Raporlu olduğum son haftasonu da geçti. Bakıyorum da son günler nedense hep olduğu gibi çok hızlı geçivermiş sanki. Haftaya da geleceğim evime ama dediğim gibi gitmek zor geliyor.
Cumartesi kocamın uyumasından faydalanarak tüm camları sildim. Evsahibimiz balkonlardan birini kapattırmıştı sağolsun, orayı silememiştik yapıldığından beri. Diğer camlar da zaten berbat durumdaydı. Hamile olunca kocam maymun gibi camlara tırmanmamı istememişti, kendisi silecekti ama araya giren durum nedeniyle camları da sallamıştık.
Raporumun ilk 2 haftasını kocama ve anneme söz verdiğim gibi camlardan uzak geçirdim ama c.tesi günü daha fazla dayanamayarak aldım elime bezleri, o cam senin, bu cam benim pırıl pırıl yaptım. Camlar silinince dışarıya bakmaya bayılıyorum. Gözüm gönlüm açılıyor. Herhalde evhanımı falan olsam kirlendikçe silerim, manayağa dönerim (iyi ki değilim :) ) Kocam uyanınca hem kızdı hem de "dışarısı böyle mi görünüyordu, vay canına" diye şaşırdı. Camların halini siz tahmin edin :)
Haftaya da halıları ve salonun koltuklarını silme gibi düşüncelerim var. Tekrar hamile kalmak istiyorum madem, olmadan önce aklımdaki işleri bitireyim. Bu 2 hafta mükemmel fırsattı aslında ama dediğim gibi hem izin vermedi kocam hem de vücudu zorlamanın anlamı yok, iyileşmek de lazım.
Öğleden sonra evden çıkmamız gerekiyordu, müzik setini tamirden al, market alışverişi yap, annemleri ziyaret et, sinemaya git derken yoğun bir programımız vardı. Ben bu arada da kargo şirketini bekliyorum. Sevgili serrose Japon pazarı siparişlerimi ve ekstra isteklerimi yollayacaktı bana. Artık evden çıkmak üzereyken kargo şirketini aradım, görevli kargomun dağıtımda olduğunu söyledi. Acaba akşamüstü sinemadan önce uğrayabilir miyiz ama kesinlikle yol üstü değil, hatta çok ters yerlerdeler, tüh pazartesiye kalacak, o sabah da otobüse daha erken bir saatte bineceğim alamam, haftaya kalacak ne kötü derken kapı çaldı ve kargom geldi. Paketi açıp içindeki bazı şeyleri buzdolabına kaldırdıktan sonra dışarı fırladık.
Eve gelmeden önce gittiğimiz filmden bahsedeyim. "Erkekler ne söyler kadınlar ne anlar (He`s Just Not That Into You)"a gittik. Nasıl bir kadro kurmuşlar helal olsun, duyan gelmiş gibi, kime baksanız tanıdık, kime baksanız ünlü. (İkinci bir "Stepford Wives" vakası olacak diye korktuk ama fena değildi, ilişkiler üzerine romantik komedi işte, eğlencelik). Ana fikir şu, "kadınlar erkeklerin söylediklerine farklı ve bir sürü anlamlar yükler, oysa erkekler bu kadar detaylı düşünmez, sizinle görüşmek istiyorlarsa ne yapar eder görüşürler, mutlaka ararlar". Gerçekten de öyle aslında, adam saati sorsa bile aslında farklı şeyler ima ettiğini düşünebilen ve bu konu hakkında arkadaşlarımızla saatlerce konuşabilen tipleriz biz kadınlar. Bu anafikir üzerine farklı kişilerin hayatlarına giriyor kamera ve neler olup bitiyor görüyorsunuz. Gidilebilir bir film. En azından "vay anasını, bu adam da mı oynuyor" demek veya kendinizle karşılaştırmak için. Mesela kocam Eskişehir'deki bir toplantıda tanıştıktan 2 gün sonra geri dönerken (benimle birlikte bir sürü adamı otogardan uğurlarken) telefonumu istemişti, ben de nedense vermiştim ve gecenin 3'ünde bana mesaj yazmıştı da bu hallere gelmiştik. Demek gerçekten de erkekler görüşmek isterse mutlaka ulaşıyorlar insana. Bu konu hakkında mutlaka yorum yapacaktır, bekliyorum. :)
Sinemada toplam 10 kişiydik. Toplamda 3 çift, 2 sap ve biri sinemada çalışan bir kız olmak üzere 2 kız arkadaş. Çiftin biri yanımızdaydı, üniversite öğrencisi oldukları belliydi. Sinemaya neden gelmişler anlamadım. İkisi de filmin başında cep telefonuyla mesajlaşıyordu. Kız bir süre sonra filme verdi kendini ama çocuk aynen devam. Abartmıyorum, çocuğa dakikada bir mesaj geliyordu. Es kaza 2 dakikaya ulaşsa mesaj aralığı endişe eder hale gelmiştik, ne oldu, karşıdaki cevap yazmayacak mı diye. Filmden birşey anladığını sanmıyorum. Cep telefonunun ışığını sürekli gözümüze sokarak beni sinir etti, kocamı dellendirdi, zor tuttum adamı. İkinci yarıda bir ara bir mesaj geldi ve apar topar kalkıp gittiler. Bir de mesajları kıza göstermeden yazıyordu, kızı aldatıyor mu ne? Aman bana ne. Onlar gittikten sonra film daha bir güzelleşti sanki.
Yazı uzun oldu galiba, o zaman sevgili serrose'nin yolladığı kargoyu akşam eve gidince yazayım. Daha bavulumu toparlamadım, gidip o işlerimi halletmem lazım. Dedim ya, geri dönmek neyse de insanlarla karşılaşmak ah vah dinlemek istemiyorum. Ama yapılması lazım maalesef.
2 yorum:
evet telefon numaranı istediğimi hatırlıyorum özellikle de kartına numara yazıp bir an önce bana verebilmek için elindeki ceketi bile fırlatıp çamurun içine atmıştın. pek heyecanlandığın belliydi. gecenin üçünde seni aramamın nedeni siz gittikten sonra eskişehirde tipi şeklinde yağan kardan ötürü tüm yollar tıkanmış seferler iptal olmuştu, varabildiniz mi diye merak ederek yazmıştım sana, ben nereden bilebilirdim ki senin niyetinin evlenmek olduğunu. neyse sonuçta işler sarpa sarpa sararak, kader ağlarını iki düz bir ters örerek bizi bu duruma getirdi.
peki pişman mıyım? asla. iyi ki numaranı istemişim, sen de iyi ki vermişsin. seni hâlâ o günkü istek ve heyecanla seviyorum, ve bir cekete mal olan o meşhur kartını hala saklıyorum, arkasında yuvarlak rakamların olduğu kartı. :)
Yaklaşık 5 yıldır anlatamadım, düştü o ceket, ben yere atmadım :) Bahane de güzelmiş gecenin 3'ünde mesaj yazmak için :) Pişman olmamana sevindim, beni görür görmez evlenmeyi kafaya koyan sendin çünkü (ben de meyilliymişim. Hayatta yaptığım en iyi şey.
Yorum Gönder