Gelelim İstanbul'a. İstanbul bu aralar benim için sadece bahçeden ibaretti, sadece bahçeye gidip aynen geri dönüyordum, İstanbul'da deniz mi varmış, ne kadar ilginç dedirtecek bir seyahat fırtınası yani. İlkay'ı ziyarete bile neden sonra gidebilmiştim (ayıp biliyorum). Bu sefer Avrupa Yakası'nda olmanın ve kocamın da yanımda olmasının etkisiyle kongreye çok fazla takılmayıp gezmeye çalıştık. İstanbul'da şimdiye kadar nedense hiç gitmediğim yerleri gördüm, çok mutluyum.
Önce kaldığımız yerle başlayayım. Bize ayrılan öğretmen evini pek beğenmeyerek tüm ekip olarak karşı sıradaki otellerden birine geçtik. Sadece 10 lira fazlasına gerçekten bir şeye benzeyen bir yerde kaldık. Öğretmen evi yetkililerinin "nasıl olsa kamuda çalışanlar gelip bizde kalıyor, seçenekleri yok" fikrinden geçip orayı bir düzene sokmaları gerek bence. Doktoram sırasında bitki toplamak için sayısız kez Hatay'a gittim ve orada kaldığım öğretmen evinin bile (uzaklık anlamında söylüyorum, yanlış anlamayın, yoksa İskenderun'daki de pek parlak değildi) 5 yıldızlı bir oteli andırdığını söyleyebilirim. Neyse.
Kronolojik bir sırayla yazamayacağım, sadece aklıma geldikleri sırayla olacak.
Kongre The Marmara Otel'deydi, kaldığımız otel ise İstiklal'in altındaki Marmara'nın biraz aşağısında. O yolu topuklularla gidip gelmek zormuş, ilk fırsatta rahat ayakkabı ve kıyafetlere geçtik. İstiklal'in benzeri bizim burada (Eskişehir'de) Doktorlar caddesi olarak mevcut. Işıklandırmalar, ortasından tramvayın geçmesi, gençlerin fazlalığı... Eskişehir'e uzun zaman sonra geldiğimde (kocamla tanıştığım zaman) aynen İstiklal gibi gelmişti bana. Öncelikle İstiklal'deki Saint Anthony (Antuan) kilisesini gezdik. Graz ve Viyana'da (yine bir kongre sırasında) çok fazla kilise ve bir katedral gördüğümüz için fazla etkilenmedik ama umduğumdan büyük olduğunu söylemeliyim.
Galata Kulesi'ne çıktık. Yalnız zamanlamamız pek iyi değilmiş. Siz de gidecekseniz eğer günbatımında gitmemenizi öneririm çünkü fotoğraf çekmek isteyen bir sürü turist oluyor. Normalde etrafı seyredip sağa ilerlemeleri gerekirken elde kamera öylece durup bekliyorlar. Yukarıda trafik feci tıkalıydı anlayacağınız. Tıkış tıkış inmeyi bekledik. Yukarıda etrafı beklerken aşağıdaki 2 kişinin çaldığı müzik çok hoş bir ortam yaratmıştı, keşke o tıkanıklık olmasaydı.
Topkapı Sarayı'na gittik. Müze kartımız bizi kapıdan direkt olarak geçirdi de gişelerdeki feci bilet kuyruğuna girip bilet almaya çalışarak zaten kısıtlı olan vaktimizi harcamadık. Öğleden sonraki oturumlara katılmam gerektiği için çok yüzeysel gezebildik. Bir dahaki sefere kiraladıkları kulaklıkla o minik cihazdan alıp dinleye dinleye gezmeye söz verdik. Vakit iyice ilerleyince (özellikle kutsal emanetler kısmında trafik vardı yine) hareme giremeden dösim satış bürosuna girdik ve Topkapı Sarayı'nın bir DVD'sini ve kitapçığını alarak Ayasofya'ya doğru çıktık. Aya Sofya dedikleri kadar varmış, çok beğendik. Üst galeriyi de ihmal etmeyerek gezdik ve oradan Sultan Ahmet'e geçtik. Cuma namazı vakti olduğu için sadece dışında bakındık ve fazla oyalanmadan geri döndük. Arkeoloji müzesini bile gezemedik, o da başka sefere artık.
Kocam bir Ferhan Şensoy hayranıdır. Ben de severim kendisini. O yüzden Ses Tiyatrosu'nun içinde olduğu Halep Pasajı'na girdik. Bir de baktık ki bizim gala yemeğimizin olduğu akşam ve aynı saatte Ferhangi Şeyleri'in 1614. oyunu var. Kocam çok uzun yıllar önce Eskişehir'e turneye geldiklerinde en arka sıralardan bilet alabilmiş. Hatta koltuk bile değil, aralara konulan sandalyelerdenmiş. O yüzden dedim ki "haydi gidelim". Kongre kayıt parasına dahil olan gala yemeği biletimi yaktım anlayacağınız, hiç de üzülmedim aslında. Biletlerimiz aldık ve oyuna girdik, hem de en ön sıradan. En güzeli de oyun sonrasında kitaplarını sahnede imzalamasıydı. Korka korka fotoğraf çektim, keşke korkmasaydım da farklı bir açıdan çekebilseydim çünkü fotoğraflarda sadece sahne, Ferhan Şensoy'un kolu ve bacakları ve kocamın sırtı var. Sağlık olsun, bir dahaki sefere umarım.
Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galeri'sindeki sergileri gezdik. Birisi bir fotoğraf sergisiydi. Gezdik ve ben fotoğraf sanatından hiç anlamadığımı fark ettim. Diğer sergi ise biraz daha bana hitap eden bir sergiydi: Aphrodisias'tan Roma portreleri.
Dali'ye ise maalesef gidemedim çünkü bir başka toplantıdaki sunumum için cumartesi sabahı erkenden bahçeye geçmem gerekiyordu. Biz 1. Köprünün tıkanıklığı içerisinde cebelleşirken fakülteden 2 arkadaşım sergiye gitti. Kıskandım biraz ama sağlık olsun diyelim. Umarım ileride yerinde görebiliriz (boş hayaller). Havalar çok güzeldi şansımıza, arada estiği de oldu tabii. O esintilerden biri kocamı hasta etti, c.tesi bahçeye gider gitmez misafirhaneye geçip battaniyelerin altında yattı garibim. Akşam yemeğe bile kalkamadı ama uyku, sıcak ve karıcığının özenli bakımı sayesinde (su, yemek, ilaç vermek oluyor sadece ama hepsine sevgimi de kattım) biraz toparladı da pazar sabahı trenimize binip yola çıkabildik. Gerisi aynı terane, o Eskişehir'de indi trenden, ben Ankara'da :(
5 yorum:
ne guzel gezmissiniz
ama neden ayri sehirlerde yasadiginiizi anlamadim ben
Uzun bir hikaye :) Tanıştığımızda eşim de ben de araştırma görevlisiydik (kadrosuzluktan hala da öyleyiz maalesef). O Eskişehir'de, ben de Ankara'da görevliyiz ve biz de eş durumundan tayin olmuyor, YÖK'ün kadro vermesi gerekiyor. 2 şehirde de kadro problemi olduğu için haftaiçi ayrı şehirlerdeyiz, cuma akşamı Eskişehir'e gidiyorum, pazartesi Ankara'ya dönüyorum. Hızlı treni bekliyoruz artık :)
Anladim canim
Herseyin guzeli olsun sizler icin :)
Çok teşekkür ederim. Hepimiz için :)
bende gitmek istiyorum o sergiye umarım istanbula gitmeye fırsat bulup gidebilirim.
Yorum Gönder