 adım birşey kalmıştı. Ha gayret, haydi biraz daha derken kendimi içeri attım. Böylece kapıyı kapatsalar da artık içerideydim. Bu kuyruk psikolojisi çok ilginç bir şey, sıraya girer girmez acaba daha fazla mı su alsam diye düşünmeye başladım. Nedense bu 4-5 gün yetmez gibi geldi, oysa alacağım miktar 1 ay rahat rahat idare eder. Demek Allah korusun bir felaket durumu olsa direkt bakkala, markete koşup makarna sırasına gireceğim.
Neyse, biz içeride dakikaları geçtim, artık saniyeleri sayarken bir telefon geldi. Hepimiz kulak kabarttık ama beklenen telefon değildi, bir arkadaşı arıyormuş meğerse. Neyse, bir kişi, bir kişi daha derken önümdeki sohbet grubundan bir teyzeye geldi sıra. "5 liralık " dedi kadın görevliye. Önümdeki adam da "abla bari 20 liralık falan al da sırada beklediğine değsin" deyince hepimiz kahkahaları koyverdik. "Tek kişiyim, ne yapayım yetiyor" dedi kadın. Ben olsam alırdım valla. Bir başkası da görevliye "nasıl ayarlıyorsunuz da hep tatil öncesi bitiyor su" dedi, sen kullanıyorsun, adam ne yapsın ki. Sıra bana geldi ve 12:01 itibariyle suyumu alıp binadan çıktım. Artık ben de içeriden elinden makbuzuyla çıkan imrenilecek grubun bir üyesiydim. Kocam merak etmiş tabii, kadın 1 saattir ortalarda yok. Elimde su kartımla içeri girip olayı anlattım. "Ya banka kuyruğunda maaş almak için bekleyen, hatta beklerken de ölüp giden yaşlılar ne yapsın" dedi. Hemen halime şükrettim.
Öğleden sonra oradan geçerken bir baktım ki hala açık ve içeride 3-5 kişi var sadece. Tüh dedim, 40 dakika boşa beklemişim. Ama benden de kötüsü görevlinin durumuydu aslında. Adam belki de ailesiyle bayram alışverişine çıkacaktı, sevgilisiyle buluşacaktı, planları bozuldu. O da mağdur bir nevi. Keşke sular idaresi durumu öngörüp ona göre nöbet planlaması yapsaydı.
Hepinize tekrar iyi bayramlar.
5 Aralık 2008 Cuma
Bayram geliyor, bayram edelim
4 Aralık 2008 Perşembe
Sabah sabah
Sabah sabah yollardayım, işe gelmeye çalışıyorum. Trafikte seyrederken bir ara kırmızı ışığa denk geldik. Yandaki arabaların birinin şoförü gayet güzel açtı kapısını, küllüğü asfalta boşalttı ve yeşil yanınca fütursuzca bastı gitti. Baktım gençten bir çocuk, 26-27 yaşında anca var. Yanında ise sarışın bir kız. Kardeşi mi, sevgilisi mi, karısı mı bilmiyorum ama kız zerre kadar irkilmedi, rahatsız olmadı bu durumdan. Ben de Bay Yanlış ile Doğru Ahmet eğitici filmi tadındaki bu olayı ağzım açık seyrettim. Eğer bu o filmlerden biri olsaydı hemen sigara izmaritlerinin üzerine bir çarpı atılır, film geri sarılarak küllük arabadaki yerine geri dönerdi. Bu arada sokaklar hepimizin, onları temiz tutalım gibisinden bir mesaj verilirdi. Maalesef film değildi. Zaten eğer böyle bir film olsaydı benim versiyonum daha iyi. Yan arabanın izbandut gibi şoförü arabasından iniyor, pencereyi bir yumrukla tuz buz ederek adamı pencereden çekerek dışarı çıkartıyor ve o izmaritleri, külleri adama yalatarak tek tek toplatıyor. Hem akılda kalıcı, hem de ibret örneği oluşturucu. Bak ondan sonra bir daha yapabiliyor mu.3 Aralık 2008 Çarşamba
Fransızlar şarkı söylemeli mi?
Az önce radyoda Fransızca bir şarkı çalıyordu. Tamam, dili anlamadığım için çamur atıyor olabilirim belki, kimbilir ne derin bir anlamı vardır o sözlerin ama ben Fransızcayı şarkılara yakıştıramıyorum (Almanca bile olabilir, o derece). Az önce önyargılarımdan sıyrılarak dinlemeye çalıştım ama olmadı işte, melodiye o sözleri, söyleniş şeklini yakıştıramıyorum. Aşkın dili olabilir, çok romantik olabilir ama bence şarkı söylemesinler. Çok nadir beğendiğim şarkılar var ama düşündüm de galiba sadece 2 tane, bilemedin 3. Gerisi söylemese olur mu acaba?
Not: Herkesin zevkleri, beğenileri farklıdır elbette, bu sadece benim naçizane fikrimdir, herkesin tercihine saygı duyarım. Benimki de bu yönde, siz de benimkine saygı duyun o zaman :)
2 Aralık 2008 Salı
İnternet olmadan arkadaşlık mı?
Bugün uzun zamandır ihmal ettiğim bir arkadaşımla konuştum telefonda. Lisede tanışmıştık onunla, aynı zamanda aynı lojmanlarda oturuyorduk, evlerimizin arasında bir apartman vardı sadece. Gece anne-babalar gezmeye gittiğinde ya o bana gelirdi ya da ben ona. En büyük zevkimiz birlikte nescafe ve votka vişne içmekti. Saatlerce de ondan bundan konuşurduk. Lise bitti, üniversiteyi kazandık. O Tıp okudu, ben Eczacılık. Yine aynı lojmandaydık, yine birbirimize gidip gelmeyi sürdürdük. Hiç ayrılmadık. Acı, tatlı bir sürü şey yaşadık, paylaştık. O nişanlandı, nişan kahvesini ben yaptım istemeye geldiklerinde. Düğününe gittim. İlk kızının doğduğu gün yine oradaydım. Evlilik, çocuk, TUS, benim fakülte vs. derken görüşmelerimizin sayısı oldukça azaldı. Kalpler bir olsun ama önemli değil. Telefon vardı nasıl olsa, dertleşiyorduk. Bazen de onlarda kalırdım, bu sefer eşiyle birlikte kaynatır, eğlenirdik. TUS'tan sonra başka bir şehire gitmek zorunda kalınca görüşmelerimiz iyice seyrekleşti. Düğünümde eşi ve tatlı kızlarıyla yanımdaydı. Ama haftasonu gidip gelme rutinimle nadir olarak yaptığı Ankara ziyaretleri bir türlü denk gelmedi. Telefonlar vardı neyse ki. Bir de kartlar vardı, her yılbaşında kartlar attık birbirimize. Posta kutusunda faturadan başka bir şey bulmak harika oluyordu. Yaşgünlerimizde birbirimizi ilk arayan olmaya gayret ettik. Öyle ki eşinden bile önce kutlardım çoğu zaman (kocam gece 12 olur olmaz mesaj yazdığı için o henüz ilk kutlayan olamadı). Ama geçen sene birşeyler oldu ve arayamadım onu bir türlü. İstedim ama yapamadım, araya zaman girince dostlar arasında zaman mefhumu olmasa da utandım, utandıkça arayamadım, arayamadıkça daha da utandım, derken kısır döngü içine girdim. O aradığında utancımdan açamadım, kaçamak mesajlar yazdım. Hep müjdeli bir haber vermeyi bekledim ona, böylece bana fazla kızmazdı, affederdi. İkinci kızını daha görmeye gidemedim bile. Tüm bu utançlar birikti ve artık iyice ezildim, altından kalkamadım. En sonunda 2 hafta önce mektup yazdım ona. Kargoyla da yolladım eline geçtiğinden emin olayım diye. Nedenlerimi nasıllarımı detaylı olarak yazdım. O da anladı ve beni affetti. Bu akşam eskisi gibi konuştuk araya hiç mesafe, hiç zaman, hiç ayrılık girmemiş gibi. Eski dostlarla böyle değil midir zaten, ne kadar zaman geçse de yabancılık çekmezsin hiç.Örgü örmek istiyorum
Bir süredir örgü örmek istiyorum. Eskiden vakit bulur örerdim, hatta annemle kavga ederdik, tez canlıdır ve başladığı işi bir an önce bitirmek ister. Benim amacım da örgü örerek rahatlamak olduğu için kah örerim, kah sökerim, o mutluluk bitmesin isterim. Ördüğüm parçaların yakalarının örülmesi ve kolların takılması işi anneme aittir. Bunun haricinde de ben evde yokken örüp bitirmeyi teklif eder, ben de kıyameti koparırım. Çok uzun zamandır öremedim, hatta aklıma bile gelmemişti. Bu kadar yoğunlukta, gidip gelmelerle elime ne bir yün ne de bir şiş almış değilim. Pazar günkü tren yolculuğumda (dönüş kısmı) tekli koltuklarda oturan bir teyze şal gibi bir şey örüyordu tiftikten. İmrendim açıkçası. Vaktim olsa herhangi bir şey başlayacağım ama maalesef bir süre daha blogdaki bir fikir olarak kalacak gibi görünüyor.
1 Aralık 2008 Pazartesi
Başıbozuk
Mor ve Ötesi'nin son albümünün adı bu. Eurovizyon için sundukları 3 şarkıyı, 3 tane canlı yorumu ve bazı şarkılarının remikslerini içeriyor. Fakat bir grubun canlı performansı bu kadar mı iyi olur. Konser kaydı olduğunu bilmesem, adamlar stüdyo kaydını sokmuşlar araya diyeceğim. Yarışma gecesi de böyleydiler zaten. Hatta az önce kocam hatırlattı bana, provalarda bizimkileri dinleyenler kulaklarına inanamamış, cd kalitesinde söylüyor adamlar diye. Ah o Balkan ülkeleri de bölünüp bölünüp birbirine oy vermeselerdi ya. Neyse.Canlı performans sunabilmek bir şarkıcı için çok önemli olmalı (ya da benim için öyle diyeyim). Yıllar önce ODTÜ Stadyum konserlerinden birini hatırladım şimdi. Teoman ve Şebnem Ferah vardı. Önce Teoman çıkmıştı ve çok iyi bir performans değildi. (Saklıkent'te de seyretmiştim zamanında, o zaman da öyleydi). Ama Şebo çıkınca o billur gibi sesiyle muhteşem bir konser vermişti. Ha CD'den dinlemişsin, ha sahnede. Ne bir detone olma, ne başka bir şey. Mor ve Ötesi de öyle işte. Keşke Ankara veya Eskişehir'de bir konser verseler de gidebilsek. (Az önce sayfalarına girdim ve geçen cuma garaj istanbul'da konserleri olduğunu öğrenerek kahroldum. Daha önce öğrenseydim ve nerede olduğunu bilseydim gidebilir miydik ki? İstanbul'u hiç bilmeyen kişiler olarak herhalde gidemezdik, daha beter üzülürdük).
Haftasonum böyle geçti
Bu fotoğraf üstte duran raftan yansıyan beni ve yayılışımı gösteriyor.
ıyorlarmış. Kümes dediğim etrafı telle çevrili kocaman bir alan. Üstü açık olunca bunlar da çıkıp çıkıp yeni ekilen bitkilerin tadına bakıyorlarmış. Bir tane
sini takip ettim fotoğrafını çektim. Ben bir ara uzaklaştığımda içeri girivermiş bile.










