31 Aralık 2008 Çarşamba
Mutlu yıllar
Olağan ama aslında olağandışı bir tren yolculuğu


29 Aralık 2008 Pazartesi
Kar fotoğraflarına devam
Doğa olaylarına devam-2




25 Aralık 2008 Perşembe
Kısa kısa (kolyeler, kitap, Anna Karenina)





Gelelim son başlığımıza, Anna Karenina. Bir solukta okuduğum bir kitaptı. İngilizce olarak satılan klasikler serisinden almıştım, içim burkularak da okumuştum. Sonra da filmini seyretmiştim. Şimdi Ankara Devlet Opera ve Balesi bale olarak sergiliyor. Yarım saat kadar önce 8 Ocak temsilinin biletlerinin satışa çıktığını belirten bir mail aldım. Hemen online bilet satış sistemine girdim ki ne göreyim bilet kalmamış. Yuh. Sistemin şöyle bir güzelliği var, koltuklar doldukça insan şeklini alıyor, size bunların üzerine imleci götürerek hangi bilet internetten alınmış, hangisi gişeden satılmış, hangi koltuklar protokole, çalışanların akrabalarına falan ayrılmış görebiliyorsunuz. Her temsilde genelde en öndeki sıradan 6-8 koltuk ayırırlar, bunun biliyorum. Ama bu sefer salonda ilk 9 sıra, balkondan ilk 3 sıra direkt olarak ayrılmış. Kalanlar da hemen satılmış. Bu pazartesi olacak temsile baktım, onda da aynı şekilde. Tamam anlıyorum, ilk temsiller bunlar, balerinlerin baletlerin eş dostları, aileleri gelecek seyredecek ama bu kadar da yer ayrılır mı? Madem öyle yap onlara ayrı 1-2 özel temsil, herkes gelsin yavrusunu alkışlasın, o temslleri satışa sunma, sonra biz sıradan insanlar için de biletlerin tamamen satıldığı temsil sun. Çok sinirlendim sabah sabah. Kimbilir ne zamana bilet alabilirim.
24 Aralık 2008 Çarşamba
Şu reklamdan içim bayıldı
Bir kez de sabah kargalarla birlikte kalkıp çalışayım demiştim. Ses olsun diye televizyonu açmıştım, açmaz olaydım. Arçelik'in ayaklı ütüsünün reklamını arka arkaya 8 kez falan göstermişti bir kanal. O küçük çocuğun Çelik ağbi, ayda kimse var mıdır şeklinde başlayan reklamı da beynime kazındı ve Arçelik'in ayaklı ütüsü asla alınmayacak ürünler listesine eklendi.
En iyisi diziyi video, dvd recorder artık ne olursa kaydedip sonra da reklamları geçe geçe seyretmek. Hem belki böylece makul bir süreye de iner.
Diyet haberleri- Aralık sonu
Yılbaşı için de herşeyden azar azar yeme iznini kopardım. 2009'da en azından kilo açısından harika bir başlangıç yapacağım, umarım gerisi de gelir.
22 Aralık 2008 Pazartesi
Bir haftasonu daha geçti, yeni yıl yaklaşıyor
Bugün diyetim ve ben pek anlaşamadık. Her zamankinden çok daha geç bir saatte çıktım yola. Öğle yemeği olarak sebzem vardı. Sandviçle geçiştirme hakkım bitmişti maalesef (bu hafta sadece 1 kez sandviç hakkım vardı onu da harcamıştım). Karnabahar yemeği de otobüste yemek için iyi bir seçim değil. Ben de 10:30 öğünümde biraz karnabahar yemeği yedim, öğle yemeğini çay ve meyveyle geçiştirdim, arada bir de eti cin kaçırdım, değişik bir şey oldu. Bakalım bunun etkisini çarşamba günü nasıl göreceğim.
Kocam haftaiçi kar yağacak haberini sevinçle karşıladı. Belki bu yılbaşı kar görürüz biraz diye ümitlendik. Yılbaşları genelde California Dreaming şeklinde geçiyor kaç yıldır. Geceyarısından sonra çıkıp kartopu oynamak kimbilir ne kadar güzel olur, belki bu sayede geçen senelerde olduğu gibi sızıp kalmam da. :)
Bazı bloglarda yılbaşı ağacının hıristiyanlık adeti olduğundan, kültürümüzde olmadığından bahsediliyor. Hatta dün gece Sex and the City'nin eski bir bölümünde Charlotte musevi olmaya karar verince haham artık yılbaşı kutlaması, yılbaşı ağacının olmayacağını söylemişti. Nişanlısı ise artık bir çok Musevi yılbaşın

20 Aralık 2008 Cumartesi
Pes artık
Neyse, üst kattakiler taşınınca çok sevinmiştik ama gelen gideni aratır derlerdi, doğruymuş. Bu sefer de 3 çocuklu bir aile taşındı. Hepsi de ilkokula giden, sanırım 1'er yaş araları olan 2 kız ve bir oğlan. Oğlanı bulmak için 3 tane çocuk yapmışlar sanıyorum, herhalde boncuk var feçesinde. Evin prensi tabii bu velet, sürekli onun bağırtısı, kızların gıkı nadiren çıkıyor. Bu çocuk sürekli koşturma halinde. Daha kötüsü de çocukların odası (ya da bu prensin tek başına kaldığı oda) bizim oturma odamızın üzerinde. Sürekli zıplıyor, atlıyor, nasıl bir gürültü anlatamam. O sesi bastırsın diye televizyonun sesini açıyoruz ama derinden gelen güm güm şeklindeki darbe seslerini kesemiyor, yine de duyuyoruz. Saat 10:30 olmuş çocuklar hala ayakta, çoğu zaman 12'ye kadar böyle. Anne baba da dur oğlum aşağıda insan var demiyor (pardon baba ara sıra bağırıyor çocuğa ama neden bilmiyorum, zaten etkisi de olmuyor, gene gümbür gümbür.) Bu nedenle evden taşınmayı bile düşünüyoruz, tahammül edilecek gibi değil. Bir ara salondaki avizeler sallanıyordu, o derece.
Anne babalara bir sorum daha var. Biz küçükken annemiz babamız bizi evde hoplama, zıplama koşma, alt kattakilere ayıp olur diye sürekli uyarırdı. Zamane ebeveynleri çocuğun özgür iradesini etkilememek için mi gıklarını çıkarmıyor acaba? Bu ne terbiyesizliktir anlayan bana da anlatsın lütfen. Sinir hastası olup çıkacağız yoksa.
19 Aralık 2008 Cuma
Ondan bundan (devam)

Sırada bilgisayarımdaki bilgileri toparlamak var. Her yerde bir sürü foto, bir sürü dosya, hangileri yedeklendi hangileri yedeklenmedi karıştı gitti. Bunları yaptıkça kafamdaki dosyaları da düzenleyebilirim sanıyorum. Bana bir şeyler oldu, düzen manyağı olacağım galiba yakında (ama nereye kadar :) genelde 1 hafta geçmeden her şeyi eski haline döndürebilme kabiliyetim var).
18 Aralık 2008 Perşembe
Ondan bundan


16 Aralık 2008 Salı
Bugün
15 Aralık 2008 Pazartesi
Kocama sürpriz yapmam lazım
Yola çıkma vakti geldi + AROG

14 Aralık 2008 Pazar
Doğa olaylarına devam

Cuma günü AROG'a gittik. Onun hakkında da yazacağım ama önce şu sisli sabahın tadını çıkarayım.
12 Aralık 2008 Cuma
Bayram sonrası sabahı

7 Aralık 2008 Pazar
Su kuyruğu
Eskişehir'de su sayaçları genellikle kartlıdır. Ankara'daki bazı doğalgaz sayaçlarında olduğu gibi. Bunun iki avantajı var tabii, birincisi sular idaresinin su paralarını önceden tahsil etmesi, diğeri de evsahiplerinin evden çıkan kiracılarının su parasını ödemek zorunda kalmaması. Bu açıdan yararlı bir uygulama. Ama suyun bitmek üzere olduğu tatil öncesinde bir miktar güçlük çıkarmıyor da değil. Ben genelde tedbirli bir insanım, garipliklerimizin mimlendiği yazımda herşeyin yedeğinden olmalı takıntımdan bahsetmiştim. Su için de geçerli bu. Kart sayaca takılıp su miktarı aktarıldıktan sonra mutlak doldurulmalı. Buraya ilk taşındığımızda su bitip de açıkta kaldığımızdan beri bu durum böyle benim için (gerçi kartta yedek bir miktar su oluyormuş ama o zamanlar bunu bilmiyorduk tabii). Karttaki suyu sayaca aktarınca yenisini alalım dedik. Ne de olsa bayram geliyor, bu sefer tam açıkta kalırız mazallah diyerek evin yakınında bulunan su satış yerine doğru ilerledim. Cumartesi günleri 12'ye kadar açık oluyor sonra kapanıyor, bunu biliyordum ama evden 11:10'a kadar çıkamadım. 40-45 dakikada nasıl olsa işimi hallederim diye tıngır mıngır yola düştüm. Yaklaştığımda bir de baktım ki feci bir sıra. Herkes bayram öncesi su yedeklemeye gelmiş, ya da herkesin suyu aynı anda bitmiş, anlamadım. Ama önümde 50-60 kişi kesin vardı ve ben geldikten sonra ar

Önümdeki 4-5 kişi su konulu sohbetlerini sürdürür ve hepimiz binadan elinde makbuzuyla çıkan şanslı insanlara imrenerek bakarken çalışma süresinin uzatılabileceği haberiyle umutlandık. Saat 11:57'de binaya girmeme 2 adım birşey kalmıştı. Ha gayret, haydi biraz daha derken kendimi içeri attım. Böylece kapıyı kapatsalar da artık içerideydim. Bu kuyruk psikolojisi çok ilginç bir şey, sıraya girer girmez acaba daha fazla mı su alsam diye düşünmeye başladım. Nedense bu 4-5 gün yetmez gibi geldi, oysa alacağım miktar 1 ay rahat rahat idare eder. Demek Allah korusun bir felaket durumu olsa direkt bakkala, markete koşup makarna sırasına gireceğim.
Neyse, biz içeride dakikaları geçtim, artık saniyeleri sayarken bir telefon geldi. Hepimiz kulak kabarttık ama beklenen telefon değildi, bir arkadaşı arıyormuş meğerse. Neyse, bir kişi, bir kişi daha derken önümdeki sohbet grubundan bir teyzeye geldi sıra. "5 liralık " dedi kadın görevliye. Önümdeki adam da "abla bari 20 liralık falan al da sırada beklediğine değsin" deyince hepimiz kahkahaları koyverdik. "Tek kişiyim, ne yapayım yetiyor" dedi kadın. Ben olsam alırdım valla. Bir başkası da görevliye "nasıl ayarlıyorsunuz da hep tatil öncesi bitiyor su" dedi, sen kullanıyorsun, adam ne yapsın ki. Sıra bana geldi ve 12:01 itibariyle suyumu alıp binadan çıktım. Artık ben de içeriden elinden makbuzuyla çıkan imrenilecek grubun bir üyesiydim. Kocam merak etmiş tabii, kadın 1 saattir ortalarda yok. Elimde su kartımla içeri girip olayı anlattım. "Ya banka kuyruğunda maaş almak için bekleyen, hatta beklerken de ölüp giden yaşlılar ne yapsın" dedi. Hemen halime şükrettim.
Öğleden sonra oradan geçerken bir baktım ki hala açık ve içeride 3-5 kişi var sadece. Tüh dedim, 40 dakika boşa beklemişim. Ama benden de kötüsü görevlinin durumuydu aslında. Adam belki de ailesiyle bayram alışverişine çıkacaktı, sevgilisiyle buluşacaktı, planları bozuldu. O da mağdur bir nevi. Keşke sular idaresi durumu öngörüp ona göre nöbet planlaması yapsaydı.
Hepinize tekrar iyi bayramlar.
5 Aralık 2008 Cuma
Bayram geliyor, bayram edelim

4 Aralık 2008 Perşembe
Sabah sabah

3 Aralık 2008 Çarşamba
Fransızlar şarkı söylemeli mi?
Az önce radyoda Fransızca bir şarkı çalıyordu. Tamam, dili anlamadığım için çamur atıyor olabilirim belki, kimbilir ne derin bir anlamı vardır o sözlerin ama ben Fransızcayı şarkılara yakıştıramıyorum (Almanca bile olabilir, o derece). Az önce önyargılarımdan sıyrılarak dinlemeye çalıştım ama olmadı işte, melodiye o sözleri, söyleniş şeklini yakıştıramıyorum. Aşkın dili olabilir, çok romantik olabilir ama bence şarkı söylemesinler. Çok nadir beğendiğim şarkılar var ama düşündüm de galiba sadece 2 tane, bilemedin 3. Gerisi söylemese olur mu acaba?
Not: Herkesin zevkleri, beğenileri farklıdır elbette, bu sadece benim naçizane fikrimdir, herkesin tercihine saygı duyarım. Benimki de bu yönde, siz de benimkine saygı duyun o zaman :)
2 Aralık 2008 Salı
İnternet olmadan arkadaşlık mı?

Örgü örmek istiyorum

1 Aralık 2008 Pazartesi
Başıbozuk

Canlı performans sunabilmek bir şarkıcı için çok önemli olmalı (ya da benim için öyle diyeyim). Yıllar önce ODTÜ Stadyum konserlerinden birini hatırladım şimdi. Teoman ve Şebnem Ferah vardı. Önce Teoman çıkmıştı ve çok iyi bir performans değildi. (Saklıkent'te de seyretmiştim zamanında, o zaman da öyleydi). Ama Şebo çıkınca o billur gibi sesiyle muhteşem bir konser vermişti. Ha CD'den dinlemişsin, ha sahnede. Ne bir detone olma, ne başka bir şey. Mor ve Ötesi de öyle işte. Keşke Ankara veya Eskişehir'de bir konser verseler de gidebilsek. (Az önce sayfalarına girdim ve geçen cuma garaj istanbul'da konserleri olduğunu öğrenerek kahroldum. Daha önce öğrenseydim ve nerede olduğunu bilseydim gidebilir miydik ki? İstanbul'u hiç bilmeyen kişiler olarak herhalde gidemezdik, daha beter üzülürdük).
Haftasonum böyle geçti






