31 Aralık 2008 Çarşamba

Olağan ama aslında olağandışı bir tren yolculuğu

En son pazartesi günü yola çıkmadan önce yazmıştım. Dizilerdeki, televizyon programındaki gibi bir özet geçeyim. Kahramanlarımız 36 saat boyunca yağan kardan çekinerek otobüs biletlerini iptal ettirmiş ve Ankara'ya trenle gitmeye karar vermişlerdi. Hikayemiz bundan sonra başlıyor.

Evden çıkmadan önce Gar danışmayı arayarak ne kadar rötar olduğunu öğrenelim, boş yere orada beklemeyelim dedim. Danışmadaki adamın dediğine göre rötar yokmuş, tren 13:56'da gelecekmiş. Haliyle inanamadık. Normal şartlar altında rötar yapan tren nasıl olur da bu karlı havada vaktinde gelebilirdi? Yine de olabiliyor demek ki, herhalde bu süper ekspres olduğu için herşey mümkün dedik ve evden çıktık.

Gara vardığımızda öğrendik ki rötar varmış, 14:15'te gelecekmiş tren. Eh, dedik, fazla bir rötar değil. Kocamla beklemeye başladık, bekle bekle derken saat geldi ama "tren 5 dakika sonra şu perona geliyor" diye bir anons olmadı. Bir sonraki anons trenin 14:45'te geleceğini söyleyince danışmadaki adama bizi yanlış bilgilendirdiği, sıcacık evimizde oturmak varken garda, soğukta ve ayakta 1 saat 15 dakika beklettiği için teşekkürlerimizi sunduk. Hava da bize inat güzelleşti, ısındı, yollardaki karlar iyice su-çamur kıvamına geldi. Keşke otobüsle gitseydik diye düşünmeye başladık. Bir kere daha böyle olmuştu, o zaman ben tek gidiyordum Ankara'ya ve 18:45'te gelmesi gereken Cumuriyet ekspresi yine saatlerce gelmemişti, sonra yoldaki türlü beklemelerle Ankara'ya varışım 00:30 olmuştu, inanılır gibi olmayan kabus gibi bir yolculuktu. Nereden bilelim bunun da bir benzerinin olacağını... (heyecanın artması için sahne burada kesilir ve reklam girer, lütfen bilgisayar başından kalkıp ıvır zıvırla uğraşınız ve okumaya 5 dakika sonra devam ediniz.)

Saat 14:45 oldu, hala 5 dakika sonra geliyor anonsu yok. Yine gecikme var derken anons duyuldu. Başkent Ekspresi 1 numaralı perona yanaşmaktadır ve daha anons bitmeden tren hızla gelip peronda durdu. Önceden haber versene kardeşim, herkes kapılara doğru koşturmaya başladı. Arada bir anons daha, "Doğu Ekspresi 5 dakika sonra gelmektedir, Doğu Ekspresi biletleri Başkent ekspresinde geçerli değildir, lütfen binmeyiniz." Bu cümlenin neden önemli olduğunu sonra anlayacaktık... (kahramanımız boş gözlerle ufka doğru bakarken müzik sesi yükselir.)

Trene bindik, koltuklarımıza kurulduk, bir arkadaşlarını uğurlamaya gelen kocamın bir öğrencisi ve kız arkadaşına el salladık, bizi de uğurlayan oldu diye sevindik. Tren beyazlar içinde ilerlemeye başladı. Bu sefer Polatlı yakınındaki heykelin fotoğrafını çekmek istiyordum, fotoğraf makinem yanımdaydı. Önce 1-2 kar fotoğrafı çektim Tren yollarında bozulmamış karların görünümü çok güzeldi. Bayıla bayıla giderken hava üssünün yakınında biz garda beklerken eğitim uçuşu yapmakta olan jetlerin pistlere inmeye başladığını gördük. Uçaklar birbiri ardına yanaşıyor, sırası gelen piste iniyor, gelmeyenler üstümüzden bir tur daha atarak pas geçiyor, manevra yapıyordu. Jetlere olan ilgimden, sevgimden bahsetmiştik. Keşke üssün içinde olsam da iniş ve kalkışlarını görebilsem diye hayıflandım yine. 1-2 uçağın inişini çekmeye çalıştım ama biraz bulanık çıktı haliyle. Aşağıdakiler en iyi fotoğraflarım. Bir tane de ikili olarak bir yerlere giden jetler var, herhalde eğitmenlerdi onlar.




Daha sonra normal yolculuğumuza geri döndük, bilet kontrol başladı. Arkadaki tekli koltukta yaşlı bir amca vardı, meğer Doğu Ekspresi'ne binmesi gerekiyormuş, yanlışlıkla buna binmiş. Kondüktör kız "biletiniz geçerli değil, bu süper ekspres Sincan'a kadar durmaz, ayrıca 36 lira da ceza vermeniz gerek" dedi. Adam birşeyler dedi ama anlamadık. Arkamızda oğluyla oturan bir kadın "Amca anlamıyor, aşağıda da söylediler ama anlamadı, bu seferlik müsaade etseniz" dedi. Be kadın, madem farkettin adamın yanlış trene bindiğini müdahale etsene. Kondüktör kız "benim yapacak birşeyim yok, ayrıca trende müfettiş var" dedi ve amcaya "benimle birlikte tren şefine gelin" dedi. Sonra da biraz ileriye gidip durumu bir başkasına anlattı. Adamcağızın halini bir görseydiniz, parasının olmadığı belli, zaten kız gider gitmez kendi kendine mırıl mırıl konuşmaya başladı, kimbilir neler anlattı. Doğu ekspresinin biletleri ucuzdur, artık nereye gidiyorsa herhalde ben bu 36 lirayı nasıl ödeyeceğim diye düşünüyordu. İçimiz parçalandı, kocam hemen müdahale etti, kondüktör kızı çağırıp "cezası neyse biz ödemek istiyoruz, lütfen ona göre işlem yapın" dedi (işte bu yüzden aşığım ben bu adama). Kız da öncelikle şefine danışmaya gitti. Daha sonra şefle birlikte adamın yanına geldiler (şef de pek tatlı bir kadındı, bayıldım ben), tatlı tatlı "bu seferlik böyle olsun ama ama bir daha dikkatli ol, yanlış trene binme olur mu" dedi. Amcanın yüzü nasıl aydınlandı, nasıl gülümsedi görmeliydiniz. Gözlerim doldu resmen. Sonra kondüktör kız bize geldi ve dedi ki, şefimiz bu seferlik izin verdi. Yunusemre'de inecekmiş amca, normalde orada durmuyoruz ama durup amcayı indireceğiz diye bilgi verdi. Biz de teşekkür ettik bilgilendirdiği için. Yüzümüzde gülümseme amcaya arada kaçamak bakışlar atıp mutluluğunu seyrederek yola devam ettik. Sonradan öğrendik ki Eskişehir-Yunusemre arası bilet fiyatı tam 3 lira, yaşlı indirimiyle 2.25 liraymış. Adamcağız 36 lirayı nasıl vereceğini düşünür tabii.

Ama yolculuk daha nelere gebeydi, bunu 1-2 saat içinde görecektik. (bir reklam arası daha).

Yolculuklarda türlü türlü insanlarla karşılaşırız. Ben tek başıma olduğumda pek sorun yaşamam ama kocam tam bir keçinin sevmediği ot burnunda biter misali terslik mıknatısıdır, sinir olduğu tip insanlar hep etrafımıza doluşur. Geçen ay İstanbul'a tren yolculuğumuzda da bahsetmiştim bundan. Önce arkamıza oturan anne-oğula gıcık olduk. Çocuk 15 yaşında ve annesine birşeyler öğretme, isyan etme döneminde. Bir de elinde bilgisayar var, herhalde yeni almış birşeyler anlatıp duruyor. Kocam anında gıcık oldu. Sonra arkadan neden internet bağlantısı yok, o zaman bu prizler neden duruyor diye isyan eden bir adam var. Be adam, prizle internetin ne ilgisi var, tak fişini çalıştır bilgisayarını diye koymuşlar. Aynı adam sonra bizim koltuğa gelip kocamın bacaklarına doğru eğilip gazetemize baktı. Kendi gazetesini mi almışlar ne onu arıyormuş. Kucağına oturacak sandık kocamın. Garip insanlarla dolu ortalık. Yolculuğun sonrası daha sorunsuz geçti. 2 saat kadar kocamın bir makalesiyle uğraştık, vaktimizi değerlendirdik. Ben pek de iyi çıkmayan şu fotoğrafları çekebildim. (fotoğraflar hiç iyi çıkmadı, büyütüp bakacağım diye uğraşmayın bence).

İşimiz bitip Polatlı'yı geçerken kocamın askerlik yaptığı binaya baktık, o eski günlerini hatırladı bana anlattı (Tren Polatlı'dan geçerken askeri birliğin içinden geçer, ben de hep bakarım zaten). Temelli'yi geçtikten biraz sonra durduk. Süper ekspres olmasına rağmen arada durup karşıdakini beklemek olağan diye endişelenmedik ama bir süre sonra bir anons. "Sayın yolcularımız, makinemiz donduğu için yeni makine gelmesini bekliyoruz". Ne makinesi? Lokomotif mi dondu? İşleyen makine nasıl donar? Nidaları eşliğinde beklemeye başladık. Arkalardan sesler: 16:30 'da Ankara'da olacak yazmayın o zaman biletlere kardeşim, belirsiz bir saatte varır yazın". İnternetçi, kocamın bacaklarının arasından gazetemize bakan adam serzenişte. Herkes şikayet halinde, arada espriler yapanlar, önündeki yolcuyla konuşanlar. 2 saattir tek laf etmedin, şimdi bu aksilik mi yakınlaştırdı seni önde oturana. İlginç. Sonra bir anons daha "Makinenin elektrik tesisatındaki panto(?) donduğu için yeni makine gelmesini bekliyoruz". Artık nereden geliyor bilmiyorum, Ankara'dan mı, Polatlı'dan mı? (Anılar: Bir kere de Eskişehir'e giderken lokomotif Polatlı'da bozulmuştu da yenisi gelmişti, ne çok aksilik yaşamışım ben trenlerde). Bu sefer de şöyle şikayetler başladı: "Nasıl donar, doğuya giden trenler ne yapıyor o zaman? Bu arada kalorifer çalışmıyor, sadece ışıklar var ama millet bunun bilincinde değil herhalde sıkıntıdan gezinip duruyor. Kardeşim vagonun kapılarını açıp dışarıdaki soğuğu içeri taşımasanıza, üşüyoruz zaten. Ama onlar o sinirle ısındıkları için farkında değiller herhalde. Biz kocamla sinirlenmeden oturduk. Durduğumuz noktada telefonlar çekiyor olsaydı daha iyi olurdu, annelerimize gecikeceğimizi haber verirdik ama onlar da rötar olmadan varamayacağımızı biliyorlardı zaten. Neden sonra lokomotif geldi, değiştirildi ve yolumuza devam ettik. 13:56'da başlayıp 16:30'da bitmesi gereken yolculuğumuz saat 20:00 sularında bitti, o günü de öylece yemiş olduk. Dün akşam Eskişehir'e dönerken (izin aldım eyoooo) bu sefer 18:10'daki İzmir Mavi ile dönecektik, kimbilir neler olacak derken sadece 1 saatlik bir rötarla sorunsuz şekilde geldik. Keçinin sevmediği ot misali önümüzde sevgililer vardı, herhalde yeni çıkıyorlardı, yol boyunca öpüşüp durdurlar. O onun saçlarını okşadı, diğer bunun saçlarını, ama sürekli öpüştüler. Tamam anladık aşıksınız, sevginizi gösteriyorsunuz ama bu kadarı bize bile fazla geldi. 1-2 öp tamam ama sürekli öpüştükleri için gözetliyoruz gibi hissettik kendimizi. İnsanın gözü takılıyor elde olmadan, biz utandık valla :). Aşık bile olsanız herşeyin bir yolu yordamı ve yeri var, değil mi ama. Bunun dışında yolculuk sorunsuzdu, yavaş yavaş geldik. Her duruşumuzda "tamam bu da dondu galiba" diye birbirimize korku dolu gözlerle bakarak tabii...

3 yorum:

İLKAY dedi ki...

Bundan iyi dizi senaryosu olur sanırım...
Seni ve kocanı bolca öpüp ailecek ailene iyi seneler diliyorum:))

ferulago dedi ki...

Sağol İlkaycığım, çekirdek biz de sizi öpüyuyoruz.

Adsız dedi ki...

biz de sizin yeni yılınızı kutluyor ve hep mutlu olmanızı diliyoruz ilkaycığım.

Not: eşim bir önceki yorumda çekirdek aile demek istemiş sanırsam. :)